“YARGILAMA” SEVDAMIZ

YEMUZ Nevzat Tarakçı
07.12.2008

Bir bakın “forum”larımıza.

Bir bakın “toplantı”larımıza, “yazı”larımıza, “sohbet”lerimize… Yargılama, sorgulama, sindirme, yok etme girişimleri.

Her şeyi yanlış anlamaya hazır zihinler, insafsız eleştiriler, niyet okumalar, önyargılar… Kibrit çaksanız alev alacak yürekler… Çılgınlık nöbetleri… 

“Hepimiz, bütün insanlık buz çölünde yol alıyoruz!                Aldığımız nefesler bile, sipsivri kayalar şeklinde donuyor.      Bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla
zehirliyoruz!” (*)
diyor büyük şair.

Sahi bizler de mi kuru lâflarla buz çölünde yol alıyoruz yoksa?

Kalpler, gönüller buz mu tutmuş ne?

Şu manzaraya bakın, bakın şu “forum”lara?

Sanal âlem dahil karşılaştığımız her yerde neredeyse birbirimizi sindirmek, yok etmek için fırsat kolluyoruz!

Üzüyor, kırıyor, yaralıyoruz kardeşlerimizi, eşimizi, dostumuzu.

Bu şekilde hizmet mi etmiş oluyoruz toplumumuza, kültürümüze.

Bu hırs boyutlu, nefis eksenli, “ben” merkezli ifadelerle ne yapmaya çalışıyoruz?

Düşünen, üreten, akl-ı selim insanlara yakışıyor mu?

Yakışıyor mu bize?

Yakıştırıyor muyuz kendimize?

Değer mi Allah aşkına?

Hani hoşgörü, şefkat, merhamet, anlayış?

Hani yeri geldikçe “Suçlu benim!” diyebilme olgunluğu?

Hani “ben”i bırakıp “biz”e yönelme?

Hani güzellikleri kendinden bilmeme tevazusu?

Hani o zarafet, hani o asalet?

Hani o arifanelik?

Yoksa “güzel insanlar, güzel  atlara binip gittiler” mi?

O halde kimse kimseyi affetmesin, haydin, “yargılasın herkes herkesi!”

Yakışmaz sanki bize “affetse herkes herkesi?” 

Nedir bu kasılmalar, kıskançlıklar?

Bu kibir, bu gurur, bu riya, bu tahammülsüzlük niye? 

Yargılama sevdalısı bir toplum olduk çıktık.

Bilen de bilmeyen de herkes herkesi yargılar olmuş.

Öğrenmeden, anlamadan yargılamayı neden tercih eder insan?

Konuşsak, tartışsak, birbirimizi anlamaya çalışsak daha kolay çözülmez mı problemlerimiz.

Daha uyumlu bir toplum olmaz mıydık?

Daha çok sevip daha fazla sevilmez miydik? 

Bugüne kadar kime ne faydası olmuş sivri dilliliğin?

Afradan tafradan kim yarar sağlamış?

Peki, zararını gördük mü hiç tevazunun, anlayışın , istişarelerle oluşan genel aklın? 

Bilmem ki koca bir toplum, büyüğü küçüğüyle topyekun yargıç mı olduk?

Eğer toplum olarak yargılama hastalığına yakalandıysak “vay ki vay!” halimize.

“Kendi kendine yetemeyenlerin, kendi çöplüğünü temizleyemeyenlerin hastalığıymış bu pis hastalık.”

Bu hastalığın en belirgin özelliği, insanın kendi hatalarıyla uğraşmadan başkalarının eksikleriyle uğraşması, başkalarının hatalarını onun yüzüne haykırmaktan mutlu olmasıymış.

Bir bakın, çoğu zaman sanalda birbirimiz için kullandığımız lâflara? 

Yenilir yutulur cinsten mi bunlar?

Nedendir bu basitlikler, bu ölçüsüzlükler?

Telaş mı, korku mu, panik mi, kıskançlık mı, suçluluk mu, anlayışsızlık mı, alışkanlık mı, nasıl bir ruh hali anlayan varsa beri gelsin?

Şüphesiz pek çok değerli katılımcı da benim gibi bu talihsiz lafları duymanın, gereksiz sataşmaları görmenin hüznü içindedir.

Söylemeye dilim varmıyor ama ancak kin ve nefret insanın gözünü bu derce karatabilir.

İnsanlar neden asıl anlatılmak istenen “öz” e değil de hep “ayrıntılar”a takılıp muhatabını yargılıyor?

“Vur, kır, mahkûm et, sakın affetme kimseyi?” sözü ne ecdadımıza ne de bize ait bir ifade. 

İnsanın bunca zaafı, bunca eksiği ve kusuru varken, nasıl olur da karşısındakini insafsızca yargılar?

Biz çok mu kusursuzuz?

Neden kendimizi hatalarımızla kabul ediyoruz da iş başkasına gelince acımasızca yargılıyoruz?

Bu üslup yaralar bizi

Bu dil, yıpratır, böler, küçültür bizi.

Bu hırçınlık geliştirmez bizi.

Toplum olarak ne yapıp ne edip bu ifade tutukluğundan, duygu ve düşünce fukaralığından, yargılama hastalığından, kıskançlıktan, hazımsızlıktan, saplantılardan mutlaka kurtulmalıyız!

Söz ola korku ola, söz ola gönül ala.
Söz ola yel götüre, söz ola izi kala.

Söz ola barıştıra, söz ola yarıştıra.
Söz ola ara bula, söz ola karıştıra.

Söz ola dinlettire, söz ola inlettire.
Söz ola gediğinde, söz ola yuh ettire.
( K. Çetin ) 

Az söyle öz söyle hem zamanında hem de yerinde söyle
Muhatabını incitmeden kıvamında söyle

Her sözün doğru olmalı bilmelisin
Her doğruyu her yerde söylememelisin  (…)

Hayat süzgecinden geçirilip, imbiklenmiş, gerçek hayat pınarlarından akan sözler, her zaman muhatabında derin etki bırakmaz mı? 

Nerdesin ey hoşgörü?

Nerdesin asalet, zarafet, hassasiyet?

Nerdesin iyi niyet, sabır, alçakgönüllülük nerdesin?

Beni duyuyorsanız  el sallayın ne olur uzaklardan.

Geliniz, “İnsafınız kurusun sizin!” dedirtmeyelim?

Yapılanları takdir edelim.

Hiç mi güzel şeyler olmuyor etrafımızda, nazarlarımızı biraz da güzelliklere çevirelim.

Yapmayalım, etmeyelim, bardağın yarısı dolu vallahi, onu da görelim!

Her şeye rağmen “yanlış bulma profesörleri “eksik olmaz aramızdan bunu da bilelim!

(*) Necip Fazıl

NOT:

Bu bayramın, içimizi biraz daha ısıtarak yüreğimizi sevgiye, hoşgörüye, barışa akortlaması temennisiyle, bütün katılımcılara; toplumunun , kültürünün sancısını çeken,  duygularını, düşüncelerini  ulusuyla paylaşma gayretini yaşayan CC’nin değerli yazarlarına selam, sevgi ve saygılarımla.