SİBEL GUAŞE KKTC BAŞBAKANI OLDU

HUAJ Fahri
Adige  Mak Gazetesi, Temmuz 2013
Çeviri: AÇUMIJ Hilmi

Siber Sibel Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk kadın başbakanı oldu.

Anlaşıldığı üzere, Kuzey Kıbrıs’ta olan olayları biz Adigelerin daha ilgi ile izlemesi gerekecek.

Kıbrıs’a biz Adigeler daha önce de, orada Adigeler yaşıyor olduğundan dolayı daha yakın bakıyorduk. Bunun yanısıra Antalya Yeleme köyünden olanlar için Kıbrıs’ta yaşayan Adigeler akrabamız değillerse de aynı köylerden olabilirler. Bizimkileri vatanlarından çıkarttıklarında onları taşıyan gemilerden birisi Kıbrıs yakınlarında batmıştı. Bu gemiden kurtulanlardan türeyen nesiller Kıbrıs’ta yaşayan Adigeler arasında yer alıyor olabilir. Gelecek nesillerin kaybolmaması için çoğu soyadı olarak ‘Çerkez’i aldı.

Şimdi bahsettmek istediğimiz Başbakan olarak atanan Adige guaşe 1864 yılında vatanımızdam sürüldüğümüzde Kıbrıs’a yerleştirilen Adigelerden.

Bildiğiniz gibi Kıbrıs Akdeniz’de Sicilya ve Kostarika’dan sonra üçüncü büyük ada.

Kıbrıs’ın tarihine değinmeyeceksek de 1974 yılında Yunanistan ve Türkiye arasındaki anlaşmazlıktan dolayı  adanın kuzey tarafı Türkiye’nin, güney tarafı Yunanistan’ın olmak üzere ikiye bölünmüş olduğunu belirtelim. Kuzey yarısı cumhuriyet ilan edilmesine rağmen Türkiye’den başka bir ülke tanımış değil. Türkiye’nin desteği ile cumhuriyet varlığını sürdüyor ve daha iyi yaşıyorlar.

Fakat bu son aylarda Kuzey Kıbrıs’taki politik yaşam Başbakan’ın adeletli olmaması ve halkın güvenini kaybetmesi sebebiyle biraz karıştı. Onun yerine daha iyi olacağı konusunda mutabakata varılmış bir başbakan adayı seçilmeside mümkün olmadı. Adige guaşe Siber Sibel muhalefet partilerinden birsinde milletvekiliydi, halkta ona çok güven duyuyordu. Bu yüzden muhalefet partileri eğer Siber Sibel’i başbakan adayı gösterilirse onu destekleyeceklerini belirttiler.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Eroğlu Derviş Adige guaşe Siber Sibel’i davet ederek Başbakanlık görevini verdi. 28 Temmuz tarihinde yapılacak seçimlere kadar Başbakanlık görevini yerine getirecek.

Siber Sibel  kendisine güvenerek böyle önemli bir göreve getirilmiş olduğundan dolayı memnun olduğunu, kendisine gösterilen güveni elinden geldiği oranda boşa çıkartmamaya çalışacağı sözünü vererek ulusa faydalı olması temennisinde bulundu. Günümüzde, hükümet kabinesini kurdu parlementoda da güven oyu aldı.

Başbakanlık görevi verildikten sonra gazetecilerin sorularına  şöyle yanıt verdi; ‘Benim rüyam Kuzey Kıbrıs sokaklarında yürüyen insanların yüzlerinin mutlu olması, böyle bir ülkede yaşamalarıdır. Şimdi üzerime düşen vazifeleri yerine getirmek amacım. Gerçekten insanların ‘ben olsaydım öyle yapardım, şunu yapardım gibi’ bazı umutları rüyaları oluyor.  Benim de rüyalarımdan birisi Başbakan olmaktı. Çünkü o zaman insanların rüyalarına arzularına kavuşmasını sağlama imkanlarına sahip oluyorsun. Kıbrıslı kadınlar da erkeklerden geri kalmamacasına iyi eğitimliler. Fakat bu, yaşam içerisinde  o kadar belirgin değil. Örneğin 50 milletvekilinin yer aldığı parlementomuza sadece dört kadın milletvekili seçildi.  Partilerimizden birisinin bile başkanı kadın değil.  Kalabalık halk kitleleri partilere güvenmez oluyorlar. Başbakanlık makamının bana layık görülmesi kadınlarımızı onurlandırdı ve kendilerine güvenlerini arttırdı.’

SİBER SİBEL KİMDİR?

Sibel 1960 yılında Lefkoşa kentinde doğdu. 1983 yılında İstanbul’da tıp eğitimini tamamlayarak doktor oldu.  1984 yılında kendisi gibi doktor olan Siber Rifat ile aile kurdu. Rifat Lefkoşa’de bulunan devlet hastahanesinde baştabip olarak çalışıyor. Ailenin iki kızı var, Şumer ekonomi tahsilini tamamladı, özel sektörde çalışıyor. Ufak kızları Aysel hukuk fakültesinde öğrenim görüyor.

Sibel 1987 yılında Kıbrıs’a geri döndü. Özel bir klinik açarak iş hayatına atıldı. 1989 yılında kazandığı bursla Amerika’ya gitti, Virginia Üniversitesi’nde  Endokrihologi eğitimi aldı. 2000 yılında aldığı bursla Şikago Üniversitesi’nde eğitim aldı.

Kıbrıs’ta yayınlanamakta olan bir gazetede gazeteci olarak çalıştı. Esseler yazdı. 2011 yılında ‘Rüyalarım Düşüncelerim’ isminde bunları kitap olarak yayınladı.

