BEDENİ FRANKFURT’TA RUHU KAHVEHANEDE

Kuban Paul Seauhmann
17.10.2008

Oldum olası, köylülere vurarak sınıf atladığını sananlara şaşarım. Hayır, işin enteresanı kendi de köylü. Kentte yaşadığı, önemli bir işte çalıştığı için kendini sınıf atladı sanıyor.

Kim mi?

Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz…

Aylar önce bir spor programında aynen şunu dedi: ‘’Kahverengi köylü rengidir.’’

Buyurun…

Çok değil bundan 20-30 yıl önce ‘’pembe’’ rengi köylü kadınların vazgeçilmez giysi rengiydi. Şimdi o renkte bir kazak Mehmet Y. Yılmaz’ın sırtındaydı. Garip bir durum. Köylü giyince tu kaka kendi giyince ”şık”.

Genleri değiştirmek olanaksız.

Köylü bir toplumun içinde burjuva olmaya çalışmak tek kelimeyle komik oluyor. Köylülüğü küçümseyerek -daha kötüsü aşağılayarak- burjuva olmaya çalışmak daha da komik. Bu tür insanların durumunu yurt dışında yaşamış insanlar daha net görebiliyor. Çünkü bir Avrupalı köylünün yanında daha köylü kalıyor. Üstelik burjuvalar gibi yemek yiyip, burjuvalar gibi giyinip, burjuva gibi tafralara karşın köylü kalıyor.

Avrupalı bir köylü evinde piyano bulundururken, o da evine piyano alıyor. Aradaki fark, Avrupalı köylü piyona çalarken bizimki dekor diye evinde tutuyor. Bunu gören ‘’aa.. Ne Avrupai adam! Evinde piyano var’’ diyor. O da kasım kasım kasılıyor.

Bizim Çerkeslerin eleştirilecek yanları pek çok. Ancak Allah var, bizim insanımız asla bu tür abukluklara pirim vermez. Daha da önemlisi bu tür davranışları haynape sayar. Elbette bu da genlerden gelen bir durum. Bir genç kızla bir genç erkeğin birbirlerine olan ‘’Avrupai’’ davranışı yapmacık değildir. Tümüyle doğal bir davranış şeklidir. İşte bu doğallık nedeniyle bir Çerkes’ten ‘’kahverengi köylü rengidir’’ diye saçma sapan bir değerlendirme duyamazsınız.

Evine değil bir, kırk piyano alsa köylü genlerinden kurtulamayacak yazar, bugün köşesindeki makaleye şu başlığı atıyor: ’’İrfan’ın Kahvesinden İzlenimler’’…

Alın işte…

İrfan’ın kahvesi neresi?

Yazarın kendi kaleminden aktaralım: ‘’İrfan’ın kahvesi, Türkiye’nin herhangi bir yerinde rastlayabileceğiniz bir kahve. Dekoru, masaların üzerindeki örtüleri, duvara asılmış resimleri, müşterileri, sigara dumanlı atmosferi, taş şıkırtıları, gazete kurtları, haber yorumcuları, şaklabanları ile Anadolu’nun bir yerinden Frankfurt’a ışınlanmış gibi.

Frankfurt Kitap Fuarı’nda geçirdiğim zaman kadar eğitici bir deneyimdi, bir Türk kahvesinde maç izlemek.

Bu tadı epeydir unutmuştum!‘’

‘’Bu tadı epeydir unutmuşum’’ tümcesini koyu olarak yazar kendi yazmış. Ben karartmadım.

Burjuva gibi yaşamaya çalışsa da genleri onu alıp İrfan’ın Kahvehanesi’ne götürüyor. Oysa Frankfurt’ta Kitap Fuarı’na katılan bir burjuvanın (!) ‘’kahvehane’’de ne işi olur ki? Oysa bu iş için en uygun yer ‘’25 Hours Hotel’’ değil mi?

Burjuva gibi yaşama özentisi, bazen insanları zor durumda da bırakabilir. Bu konuya ilişkin eskiden Hürriyet gazetesi yazarı olan Emin Çölaşan’ın bir anısı vardı. Size de aktaralım.

Çölaşan, bir arkadaşının yemek davetine gider. Restaurant son derece lüks bir yerdir. Masa kalabalıktır. Yemeğe katılanlardan biri ‘’hava’’yı çok sever. Ha bire Avrupa’da şarap uzmanlarını bile şaşırtan bilgiye sahip olduğunu anlatır. Garson gelir. Bu arkadaş bir şarap siparişi verir. Ardından da masadakilere sipariş ettiği şarabın özelliklerini güzelce anlatır. Artık ‘’hava’’sı tam yerindedir. Çölaşan izin isteyip masadan kalkar ve doğruca garsonun yanına gider. Çeker bir kenara ve sipariş edilen şarap şişesine ‘’köpek öldüren’’ denen en kötü şarabı koydurur ve masaya getirmesini ister. Garson kabul eder.

Birazdan şarap gelmiştir. Garson, ‘’havalı’’ arkadaşımızın kadehine şarabı koyar. Arkadaş kadehi eline alır, şöyle bir çalkalar, burnuna götürüp koklar. ‘’Bu şarabı içmeden önce kokusunu tüm vücudunuza çekeceksiniz’’ tavsiyesinde bulunur. Bir yudum alır, ağzında dolaştırır ve yutar. ‘’İşte şarap bu. Dünyanın en pahalı ve en güzel şarabı bu arkadaşlar’’ der. Çölaşan durur mu! ‘’Hadi oradan içtiğin dünyanın en kötü şarabı. Garsona söyledim sana ‘’köpek öldüren’’ getirdi. Bir daha böyle havalara girme. Şaraptan anladığın falan yok.’’

Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur.

İşte Mehmet Y. Yılmaz’ın durumu da böyle. Yani aşağı yukarı böyle…

Oysa bir toplumda saygınlık kazanmanın en güzel yolu; neysen o olmandır. Köylüysen köylü gibi davran. Seni küçümseyen varsa keyfi bilir. Gerçi atalar boş durmamış bu tür insanlara güzel şeyler söylemişler. Afedersiniz, ‘’Eşeğe altın semer de bağlasan eşek eşektir.’’ Boşa söylenmemiş bu laf. Burjuva olabilmek için şarap peşinde koşmanın ne anlamı var? Senin kültüründe şarap mı var? Rakı içsene…

Neden renkleri kendi kafana göre sınıflandırırsın? İşte altın semer sorunu…

Köylüysen köylüsün, bunda utanılacak ne var? Gurur duysana.

‘’Köylüysen köylüsün, bunda utanılacak ne var? Gurur duysana.’’ tümcesini ben kararttım.

Son Söz
Çerkes, konuğuna sınıfsal konumuna göre davranmayandır. (Kuban)