ÇERKES ETHEM

Vehbi Vakkasoğlu

Kendisinden büyük dört ağabeyi askerdi. İkisi Rum eşkıyalarıyla çarpışırken ölmüşlerdi. Diğer iki ağabeyi Reşit ve Tevfik Beyler de zabit idiler. Reşit Bey, Osmanlı Imparatorluğu’nun gizli teşkilatı olan TEŞKİLAT-l MAHSUSA’da vazife aldı. Trablusgarp Savaşında bulundu. Burada,ayrı cephelerdeki Mustafa Kemal ve Enver Paşa’larla tanıştı ve yakınlaştı. Daha sonra Balkan ve Batı Trakya harekatına katıldı. Babası Ali Bey Ethem’i zabit yapmak istemedi. Çakır adını taktığı 1.96 boyundaki, atak ve cesur en küçük oğlunu çok seviyor ve yanından ayırmak istemiyordu. Fakat o, askerliğe vurgundu mutlaka bu mesleğin adamı olmak istiyordu. Bu iştiyakla 19 yaşında Istanbul’a kaçtı, fakat Rüştiye mezunu olduğu için ancak Küçük Zabit Mektebi’ne girebildi. Mektebi birincilikle (zabit vekili) olarak bitirdi. Bulgar cephesinde kahramanca savaştı, yaralandı, madalya aldı.

Daha sonra Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Teşkilat-ı Mahsusa’nın büyük bir teşebbüsüne iştirak etti. Bu teşebbüsle, (İran-Türk Anavatanı’na Orta Asya’ya) yol açmak isteniyordu.

Oralarda Rus ve Çin baskısı altında esir yaşayan Müslüman-Türkler Osmanlı kuvvetleriyle nizamli bir şekilde takviye edilerek ayaklandırılacaktı. . Böylece Bolşevikliğin içten karıştırdığı Rusya, bu dış tesirle parçalanacak, esir Müslümanlar istiklallerine kavuşacak, Osmanlı İmparatorluğu’na yeni ve taze bir güç kaynağı olacaktı.

Ethem bu harekata Hamidiye Kahramanı Rauf (Orbay) Bey’in maiyetinde katıldı. Ali İhsan Paşa Hemedan’i fethetmişti. Buradan Kabil üzerine sevkedilen öncü akıncıların başında da Ethem vardı.

1918 yılı başlarında, yine TeşkiIat-ı Mahsusa kadrosu içinde Irak Harekatında iken, yaralandı ve Bandırma’daki baba ocağına döndü.

Emrinde çalıştığı kumandanları ve silah arkadaşları Ethem’in “terbiyeli, itaatli, sakin, sigara dahil hiçbir kötü alışkanlığı olmayan, cesur ve atak, askerlik mesleğine ve vazifesine bağlı” bir insan olduğunda ittifak halindedirler. O kadar askerliğe bağlıdır ki: Babası onu 15 yaşında nişanlayınca kıza gider ve: “Ben asker olacağım. Cephelerden döneceğimi zannetmiyorum. Benim hayatımda tek sevdiğim şey harbetmektir. Sana yar olamam ve sonra vicdan azabı çekerim. Sen beni istememiş ol” der.

Gerçekten de öldüğü zaman vücudunda çeşitli cephelerden aldığı 17 yara izi taşıyordu ve yükseleceği son kıdem derecesini de almış, hak edebileceği bütün takdirname ve madalyaları da almış bulunuyordu. İzmir’in Yunanlar tarafından işgalini takip eden günlerde Bandırma’da bulunan Ethem Bey kendisini ve geçmiş hizmetlerini çok iyi bilen Ali Fuat Paşa tarafından Ege’de sağlam bir mukavemet cephesi kurmak için davet edilince, imkansızlıkların verdiği ümitsizliği bir yana atarak ve ilk defa olarak silaha sarıldı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu “tecrübeli ve cesur gerillacısı” milletin devletsiz kaldığı bir yıl içinde hayati ehemmiyet taşıyan zaferlerin başarılı komutanıdır. “Kuva-yı Seyyare Umum Kumandanı” unvanı ile önce kendi bölgesinden topladığı, sonra gittikçe kuvvetlendirdiği ordusu ile, Yunanların tam teçhizatlı ordusuna kan kusturdu. Memleketin en buhranlı anında unutulmaz hizmetlerde bulundu. Ali Fuat Paşa ile görüştükten sonra, onun tavsiyesi ile, Salihli’ye,  Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşcubaşı’nın çiftliğine gelir. Bu geniş çiftliğin Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir silah deposu gibi önceden hazırlandığını Ethem hatıratında şöyle anlatır: ” Eşref Bey’in çiftliği adeta silah deposu idi. Zahire ambarları olarak bilinen geniş hangarların altı makineli tüfeklere kadar çeşitli malzeme ile doluydu. Ben daha bir sene evvel, Teşkliat-ı Mahsusa’nin muhtelif yerlerde silah ve malzeme depo ettiğini, harp mağlubiyet ile neticelenirse memleket içinde müdafaa hatları kurmanın tasarlandığını duymuştum… Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi olan Eşref Bey’in bir mağlubiyet olursa, en tehlikeli mıntıkanın İzmir – Manisa – Aydın ve havalisi olacağını bilmesi çok – tabii idi. Emin yerler aranırken de kendi geniş Çiftliğini vatan müdafaası için merkez addetmiş olması da, isabeti anlaşılan tedbirdi.”

