”YAMÇI İLE BİR PAZAR” İÇİN

E. Hapae
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978,
s. 444

Yamçı’nın 3. sayısında ”Yamçı ile Bir Pazar” başlıklı yazısında Yabğeko A., derginin genel bir eleştirisini yapıyor. Dergiyi genellikle olumlu bir şekilde eleştirdikten sonra benim ”Bir Gün Gelir” şiirimdeki ’emekçi’ sözcüğüne değinip şöyle diyor:

”Yazarlar, şairler bizim durumumuza düşmüş toplumlarda halklarının önderidirler. Halkını tanımayan, onların fikriyle politik yapısına ters düşen yazar ve düşünürler gösterecekleri yol doğru da olsa halk kitlelerinde gereken güveni sağlayamaz, onları arkalarında sürükleyemezler.” Kendi halinde, duygusal, hatta biraz şoven kokan bu masum şiirime böylesi bir yaklaşım şaşırtıyor insanı.

Bir kere ”sanatçı halkının önderi” değildir. Sanatçı; düşünürün (bilim adamının), uzun bir tarihsel süreç sonucu ortaya çıkan bilimin -ki her gün gelişir-  ışığında, bilimden uzak olmadan oluşturduğu bir dünya görüşünü (yani felsefeyi) önce öğrenir, bu bilimsel olguyu bireysel sanatı ile özümler ve daha kolay anlaşılır, daha zevkle okunur hale sokup halkına sunar. Görülüyor ki sanatçı, temelde bir yansıtıcıdır. Evet bir-iki sanatçı vardır, halkının önderi olmuş, mesela HO-Şİ-MİNH (Vietnam’da) ama o, önce bir devrimci, sonra sanatçıdır. Sanatçı; meseleyi halkından önce kavrayan ve kavradığını hemen kavratma zorunluluğunu içinde duyan bir devrimcidir benim gözümde, başka bir şey değil…

Sonra sanatçı, yalnızca ”bizim durumumuza düşmüş toplumlarda” değil, yalnızca bizim gibi ulus olma niteliğini yitirmiş toplumlarda değil, toplumlar tarihinin en üst aşamaları olan kapitalist, sosyalist ve komünist toplumlarda bile halkına karşı aynı görevi yapmakla yükümlüdür.

İkinci cümleye bir bakalım: ”Halkını tanımayan, onların fikriyle politik yapısına ters düşen yazar…” diyor eleştirmen. Oysa ”halkını tanımak” ayrıdır, ”onların fikriyle politik yapısına ters düşmek” ayrı. Bana burada açıkça ”halkım tanımıyor” diyor ve bunu ”emekçi” kelimesine bağlıyor. Çerkeslerin % 95’i köylü ve ücretli olduğuna göre Çerkesler emekleriyle geçinmiyorlar mı? Yoksa bu 1.000.000 nüfusun karnı ata binip, yamçı örtünüp mızıka çalarak mı, yani hiçbir üretim yapmadan mı doyuyor? Onları dünya insanının ortak yaşam kavgasından nasıl soyutlayabiliriz? Sanırım ben halkımı eleştirmenden biraz daha iyi tanıyorum.

Feodal toplum sürecinde iken göç etmiş, dağılmış, gittiği yerlerde ise hala çağın düşün ve kültürünü korumuş ve hala kendi kültüründe kapitalist aşamayı bile yapamamış, yaptırılmamış halkım -ki bu, hakim ulusun otoriteleri, kendi burjuvazimiz ve feodal beylerimiz (asillerimiz) tarafından sağlanmıştır- kültürel düzeyi düşük halkım, kendisini istismar eden partilere oy veriyor diye, onlara ters düşmeyeyim diye sanatçı ilerici olmayacak mıdır? Bu durumda halkın ”fikri ve politik yapısıyla” ilerici bir aydın olması gerekli olan sanatçının ters düşmelerinden daha doğal bir şey olabilir mi? Eleştirmen acaba hayatında hiç gördü, duydu mu; uyutulmuş halkının (kendi öz menfaatlerinin tersine) düşünüşünü, böyle düşünen bir sanatçının halkının önderi olduğunu?

