DİASPORANIN GÜCÜ VE MURAT 124

Kuban Paul Seauhmann
03.06.2006

Bir Japon beyi yaşlanmış ve kara düşüncelere dalmıştı. Eşlerinin hiçbirisi ona erkek çocuk verememişti, yeğenleri de yerini bırakabileceği niteliklere sahip değildi.

Uzun uzun düşündü ve bir karar verdi. Köylerini tek tek gezdi, herkese baktı baktı, 50 delikanlı seçti. Bunları evinde topladı ve anlattı:

“Benim yerime geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye karar verdim. Şimdi her birinize birer tohum vereceğim. Evinize gidip bu tohumu ekeceksiniz. Bir yıl sonra da tam bugün, yetiştirdiğiniz bitkiyi alıp buraya getireceksiniz. Ben onlara bakacağım ve yerime geçecek kişiyi seçeceğim.”

Gençler hem sevinç hem kuşku içinde evlerine döndü. Ailelerinin yardımıyla tohumları ektiler.

Aralarından biri, Ling adında bir genç, dul annesiyle birlikte yaşıyordu. O da annesinin yardımıyla tohumu ekti. Aradan günler geçti, hiçbir şey çıkmadı. Tohumda hiçbir kıpırtı olmamıştı. Yerini değiştirdi, bir daha değiştirdi, bir daha değiştirdi.

Bu arada da çevredeki gençlerin konuşmalarını duyuyor, morali iyice bozuluyordu. Kimisi tohumdan ağaca yakın bir bitki yükseldiğini söylüyor, kimisi harika çiçekler açtığını anlatıyordu.

Ling ve annesi ne kadar uğraştılarsa da hiçbir sonuç alamadılar. Sonunda Ling dayanamadı, “anne ya, başka bir tohum alıp onunla denesek” dedi. Annesi karşı çıktı, yalanla gelen ikbalin yalancı ikbal olduğunu ve çok kolay gideceğini söyledi.

Ling, bu sözle ikna oldu. Tohumu son olarak diktiği saksıdaki kımıldamayan toprağa bakarak uykusuz geceler geçirmeye devam etti.

Sonunda o gün geldi. Elli genç adam ellerinde bitkilerle beyin karşısına dizildiler. Bey hepsine tek tek baktı sonra Ling’in önünde durdu, “nerede seninki” diye sordu.

Ling utançtan kıpkırmızı, “burada efendim” dedi, “elimdeki saksıda bu toprağın altında, ama ben ne yaptıysam başaramadım, böyle kaldı.”

Bey yerine döndü, oturdu ve heyecanla bekleşen gençlere kararını bildirdi:

“Benim yerime geçecek olan, bu delikanlıdır” dedi ve eliyle Ling’i gösterdi, “çünkü hepinize verdiğim tohumlar kaynatılmıştı, hiçbirinin hiçbir şey verme şansı yoktu. Hepiniz bu tohumları değiştirdiniz ama bir tek o değiştirmedi ve gelip doğruyu söyledi.”

Beyin adamları 49 delikanlıyı dışarı çıkardılar ve Ling’i alıp beyin karşısına oturttular.

Bu öykü, işin bir boyutu. Diğer bir boyutu da gerçek yaşamdan verelim.

İnsanı ve kurumları yaşamsal hataya düşürecek en büyük hatalardan biri, gücünü abartmaktır.

Bunun iki önemli sakıncası vardır: Birincisi; kişi ya da kurumları hantallaştırır. İkincisi, sık sık hayal kırıklığına uğranmasına neden olur.

Basit bir işte bile alınan kararlar; uygulama aşamasına ya hiç geçmez ya da zamanında gelmez.

Çok güçlü olduğunu düşündüğünüzde yavaş yavaş bürokrasi sizi esir almaya başlar. Hedeften çok, yazışmalara odaklanırsınız.

Temel olarak; Japon genci Ling, doğru davranışı göstermiş ve ödülünü almıştır.

Oysa Ling hedefine ulaşamamanın sıkıntısını yaşıyordu. Gücünün yetmediğini gördü. İnsanları kandırmadan, durumunu ortaya koyma asaletini gösterdi.

Öyle ya; sahte güç insanı nasıl asil yapar?

Diasporanın gücü abartıldığı kadar değil. Her anlamda değil. Ne ekonomide, ne sanatta, ne bilimde, ne sporda hiçbir alanda güçlü değil. Hatta sıfıra çok yakın bir noktada.

Bu ölçü neye göre?

Çağdaş toplumlara göre elbette.

O zaman garip bir durum çıkıyor ortaya. Ling’in rakiplerinin yaptıklarını biz de yapıyoruz. Kimse çıkıp; tohumu ektik, ancak sonuç alamadık, demeyi göze alamıyor. Çünkü daha önce bolca abartıldı gücümüz. Birileri çıkıp ‘’yahu sen hani 7 milyon nüfusa sahiptin? Az buz değil, 7 milyon kişi. Neredeyse; dünya üzerinde onlarca ülkenin nüfusundan fazla” dese, ne karşılık vereceğiz ki?

Belki, ”pardon, aslında biz çok şey yapıyoruz da kör talih yakamızı bırakmıyor…” türünden gevelemelerle geçiştirebiliriz.

Peki, gerçekte neler oluyor?

Koskoca bir hiç…

Yaşam ısrarla Linglerini arıyor. Tamam çırpının ama gücünüz yetmiyorsa dürüst olarak bunu ortaya koyun. Aksi durumda beklentilerin karşılığı çıkmayınca, toplumda derin yaralar açılıyor.

Belli ki, biz her açıdan zayıf bir toplumuz. Bu teşhisi net olarak ortaya koyarsak, tedavi yöntemlerini de sağlıklı buluruz.

Bazen bu toplum için -belki yıllarca- bir şeyler yapmış insanlarımızı görüyorum.

Bir bezmişlik var.

Bir üst perdeden davranma modelini benimsemiş.

”Ben yapacağımı yaptım arkadaş” der gibi el uzatıyor.

Gülümsemesine sinmiş ‘benden iyi yapan varsa buyursun’ tavrı. Bunların tümü toplum olarak her alanda gücümüzü abartmamızdan kaynaklanıyor.

Arabanın dışı süper. Mercedes 2006 model. İnsan gözünü alamıyor, kamaştırıyor.

Kaputu açıyorsunuz. İçindeki motor; 1974 model Murat 124. Çıkma motor yani.

Sonra insanlar arabanın içine doluşup bekliyor. O araba yerinden kalkar mı?

Kalkmaz…