Değerli tarihçi Cemal Kutay, Ethem’in bundan sonraki faaliyetleri için şöyle der: Bu devre içinde gösterdiği faaliyet şekli diğerlerinin çok üstündedir. Ciddi, disiplinli, çalışkan, vazife dışında müsamahalı, cömert, ferdi ahlakı mükemmel, güven telkin eden, dış görünüşü heybetli, çok cesur, her hareketiyle giriştiği işin vatan hayrına olduğu kanaatini telkin eden bir kişidir… Ethem, Kasım 1919’da, Garp ve Merkez cephesi adı verilen geniş sahada Milli Müdafaa Cephesi’nin kumandanı olmuştur. Müslüman köylerini basıp yağma eden Rum çetecilerini dağıtan ve reislerini öldüren odur. Ethem’in başlangıcı ile sonu arasındaki acayip çelişkinin ortaya çıkışında, kardeşlerinin fevri hareketleri ve kendisinin saflığı dışında hangi sebepler rol oynamıştır? Bu sorunun cevabı nasıl verilmiş olursa olsun, “İhtilafın asıl sebeplerinin kendisinden kopup gelmediğini, başkalarının hazırlığı olarak kabul ettirilmeye çalışıldığını” söyleyenler çoğunluktadır. Bu, “başkaları” kimlerdir? Hadisenin umumi akışı, bunları açıklamaktadır. Ethem Bey hakkında çeşitli gizli kuruluşlara girdiği ve desteklediği hususundaki söylentilerin de onun akıbetinde müessir olduğu görülmüştür. Fakat o, bütün bu iddiaları reddetmiş, “gizli-açık hiç bir guruba katılmadığını” ısrarla söylemiştir. Hususan Bolşevik emellerine alet olarak teşekkül ettirilen “Yeşil Ordu” ile hiç bir alakasının bulunmadığını, kendisinin kimseye “yoldaş” hitabıyla mektup yazmadığını, fakat bu hitabı taşıyan mektuplar aldığını, nakleder. Mustafa Kemal Paşa’dan da “yoldaş” diye hitap eden bir mektup aldığını ve onun şöyle yazdığını söyler:” Üçüncü Enternasyonale bağlı olarak Ankara’da bir umumi Merkez kuruldu. Bu Cemiyet-i Merkeziye’ye ben, sen ve Refet Bey alındık.”

Ethem komünizme asla inanmadığını her vesile ile tekrar eder. Nitekim hatıralarının bu olayı anlatan kısımlarının hemen altında şu satırlar var: “Aradan az zaman geçince Kafkasya’daki milletler aleyhinde yine Rus zulmü başladı. Çarlığın yaptığını Bolşevikler daha başka metotlarla devam ettirdiler. Gerçekten de komünistler, Müslüman-halklara istiklal vaad ederek Çar’ın zulmüne karşı kendi tarafına çekip ayaklandırdıkları halde ve onlardan hakim oluncaya kadar çok hayati istifadeler sağladıkları halde sonradan Çarlığın zulmünü aratacak mezalime giriştiler, sadece maddelerini değil, ruhlarını da, milli varlıklarını sömürüp yok etme yolunu tuttular…Ancak, “Türkiye’de Sol Hareketler” adlı eserde, “Çerkez Ethem taraftarlığı yapan birkaç aydından” söz ediliyor. Bundan da anlaşılıyor ki, o zamanki komünist hareket Ethem Bey’in kuvvetini istismar etmek, kendi taraflarına çekmek ve istifade etmek istemişlerdir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın Çerkez Ethem kuvvetlerini ezerken de komünist hareketleri ustaca kullandığı yine aynı eserde yazılıdır.