Bugün uyutulmuş halkı gerici partilere oy veriyor diye, sanatçı gerici partileri ve onların sömürü politikasını mı övmeli? Yoksa bu düzene karşı çıkıp (bir takım çıkar gruplarının halka verdikleri yoz fikirlere rağmen) var olma savaşı mı vermeli? Sanatçı savaşta gerekir. Yoksa halkına hizmet etmiyor, belki onun bir takım şoven duygularını okşayıp veya ”tabiat güzel, aşk hoş şey” deyip yazı yazması (ki, bu Ümit Yaşarların falan işidir) halkının uyutulmasına, dolayısıyla sömürülmesine yardım etmek olur ki, bu da tam anlamıyla halka ihanettir. İlerici ozanlar 1950’lerde (halkın çıkarının başta gelen koruyucuları oldukları halde) kendi okuyucuları daha doğrusu onların dünya görüşleriyle ters düşmemişler midir? Toplumun bir kesimi olan burjuvaziyle hala ters düşmüyorlar mı? Ancak emekleriyle geçinenleri, yeni doğan halkı uyandıran, aydınlatan yansıtıcılar onlar değil midir? Halk onlara güvenmiyor mu? Güveniyor ve daima güvenecek. Gerçekte onları kötüleyen halk değildir. Bir takım burjuva aydını ve küçük burjuvazidir. Yani kendi çıkarları için halkını uyutan ve buna karşı çıkanlar (aydın ve sanatçılar) da yine halkı kullanarak yıldırmaya çalışan, sömürücü ulus ve burjuvanın uşaklığını yapan korkak revizyonistlerdir.

Aydın havalarda eleştiri yapan iki kahraman (ki, bunlar çocuklarına özel müzik dersi aldırabilecek kadar küçük burjuva aydınıdır) halkları için ne yapmışlar ve ne yapabilirler? Eleştirilen ise, bilimsel görünüp, bilimsel olmaktan, ciddi olmaktan çok uzaktır. ”Halk kitlelerine damla damla verilmesi” diyorlar. Fakat 27 satırlık bir şiirde verilen bir ”emekçi” sözcüğüne içerliyorlar. Peki nasıl verilir? Bundan daha ”damla damla” nasıl olabilirmiş? Yani diyor ki hiçbir şey vermeyin. Benim Yamçı 2. ve 3. sayılarda çıkan, şoven kokan, halkına gerçekte hiçbir şey veremeyen (gurbetçiler, hasret) gibi ilkel şiirlerimle halkımda hiçbir kıpırtı dahi uyandıramayacağımın bilincindeyim artık. Bu tip şiirlerden sürüyle var piyasamızda, ne vermiş halkına? Bir hiçten başka bir şey değil.

Eleştirmen, o her şeyi yapmış, bitirmiş, süper tecrübe olmuş aydın pozlarında ”nasihat” ediyor:

”Artık tabana inilmeli, yalnız, lisan-ı münasiple giriş yapılmalı” gibi son derece yuvarlak laflar bunlar. Bunu herkes söyleyebilir, (aydın olmayan da dahil). Eleştirmenin esaslı bir bilimsel temel çizgisi olmadığı için de söylediği sözün pratiği nedir, sanata uygulanışı nedir, nasıl olmalıdır bilmiyor. Kültürel çalışmanın hiçbir somut örneğini getiremiyor. Çünkü o henüz 20 yıl| önce ”aydın geçinenler” neyse, o da o. Hiçbir gelişme yok yani.

Artık bırakıp oyalanmayı bir toplumlar tarihini okuyalım, öğrenelim, felsefeyi öğrenelim, bilimsel tanıyalım halkımızı. Sanılarımızı değil, bilimsel anlatalım anlatacağımızı. Aksi halde bir sürü zaman kaybına, bir sürü sapmalara bir sürü hatalara uğrarız. Yetiştirelim kendimizi, tabi halkımıza hizmet etmek istiyorsak…