YAKIN TARİHE BİR BAKIŞ ”1990 Sonrası Rusya’da Etnopolitik Ayrışma Süreci”

Dr. Bekir Demir
www.academical.org (6.sayı)

Giriş

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasının ardından tarih sahnesine on beş yeni devlet çıktı. Bunlardan en büyüğü Sovyetlerin halefi olarak ortaya çıkan Rusya Federasyonu’ydu. İdeolojik planda komünizmin reddedilmesinin bir yansıması olan bu gelişme siyasal, ekonomik ve sosyal alanda da bir çok değişikliğin meydana geldiği bir geçiş sürecini başlattı. Bu periyoda hemen hemen tüm post-Sovyet ülkelerinde “perehodniy period” geçiş dönemi adı verildi. Yetmiş yıl boyunca inşa edilen komünist sistemin hayatın her yanını kuşatan kurum ve anlayışları yıkılıyordu. Ancak nasıl bir şey inşa edilmesi gerektiği konusunda bir belirginlik olmadığı gibi her ülke kendine kendi şartları içersinde bir yol belirlemeye çalışıyordu.

Yeni Rusya Federasyonu’nda geniş coğrafyası, çok milletli yapısı farklı iklim ve coğrafi özellikler sahip geniş toprağı ile nasıl bir devlet örgütlenmesine sahip olacaktı? Bu gelişmeler ilk zamanlarda Sovyet Cumhuriyetinden parlamenter cumhuriyete, merkezi bürokratik üniter devletten federatif devlete ve totaliter rejimden demokratik bir rejime geçişi ifade etmekteydi. Ancak federasyonun kurulduğu ilk günlerden itibaren demokrasi ile ülke bütünlüğü arasında nasıl bir dengenin kurulması gerektiği bir problem olarak ortaya çıktı. Bağımsızlıklarını kazanarak uluslararası arenada kendilerini gösteren diğer on dört cumhuriyetin yeni statüleri Rusya Federasyonu’na bağlı, Rus olmayan etnik gurupların yaşadığı cumhuriyetlerde, özellikle de onların yöneticilerinde neden biz de bağımsız olmayalım düşüncesini uyarıyordu. Problem sadece diğer etnik gurupların yaşadığı cumhuriyetlerde değildi. Geleneksel olarak Rusların yaşadığı eyaletlerde de yer yer bağımsızlık hareketleri ve yeni federal ilişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda farklı talepler ortaya çıkmaya başladı.

Bu çerçevede yeni devlet yapısı konusundaki şu sorular kamuoyunu bir hayli meşgul etmiş ve çok ciddi tartışmalara sebep olmuştur: Birincisi, üniter, federatif veya konfederatif devlet şekillerinden hangisi günümüz Rusya’sı için daha önceliklidir? İkincisi, eğer federatif model tercih edilecekse, hangi federasyon ve/veya federal ilişki modeli tercih edilmelidir: anlaşmalı model mi, anayasalı model mi, anayasalı-anlaşmalı model mi? Üçüncüsü, federe birimlerin sadece hukuki olarak değil, de facto (siyasi ve ekonomik) olarak da “eşit haklı”lığa ulaşmaları mümkün mü, yoksa “asimetrik” federal yapı kaçınılmaz mıdır? Sonuncusu ise, hem farklı etnik gurupların demokratik istekleri karşılanıp, hem de aynı zamanda devletin bütünlüğüne zarar verilmeden federal ilişkiler nasıl geliştirilebilir?

SSCB’nin dağılmasının ardından Rusya’nın nasıl bir yola girdiği ve hangi kritik aşamalardan geçtiği, Rus federalizminin anlamı ve özellikleri, cumhuriyetlerin federe birimler olarak ortaya çıkış sebep ve şartları ve federal ilişkiler sistemi içerisinde cumhuriyetlerin bugünkü hukuki konumları makalenin konusunu teşkil etmektedir. Merkez ve federe birimler arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan bu sorulara objektif cevapların verilebilmesi hukuki, ekonomik ve siyasal faktörlerin de göz önüne alındığı karmaşık araştırmalar gerektirmektedir. Biz bu araştırmamızda tarihi süreci dikkate alarak problemin siyasi ve hukuki yönleri üzerinde durmaya çalışcağız.

I) RUS DEVLET SİSTEMİNİN GEÇİRDİĞİ DEĞİŞİMLER

Bu günkü Rus devlet yapısının daha iyi anlaşılabilmesi için Rus devlet sisteminin tarih içinde geçirdiği değişimlere kısaca bakmakta fayda var. Bilindiği gibi devletin ayrılmaz öğelerinden biri belirli bir toprağa (ülkeye) sahip olmasıdır. Toprağın özellikleri, tabiat şartları, jeopolitik konumu ve büyüklüğü, üzerinde yaşayan halkın yaşam şartlarını, kültürünü, devlet kurma ve geliştirme geleneklerini doğrudan etkilemektedir.

İnsanlık tarihine baktığımızda hiç bir millet aynı toprak üzerinde ezeli olarak yaşayamamıştır. İlk Rus devleti olan “Eski Rus Devleti (Kiev Rusya’sı)” kurulana kadar ve kurulduktan sonra o bölgede değişimli olarak onlarca farklı kabile yaşadı: sırayla İskitler, Hunlar, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler, Kıpçaklar ve Kiev Rusya’sının yıkılma döneminde Tatarlar. Korkunç İvan döneminde kurulan Rus İmparatorluğu, uzun zamandır aynı yerde yaşayan ve Müslümanlaşması da hemen hemen Rusların atalarının Hıristiyanlaşmasıyla aynı zamanlara denk gelen Tatarların egemenlik altına alınması sayesinde ortaya çıkmıştır.

Belirtmek gerekir ki, aynı toprak üzerinde uzun yıllar varlığını devam ettiren bir devletin dahi sınırları değişmez değildir. Sınırlar zaman içerisinde daralma yada genişleme yönünde değişime uğrayabilir. Bu bağlamda bugün de etkilerini hissettiren bir özellik Rusya’nın imparatorluğun yayılma faaliyeti çerçevesinde kurulmuş olmasıdır. Bu nedenle Rusya her zaman için bir imparatorluk, sınırları sürekli hareket halinde olan bir merkez olmuştur on iki asır içerisinde farklı formlarda birçok Rus devletleri kuruldu. (Eski Rus Devleti Drevnerus IX-XII. asır, Moskova Devleti XIV-XVII. asır, Rusya İmparatorluğu XVII-1917, Rusya Sovyet Devleti 25 Ekim 1917-1990, SSCB 30 Aralık 1922-Ağustos-Aralık 1991, Rusya Federasyonu 1990-?)

I.1. Rusya İmparatorluğu’nun Sonu ve SSCB’nin Kurulması

XX. yüzyılın başında milliyetçilik akımlarının güçlenerek milli devletlerin kurulmasına kadar tüm dünyada hakim olan devlet sistemi çok uluslu imparatorluklardı. İmparatorluk döneminde devlet yönetiminde egemen olan fikir devlete hizmet eden uyrukların var olmasıydı. İmparatorluk Rusya’sında önemli olan “etnik yapıya bağlı olmayan uyrukluk prensibi” idi. Petro’nun nazarında İsviçreli Leford veya İskoçyalı Orgon veya Rus Menşikov yada Yahudi Şafirov devletin hizmetinde bulundukları sürece Rusyalı idi. Petro olaya tamamen pragmatik olarak yaklaşıyordu. Etnik kökene bağlı kalmadan mümkün olan en iyi adayı devlet hizmetine almayı tercih ediyordu. Moskova Büyük Knezi III. İvan Novgorad’lılarla savaşa giderken yerine Tatar Murtaza’yı rahatça bırakabiliyor, bu da Ruslar tarafından normal karşılanıyordu.

Fransız ihtilalinin ardından tüm Avrupa’da yayılan milliyetçilik fikirleri Rusya’da da kendini hissettirmeye başladı. Bu fikirler halklar arasında yayılırken 19.yy. boyunca imparatorlukta hakim olan uyrukluk prensibi ve Ortodoks monarşinin yerini millet ve milliyetçilik fikirleri almaya başladı.

Diğer taraftan bu dönemde Çarlar cebri olarak Ruslaştırma politikaları gütmeye başladılar. Bu politikalar sonucunda Rusya “Milletler zindanı” olarak adlandırılmaya başlandı. Özellikle Çar III. Aleksandr ve II. Nikola’nın asimilasyon politikaları uygulaması, Türklere, Ukraynalılara, Polonyalılara, Finlilere, Yahudilere ve diğer etnik azınlıklara bu yönde baskılar yapması, İmparatorluk halkları arasında dini ve milli hisleri kuvvetlendirerek imparatorluğun yıkılmasında önemli rol oynayacak olan “milliyetler meselesini” ortaya çıkardı.

IX.yy’ın sonu ve XX.yy’ın başlarında Rusya İmparatorluğu savaşların yanında ülke içi politik sarsıntılar geçirmeye başladı. Kanlı şekilde bastırılan grevler, ayaklanmalar, ihtilaller ve sürgünlerle beraber Rusya’nın gelecek yüz yılını etkileyecek olayların fikri ve fiili tohumları da ekilmeye ve gelişmeye başladı. Bunlardan elbette ki en önemlisi Lenin’in şahsında Bolşeviklerin fikirleri ve faaliyetleri oldu.

Lenin, Marks’tan aldığı fikirleri pratiğe aktarırken milletler arası mücadeleyi milletler üstü sınıf mücadelesine çeviriyordu. Lenin’e göre milletler arasındaki mücadele kapitalist emperyalizmin bir oyunuydu. Tüm emekçilerin çıkarlarını zedeleyen bu oyunu ancak tüm halkların emekçileri emperyalistlere karşı birleşerek bozabilirlerdi. O günkü Rus toplumunda büyük kabul gören bu fikirler milletler meselesini çok değişik bir platforma taşıyacaktı. Lenin esas mücadeleyi Çarlık rejimine karşı yürütüyordu. Çarlığı ortadan kaldırabilmek için mümkün olan her türlü birleştirici hareketi destekliyor, yönlendiriyor, kısacası amacına ulaşmak için fevkalade pragmatik davranıyordu.