Adapazarı’nı asilerin elinden kurtaracak taarruz için, İsmet Paşa harekete geçmekten çekiniyordu. Buna rağmen Ali Fuat Paşa, Ethem’i bu isyancıları bastırmak için hemen harekete geçirmişti. Ethem büyük bir başarı kazandı, Adapazarı’na girdi. Aslında İsmet Paşa, diger kumandanların aksine, milis kuvvetlerin vazifesini bitirdiğini, derhal nizami kuvvetlerin kurulması ve bunların yerini alması görüşünü savunuyordu. İsyanların Orta Anodolu’ya sıçradığı, Yozgat ve çevresinde alevlendiği günlerde Erkan-i Harbiye Ethem Beyi kuvvetleriyle doğrudan doğruya Ankara’ya davet eder. Ali Fuat Paşa, bunun asla doğru bir hareket olmadığını İsmet Bey’e (İnönü) bildirir ve sebebini şöyle açıklar: “Ethem Bey’in olmasa bile ağabeyleri Reşit ve Tevfik Beylerle, meclisteki bir kısım milisli mebusların, Ethem’in arkasına geçerek uzun vadeli hadise çıkaracaklarını ve neticede halkın içinden yetişmiş, basit düşünceli aile ve ırkının hususiyeti olarak ağabeylerine körü körüne bağIı, Milli Müdafaa vekili olmayı düşündüğünü yakından duyduğum Reşit Bey’in telkini ile tehlikeli maceralara sürüklenebilecek cidden bir halk kahramanı olan Ethem’in başını yiyecekleri ve dolayısıyla o buhranlı günlerde memleketine daha çok değerli hizmetler yapabilecek fedakar bir evladından mahrum kalacağının elemi içinde Ethem’i cephesine iade için harekete geçtim.”

Fakat Ali Fuat Paşa bu teşebbüsünde muvaffak olamayacak bu arada Ethem’in Ankara’da büyük merasimle karşılandığını duyacaktır. Yoksa, hususi bir kasıt ve belli bir plan dahilinde Ethem’i harcamaya karar mı verilmişti? Ali Fuat Paşa: “Hiç olmazsa Ethem, şahsen hürmet edebileceği bir kumandanın mesela çok saygı gösterdiği ve hepimizden kıdemli olan Yusuf İzzet Paşa’nın emrine verilebilirdi. Bu maalesef yapılmamıştır. Hadiselerin hiç de tahmin edilemeyeceği şekilde kendi haline terkedilmesi, endişelerime ne yazık ki hak verdirmiş, ilk günlerin fedakar bir mücahidi alnında kara leke, vatanın sınırları dışına itilmiştir” diyor.

Evet, tecrübeli, saf ve siyaset bilmez Ethem’i “hain” damgasıyla kimler veya kim itmiştir vatanın dışına? Bu sorunun cevabı açık ve net olarak göz önünde değilse de, dolaylı ve biraz bulanık şekilde açıktır. Ne var ki, tarafları ölmüş bu davanın hesaplaşması ancak Mahkeme-i Kübra’da olabilecektir.

Hadiselerin nasıl geliştiğini baş ve esas kaynağımız Cemal Kutay beyefendinin tespitlerinden kısaca takip etmekte fayda görmekteyiz. Böylece hadiselerin tabii seyri içinde gerçeklere ışık tutacak bir takım ipuçları yakalayabileceğiz.

İzmir’den Akhisar’a yürüyen 20-30 bin kişiIik Yunan kuvvetini 3 bin civarındaki kuvvetiyle, hem de bozuk ve iptidai silahlarla durdurmuş ve şiddetli bir mukavemet ve direniş meydana getirmişti. Ege bölgesinde yer yer başka mukavemet cepheleri de açılmış kahraman Müslüman-Türk milleti hiçbir şahıs ve makamdan emir almadığı halde harekete geçmiş, imkansızlıklar içinde işgal kuvvetlerine karşı çıkmıştır. 19 Mayıs l9l9’dan, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin resmen açılış tarihi olan 23 Nisan 1920’ye kadar süren bir yıla yakın zaman içinde müttefiklerinin her türlü yardımına rağmen Yunan ordusunu olduğu yerde durduran ne idi? Bu soruyu, Kuvay-i Milliye (Milletin kuvveti) diye cevaplamak  gerek. Milletin imanından aldığı sonsuz güç,işte Ethem bu gücün içinden çıkmış bir insandır. Ethem çok tehlikeli iç isyanları büyük bir maharetle bastırmayı bilmiştir. Anzavur çetesi’ni dağıtmış, Balıkesir’i kurtarmıştır. 0 zaman Erkan-i Harbiye Reisi olan İsmet İnönü ile aralarında şöyle bir muhabere geçer:

İNÖNÜ: Ethem beyefendi. Ben Miralay İsmet. Şu anda yanımda ağabeyiniz Reşid beyefendi ile Yusuf İzzet Paşa hazretleri var. Cümlemiz gazanızı tebrik ederiz. Büyük bir muvaffakiyet kazandınız. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa hazretleri de muhabbetle gözlerinizden öpüyor ve samimi tebriklerini iblaga bizleri memur etmiş bulunuyor. Nasılsınız?
ÇERKES ETHEM: Çok teşekkür ederim efendim. Çok şükür iyiyim. Buradaki tedip hareketleri bitti. Anzavur mel’unu mağlup ve perişan kaçtı. Salihli Cephesi’ne karargahıma dönüyorum. Yunanların taarruzundan endişe ediyorum.
İNÖNÜ: “Ethem Bey… Anzavur’u tepelemekle Ankara’yı kurtardınız. Size hepimiz minnettarız. Bu güzel neticeyi ancak siz alabilirdiniz. Fakat şimdi burada daha büyük diyeceğim bir tehlike var: Ali Fuat Paşa hazretleri Geyve’de. Yirminci Kolordu Kumandan Vekili Mahmut Bey Düzce’de asiler tarafından pusuya düşürülerek maalesef şehit edildi. Kuvvetlerimiz bozuldu. BoIu-Mudurnu-Adapazarı asilerin elinde. İsyanın diğer mıntıkalara sıçramasından korkuyoruz. Ankara’nın şimal-i garbisindeki isyanları bastırmaya giden Arif Bey’de maalesef muvaffak olamadı. Ali Fuat Paşa hazretleri sizinle teması vasıtanızla temin edebildi. Sür’atIe imdadına gelmenizi rica ediyor.

Ethem bu isyan üzerinden silindir gibi geçer. Ancak kısa bir zaman sonra Yozgat’ta çıkan ve Ankara’ya yakIaşmakta olan daha tehlikeli bir isyan sebebiyle tekrar çağrılır. Ankara’da muzaffer bir kumandan gibi karşılanır. Mustafa Kemal Paşa kendi arabasına alır, evinde misafir eder tezahüratların arkası gelmez. Bu karşılanışında yeni gördüğü İsmet Paşa hakkında şu kanaate varır: “İsmet Bey’Ie ilk defa karşılaşıyorduk. Daha sonra hayatımda menfilikler ve haksızlıkların kaynağı olan bu zatın ilk anda üzerimdeki intibaının derin olmadığını çehresinin ve hareketlerinin bariz hususiyet ifade etmediğini itiraf ederim. Fakat kendisiyle konuştukça ve fikirlerini dinledikçe, bir çok meziyetleri bulunan Erkan-i Harp hususiyetleri taşıdığını, fakat hiçbir zaman ZAFER’i temsil edecek KUMANDANLIK vasfına sahip bulamadım.” Ethem, Büyük Millet Meclisi’ne davet edilir ve burada da mebusların coşkun tezahüratlarıyla, tam bir milli kahraman gibi karşılanır. Ethem Bey, bu ardı arkası gelmeyen alkışlar ve methedici konuşmalar esnasında; hicabından ter içinde kaldığını söyler. Ethem, Yozgat isyanlarını da büyük bir maharet ve sür’atle bastırırken başarısız bazı kumandanların da kıskançlık ve rekabet hislerine hedef olmaktan kurtulamıyordu. İlk kıpırdanmalar başlamıştı. Fakat o, bunları çok sonra farkedecekti. Ayaklananların çoğunun Ankara’dakilerin Bolşevik olduğunu, Ruslarla aynı düşüncede bulunduğunu, camileri yıkacaklarını, dini ortadan kaldıracaklarını zannettiklerini söyler Ethem.

