BİR TABUT, BİR NATAŞA

Kuban Paul Seauhmann
10.04.2004

İki hafta arayla iki haber yayınlandı Türkiye’deki gazetelerde. Habere konu olanlardan biri Türk biri Rus. Kadınların durumunu ortaya koyan çok önemli iki haber. İlkinde töre yüzünden kendini öldüren genç kadının cenazesine ailesi sahip çıkmayınca aşağıda fotoğrafını da gördüğünüz kadınlar tabutu yüklenmişler mezara götürüyorlar. Bir toplum düşünün ki, artık bu dünyada olmayan bir genç kadından ölesiye korkuyor. Kasıla kasıla dillendirdikleri “son görev”i yerine getirmiyor.

Bu genç kadın ne yapmış? Aşık olmuş. Sonra ne olmuş? Sonra tanımadığı kadınların taşıdığı bir tabutun içinde bulmuş kendini. 2004 yılında Türkiye’deki manzara bu. Genç bir kadın kendi isteğiyle mezara girerek geride kalanların ‘namusunu’ temizlemiştir.

Diğer haber bir hafta kadar sonra yayınlanıyor. Bu kez, bir kadın; sahipsiz ‘ahlaksız!’ genç bir hanımın cenazesini taşıyan kadınların inadına, Rus uyruklu bir hanıma “Nataşa” diye hakaret ediyor. Gazetenin haberine göre, hakaret eden kadın bir özel hastanenin sahibesi. İki ayrı olay iki ayrı trajedi.

Hemen hemen herkesin bildiği bir değerlendirme vardır. Eğer bir kız ya da kadın bu ilkel insanlara gülümseyerek selam verdiyse, artık o kız ya da kadının ‘ahlak’ı bitmiştir. Kesin başka amaçla gülümseyerek selam vermiştir. Gelen turistlerin yüzde 100’ü (yüzde 99’u değil) Türkiye’ye Türk erkekleri için gelmiştir. Bu kadar kirlidir beyinleri. Buna karşın inanılmaz çelişkiler yaşarlar. İstanbul’un bir semtinde (adını hatırlayamıyorum) Rusların yoğun olarak ticaret yaptıkları bir yer vardı. Bir günde on binlerce doların işlediği bir pazar. Bu kirli beyinliler yüzünden bir süre sonra Rusların pazarı bırakmasıyla iflas ettiğini yazmıştı gazeteler. Neden? Çünkü gelenlerin hepsini; ya ticari anlamda kandırdılar ya da kadınlarına ‘Nataşa’ gözüyle baktılar. Yani yemek yediği kabı pisleyecek kadar kirli beyin sahibiydiler.

Bir ulusun çoğunlukla kullandığı bir isime, hakaret anlamını yüklemek hangi akla hizmettir, nasıl bir ahlaktır; bu da ayrı bir konu. Düşünün lütfen;  bir Fransız, bir Türk kadınına “Ayşe” dediğinde, bu hakaret anlamı taşısın. Ne kadar onur kırıcı bir durum bu.

Bu olayların tümünün altında yatan, kadınların baskı altında yaşamalarıdır. En laik insanından en muhafazakarına kadar çocukluktan başlayarak kadınlar büyük baskı içinde büyüyorlar. Erkek çocuğuna hastalık derecesinde tolerans gösterilirken, kız çocuğuna inanılmaz bir öteleme. Oğlu bir kızla flört ettiği zaman ‘erkek’ oluyor kızı bir gençle flört ettiği zaman ‘Nataşa!” Bu ne ilkelliktir.

Tüm Çerkeslerin geleneklerine sıkı sıkı sarılması gerek.

Eğer kim kaşenlik müessesini ortadan kaldırmak için çabalıyorsa, bu fotoğraf önüne konmalıdır.

Eğer kim zexegs müessesini ortadan kaldırmak için didiniyorsa, yine bu fotoğraf önüne konmalıdır. “Al! Sen adetlerimiz sayesinde bu fotoğraflarla karşılaşmıyorsun” denmelidir.

Kızlarımız, asla bu tür düşünen insanlara teslim olmamalıdır. Çerkes kızı, Çerkes oğlundan bir gram eksik değildir. Toplumumuzda aynı statüye sahiptir.

Eğer birileri, kızlarımızı biraz olsun öteliyorsa bilin ki; onlar, yalnız adı ‘Çerkes’ kalmış olanlardır.

Biz hiç bir toplumun kadınlarının adını ‘kötü’ çağrışım yaptıracak ilkelliğe düşmeyiz. Çünkü bizim kızlarımız ve kadınlarımıza verdiğimiz değer, geleneklerimizde çok net olarak bellidir. Biz dünyadaki tüm kadınlara sahipleniriz. Nataşa, Ayşe, Helga, Caron, Raquel, Janset, Setenay, Gupse bizim için aynı anlamı taşır. Hepsi saygındır, hepsi onurludur. Bu nedenle çağdaş toplumların en önde gelenlerinden biri de Çerkeslerdir.

SonSöz
Çerkes, ağzından çıkanı kulağıyla duyandır. (Kuban)