Lenin ve lideri olduğu Bolşevikler bir taraftan Çarlığa karşı mücadele ederken, diğer taraftan da yeni kurulacak devlet konusunda fikirler ortaya koyuyorlardı.

Başlangıçta (1895) sınıfsal bir yaklaşımla “Bütün dünya proleterleri birleşin!” sloganıyla proleter enternasyonalizmi savunan Lenin ve Bolşevikler, 1900’lü yılların başında İmparatorluğun farklı milletleri için kısmi bir “kendi kaderini tayin hakkı”nı kendilerine temel slogan olarak seçtiler. Bu dönemdeki eserlerinde Lenin, her milletin kendi devletini kurabilmesini ya da hangi devlet içerisinde olmak istiyorlarsa, onu serbestçe seçebilmeleri gerektiğini ifade eder ve bu doğrultudaki her türlü faaliyeti desteklemeyi Rusya Sosyal Demokratları’na tavsiye eder.

Seçilecek devlet şekli konusunda 1900’lü yıllarda kısmi bir özerklik (avtonomiya) içeren merkezi devlet yanlısı olan Lenin, federalizmi şiddetle reddediyordu. S.G. Şaumyan’a yazdığı mektupta (Kasım 1913) Bolşeviklerin federasyon düşüncesinin karşısında olduklarını ve Rusya için federatif devlet modelinin kabul edilemez olduğunu ifade eder: “Demokratik merkeziyetçilik uygun olan alanlarda özerkliği (avtonomiya) kapsamaktadır. Fakat özerklikten farklı olarak Rusya için federasyon talebi ülkenin merkeziyetçiliği ve ekonomik gelişimi ile çelişmektedir… Biz prensip olarak federasyonun karşısındayız, çünkü o ekonomik ilişkileri zayıflatmakla beraber tek devlet için işe yaramaz bir tiptir” . Lenin’e göre özerklik, federasyondan farklı olarak Rusya’nın tek, merkezcil-demokratik devlete dönüşmesine engel olmamaktadır.

Fakat, 1910’dan sonra Finlandiya, Ukrayna, Kafkas Ötesi, Türkistan’ın ulusal hükümetlerinin ve Beyaz Rusya, Ukrayna, Litvanya, Letonya ve Estonya’nın ulusal burjuvazilerinin talepleri karşısında Lenin eski görüşünü değiştirip, Rusya için gelecekteki devlet modelinin federatif model olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı . Federatif model 1917 Temmuz’unda yapılan I. Bütün Rusya Sovyetleri Kongresi’nde “Rusya, özgür cumhuriyetlerin birliği olsun“ kararıyla hukuki kesinlik kazanmış oldu.

Federatif modele yakınlaşma ile beraber Lenin, daha önce savunduğu ulusal-kültürel özerklik (natsionalno-kulturnaya avtonomiya) fikrini reaksiyoner bir şekilde reddedip milletler meselesinin çözümü için self-determination prensibinin ısrarlı savunucusu oldu. Lenin’in; “Rusya’nın sosyal-demokratları propagandalarında bütün ulusların kendi ayrı devletlerini kurmaları ya da içerisinde yaşamak istedikleri devleti seçmede özgür oldukları hususlarında ısrarcı olmalıdırlar” sözleriyle uluslara bağımsızlık vaat ediyordu. Ulusların bağımsızlık isteklerine bu derece destek olmak Çarlığı yok etme gayretinden başka bir şey değildi. I. Dünya Savaşı sırasında Çarlık rejiminin zayıflamasıyla güçlenen ulusal bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri yapılacak olan komünist ihtilal için uygun zemin oluşturdu. Ve 1917 Şubatında ilk ihtilal patlak verir. Çarlık rejimi yerine, iktidara Sovyetler, komiteler, sendikalar gibi kurumlarla kendini gösteren, demokratik rejim ya da halk egemenliği hakim olur ve Geçici hükümet kurulur.

Fakat 8 ay sonra, Geçici hükümete karşı tertiplediği ayaklanma bastırılıp, Finlandiya’ya kaçan ve daha sonra geri dönen Lenin tarafından yapılan Bolşevik ihtilali (bazılarına göre hükümet darbesidir) ile Bolşevik parti aristokrasisi iktidarı eline alır.

Rus Ortodoks monarşisinin etnik kökene bağlı olmayan uyrukluk prensibini sonuna kadar muhafaza edememesi, daha evrensel bir tip olan enternasyonalizm savunucusu Bolşevik-komünist hareketin Çarlık rejimi karşısında başarı kazanmasına neden oldu. Bolşeviklerin zaferi bir imparatorluktan daha evrensel bir diğer imparatorluğa (SSCB) geçişi sembolize etti.

İhtilal Rusya İmparatorluğu’nun yapısında radikal değişiklikler meydana getirdi: En başta proletarya ile ulusal burjuvazi yer değiştirdi. Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle Rusya içinde kuvvetlenme umudunu kaybeden ulusal burjuvazi self-determination sloganı ile girişilen Rusya’dan ayrılma hareketlerinin öncüsü oldu. Bu dönemde Rusya (90’lı yıllarda olduğu gibi) ardı ardına gelen “bağımsızlık” ilanları karşı karşıya kaldı ve imparatorluk karttan evler gibi dağılmaya başladı . İhtilalın ardından ilk olarak Ukrayna bağımsızlığını ilan etti (7 Kasım 1917) ve Ukrayna Halk Cumhuriyeti adını aldı. Ardından Beyaz Rusya, Finlandiya, Polanya, Tuva, Moldavya, Kuzey Kafkasya, Kafkas ötesi ve Baltık cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1917-1920 yılları arasındaki iç savaş ve beraberinde getirdiği sosyal çalkantılar Rusya’daki ulusal problemleri iyiden iyiye kızıştırdı. İhtilal ülkedeki ulusal hareketleri özendirerek merkezkaç eğilimleri güçlendirdi. Fakat iç savaşın kazanan tarafı olan Bolşeviklerin ülkenin büyük kısmında “savaş komünizmi” rejimini uygulamaları Ruslar dahil bütün halkların ulusal kendi kaderini tayin etme süreçlerini kestirip dondurmuş oldu. Kurulan totaliter rejim bilinçli olarak denatsionalizasyon ve standartlaştırma politikalarını uygulamaya koydu.

İhtilalin ardından ideolojik, etnik ve coğrafi faktörlerin etkileri hesaba katılarak merkeze (Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti RSFSC)’ye bağlı özerk cumhuriyetler kuruldu ve statüleri 1918 RSFSC Anayasası’yla hukuki kesinlik kazandı. Rusya Federasyonu’nun kurulmasındaki temel hedef “milliyet meselesi”ni devlet eliyle çözmek idi. Bu nedenle dünya tarihinde ilk olarak ulusal temele dayalı federasyonlar kuruldu: RSFSC, SSCB ve Kafkas Ötesi Federasyonu. Takip eden beş yıl sonunda (1917-1922) parçalanmış Rus İmparatorluğu’nu daha geniş bir coğrafyada tekrar canlandıracak olan Sovyetler Birliği kurulur (30 Aralık 1922). Böylece kendisi de bir federasyon olan RSFSC aynı zamanda 15 birlik cumhuriyetinden oluşan bir başka federasyonun (SSCB’nin) üyesi olur (1922-1991).

SSCB dağılana kadar RSFSC içerisinde idari-bölgesel taksimata bağlı olarak 6 kray , 49 oblast , 2 cumhuriyet değerinde şehir (Moskova ve S. Petersburg), ulusal temele dayalı 16 özerk cumhuriyet, 5 özerk oblast ve 10 özerk okrug bulunuyordu. 1990’a kadar devam eden 70 yıllık süre içerisinde SSCB hukuki olarak konfederasyona ait özellikler taşıyan (ki bu cumhuriyetlerin SSCB’den ayrılma hakları vardı) federasyon olsa da uygulamada Komünist Parti tarafından kontrol edilen aşırı merkezi-bürokratik yapısıyla üniter devlet görüntüsü vermiştir.

1990’a kadar geçen 70 yıllık sürede Rusya toprakları üzerinde ulusal hareketler ve bunları organize edebilecek milliyetçi kuruluşlar yaşam şansı bulamadılar, fakat bu, milliyetçiliğin tamamen üstesinden gelindiği anlamına gelmez. Zira, resmi ideolojiden farklı her türlü fikrin ve farklı oluşumun şiddetle bastırıldığı Stalin iktidarı döneminde bile Sovyet cumhuriyetleri ve diğer özerk birimlerde komünizm frazyolojisi ile kamufle edilmiş milliyetçi akımlar gizlice faaliyet imkanı bulabiliyorlardı. Gelişen süreç içerisinde Sovyetler Birliği halklarının görünüşteki mutlu birliktelikleri milliyetçi sloganların ağırlıkta olduğu protesto gösterileri ve mitinglerle sarsılmaya başladı. Bu eylemlerde Estonya ve Litvanyalılar bağımsızlık, Kırım Tatarları, İnguşlar, Mesket Türkleri ve Almanlar ulusal özerklik, Gürcüler, Abhazlar ve Ukraynalılar ulusal kültür ve dillerinin korunması, Kazaklar, Estonyalılar ve Abhazlar yerel olmayan halklar tarafından sömürülmeye son verilmesini ve nihayet Almanlar yurt dışına serbestçe çıkabilme hakkı istiyorlardı. Ülke geneline dağılan eylemler sonun başlangıcının ilk işaretçileri oldular.

I.2. Sovyetler Birliği’nin Yıkılması ve Milliyetçiliğin Canlanması

Mihayl Gorbaçov’un 1985’te Komünist Parti Genel Sekreterliği görevine gelmesiyle başlayan SSCB’nin dağılma sürecini iki kısma ayırıp incelemek mümkündür: “Perestroyka” ve “glasnost” dönemi ile 1990 sonrası federal birimlerin bağımsızlıkları ilan ettikleri dönem: “Parad suverinitetof-Bağımsızlıklar geçidi”. 