Ethem Bey Yozgat’taki araştırmalarında isyanların Ankara Valisi Yahya Galip’in kötu idaresinden doğduğunun anlaşıldığını, derhal Yozgat’a gönderilerek mahallinde muhakemesini istemiş. Fakat Mustafa Kemal Paşa, daha sonra NUTUK’ta anlattığına göre, bunun hükümet üzerinde bir nüfuz denemesi ve selahiyetini aşmak gibi gördüğünden kabul etmez. Ethem’de ısrar etmez. Fakat ikinci çatlak da meydana gelmiştir. Çünkü, bazı mebuslar Yozgat’ta Ethem’in; Ankara’ya dönüşümde Mustafa Kemal’i Meclis’in kapısında asacağım gibi sözler söylendiğini duymuşlardı. Bu da Nutuk’ta söz edilir. Yozgat’ta iken İsmet Paşa’dan aldığı çok acele kayıtlı bir telgrafla Yunan Cephesi’ne çağrılır Ethem. Aniden Yunan taarruzu başlamıştır. Ethem Bey, kısa zaman içinde Alaşehir Ovası’na kadar olan sahayı düşmandan temizler ve Mustafa Kemal Paşa’dan bir tebrik telgrafı alır.

Daha sonra Gediz’de münferit halde bulunan bir Yunan kuvvetine taarruz planı yapılmıştı. Bunu o zaman Alayund istasyonunda bir araya gelen (Ethem’de dahil) kumandanlar kararlaştırmıştı. Fakat bu taarruzu nizami kuvvetlerle; Ethem’in kuvvetleri müştereken yapmıştı. İşte üçüncü ve büyük çatlak bu taarruzla meydana geldi. Çünkü Erkan-ı Harbiye (İsmet Paşa) buna taraftar değildi. Gediz muharebesinden sonra mühim bir münakaşa başladı. Çerkez Ethem ve arkadaşları nizamiye kıtalarının vazifelerini yapmadıklarını ve Kuvve-i Seyyareye yardımda bulunmadıklarını söyleyerek nizamiye kuvvetlerini gözden düşürmeye çalışıyorlardı. Buna karşılık nizamiye kıt’a kumandanları da Kuvve-i Seyyare’nin ciddi muharebeye girişmediklerini harp meydanını terk ettiklerini söylüyorlardı. Bu münakaşa gittikçe büyüdü. İşte bugünlerde Ali Fuat Paşa’ Ankara’ya gitmiş ve dönüşünde Moskova büyükelçiliğine tayin edildiğini bildirmişti.

Ali Fuat Paşa’dan boşalan Garp Cephesi ikiye ayrılarak Kuzey kısmına Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği uhdesinde kalmak üzere İsmet Bey (Paşa) Güney kısmına da Dahiliye Vekilliği uhdesinde kalmak üzere Refet Bey tayin olunmuştu.

Herşey Garp Cephesi’ne İsmet Paşa’nın gelmesiyle başlamıştı. Daha evvel ihtilaf değil; tam bir uyum ve intibak vardı. Ethem; zahiri sebepleri, şekli, mürettep ve kasıtlı saymakta, memleketin mukadderatında “yeni mikyasların hüküm sürer” olduğunu kabullenmektedir. ” Artık bütün orduda ve memleket mukadderatında yeni mikyaslara ve şahsiyetlere göre hakimiyet tedbirleri almak icap ediyordu. Bunun için de vesile bulmak şarttı. İşte Gediz taarruzu bir müddetten beri aranılmakta olan sebep telakki edildi. Esasında tamamen muvaffak olmuş ve başlamasından evvel kaararlaştırıImış hedeflerine vasıl olduğu elimize geçen vatan toprakları ile anlaşılmış olan muharebeye muhtelif mana verilmesi ve teşhisler konulmasının hakiki sebep ve mahiyeti bu idi. “Nitekim daha sonraki hadisat bu ihtimalin mihverinde cereyan etti”

Ethem hatıratının bir başka yerinde daha açık ve sarih olan şu kanaatini söyler: “Ben zannediyorum ki, Ali Fuat Paşa’nın Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılmasının hakiki sebebi, İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmeleri ve vaziyeti müsait bulmalarıdır.”

Ethem Bey, her türlü ayrılık ve huzursuzluğun İsmet Paşa ile başladığı hususunda ısrar eder. Hatta kendisine (ÇERKEZ) lakabının takılmasının bile İsmet Paşa’dan sonra olduğunu söyler. Halbuki ırkçılık gayreti gütmediğini belirtir ve: “Hepimiz Osmanlı idik. Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsa idi yedi göbek şeceresi karışmamış, vatanda kim kalırdı” der.

