KARDEN Düriye Huvaj

DÖNÜŞ RÜZGARI

Bu bir Kafkas rüzgarı
Bazen Meltem gibi eser
Ilık ılık iliklerine kadar işler insanın
ve
Diasporada yokluğa akan
Çerkesleri,
Giderayak götürür uzaklara.

Bazen sert eser Uaşhamafe tepelerinden,
Kırar döker her şeyi.
Öfke doludur
yapılanlara
yaşananlara
savaşlara.

Toplar
parçalanmış
örselenmiş
Muhaceret çocuklarını.

Bu bir halk rüzgarı
Eser alır götürür
Burjuvanın elinden
sömürülmüş emeğin kalıntılarını.

Bazen karmakarışık eser.
Sağdan sola, soldan sağa
vurur birbirine
Muhaceretin adı konulmamış yitik
Çerkes insanlarını.

Bu bir Kuzey rüzgarı
Lodos gibi  eser bazen.
ağrılar girer başına
düşünme yetisini alır götürür
çıkmazlara
YOK OLUŞ girdabına kapılmış
el ve ayakların.

Bu bir  türkü
Bu bir wered
Bu bir ğıbzedir.

Bazen takılır tuşlarına
pşınenin
sızlatır yüreğini
henüz yok edilememişlerin.

Bu bir Karayel’dir bazen
Karartır ufukları.
Yaşamın bir yanı alaca karanlık
bir yanı wered söyler dağlara.
Dağlar hüzünlüdür
akar kar suyu-gözyaşları
uzaklara,
Yabanlarda savrulup yok olanlara.

Bazen bir hüzündür yaşam
Bazen bir umut
dünyaya
gözlerini açan Çerkes çocuklarına.

Yaşlılar hüzünle bakar ÇERKESKAlara.
Gruplar kol-kola durur HAVRAŞAlara

Parmaklar duyarlıdır  nazik
APSUVAlara.

Bazen KAFE ritminde  ağır
onurludur insanlar.
Bazen kızgın ISLAMEY’e parmak ucu çıkar,
LEPERIFE ile  ritmiktir  ayaklar.
WUC ile dinlenir yürekler…

Bazen KAFEKUANŞE yapar
Dönüp bakmaz ANAVATAN ‘a insanlar.
KAFKAS dağları evlatlarına ağlar.

Bu bir YOK OLUŞ türküsüdür,
Söylenir
ANADİLİNİ bilmez ağızlarda.
Bu bir DÖNÜŞ düşüncesidir.

İçeriği bilinmez,
Sakız olur ağızlarda.

Rüzgar nasıl, nereden eserse essin,
Yıkılmayacağını sanır
Diaspora insanları.
Fark etmez uçup giden
XABZEleri, ĞIBZEleri, güzel yaşam  anıları
Tutmaz uzanan elini ANAVATAN çocuklarının,
kendine yabancılaşmıştır.

Bir gün bir HORTUM gibi gelir rüzgar.
Saçıp savurur, allak bullak eder her şeyi –
kalan yürek kırıntılarını.
Haklıdır araştırmayan KONDAlar

İşte ÇERKESLER sondalar.

O gün,
Bir varmış bir yokmuş
diye başlar masallar
Anlatırken SÜRGÜNde tükenenleri.

Belki bir gün bir film gelir.
Anlatır yaşananları.
Muhacerette öksüz yetim kalanları…
DIASPORA olur adı belki.
Belki SÜRGÜNÜN  ÇOCUKLARI.
Baş rolde resmi ideolojinin politikaları,
Yaşatmayan muhaceret koşulları,
Çerkesler figüranları.
Sonunda THE END yazar

Kısa bir süre susar insani duygular.
Sonra
AĞLAR  SAĞ KALABİLEN SÜRGÜN ÇOCUKLARI,

Filmin son figüranları.

 

ÜYÜKYAYLA KÖYÜNDE

Tanrı’m,
Çocukluğumu geri ver.

En iyi çocukluk arkadaşlarım
Kunıj Hasan’ın kızı Sevdiye
Ve
Necmiye
geliyor aklıma,
Bir ablası vardı: Remziye.

Çakır diyorlardı bir diğerine
Gözleri mavi diye.
İki kız kardeşi vardı;
Biri Kadriye.

Adeviye vardı, Adeviye…
Ödü Kopardı, koşardı
Nihat düşmesin diye.

Kuyudan su çekmek,
Sağılırken keçilerin koyunların
başını tutmak.
Danalarımızı tanıyıp getirmek
En sevdiğim şeylerdi.
Çubuğum olsa bile elimde
Camızlardan korkardım.