A.1985-1990 “Perestroyka” ve “Glasnost” Dönemi

1980’li yılların ortalarına gelindiğinde sosyalist rejiminin reformlar yapılmadan daha fazla devam etmesinin mümkün olmadığı gözler önündeydi. Yeniden yapılanma ve açıklık politikalarının ortaya konulduğu bu dönemde demokratikleşme rüzgarları tüm Sovyet cumhuriyetlerinde esmeye başladı. Bununla beraber demokratikleşme süreci ve “kendi kaderini tayin hakkı” gibi faktörler milliyetçi hareketlerin güçlenmesini netice veriyordu. “Milliyetçilik” ise , federal yapılı devletlerde federal merkeze karşı mücadeleye rahatlıkla yönlendirilebilecek bir ideolojidir. İşte bu dönemde milliyetçi niteliği ağır basan ayrılıkçı hareketlerin artması SSCB ve RSFSC’nin bütünlüğünü tehdit eden en önemli unsur oldu.

Demokratikleşme ve “Perestroyka” (yeniden yapılanma) döneminde XX.yy. başında yaşanan İmparatorluğun yıkılış senaryosu bir çok yönüyle tekrarlanıyordu.

Ekonominin temeli kamu mülkiyeti prensibine dayanan Sovyet sisteminde ekonomik zenginliklerin paylaşılması etnik guruplar arasında bir rekabete neden olmuyordu ve ekonomik çıkarların motive ettiği milliyetçi hareketler görülmüyordu. Fakat 80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başında ortaya çıkan derin sosyo-ekonomik ve politik kriz ve ülke zenginliklerinin paylaşımı meselesi Sovyet ulusları arasındaki anlaşmazlıkların ortaya çıkmasını hızlandırdı. Glasnost (açıklık) ve perestroykayla gelen demokratikleşme, ideolojik ve politik alanlarda totaliter komünizmden vazgeçilmesi partinin monopolcü ve baskıcı hegemonyasını ortadan kalmasını netice verdi. Bu gelişme ise Sovyet devlet mekanizmasını işlemez hale getirdi.

Glasnost (açıklık) politikalarının uygulanması ve Komünist Parti tarafından uygulanan katı sansürün zayıflaması Sovyet halklarına kendi ulusal çıkarları ve hedeflerini açıktan dile getirme imkanı verdi. Böylece cumhuriyetlerde güçlenen ulusal elit (parti teşkilatı üyeleri, fabrika müdürleri, tanınmış akademisyenler…) çok kısa zamanda milliyetçi ideoloji oluşturarak bunları kendi halklarına kabul ettirmeyi başardılar.
Bu dönemde Moskova’nın milliyetler meselesi konusunda başarısız politikalar izlediği dikkati çekmektedir. Rus olmayan unsurların ulusal sorunlarına ilgi gösteren Hruşçev ve Brejnev’in aksine Gorbaçov milliyet meselelerine karşı duyarsız kalmıştır. Ekonomiyi modernize etmek ve Sovyet toplumunu değiştirmek hırsıyla yanıp tutuşan ve milliyet sorunlarını çağdışı kabul eden Komünist Parti Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve aynı zamanda SSCB Başkanı olan Gorbaçov milliyetçi hareketlerle mücadele için ne parti kanalıyla, ne de devlet kanalıyla hiç bir önlem almadı.

Baltık cumhuriyetlerinde (Estonya, Letonya, Litvanya) 1988’de kurulan halk cepheleri perestroykaya taraftar olup, 1989’dan itibaren Sovyet aleyhtarı olan ayrılıkçı hareketler organize etmeye başladılar. Ekonomik bağımsızlık isteğiyle başlayan eylemler Litvanya, Estonya ve Letonya’nın SSCB’ye bağlılıklarının hukuki bir temeli olmadığı iddialarıyla ayrı bir ivme kazanmış oldu. Baltık cumhuriyetlerinin ardından Kafkasya ve Orta Asya’yı da içine alan geniş bölgede milliyetçi hareketler ve etnik çatışmalar baş gösterdi.

Azerbaycan ve Ermenistan arasında Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti yüzünden savaş başladı. Gürcistan kendi sınırları içerisinde olan iki azınlık halka karşı; önce Osetyalılar’a (Güney Osetya Özerk Eyaleti), sonra Abhazlar’a (Abhazya Özerk Cumhuriyeti) savaş açtı. Birkaç ay devam eden şiddetli savaş, Gürcü ordusunun sayı olarak üstünlüğüne rağmen Abhazların galibiyeti ile sonuçlandı ve Gürcü ordusu Abhazya topraklarından çıkarıldı. Abhazların galibiyetinde birçok Kuzey Kafkasya halkının Abhazların yanında yer almaları önemli rol oynadı.

Cumhuriyetlerde bu alışılmadık hareketler devam ederken, 1990 yılında Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti (RSFSC) Ukrayna, Kazakistan, Beyaz Rusya, Moldova ve Letonya ile bağımsızlaşmayı özendirici ikili anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmalar ekonomik bir mana ifade etmese de cumhuriyetlerin bağımsızlığını deklare eden ilk hukuki belgeler olmaları yönüyle önemlidirler.

Bir bütün olarak Sovyetler Birliği bu gelişmeleri yaşarken RSFC I. Halk Milletvekilleri Kongresi 12 Haziran 1990’da RSFC’nin bağımsızlığını ilan eden “Bağımsızlık Deklarasyonu” kabul etti. Deklarasyonla SSCB ulusal servetinin taksimi ve cumhuriyet kanunlarının SSCB kanunlarına üstünlüğü kabul edilerek yeni duruma göre kanunlar değiştirildi. SSCB’nin artık ortadan kalktığını gösteren ilk hukuki metin böylece ortaya çıkmış oldu.

RSFC “Bağımsızlık Deklarasyonu”nun özendirmesiyle birlik cumhuriyetleri ve özerk cumhuriyetler Sovyet devlet modelini reddedip -etnik temele dayalı- bağımsız devlet kurduklarını deklarasyonlarla ilan ederek kendi hukuki düzenlemelerini yaptılar. Burada dikkat çeken bir husus, bütün önemli ayrılıkçı hareketlerin faaliyet ve programlarının analizinin, komünizme karşı sunulan “Demokrasi, milliyetçilik ve İslamizm’in aslında yerel parti-devlet elitinin devlet iktidarını ve mülkiyetini taksimde kullandıkları ideolojik maske“ olduğunu göstermesidir. Bu dönemde ayrıca SSCB’nin varlığının devamı için farklı model tartışmaları gündeme geldi. SSCB yerine “Sodrujestva (topluluk)”, “Soobşestva (topluluk)” vb. isimleriyle konfederasyon kurulması önerilmişse de, Aralık 1990’da yapılan IV. SSCB Halk Milletvekilleri Kongresi, federal devlet yapısının aynı isimle (SSCB) korunmasına karar verdi.

Ardından SSCB’nin yeniden şekillenmesi için 1989’dan beri üzerinde çalışılan yeni “Birlik Anlaşması” hazırlıklarına hız verildi. Bu anlaşma ile SSCB’nin isminde değişiklik yapılarak “sosyalist” kelimesi yerin “bağımsız” kelimesi yazılması öneriliyor, ayrıca cumhuriyetlere daha fazla hak tanınıyordu. Fakat 1985’te perestroyka politikalarına destek vermesi için Gorbaçov tarafından Moskova Komünist Parti Birinci Sekreterliği’ne getirilen, 1990’da da RSFSC’nin başına geçen, 1991 haziran seçimlerinde başkanlığını kuvvetlendiren (seçimle gelen ilk lider) Boris Niyolayeviç Yeltsin ve onun çevresinde toplanan Radikallere verilen bu tavizler tatmin etmedi. Ve nihayet,yanlış uygulanan perestroyka politikalarının ülkeyi iflasa sürüklediği, ülkede korku ve sefaletin hakim olduğu, ekstremist güçlerin demokratlık kılıfıyla iktidarı ele geçirip SSCB’yi yıkıma götürdükleri gerekçeleriyle 19-21 Ağustos 1991’de radikaller Gorbaçov yönetimine karşı darbe girişiminde bulundular. Fakat, Yeltsin faktörü darbecilerin planını bozdu. 20 Ağustos’ta Yeltsin ve etrafındakiler Hükümet binasını darbecilerden temizleyerek Rusya’daki hadiseleri kontrol altına almayı başardılar ve Gorbaçov’un SSCB’nin kanuni Başkanı olduğunu deklare ettiler.

24 Ağustos’ta Gorbaçov, Yeltsin ve Radikaller tarafından sunulan ültimatomları kabul ederek Birlik Bakanlar Kurulunu dağıttı, Komünist Parti Genel Sekreterliği’nden istifa etti. Komünist Parti Merkez Komitesi de kendini fesh ettiğini ilan etti. Sonuçta sadece komünist rejim değil SSCB’nin çimentosu olan parti-devlet yapısı yıkılmış oldu.

Ağustos’ta Moskova’da yaşanılan olaylar cumhuriyetler arasında “Birlik Anlaşması” imzalanması imkanını da ortadan kaldırarak cumhuriyetlerin Birlikten ayrılma süreçlerini hızlandırmış oldu. Cumhuriyet yönetimleri yapılan darbeyi ya kınadılar, ya da darbecileri meşru saymadılar. Sadece Orta Asya cumhuriyetleri ve Azerbaycan resmi olmasa da yeni Moskova yönetiminin meşruluğunu kabul etti.

Bu şartlarda Sovyet Birliğinin daha fazla devam edemeyeceğini gören Birlik cumhuriyetlerinin yöneticileri, bağımsızlığa veya daha özerk bir cumhuriyete geçişin en kansız bir şekilde, Rusça ifadesi ile “tsivilizovannıy razvod” (medeni boşanmanın), gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Bu amaçla Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya Başkanları 8 Aralık 1991 tarihinde Minsk’te toplanarak SSCB’nin artık son bulduğunu açıkladılar.

SSCB’nin yıkılmasıyla on beş yeni bağımsız devlet ortaya çıktı. Rusya Federasyonu hariç diğer on dördü bağımsız ulus-devlet olduklarını ilan ettiler. Fakat sakin geçen kısa bir sürenin ardından bazı cumhuriyetlerde halklar arası ihtilaf ve çatışmalar tekrar şiddetlendi . Minsk deklarasyonu sonucunda Birliği oluşturan en önemli hukuki düzenleme olan 1976 Sovyet Anayasası da de facto ve de jure olarak yürürlükten kalkınca federasyonu oluşturan federe cumhuriyetler arasındaki bağı sağlayan hukuki düzen de son bulmuş oldu.