Garp cephesindeki değişiklikten sonra, kumandanı olduğu “Kuvva-i Seyyare”yi Çok ustaca bir programla tasfiye etme planının tatbikata konulduğunu gören Ethem Bey, kendisine ilk planda İsmet Paşa’nın muhatap olacağını düşünerek görüşmek ister, Eskişehir’e gelir. O akşam ziyaretçi kabul etmeyeceğini bildiren İsmet Paşa’nın makam odasına gider ve kapıyı vurmasıyla girmesi bir olur. Maiyetindeki muhafızları dışarıda bırakmıştır. Aniden Ethem’i karşısında bulan İsmet Paşa’yı, Çerkez Ethem şöyle tasvir ediyor: ” Başını kaldırınca beni gördü. Bakışlarında hayret ve ürkeklik vardı. Ayağa kalktı, şaşırmıştı tereddüt geçirdi, sonra süratli adımlarla bana doğru geldi. Yüzündeki şaşkınlığı hemen tebessüme çevirmeyi başardı. İki eliyle ellerimi tuttu, daha sonra ellerini kollarıma doğru çıkardı ve o vaziyette konuşmaya başladı: “Ne vakit teşrif buyuruldu? Elleriniz sıcak ve ateşIi. Doktorunuz seyahatinize nasıl müsaade etti? Hastalığınızı hakikaten merak ediyordum. Şöyle buyurun.”

Fakat Ethem kararlıdır: “Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhimize gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor. Ricam şudur: Eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyiniz.” diyen Ethem, arada konuşmak isteyen İsmet Bey’i susturur ve “Ben sizinle açık ve ciddi konuşuyorum ve böyle olmanızı rica ederek açık ve samimi cevap bekliyorum “diyerek sözlerini bitirir. İsmet Paşa Ethem’i çok başarılı şekilde teskin eder: “Allah fesatçıların cezasını versin.” diyerek başlar: “Ethem Beyefendi. İtimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım.” sözleriyle devam eder: “Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı histe olduğunuzu çok iyi biliyorum.” diye bitirir konuşmasını. Ne varki kısa bir zaman sonra Ethem Bey ve kuvvetleri arkadan nizami kuvvetlerle, önden de Yunan ordusu ile sıkıştırılmaya başlanmıştı. Çember günden güne daralıyordu. Anlaşma sağlamak için gelen mebuslar heyetinin gayretleri neticesiz kaldı. Mebuslardan kurulu heyet Ethem’e geldiğinde; o, “hayatımın en büyük hatası” dediği telgrafı Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne çekti. Meclis Reisi, Mustafa Kemal Paşa idi. Ethem Bey, iki ateş arasında kalmanın şaşkınlığı ve kendisine karşı olan tavırların birdenbire değişmesi dolayısıyla asabının çok bozulduğunu, bu sebeple kendisine hakim olamayarak bu telgrafı çektiğini söyIer. Gerçekten de, Mecliste büyük ekseriyetin kendisini müdafaa ettiği bir zamanda gelen bu telgraf durumu değiştirmiş ve Ethem’e karşı harekete geçen kumandanlara hak verdirmiştir ki, bu bakımdan büyük bir hata olmuştur. Ethem Bey bu telgrafta israflardan, hadiselerle layıki gibi alakadar olunmadığından, müktesep haklara hürmet ve vefa gösterilmediğinden çok sert ve acı bir lisanla bahsettiğini söylüyor; Meclis bunu bir tehdit ve hakaret saymıştır.

Ethem Bey kıskacın gittikçe daralmakta olduğunu görüyordu. Bunun üzerine kardeş kanı dökmemek için emrindeki kuvvetleri, arkadan gelen, İsmet Paşa’nın gönderdiği nizami kuvvetlere teslim olmaları hususunda ikna etti. ‘Silahlarını, toplarını, malzemelerini teslim mevzuunda, Pardı Pehlivanı vazifelendirdi. Kendisi çaresizlik içinde kaldı ve neticede görünen akıbetten kurtulmak için Uşak’taki Yunan makamlarından, geçiş müsaadesi istedi. Yunanlar, sonradan riayet etmeyecekleri bir geçiş protokolü imzaladılar. Ethem gibi bir kumandanın cepheyi terk etmesi arayıp da bulamayacakları bir nimetti.