Zaman zaman
köyün çıkışında
Hatsıbane toplardım.

OŞHAJ‘da otururlardı.
Oğlu Salih, kendi Salman,
Karısı Kantat nine.
Çok mutluydular
Kendi hallerinde…

Duyar gibiyim,
Nenem dayıma seslenirdi.
MAY diye..

Tanrım neden kayboldu güzellikler
Hem ne diye..

Yağmur duasına çıkmıştık OŞHAJ’a
HANTSEGUAŞE ile
Köycek birlikte.

Anneannemin önüme bağladığı cebe,
Yumurta koymuştu KANDAHE nine.
Onunla Abaza köyü BLAMIR’a gitmiştik.
Nenemle birlikte, kağnı arabasında
Yusuf abi ile..

Hepsi çok güzel Adıgece konuşurlardı.
Neden kayboluyor Anadilim
Gittikçe..
Hem niye…

Kaybolmasın güzellikler
Koruyalım..
Farklılıklar zenginlik katar yaşama
Ülke onları koruduğu sürece,
Aklım erdiğince..

Büyüdüm, köye gidemez oldum.
Anılarımda kaldı WOREDLER
ĞIBZELER Çerkesce.
Hilmi abi mızıka çalardı..

Korkuyorum aklıma geldikçe
Cinci hoca GIDO..
Suya bakmıştı
“Geliyorlar, geliyorlar atlı arabalarla demişti”
Neneme sokulmuştum gizlice..

HADOHA..
Iki kızı bir oğlu vardı.
Aklıma gelecek gibi adları.
Ne güzel şu Çerkesce…

PSIGOGON vardı,
Içi su dolu..
Zaten adı psıgogondu..
Su taşırdık fıçılarla kağnıda.
Bir tek çeşme vardı köyümüzde…

Ve amcamların erik bahçesi..
Köyün aşağılarında.
Süt eriği bunlar derlerdi..
Yemeye bayılırdım.
Keçi gibi tırmanırdım ağaca..

Ah! şimdi dizimde kireçlenme..

HISE amca vardı
Mehmet Ali ve Alaattin’in
Ve Aysel’le Sabahat’ın babası..
Erik ağacına çıkan çocuğa
“Ulaan aslanım in aşağı
Gelirsem kolunu caak diye kırarım” demişti..

Amcam MOLLA HASAN’ın
Kara kovanı vardı yüz kadar.
Köye meydan okur gibi bakardı kovanlar
Sıra sıra dizilmiş bjeupede
Şimdi bulunmaz ballar vardı içlerinde.
Nenem bir çaput yakardı,
Arılar korkup kaçardı.
Bal çıkarırdık birlikte…

Çerçici KÖR INCE vardı,
Zaman zaman gelirdi köye.
Incik Boncuk satardı.
Üzüm de vardı sattıkları içinde
Koşa koşa giderdim yanına
Köye gelince.
Buğday verir kekülbastı (toka) alırdım
Takasla bazen Üzüm.

Atlarla eve girmişlerdi..
Kırmızı yolluk sermişlerdi..
Meşılt’lere
ASEMI’yi gelin getirdiklerinde.

“Ben yukarı mahleye gidiyordum.
SEYBET beni görünce kapıyı
ğorç diye kapadı.
Ben bu SEYBET’i almazsam
Bu dünya bana harram olsun”
Demişti
Köyümün bir yaşlısı
Ve SEYBET’i almıştı.

Dayı oğlu Sadi ile ne güzel döven sürerdik.
Otlara dalınca öküzler
Vondere ile dürterdik.

Nenem AMINAT, Türkçe bilmezdi,
Kendisiyle çok birlikte oldum.
“Ya sesitha ya Allah” diye dururdu namaza.
DISE derlerdi ona.
Dayım onu Hanım annem,
Beni de Dürüç diye severdi.

Dedem ALIM AĞA
Öksüzlerin babasıydı derlerdi ona.
Ağıt yakmışlardı adına.
“Öksüzlerin Yetimlerin
babasıydın Alim ağam Alim ağam” diye…

Baba dedem MATKERI.
Ve diğerleri.
Hepsi,
Anılarıyla gelmişlerdi Kafkasya’dan
Yaşadıkları acılarla
Kırık dökük teknelerden
Karadeniz’in azgın sularına bıraktıklarıyla…

Köyüme
Köylülerime selam olsun
Her sabah her yere güneşli günler doğsun.
Doğacak her çocuk Çerkesce konuşsun.
Halkım birgün
ANAVATANıyla buluşsun.
Diasporadan anavatana açık bir yol olsun.