B.1990 Sonrası Dönem: 

Özerk Cumhuriyetlerin Bağımsızlıklarını İlanları Ya da Bağımsızlıklar Geçidi 17 milyon km² toprağa ve 147 milyonluk nüfusa sahip çok uluslu bir federasyon olan Rusya, 12 Haziran 1990’da bağımsızlığını ilan edip Sovyetler Birliği’nden ayrılınca, Sovyetlerin kaderini yaşamamak ve etnopolitik ayrışma sürecini en az kayıpla aşmak için çok çaba sarf etti. Konuyla ilgili olarak Başkan B. Yeltsin tarafından 1994 şubat ayında Federal Meclise gönderilen yıllık mesajda şu gerçeğin altı çizilmektedir; “ Rusya Federasyonu’nun devlet yapısının temelini oluşturan birbirine çelişik iki prensipten (etnik faktörün belirleyici olduğu ulusal-bölgesel yapı ve ekonomik, coğrafi ve tarihi faktörlerin belirleyici olduğu idari-bölgesel yapı prensipleri) kaynaklanan ulusal problemlerin çokluğu Rusya’nın güçlenmesini engellemektedir. Bugün, ne zaman devletin fonksiyon ve yetkilerinin federal ve federe birimler arasında yeniden dağıtılması gündeme gelse bu problemler net olarak görülmektedir ”. Anlaşılacağı üzere “sosyalist federalizm” modelinin onlarca yıllık gelişim süreci içerisinde ulusal gerilimleri arttıran ve devletin güvenliğini tehdit eden sebepler aslında devletin kendi öz yapısındaki bu çelişkiden kaynaklanmaktadır.

90’lı yılardaki etnopolitik ayrışma süreci çağdaş araştırmacılara göre üç etapta gerçekleşmiştir :

Birinci safha: 1990 baharından 1992 baharına kadar olan süre.

Gorbaçov ve Yeltsin arasındaki iktidar mücadelesi birinci safhaya karakteristik özelliğini vermektedir. Bu mücadelede göze çarpan en önemli nokta iki tarafın da federe birimlere bir kısım tavizler vererek onların desteklerini almaya çalışmalarıdır. Bu süreçte 1989’ın ortalarından itibaren Gorbaçov, Yeltsin’in etrafında toplanan politik gücü kırma amacıyla özerk bölgelere politik statülerinin yükseltilmesini teklif edecektir. Amaç yeni bir güç merkezi haline gelmeye başlayan Rusya Sosyalist Federasyonu’ndan SSCB’ye bağlı cumhuriyet ve eyaletleri uzaklaştırmaktır. Bu doğrultuda SSCB Yüksek Meclisi 26 Nisan 1990 yılında SSCB’yi oluşturan birlik cumhuriyetleriyle cumhuriyetler içerisinde yer alan özerk cumhuriyetlere eşit hukuki statü veren “SSCB ile Federe Birimler Arasında Yetkilerin Belirlenmesi Hakkında” kanunu kabul etti.

Bu gelişme RSFBC Başkanı Boris Yeltsin’i bir ileri hamle yapmaya mecbur bıraktı ve 1990 Ağustos’unda özerk birimlerin tümüne “ne kadar hazmedebilecekseniz, o kadar özerklik alın” çağrısında bulundu. Çağrının ardından Rusya Sosyalist Federasyonu’nundaki bütün özerk cumhuriyetler ve özerk oblastlar (yahudi özerk oblastı hariç) özerk statülerini reddederek bağımsız birer cumhuriyet olduklarını ilan ettiler. Tataristan ve Çeçen-İnguş cumhuriyetleri bu süreyi suskunlukla geçirirken, istisnasız bütün cumhuriyetler kendi istekleriyle SSCB’den ve RSFSC’den farklı bir yapıda kurulacak yeni devlet için “kurucu birlik anlaşması”nın üyeleri olma isteklerini dile getirdiler. Geçmişteki tüm özerk cumhuriyetlerle “Bağımsız Devletler Birliği (BDB)” kurulması anlaşmasının imzalanmasıyla bu sürecin sona erdirilebilmesi, Rusya Federasyonu’nun dağılma tehlikesini önleyebilecek tek yol gibi görünmekteydi .

Böyle bir ortamda B. Yeltsin’in RSFC Halk Milletvekilleri 1. Kongresi’nde, en azından RSFSC’nin bütünlüğünü garantiye almak için, SSCB yönetiminin üzerinde çalıştığı “Birlik Anlaşması”na alternatif olarak “Federal Anlaşma” fikrini ileri sürdü . Yukarıda değindiğimiz 1991 Ağustos darbesi, ardından SSCB’nin dağılması ile “Birlik Anlaşması” da hazırlıkları da tarihe karışınca “Federal Anlaşma” ayrı bir önem kazandı.

RSFC’nin yasama ve yürütme organları SSCB’nın kaçınılmaz sonunu hissettikleri andan itibaren “Federal Anlaşma” nın hazırlık sürecini kısaltmaya başladılar.

6 Aralık 1991 yılında Başkan ve Rusya Yüksek Meclis Başkanı’nın ortak kararıyla (rasparijeniye) federal ve federe yetkilerin belirlenmesi konusunda çalışmak üzere yeni çalışma gurubu kuruldu .

Bu çalışma gurubu Aralık ayının ortalarına doğru federal anlaşma imzalanması yerine, önce yetkilerin belirlenmesi hakkında kanun çıkarılmasını, ardından 20 Ocak 1992’de de yetkilerin belirlenmesi ile ilgili sözleşme imzalanmasını teklif etti .

Moskova’da “Birlik Anlaşması”, “Federal Anlaşma” hazırlıkları ve seçilecek devlet modeli tartışmaları devam ederken cumhuriyetlerde etnopolitik elitin ateşlemesiyle “orman yangını” hızıyla yayılan aktif milliyetçi hareketler ortaya çıkmaya başladı. Ağustos 1990’dan Şubat 1991’e kadar RSFSC’ye bağlı on altı özerk cumhuriyetten on beşi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Beş özerk oblasttan dördü özerk cumhuriyet, on özerk obrug daha yüksek statülü özerklik sekizi özerk cumhuriyet, ikisi özerk oblast) kararı aldılar. Sonuçta Rusya’daki özerk cumhuriyet sayısı 16’dan -Çeçenistan’dan ayrılan İnguşetiya ile- 21’e yükseldi.

Birlik cumhuriyetleri ile beraber bu cumhuriyetler içerisindeki özerk cumhuriyetlerin bağımsızlık ilanları RSFSC’nin dağılması tehdidini oluşturmakla beraber, gerçekte SSCB’nin sonunu getirmiş oldu. Rusya içindeki cumhuriyetler Birlik Anlaşması’nın imzalanması imkanını kaybettikten sonra federal anlaşmanın savunucusu oldular. 21 cumhuriyetten ikisi –Tataristan ve Başkurdistan- Rusya Federasyonu ile doğrudan devletler arası anlaşma imzalanması, 13 cumhuriyetin yönetimi ise federal anlaşma imzalanması taraftarıydılar. Sadece dört cumhuriyet federal anlaşma yerine Rusya Federasyonu ile cumhuriyetler arasında yetkilerin belirlenmesi sözleşmesi imzalanması konusunda mutabık kaldılar.

1991’in sonu ve 1992 Ocak ayında bir dizi cumhuriyette ulusal eylem kongreleri düzenlendi ve tıpkı 1990 yaz ve sonbaharında olduğu gibi ulusal bağımsızlık için savaş istekleri dile getirilmeye başlandı. Cumhuriyetlerin basın-yayın organlarında 1991 Ağustos-Aralık arası sessizliğinden sonra ”Rus sömürgeciliği” karşıtı propagandalar yeniden geniş ölçüde yer aldı.

Oldukça hareketli olaylara sahne olan bu süreç, “parad suverenitetof (bağımsızlıklar geçidi)” diye adlandırılan ve Rusya’nın üniter, federatif ve konfederatif devletin özelliklerini karma bir şekilde üzerinde birleştirdiği dönem oldu.  

İkinci Safha: 31 Mart 1992 Federal Anlaşmanın İmzalanması – 12 Aralık 1993 Yeni Rusya Anayasası’nın Kabulü

Etnopolitik çözülmenin ikinci safhası Mart 1992 ile Aralık 1993 tarihleri arası yani, Federal Anlaşmanın imzalanmasından yeni Rusya Federasyonu Anayasası’nın kabulüne kadar olan süreyi kapsamaktadır.

Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız cumhuriyetlerden, oblast ve okruglarda ortaya çıkan kitlesel hareketler, bağımsızlık deklarasyonları veya daha yüksek statü talepleri beraberinde Rusya’nın idari yapılanmasında değişiklikler yapılmasını zorunlu hale getirdi. Bu gelişmeler üzerine Rusya Federasyonu, birliği oluşturan özerk cumhuriyetlerle, 31 Mart 1992 tarihinde kısaca “Federal Anlaşma” olarak bilinen, “Rusya Federasyonu İçindeki Egemen Cumhuriyetlerin İktidar Organları ile Rusya Federasyonu İktidar Organları Arasında Yetkinin Paylaşımı Hakkında Anlaşma”yı imzaladı . Tataristan ve Çeçen-İnguş Cumhuriyetleri Federal Anlaşmayı imzalamayı reddettiler. Bu iki cumhuriyet 12 Aralık 1993’te federal ilişkileri düzene koyan bütün federe birimleri “eşit haklı” ve “simetrik” kabul eden yeni Anayasa için yapılan referanduma da iştirak etmediler. 12 Haziran 1990 Bağımsızlık Deklarasyonu ve bu son iki belge Rusya Federasyonu’nun hukuki alt yapısını oluşturdu.