Ethem Bey, bedenen ve ruhen çok perişan bir halde önce İzmir’e getirildi, bir müddet tedavi edildi. Sonra Atina’ya gönderildi. Yanında eski bir yaverinden başka kimse yoktu. Tedavisi imkansız görüIdüğü için’ Almanya’ya gitti, orada da sanatoryumda yattı. Aylar süren bu tedavi süresince ona şevk ve heyecan veren bir büyük ümit vardı: Enver Paşa’nın Türkistan ve Orta Asya’da giriştiği harekatı tek kurtuluş, yolu olarak görüyor ve ona iltihak edip, emrinde çalışmak için can atıyordu. Fakat daha tedavisi bitmeden bir ay önce Paşa’nın komünist Rus kurşunlarıyla şehit edildiği haberi Ethem Bey’i müthiş bir şekilde sarsıyor. Artık hayatının sonuna kadar içinde bu sarsıntının acısını, alnında “Hain” damgasının ağırlığını taşıyacaktır.

Halbuki Çerkes Ethem’in arkasında bırakıp gittiği kuvvetlerin büyük yardım ve desteğiyle 1.İnönü Zaferi kazanılmıştır. Ethem yurdu terk ederken büyük bir servet kaçırabilecekken, buna tenezzül etmemiş, gurbet ellerde perişan ve sefil olmayı göze almıştır.

Onun katır yükü altın götürdüğü ve kuvvetleriyle Yunan ordusuna katılıp, onlarla müştereken Türk kuvvetlerine saldırdığı şayiaları çok sonradan ortaya atılmış iftiralardır. Ethem Bey’in yurda dönmek serbest ve tarafsız bir mahkemede hesap vermek isteği de mümkün görülmemiş, 150’likler denilen ve Lozan anlaşmasından sonra yurda girmesi yasaklanan kimselerden sayılmıştır. Ethem’in gurbet hayatı maddi sıkıntılarla doludur. Giderken, elindeki bütün imkanlara rağmen, hiçbir şey götürmemiş, Yaveri’nin servetinden istifade etmiştir. 0 kadar ki, yarım okka pekmeze üç okka ekmeği banıp da 12 gün geçirdiği zamanlar olduğunu hatıratında yazar. Ethem Bey, bütün geçmiş hizmetleri unutularak, ancak birkaç hatası hatırlanarak haksız yere “Hain” denmesinin acısı ile her şeye küskün, münzevi yaşadı. Mısır, Lübnan ve Ürdün’de yerIeşti. 1937 yılında 150’Iikler affedildi, vatana dönmelerine müsaade edildi. Mustafa Kemal iki yıl önce bu affı çıkarmak istemiş, fakat BaşvekiI İnönü’nün muhalefetiyle geri kalmış idi. O tarihte Başvekil olan Celal Bayar bu affa imza koymuştur. Ethem’in iki ağabeyi (Reşit ve Tevfik Beyler) döndükleri halde, Ethem Bey, ihtiyari gurbetine devam etmiş ve ısrarlı davetlere şu cevabı vermiştir:

“Ben milletime ve tarihe HAİN diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkum ediImiş bir adamım. Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücadele’de hepsinden kıdemliyim. Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım. Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hakimler önüne çıkabilecek miyiz? Haydi bunlar oldu diyelim ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatkarı nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatleri ele almasını ümit etmiş olarak gözIerimi kaparım.”

Ethem Bey 1948 yılının Eylül’ünde Amman’da ömrünü tamamladı, mütevazı bir merasimle Şeria nehrinin kenarında toprağa verildi. …

EK: Çerkez Ethem’in hizmetlerini vatan için samimi ve cesur çalışmalarını yazmamız garipsenmiş, ve bazı münakaşalara yol açmış. Her şeyden önce bilinmesi gerekli olan şudur ki, biz bu sütunlarda bilinen tarihi, para ile yazdırılan, tahrif edilen tarihi değil; mümkün mertebe bilinmeyeni, anlatılmayanı; hatta bir bakıma, hadiselere şimdiye kadar dokunulması cesaret meselesi sayılan tarzda yakIaşmaya ve bakmaya çalışıyoruz. Bu bakımdan, Çerkez Ethem hakkında yazılmış olanların bilinmemesi mühim değildir. Mühim olan anlatılanların doğru olup olmadığıdır. Neler demişiz:

  1. a) Milli mücadelenin ilk devresinde Ethem Bey kahramandır; o devredeki hizmetlerini kimse inkar edemiyor.
    b)
    Daha sonra İsmet Pasa ile çıkan ihtilaflarda Ethem Bey’in yalnız kalmadığı, bir kısım meşhur kumandanında onun gibi düşündüğü bir çok hatıralarda anlatılmaktadır.
    c) Hadisenin son devresindeki gelişmelere gelince; Çerkez Ethem’in komünist Yeşil Ordu’ya alet olduğuna ve onun namına harekete geçtiğine dair hiçbir delil bulunmadığı gibi; O, hatıralarında komünizmi şiddetle reddeder ve fenalığını kabullenir.