Doktor ve gazeteci olarak yaşamını sürdürürken 2009 yılında Lefkoşa kenti milletvekili olarak seçildi.

SİBER SİBEL HANGİ MİLLETTEN?

Bunun cevabını verebilecek olan kendisi, bu  yüzden onun yazdıklarına göz atalım. Kendi kaleminden dökülen bu satırları okuyan hiç bir kimse o Adige değil diyemez.

Adige Ninemi Denize Atmışlardı
Dr. Siber Sibel
Kıbrıs Posta gazetesi

‘Annem çok güzeldi. Gözlerimin önüne hayal meyal getiriyorum, zayıf uzun boyluydu, yemyeşil gözleri vardı. Upuzun siyah saçları beline kadar uzanıyordu….

Annemle-babam büyük Adige sürgününde çocukları ile birlikte bütün Adigeler gibi tüm mal varlıklarını bırakarak vatanlarını terk etmek zorunda kalmışlardı.

Pek çok zorlukla karşılaşmış olmalarına rağmen umutlarını, umudu yitirmek ile ölmenin eşdeğer olduğunu bildiklerinden yitirmediler…. Uçsuz denizin ortasında, bilmedikleri karanlık bir yaşama doğru giderken bulundukları gemide salgın hastalık başgösterdi, açlık ve ölüm etraflarında dolanıyordu…’

Büyük Adige sürgününü ninemin annesinin böyle anlatırdı, upuzun siyah saçları bulunan annesi de başka diğerleri gibi gemide hastalanır. Anlatırken gözleri bir noktada donar kalırdı. ‘sadece dört yaşımdaydım ama onu denize attıklarını hiç unutmadan hatırlıyorum. Denize attıklarında uzun saçları büyük dalgalarla dalgalanıyordu… gemidekiler görünmez olana kadar ardından baktılar. Kızkardeşim ve ben babamızın kucağındayken nasıl üzüldüğümüzü ağladığımızı çok iyi hatırlıyorum, hiç unutmuyorum. Hem ağlıyordum hem de bir taraftan kızıyordum, ‘Neden annemi denize attınız’ diye kalkıp herkese karşı durmak istiyordum…

Çocukluğumda anlatılanlar hiç durmadan gözümün önüne o gemiyi, o ‘upuzun simsiyah saçlı’ Adige ninemi getiriyordu. Yaşamının anlatılanlardan çok daha zorlu olduğunu kavrıyordum.

Adigelerin vatanlarından sürülmeleri tarihin acı ve gözyaşı dolu bir sayfası.  Rus Çarı’nın kararı ile vatanlarından sürülmeden önce uzun yıllar boyunca çok direnç gösterdiler. ‘Savaş merhametsiz ve acımasızdı. Yüzlerce Adige köyü yakıldı. Gece karanlığında köyleri basıyorlardı. Rus askerlerinin yaptığı zulümü kendi tarihçileri bile dile getirmekte zorlanıyorlardı.’ Kendi rus tarihçileride aynı şeyi söylüyor.

Abranov ‘Kafkas Dağları’ isimli kitapta; ‘Adigelerin başına gelenleri anlatmaya kelimelerin gücü yetmiyor. Çıktıkları yollarda binlercesi soğuktan açlıktan öldü. Sahilde ölüler ve ölmek üzere olanlar çok sayıdaydı.Soğuktan donup ölmüş olmasına rağmen göğsünde bebeğini sımsıkı tutan analar vardı… Donmuş annesinin göğsünden süt emmeye çalışan bebekler…’

Gemilere binebilenler de açlık ve salgın hastalığın pençesine düşüyorlardı. ‘Alabileceğinden çok daha fazla insanı alan adeta yüzen tabutlara dönmüş gemilerden kaç tanesinin battığını bilmek zor.’ diye araştırmacı Pitson yazıyor. Kıbrıs’ta yaşayan Adigelerin atalarını taşımak üzere üç gemi ilk önce Samsun’a sonra İstanbul’a ardındanda Kıbrıs’a yollandıklarında takvimler 22 Eylül 1864’ü gösteriyordu. Bu üç gemide 2 bin 346 kişi vardı.

Bir hafta kadar denizde yol aldıklarında salgın hastalık ve açlıktan yaklaşık 1000 kişi öldü. Gemide ölenleri denize atıyorlardı.

İngiliz konsolosu R.H. Lang ‘bir gemide ortalama günde 30-50 arasında insan ölüyordu. Ölmeden kalanlarda ceset gibiydiler…’

Adigeleri vatanlarından sürmeye başladıklarında Mayıs ayıydı. Her yıl Mayıs yaklaştığında  bu yolda ölenler aklıma geliyor yüreğime sızı saplanıyor, upuzun simsiyah saçları olan, denize atılmış Adige ninem, yaşama sımsıkı tutunan diğerleri aklıma geliyor….

Atalarımızın geçmişleri tamamen zorluk içinde olmasına rağmen, ne kadar dertle karşılaşmış olsalarda hiç bir zaman umutlarını kaybetmemiş olmaları, tırnaklarını dişlerini takarak bu topraklara tutunarak, bu toprak parçasını kendilerine yurt edindiklerini bize miras bıraktıklarını biliyorum. Bir şekilde umudumuzu kaybettiğimizde, ilk önce kendi kendi kendimizi kandırırız ardından onların anılarına saygısızlık etmiş oluruz. İşte bu yüzden bunları hiç unutmayalım!