Federal Anlaşma belki cumhuriyetlerin isteklerine cevap veriyordu; zira cumhuriyetler “egemen devlet”ler olarak anlamada zikrediliyorlardı. Fakat, diğer birimler böyle bir tanımlamanın muhatabı değildiler. Egemen devletlilik statüsünün gerektirdiği yasama, yürütme ve yargı organlarının varlığı sadece cumhuriyetler için öngörülüyordu. Aynı şekilde cumhuriyetlerin toprak bütünlükleri anlaşmada açıkça vurgulanırken ve yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle beraber toprak cumhuriyet halklarının serveti kabul edilirken, oblast, kray ve özerk okrugların toprak bütünlüklerine ve hiç değinilmiyordu.

“Kurtarıcı” olarak bel bağlanan Federal Anlaşma’nın imzalanmasından sonra Rusya ulusal güvenliğe yönelik tehdit içeren sarsıntılar hissetti. Bu sarsıntılar politik hayatta federe birimlerin statülerinin farklılığını vurgulayan ve federal merkez ile olan ilişkilerde eşitsizliği yücelten Cumhuriyet Başkanları Kurulu’nun kurulmasında kendini gösterdi. Hukuki alanda 21 cumhuriyetin kendi anayasalarını kabul etmesi ve bunlardan 19 tanesinin Rusya Federasyonu Temel Kanunları’na aykırı olması Rusya’nın bütünlüğüne en büyük tehdit oldu.

Federal Anlaşma’nın adaletsizliğine karşı ilk tepkiler kray ve oblastlardan yükseldi. 1992 Kasım’ında cumhuriyetler dışındaki 53 bölgenin yöneticisi birleşerek “Valiler Birliği”ni kurdular ve Birliğin temsilcisi Cumhuriyet Başkanları Kurulu’na katıldı. Bundan sonra kray ve oblastlar cumhuriyetlerle eşit hale gelmeyi aktif olarak talep etmeye başladılar. 1992-1993 periyodunda cumhuriyet statüsüne çıkarılmaları hususunda bir kısım sosyo-ekonomik ihtiyaçların karşılanması hariç hiç bir şey yapılmayan kray ve oblastlar tekrar bağımsızlık istemeye başladılar.

Vatka ve Tula oblastlarının kendi anayasalarını kabul etmeleriyle bağımsızlaşma süreci başlamış oldu. Sonra Volagda’da bağımsız devlet ilan edildi. Nijninovgorod Oblast Meclisi memnuniyetsizliğini cumhuriyet olma niyetini açıklayarak gösterdi. Ahrangelsk Oblast Meclisi Moskova’dan bağımsız olarak statüsünü cumhuriyet seviyesine yükseltti. Basında Krasnoyarsk Krayı ile İrkutsk Oblastı’nın birleşme tasarısı yer aldı.

1993 Ağustos’unda büyük bölgelerin yasama ve yürütme organlarının başkanları “Rusya Gazetesi” aracılığıyla Rusya Başkan ve Hükümeti’inden; kray ve oblastların iştirak etmedikleri, cumhuriyetlere ayrıcalık tanıyan anlaşmaların iptal edilmesini ve cumhuriyetlerin yönetimleriyle yapılan “bölücü” görüşmelerin derhal kesilmesini, “Rusya’nın bütün federe öğelerini siyasal ve ekonomik yönden eşit” kabul eden yeni RF Anayasa’sı yapılmasını ve “ulus-devlet” temelli idari bölünme modeli yerine “bölgesel idari bölünme” sisteminin benimsenmesini talep ettiler. Ayrıca ülke içerisinde tekrar etno-nasyonalizmin nüksetmesini önlemek için bölgesel idari birimlerin tek adla yani “zemliya” (Almanya’da olduğu gibi eyalet manasında) adıyla adlandırılmasını teklif ettiler.

Sverdlovsk Oblastı’nın kendisini Ural Cumhuriyeti olarak ilan etmesi kray ve oblastların eşitlik mücadelelerinin doruk noktası oldu. Sverdlovsk Oblastı’nın bu hareketi kray ve oblastların 1992-1993 arasında eşit haklılık için yaptıkları mücadelelerinde büyük tesir gösterdi. Ve nihayet Federasyondaki 6 çeşit federe birimin eşit haklara sahip olduğu Aralık 1993’te kabul edilen yeni Anayasa ile tespit edildi (m.5).  

Üçüncü Safha: “Anlaşmalı ilişkiler” dönemi

Etnopolitik ayrışmanın üçüncü etabı “Anlaşmalı ilişkiler” dönemidir. Bağımsızlık hedefli hareketler, cumhuriyet yönetimlerinin “bütçe ayrılıkçılığı” politikası, kaynakların, mülkiyetin ve iktidarın cumhuriyetler yararına yeniden dağılımı, Rusya’nın konfederalizasyonu gibi faktörler “anlaşmalı ilişkiler (dogovornıye otnoşeniya)” denilen yeni bir model ve yeni bir süreç ortaya çıkardı. Bu süreç, yeni Rusya Federasyonu ile federe birimler arasında daha çok federe birimler lehine tavizler içeren anlaşma ve sözleşmelerin imzalandığı dönemdir. (Belirtmek gerekir ki yeni anlaşmalar imzalanmaya devam edilmektedir.)

1994 Şubat’ında “Tataristan ile Rusya Federasyonu Devlet organları Arasında Yetkilerin Belirlenmesi ve Karşılıklı Yetki Değişimi Hakkında Anlaşma” imzalanmasıyla başlayan bu süreç içinde 1999 yılına kadar yaklaşık 50 anlaşma imzalandı . Bunlardan bir tanesi de, 1997 yılında “Rusya ile İçkerya-Çeçen Cumhuriyeti Arasında Karşılıklı İlişkilerin Ölçü ve Prensipleri Hakkında”ki anlaşmadır . Anlaşmalı ilişkiler dönemi ve federal anlaşmalar konusuna ayrıntılı olarak aşağıda değinmeye çalışacağız.

Çeçenistan ile olan ilişkiler Rusya’nın milliyetler politikasını göstermesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır . SSCB döneminde özerk statüsü olan Çeçen-İnguş Cumhuriyeti 23-25 Kasım 1990 yılında Çeçen Genel Halk Kongresi’nin aldığı kararla yeni bir yola girdi: Bağımsız Çeçen Cumhuriyeti’nin ilanı.

27 Ekim 1991’de yeni Çeçenistan Cumhurbaşkanı ve Parlametosu seçildi. 1 Kasım 1991’de Cumhurbaşkanı yayınladığı emirname (ukaz) ile Çeçenistan’ın bağımsızlığını ve Rusya Federasyonu’ndan ayrıldığını ilan etti. Fakat bunu kabul ettirmek ilan etmek kadar kolay olmadı. Bu dönemde popülerliği artan Dudayev, taraftarlarıyla beraber 1992 yılında iktidarı ele geçirdi. Ortaya koyduğu fikir ve sloganlarla halkın büyük çoğunluğunun desteğini kazandı. Burada akla gelebilecek olan, neden Çeçenler Kafkaslardaki bağımsızlık hareketinin öncüsü oldular sorusunun cevabı çok basit; Stalin döneminde (1944) faşistlere yardım ettikleri bahanesiyle yarım milyon Çeçen ve İnguş zorla vatanlarından çıkarılarak oldukça olumsuz şartlar altında Kazakistan, Orta Asya ve Sibirya’ya sürgün edildi. Bir yıl içinde soğuk, açlık ve tifodan 300 bin insan öldü. Geriye kalanlar ise ıstıraplı yaşam mücadelesi verdiler. Tam manasıyla bir soykırım yaşandı. Fakat faşistlerin işledikleri soykırımdan farklı olarak Sovyet-Stalin soykırımı hiçbir kınama almamış ve sorumlular cezalandırılmamıştır. Bugüne kadar da olumsuz sonuçların tazmini ve rehabilitasyonu için tek adım atılmamıştır. Stalin’in ardından başa geçen Hruşçev on üç yıllık sürgünden sonra Çeçenlerin vatanlarına dönmelerine izin vermiş, fakat hiç bir hakları iade edilmemiştir.

1944 sonrasında yaşanan bu acılar ve Rus-Çeçen ilişkilerindeki tarihi arka plan Çeçen halkını sosyopsikolojik planda bağımsızlık isteklerine daha istekli hale getirmiştir. Ancak Çeçen savaşının ortaya çıkışını sadece Çeçenlerin bağımsızlık istekleri ile açıklamak doğru olmayacaktır. Ağustos 1991 darbesiyle Moskova’daki iktidarını kuvvetlendiren Yeltsin’in hem bir süredir ayrılıkçı hareketlerle çalkalanan cumhuriyetlere ve diğer bölgelere karşı, hem de Moskova’daki rakiplerine gücünü göstermesi gerekiyordu. Galibiyetle sonuçlanacak bir savaş Kremlin’in gücüne güç katacaktı. Rusça’daki “Kagda şah shodit sı uma, on idyöt pohodom na Kafkaz ( “Şah ne zaman çıldırsa Kafkas’a sefer yapıyor)” sözü Yeltsin’in durumunu çok iyi ifade etmektedir.

Çeçenlere göre tarihte onları tahakküm altına alabilecek hiç bir güç yoktur. Bundan dolayı savaş ulusal ideal ve çıkarlar için bütün Çeçenleri birleştiren bir başlangıç oldu. Savaşın temel sebep ve hedeflerini Rusya ve Çeçenistan için ayrı ayrı sıraladığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor; 

Rusya’nın hedefleri:

– Ekonomik çıkarlar (petrol),

– Politik hesaplar ( Moskova’nın otoritesini artırma arzusu),

– Hukuki gayeler ve jeopolitik hesaplar (Çeçenistan’da düzeni sağlamak, çünkü Çeçenistan’ın istikrarı Kafkasya’nın istikrarı demektir.),

– Azametli ve muktedir devlet hissi (Rusya’nın bütünlüğünü korumak ve kuvvetlendirmek. 

Çeçenlerin hedefleri:

– Bağımsızlığı koruma isteği,

– İslam devleti kurma,

– Yeni ortaya çıkan politik elitin çıkarlarına cevap verme.