Ancak bazı çevrelerin çeşitli maksatlarla, Çerkez Ethem’i bu işe alet etmeğe çalışmaları ihtimali’ mevcuttur ki, bu da Çerkez Ethem’i ilgilendirmez. Bilakis böyle bir cereyan olduğu halde kaılıp herhangi bir harekete geçmemiş olması itibariyle takdirini gerektirir.

Zaten, o zaman karargahına gelen mebuslar heyeti ve TBMM de onun masumiyetine kanidir. Buna karşı bir tavrın uyanması kendisinin çektiği ve sonradan çok pişman olarak, “hayatımın en büyük hatası” dediği telgrafIa başIamıştır.

Askerlikten anladığı kadar politikadan anlamaması sebebiyle; etrafında döndürülen entrikaları sezememiş, gerekli hareketleri yapamamıştır. Rakibi olan zat (İsmet Paşa) ise, askerlikten ziyade politikanın ehli idi. Çerkez Ethem, kendi itirafından da anlaşıldığı üzere, hadiselere karşı hareket etmek şöyle dursun, dönen dolapların bile farkına varmamış, kimlerin ne yaptığını kendisinin hangi planlarla harcandığını ölünceye kadar da anlamamıştır.

Bilerek, vatan ve millet aleyhinde çalışmadığının en büyük ispatı ise; Almanya’da bulunduğu sırada; Türkiye’deki, yakın dostlarına müracaat ederek, tarafsız bir mahkemede hesaba çekilmesi için müracaat etmesidir. Bu isteği o zaman Meclis Reisi olan Ai Fuat Paşa’ya ulaştırılmış, fakat netice vermemiştir Ali Fuat Paşa, bu hususu hatıralarında şöyle kaydeder: ” Ethem’in tarafsız bir mahkeme önüne çıkması arzusu, o günler içinde elbette mümkün değildi çok mahrem ve hususi bir yolla gelen mektubuna cevap da vermedim çünkü müsait bir imkanla arzusunun hiç olmazsa kısmen yerine getirilmesini cidden çok arzu ettim. Fakat hadiseler buna imkan vermedi…

Ethem Bey’in kuvvetleriyle Yunanlara iltica ettiği ve hatta onlarla müştereken Türk askerlerine taarruz ettiği, külliyetli altın kaçırdığı iddiaları ise ispatsız iftiralardır. Ethem Bey, iki ateş arasında kalan her insanın yapacağını yapmış, askerlerini, silahını, orduya ait malzeme ve parayı bırakarak, hem de Türk ordusuna teslimini sağlamak suretiyle bırakarak Yunanlardan, işgal ettikleri saha üzerinden geçiş hakkı istemiştir. Bu hakkı önce veren, sonra da malum Yunan kalleşliği ile, onu tevkif eden, bir müddet bekleten Yunanlar nihayet serbest bırakmışlardır Böylece, Ethem Bey’in gurbet yılları başlamış oldu.

Üstelik, onun bu şekilde çekilmesi, TBMM kararı ile olmuştur. Bunu İsmet Paşa bir telgrafla Ethem Bey’e bildirmiştir. İsmet Paşa’nın yazısında şu cümleler var: “Hiç kimse size açık ve samimi bir kardeşlik yapmadı. İşte ben vaziyeti böyle hulasa ettikten sonra, Büyük Millet Meclisi’nin teklifi veçhile, BİRADERLERiNİZLE BERABER EMİN GÖRDÜĞÜNÜZ ŞEKİL ve TERTiPTE ÇEKİLMENİZİ hem şerefiniz ve hayatınız için, hem seyyar kuvvetler mensupları için en münasibi addediyorum…

Zaten Ethem Bey’in yaptığı, bizim de yazdığımız bundan başka bir şey değildir.

Bu sütunların hacmini aşacak bilgi isteyen okuyucularıma, değerli Tarihçi Cemal Kutay’ın iki ciltlik “ÇERKEZ ETHEM DOSYASl”nı tavsiye ederim.

Vehbi Vakkasoğlu
Bazan hazin, Bazan Rezil
BU VATANI TERK EDENLER.

Cihan Yayınları 1984