Görüldüğü gibi, Çeçenistan’ın bağımsızlık isteğinin yanında Moskova’daki politik ve ekonomik elitin Kafkasya’daki petrole olan ilgileri ihtilafın büyümesinde ve savaşın çıkmasında önemli rol oynadı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Çeçen topraklarından Sovyet ordusunun çekilmesi ve silahların geride bırakılmasıyla Çeçenlerin kendi ordularını kurma imkanı bulması başkaldırı için ayrı bir sebep olarak mütalaa edilebilir. 

26 Kasım 1994’te ilk Rus tank birliği Grozni’ye saldırdı. 30 Kasım’da Yeltsin ordunun savaşa girmesine izin veren gizli emri imzaladı ve 31 Aralık 1994 tarihinde Rus ordusu resmi olarak Çeçenistan’a karşı iki yıl süren -İki tarafın da “alçakça ve vahşice” olarak adlandırdıkları- kanlı bir savaşa girişti. Başkent Grozni, onlarca köy ve diğer yerleşim yerleri yerle bir oldu, iki tarafın ölü ve yaralı sayısı hakkında hala kesin bilgi yoktur. Aynı zamanda Çeçenler tarafından esir alınan asker ve sivillerin adedi de hala belirsizdir. “Washington Post” gazetesine göre Çeçenistan halkının yarısı (İnguşlar hariç 1 milyon insan) cumhuriyet sınırlarını terk etti. Rusya basınında savaşın korkunç sonuçları hususunda birçok haber yer aldı; bir buçuk yılda Çeçenistan’da 3 bin Rus askeri, 60 bin sivil halk öldü, 100 bin kişi sakat kaldı . Çağdaş Rus tarihinin en keskin ve en sıkıcı problemi haline dönüşen savaş Rus halkının büyük çoğunluğunun kafasında “anlaşılmaz savaş” olarak yer etti.

İki sene süren savaşın ardından 12 Mayıs 1997’de “Çeçen Cumhuriyeti İçkerya ile karşılıklı ilişkilerin prensip ve ölçülerini belirleyen anlaşma” imzalandı. Dönemin Rusya Güvenlik Konseyi sekreteri İvan Rıbkin anlaşmayla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Bu anlaşmanın önemi federal merkez ile Çeçen Cumhuriyeti arasındaki ilişkilere güven ve samimiyet unsurunu getirmesinde yatmaktadır. En önemlisi de, Rusya’nın imparatorluk fikrinden vazgeçtiğinin kararlı bir gösterisi olmasıdır. Bana göre işte tam olarak bu fikir gelecekte Rusya Federasyonu’nu sağlamlaştırmaya muktedir fikirdir” .

Anlaşma Moskova ile Çeçen Cumhuriyeti arasındaki anlaşmazlıklara ve silahlı çatışmalara önemli ölçüde son verdi. Taraflar arasındaki gerginliğin kaldırılmasına, politik ve moral iklimin sıhhate kavuşturulmasına yardımcı olup, Çeçenistan ekonomisinin onarılması ve suçlarla mücadele, kanuni olmayan silahlı gurupların silahsızlandırılması gibi konuların görüşmeler ve anlaşmalarla çözülebilmesinin yolunu açtı. Bununla beraber söz konusu anlaşma Federal Anayasa’nın temel ilkelerini ihlaline rağmen imzalandı. Anlaşma, pratikte Çeçenya Cumhuriyeti’nin uluslararası hukukun öğesi, özgür, bağımsız ve egemen devlet olduğunu kabul ediyordu.

Rusya’nın Çeçenistan sorunu ile alakalı bugün hala belirlenmiş bir politikası mevcut değildir. Hiç bir yetkili şahıs anlaşılmaz bir şekilde Çeçen sorunu ile fazla meşgul olmak istememektedir; çünkü Çeçenistan’ın bağımsızlığının kabul edilmesi bu “utanç verici” savaşın kaybedildiğinin itirafı manasına gelmektedir. Kafkasya ile olan ilişkilerin yönü politikacıların tavırlarına bağlı olarak değişen Moskova’da, sorunların çözümünü mümkün olabilecek en iyi zamanlara kadar ertelemek her zaman başvurulan yol haline gelmiştir. Son üç yılda Federal meclisin alt kanadı Duma’nın Çeçen sorunuyla ilgili olarak anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmeye yönelik yapıcı öneriler içeren 37 doküman kabul etmesine karşılık, Başkan B. Yeltsin ve Hükümet konuya gereken ilgi ve özeni göstermediler . Çeçenistan’ın statüsünün belirlenmesi beş yıl sonraya ertelendi. Bu nedenle anlaşmazlığın çözümü için şimdiden kesin konuşmak oldukça erken olur. Fakat her şeye rağmen Çeçenistan kendini bağımsız kabul etmekte ve Cumhurbaşkanı Aslan Mashadov Çeçenistan’ın bağımsızlığının uluslararası düzeyde tanınması ve Avrupa ülkeleri tarafından Rusya’ya baskı yapılması için çaba sarf etmektedir.

Federalizmin temel prensibi federe birimlerin eşitliğidir. Karşılıklı yetki ve sorumlulukların belirlenmesinde bu prensip sistemin bel kemiğini teşkil etmektedir. “Eşitlik” prensibi Rusya pratiğinde acaba ne kadar yer bulabilmiştir?

  1. RUSYA FEDERASYONU FEDERAL BİRİMLERİNİN EŞİTLİĞİ, FEDERAL ANAYASA, CUMHURİYET ANAYASALARI VE FEDERAL ANLAŞMALARBugün teorik planda Rusya federalizmi, diğer ülkelerdeki federalizm modellerinden farklılığı yönüyle önemli bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir.

Federalizm; geleneksel manada birkaç cumhuriyet, eyalet, kanton ve benzeri birimlerin tek bir devlet halinde birleşerek örgütlenmeleriyle oluşturdukları siyasi-idari yapıdır. Örgütlenen devlet şekline de federasyon adı verilmektedir.

Federasyonun karakteri, yaratılma tarzına bağlıdır. “Anlaşma”ya ya da bir “Anayasa”ya bağlı olarak devletler birleşebilirler (anlaşma sadece uzlaşmaya varma süreci değil, aynı zamanda hukuki bir belgedir). 1922’de RSFSC, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Kafkas ötesi Cumhuriyeti’nin kurdukları SSCB anlaşmaya bağlı olarak kurulan federasyonlara örnektir. Anlaşma ile kurulan federasyonlar daha çok adem-i merkeziyetçidirler. Bir anayasanın kabulü ile ya da anayasada yapılan değişiklikle federasyon kurulabilir. Hindistan, Pakistan, Etiyopya ve Belçika (1993’te yapılan değişiklikle) anayasa ile kurulan federasyonlardır. Diğer taraftan bir federasyon bu iki tarzın birleştirilmesiyle, yani “anayasalı-anlaşmalı” olarak da kurulabilir. Yeni bir federasyon kurulurken seçilen model gelecekteki federal ilişkileri doğrudan etkilemektedir.

1918-1992 yılları arasında SSCB’nin büyük cumhuriyeti Rusya, uygulamada farklı olsa da biçimsel olarak özerklik temeli üzerine oturtulmuş anayasal federasyon olmuştur. 31 Mart 1992’de imzalanan federal anlaşma ve12 Aralık 1993 kabul edilen Anayasa ile birlikte “anayasalı-anlaşmalı federasyona” dönüşmeye başlamıştır.

II.1. Federal Anayasa ve Cumhuriyet Anayasaları

Rusya’da federatif ilişkiler bir dizi spesifik özelliğe sahiptir. Birinci olarak, bugün ve yakın gelecekte Rus federalizmi dinamik, değişken ve çelişkili şekilde gelişen bir yapı arz etmektedir . İkincisi, federalizmin kurulması ve güçlendirilmesinde etnik faktör önemli rol oynamaktadır . Üçüncüsü, federalizm ve onun önemli parçası olan Moskova ile federe birimler arasındaki anlaşmalar sürecinin henüz tamamlanmamış olmasıdır .

SSCB sonrası dönemde Rusya’da Moskova ve federe birimler arasındaki ilişkileri federal anlaşmalar ve yeni Anayasa düzenlemiştir. Anlaşmalar ve yeni Anayasa Rusya’nın kaderinde nasıl bir yol oynadı?
Federasyonlarda en önemli problem federe birimlerle federal organlar arasındaki yetki ve sorumlulukların paylaşımı konusudur. Anayasa’nın 11.maddesinin 3. bendi; “Rusya Federasyonu iktidar organları ile Rusya Federasyonu federe birimlerinin iktidar organları arasında yetki ve sorumlulukların belirlenmesi Anayasa, federal anlaşma ve yetkilerin belirlenmesi ile ilgili diğer anlaşmalarla gerçekleştirilir” kuralını getirmiştir.

Federal birimler arasındaki ilişkileri düzenleyecek hukuki statünün nasıl olacağı veya olması gerektiği konusunda Anayasa’da herhangi bir düzenleme yoktur. Yapılan işlemlerdeki dayanak noktası sadece, 11. madde’de belirtilen “federal organlar ile federe organlar arasındaki ilişkiler anlaşmalar ile kurulur ve işler” maddesidir. Anayasa’da Rusya Federasyonu’nun yetkileri ve federal merkez ve federe birimlerin ortak yetkileri açıkça sıralanmış olduğu halde sadece federe birimlere ait yetkiler belirtilmemiştir. Bazı yetkilerin federal organlara mı, yoksa federe organlara mı ait olduğu yeterince açık değildir. Örneğin “insan ve vatandaş hak ve özgürlüklerinin korunması” ve “azınlıkların hak ve özgürlüklerinin korunması” aynı anda hem merkezin yetkisi içinde , hem de ortak yetkilerden sayılmaktadır.

Cumhuriyetlerin her birinin Federasyon Anayasa’sıyla çelişmemesi gereken anayasaları vardır. Fakat olması gerekenin aksine anayasaların bir çok maddesi Rusya Anayasası ile uyuşmamaktadır.
Federal Anayasa’ya karşı en bariz aykırılık Tataristan, Tuva ve Çeçenistan cumhuriyetlerinin anayasalarında görülmektedir. Tataristan Anayasası’nın “Tataristan hukuki statüsünü özgür olarak kendisi belirler” (md. 50) ve “Tataristan egemen bir devlettir ve uluslararası hukukun bir öğesidir” (md. 61) maddeleri Federal Anayasa’nın 66/1 maddesine aykırıdır.

Benzer bir durum Çeçenistan Anayasası’nın dibacesinde söz konusudur. Zira, dibacede Çeçenistan’ın Rusya Federasyonu’nun bir birimi olduğuna dair hiç bir ifade yer almamasına karşın Çeçenistan’ın özgür bir devlet olduğu ve “dünya milletler topluluğu sisteminin eşit haklı bir öğesi” olduğunu ilan etmektedir. Fakat, Rus Anayasası’nın 65/1 maddesine göre Çeçenistan Rusya Federasyonu’nun 89 biriminden birisidir.

Yine bir dizi cumhuriyetin statüleri kendi anayasalarında farklı olarak belirlenmiştir. Örneğin, Kuzey Osetya-Alanya Cumhuriyeti Anayasası “Kuzey Osetya gönüllü olarak Rusya Federasyonu’na girmiş bir devlettir” derken, Başkurdistan, Buryat, Dağıstan, Kalmıkya, Komi, İnguşetiya ve Yakutistan anayasaları bu cumhuriyetlerin Rusya Federasyonu’nun birer birimi (subyektı federatsii) olduğunu kabul etmektedir.

Federal Anayasa’nın 4/1 maddesine göre federasyonun egemenliği bütün Rusya sınırları içerisinde geçerlidir. Fakat, cumhuriyetler self-determination hakkını özendiren bir çok uluslararası belgeye göndermeler yaparak Rusya Federasyonundan ayrılmak istediklerini ifade etmektedirler. 1994’te kabul edilen Başkurdistan Anayasası’nın 69. maddesine göre cumhuriyet, Başkurt halkının kendi kaderini tayin hakkını ve bağımsızlığını gerçekleştirmek üzere kurulmuştur .

21 Ekim 1993 tarihli milliyetçiliği ile ünlü Tuva Cumhuriyeti Anayasası’na göre Tuva “Tuva halkının katılacağı referandum kararı ile Rusya Federasyonu’ndan ayrılma hakkına sahiptir” (md.1/1) . Federal Anayasa ile çelişen bu madde Rusya’nın toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir.

Cumhuriyetlerin anayasaları ve oblast ve krayların tüzüklerinde (ustavlarında) tabii kaynakların mülkiyeti konusu farklılık arz etmektedir. Genele özgü olan, daha geniş haklar elde etme eğilimidir. Bu eğilimin bir sonucu, cumhuriyetlerden bir çoğunun toprak ve diğer tabii kaynakların cumhuriyet halkının malı olduğunu kabul etmeleridir (Buryat, Kalmıkya, Başkurdistan, Tuva, Karelya, İnguşetiya).

Yine Federal Anayasa’nın 4/2. maddesine göre Rusya’nın her tarafında Federal Anayasa ve federal kanunların üstünlüğü geçerlidir. Buna rağmen bir kısım cumhuriyetin anayasaları federal kanunların değil cumhuriyet kanunlarının üstünlüğünü kabul etmektedir. Örneğin, İnguşetiya Cumhuriyeti (md.7), Yakutistan (md.8), Tataristan (md.59), Tuva (md.112/2), Başkurdistan (md.1/2), Dağıstan (md.1), Komi (md.7), Çeçenistan (md.7) anayasaları şu hükmü içermektedir: “Rusya Federasyonu devlet organlarının kanunları ve diğer hukuki işlemleri Cumhuriyetin egemenlik haklarıyla çelişmediği sürece Cumhuriyet topraklarında geçerlidir”.

Bağımsız devlet olmanın önemli işaretlerinden biri “vatandaşlığın” olmasıdır. Anayasanın 6.maddesi, federal kanunlara göre edinilen ve sona eren federal vatandaşlık konusunu düzenlemektedir. Federasyonun tabiatına uygun olarak Rusya Federasyonu vatandaşı olan kişi aynı zamanda yaşadığı cumhuriyetin de vatandaşıdır.

Tuva Anayasası bu kurala istisna getirmektedir. “Vatandaşlığın edinilmesi Cumhuriyetteki demografik olayların hesaba katılmasıyla belirlenir. Bu, yerli halkın ağırlık kazanmasına ve onun etnik ve kültürel mirasının korunmasına yardım etmektedir. Tuva vatandaşlığı edinmede Tuva dışında yaşayan etnik Tuvalılar diğer yabancılara nazaran önceliklidirler” .

Uluslararası hukuk kuralları federe birimlere uluslararası temaslarda bulunma hakkını vermemektedir. Fakat bir dizi cumhuriyetin anayasalarında bu problem başka türlü çözülmektedir. Dağıstan (md.65), Tuva (md.1) ve Başkurdistan (md.1/2) anayasaları “cumhuriyet dış politikasını özgürce belirler ve işletir” hükmünü içermektedir.

Çeçenistan (md.73/9) ve Tuva (md.62/11) anayasaları Federal Anayasa’nın (71/k) maddesine aykırı olarak cumhurbaşkanına parlamentonun onayıyla savaş emri verme yetkisi vermektedir.

Federe birimlerin mevzuatlarının analizi, Rusya’nın federal devlet olarak ortaya çıkma sürecinin oldukça zor ve marazlı olduğunu göstermektedir. Bir kısım araştırmacılara göre bugün Rusya, üzerinde üniterizm ve konfederalizmden izler taşıyan yarı federasyondur. 

Federal Anayasa’nın 77. Maddesi, federe birimlerin devlet organlarını (temsil ve yürütme organlarını) kendilerinin özgürce Rusya Anayasası’na, yürütme ve temsil organlarının organizasyonunun genel prensiplerini belirleyen federal kanuna uygun olarak kurabileceklerini öngörmektedir. Fakat şu ana kadar sözü edilen federal kanun çıkarılamamıştır. Bir kısım federe birimler Anayasa’ya uygun olarak benzeri anlaşmaların yürürlüğe girmesine imkan veren kendi kanunlarını kabul etmektedirler. Gerekli mevzuatın eksikliğinden dolayı yetkilerin belirlenmesi konusunda anlaşma yapan federe birimin diğer birimlere karşı olan konumunu belirlemek oldukça zordur. Bu nedenle anlaşmaların statüsünün yasal düzeni, hazırlık safhası, kabulü ve yürürlüğe girişi ilk önce halledilmesi gereken konulardır.

Gelecekte doğabilecek ilişkilerin belirlenmesinin ön koşulu olması açısından anlaşmaya dayalı ilişkilerin çok sağlam temellere oturtulması gerekmektedir. Bir kısım federe birim tarafından merkezle ayrıcalıklı ilişkiler kurulması halinde farklı ekonomik ve coğrafik şartlara sahip federe birimlerin de Anayasa’nın verdiği “eşit haklılık” prensibini ileri sürerek aynı şeyleri talep etmeleri gayet tabiidir.

Sorunların hukuki yollardan çözümü için ya yürürlükte olan Anayasa’da değişiklikler yapmak ya da devletin organizasyonunun temel prensiplerini ortaya koyan federal kanunu bir an önce kabul etmek gerekmektedir. Birinci yol başka problemlerden bağımsız ele alınamayacağı ve uzun bir sürece ihtiyaç duyduğu için tercihi çok zordur. İkinci yol ise, anayasal temele dayanmaktadır. Geriye sadece açık olan bu kapıdan içeri girmek kalmaktadır.

Yeni Anayasa, Federal Anlaşma’dan farklı olarak federe birimlerim eşitliği, temel kanun ve federal kanunların ülkenin her tarafında üstünlüğünü sağlam temellere oturtup gerçek federasyona geçiş yolunu açmış oldu. Fakat objektif bir kısım sebepler yüzünden Federal Anlaşma ve yeni Anayasa “sosyalist federalizm”in ve ondan da öte Rus uygarlık krizinin aşılması için yeterli olamadılar.

2. Federal Anlaşmalar

Federal ilişkilerin düzenlenmesinde ikinci yol federal anlaşmalar yapılmasıdır. Kabul edilen Rusya Anayasası diğer federasyonlardan farklı olarak federe birimlerle merkez arasındaki ilişkilerin anlaşmalar aracılığıyla düzenlenebilmesine imkan vermiştir. 1994 kışında başlayan anlaşma süreci hala devam etmektedir. Sürecin kaynağı 31 Mart 1992’de imzalanan merkezle federe birimler arasındaki karşılıklı ilişkileri ve yetkileri belirleyen, birbiriyle ilişkili üç belgeden oluşan Federal Anlaşmadır . VI. Rusya Halk Milletvekilleri Kongresi tarafından 10 Nisan 1992’de onaylanan Anlaşma Rusya Anayasası’nın ayrılmaz parçası kabul edilmiştir.

Federal Anlaşmanın kabulü, Rusya’nın federatif yapısında iki büyük değişiklik meydana getirdi. Birincisi; Anlaşma kabul edilene kadar Rusya etnik yapıya bağlı olarak belirlenmiş 32 federe birimden (21 cumhuriyet, 1 özerk oblast, 10 özerk okrug) oluşuyordu. Anlaşmayla beraber 75 yıl içerisinde hiçbir zaman görülmemiş olan “idari-bölgesel” taksimat modeli kabul edildi. İkinci önemli değişiklik ise, yeni modele göre kurulan 6 kray, 49 oblast ve 2 şehirden müteşekkil 57 yeni birimle toplam federe birim sayısının 89’a yükselmesi oldu.

Bir kısım siyaset bilimci, tarihçi ve hukukçuların kabul ettiği gibi Federal Anlaşma’nın kabulü, yeni milliyetçiliğin ve şovenizmin bütün şiddetiyle gündemde olduğu bir dönemde Rusya’nın dağılması tehdidinin azaldığını gösteren önemli bir işaret olmuştur . Fakat bu görüşe tamamıyla katılmak zordur, çünkü; “iki cumhuriyet – Tataristan ve Çeçenya – Federal Anlaşmayı imzalamadılar. İkincisi, anlaşma ihtilafın artmasından endişelenilerek lokal forma sokuldu ve çok kısa süre müzakere edildi. Üçüncü olarak, Federal Anlaşma’nın kendisinin birbiriyle çelişkili hükümler içermesi federasyon için esas tehlikeyi oluşturmaktadır” . Bir yandan tüm federe birimlerin resmi olarak ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda eşit hak ve yetkilere sahip olduklarını ifade eden anlaşma, bir kısmına “çok eşit haklı”, bir kısmına “az eşit haklı” statü vermiştir.

Bu konuda Federal Anlaşma’nın maddeleri açıkça muhakemeye tabi tutulabilir. İlk olarak, Rusya’yı oluşturan federe birimlerin farklı statülerde oldukları göze çarpmaktadır. Anlaşmada cumhuriyetler “egemen” ve toprak bütünlükleri garanti edilen öğeler kabul edilirken kray, oblast ve diğer özerk birimlerin bütünlüklerine aynı önem verilmemiştir. Anlaşmaya göre, kray ve oblastların kendi topraklarında yasama, yürütme, yargı gibi devlet iktidarını simgeleyen organları, cumhuriyetlerin devlet organları kadar dikkate alınmamıştır. Cumhuriyetler uluslararası ve dış ekonomik ilişkilerde özgür iştirakçi olarak kabul edilirlerken kray, oblast özerk oblast ve özerk okruglar bağımlı iştirakçiler olarak kalmışlar, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle beraber toprak, üzerinde yaşayan cumhuriyet halkının öz malı kabul edildiği halde diğerleri bu ayrıcalıktan mahrum bırakılmışlardır.

Federal anlaşmalı yeni federasyonun kuruluş karakteri anlaşmaya yapılan ayrı eklerde açık ve net olarak görülmektedir: Anlaşmaya Başkurdistan Cumhuriyeti için yapılan eklemede, “Başkurdistan Cumhuriyeti cumhuriyette kabul edilen kanunlarla vergi koyma ve bütçeye gelir toplamanın genel prensiplerini özgürce tespit eder ” denilerek Rus Anayasası’nı ihlal pekiştirilmiştir. Bir başka ayrıcalık ise, Başkurdistan’a “yasama ve yargı sistemini, savcılık, avukatlık ve noter işlerini özgürce kurma ve düzenleyebilme” hakkının verilmesidir. Önemle dikkat edilmelidir ki, eklerin getirdiği hukuki normlar Federal Anlaşmanın kendisiyle bağdaşmamaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1994 Şubat’ından 1999 başına kadar Moskova ile federe birimler arasında 50’ye yakın anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalardan Tataristan ve Çeçenistan ile imzalanan iki tanesi çok yönlü ve karmaşık niteliğe sahiptir. Tataristan ile 1994 yılında yapılan anlaşma, bölgesel anlaşmazlıkların çözümüne yeni bir tarz getirerek Tataristan toprakları içerisinde yaşanan çok keskin problemlerin Rusya Anayasası ve Federal Kanunlarla aşılmasına imkan sağladı. Tataristan Cumhurbaşkanı’nın şu sözleri bu durumu teyit etmektedir: “Anlaşma, ihtilafları ortadan kaldırıp, topluma istikrar getirmiştir” .

Diğer yandan anlaşma, Federasyon Anayasası ile Tataristan Cumhuriyet Anayasası arasındaki ciddi manadaki çelişkileri giderememiştir. Örneğin anlaşmada Tataristan’ın Rusya Federasyonu içerisinde bir cumhuriyet olduğunu belirten anayasal hüküm yoktur ve Federal Anayasası’nın üstünlüğü kabul edilmemektedir. Pratikte bu anlaşma uluslararası ve devlet içi anlaşmaların çizgilerini uyuşturarak, konfederatif ve federatif ilişkilerin birbirine karıştığı bir hal meydana getirmiştir. Yine aynı anlaşma, Anayasa’daki “bütün federe birimlerin eşitliği” prensibini gerçekleştirme yerine, RSFC zamanındaki “asimetrik federalizm” anlayışına dönüşe hizmet etmiştir.

“Asimetriklik” federal devletin, kendi iç yapısı itibariyle federe birimlerinin coğrafi, ekonomik ve diğer faktörlere bağlı olarak farklı yetkilerine ve farklı statülerine müsade edip varlıklarını kabul etmesidir. Rusya Anayasası’nda asimetrik yapıya doğrudan izin veren bir herhangi bir kural yoktur. Fakat anayasanın bir kısım maddelerini ve pratiği analiz ettiğimizde karşımıza asimetrik bir yapı çıkmaktadır. Örneğin, ”Cumhuriyetlerin kendi anayasa ve yasama faaliyetleri vardır. Kray, oblast, federal şehirler, özerk oblast ve özerk okruglar tüzük (ustav) ve yasama mevzuatına sahiptirler (md. 5/2)” maddesiyle cumhuriyetler dışındaki diğer birimler devlet olarak kabul edilmemektedirler. Bunun bir sonucu olarak cumhuriyetler kendilerine ayrı statü garanti eden asimetrik federasyonun savunucusu olmuşlardır. Fakat, aynı federal devlet içerisinde federe birimlerden bir kısmının fazla hakka, bir kısmının daha az hakka sahip olmaları çağdaş federalizmin özüne aykırıdır. Ekonomik, coğrafi, etnik vb. faktörler açısından farklılık arz etmeleri cumhuriyetlerin anayasal olarak diğer federe birimlerden farklı hak ve ayrıcalıklar talep etmelerini gerektirmez.

1994-1995 arasında cumhuriyetlerle akdedilen ilk anlaşmalar, kuvvetli bölücülük eğilimli ve kray ve oblastların hoşnutsuzluklarını artırıcı niteliktedirler. Bunun içindir ki diğer birimlere oranla cumhuriyetler daha fazla hak ve ayrıcalık elde ettiler. Federal merkezin cumhuriyet bürokrasilerine verdiği siyasal tavizler Anayasa’yı ihlal eden maddelerin anlaşmalara girmesine yol açtı. Federe birimler arasındaki eşitsizliği artırma pahasına da olsa, yerel politik elitin yardımını alarak Moskova iktidarını kuvvetlendirmek ve ülke bütünlüğünü korumak için Tataristan, Kabardin-Balkar, Başkurdistan, Kuzey Osetya-Alanya, Yakutistan ile ardarda anlaşmalar imzalanır.

Tataristan ile 1994 yılında yapılan anlaşma Tataristan’ı egemen devlet statüsüne çıkarıp, önemli ayrıcalıklar tanıyarak, hem ikinci bir savaşın çıkmasını önledi ve hem de federal ilişkilere yeni bir boyut kazandırdı. Anlaşmayla aynı zamanda federal yapının konfederatif yapıya dönüşmeye başladığının işaretleri görülmeye başlandı. Fakat bu anlaşma Federal Anayasa ile Tataristan Anayasası arasındaki çelişkileri ortadan kaldıramadı. Anılan anlaşma ve ayrıca yapılan 11 sözleşme ile Federal Merkeze ait olan veya birlikte kullanılması gereken bir kısım yetkiler Tataristan’a devredilmekte, mülkiyet, petrol üretimi ve taşımacılığı, vergi ödeme ve federal bütçeden pay alma ve askeri konularda ayrıcalıklar tanınmaktadır.

Tataristan’ın ardından benzer anlaşma ve sözleşmeler Başkurdistan ve Yakutistan (Saha) ile imzalandı. Tabii kaynakları itibariyle çok zengin olan bu üç cumhuriyet federal iktidar organlarından “donar-verici” olmama yani federal merkeze ödemede bulunmama ve cumhuriyette elde edilen gelirlerin büyük kısmını kendi halklarına harcayabilme hakkını almışlardır.

Cumhuriyetlerin hukuki ayrıcalıklarının yanında dikkate değer ekonomik ayrıcalıkları da vardır. Kısaca bu ayrıcalıklara göz atalım.

II.3.Ekonomik Ayrıcalıklar

Dünyada halen var olan 24 adet federal devletten biri ve çok uluslu yapıya sahip olan Rusya bütçe ilişkileri yönüyle dünyada geçerli tecrübelerden çok uzak kalmıştır. En başta başka federal yapılarda Rusya’da olduğu gibi federe birimler arasında “istisnai-ayrıcalıklı” bütçe ilişkileri yoktur. İkinci olarak diğer hiç bir federasyonda Rusya’daki gibi vergi gelirleri sistemi yoktur. Örneğin, 1992 yılında Kanada’da toplanan toplam vergi gelirlerinden federal bütçenin payı % 56 iken, federe birimlerin payı % 35 olmuş, geri kalan % 9 ise yerel bütçelere bırakılmıştır. Aynı şekilde bu paylaşım sırasıyla İsviçre’de; % 61,% 23 ve % 16, ABD’de % 69, % 19 ve % 12, Federal Almanya’da % 69, % 23 ve % 8, Avusturya’da % 76, % 13 ve % 11, Avustralya’da % 81, % 16 ve % 3 oranlarına gerçekleşmiştir .

Federal organlarla federe organlar arasında ekonomik alandaki yetkilerin dağılımı dikkatle incelendiğinde federal merkezin belirgin bir şekilde federe birimlere karşı paternalist yaklaşım eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu eğilimi federasyonun güçlendirilmesine yönelik karşılıklı ödünler sistemi olarak nitelemek mümkündür. İşte bu ödünlerden biri, ülkenin ekonomik hayatındaki bütünlüğe ve istikrara yönelik bir tehdit olan Başkurdistan, Karelya, Tataristan, Çeçenistan ve Yakutistan gibi cumhuriyetlerin yönetimleri tarafından uygulanan “bütçe ayrılıkçılığı” politikasıdır.

Özerk-ulusal birimler (cumhuriyetler ve okruglar), Moskova ile olan ekonomik ilişkilerde Rusların ağırlıkta olduğu federe birimlere oranla daha fazla ayrıcalığa sahiptirler. Ekonomik istatistiklere göre cumhuriyetlerdeki kişi başına düşen bütçe gideri topladıkları vergilerin büyük kısmını kendilerinde tutmalarına ve federal bütçeden yapılan yardımlara bağlı olarak oldukça yüksek seviyededir (bkz. Tablo-2 ve Tablo-3).

1994 yılında uygulanan bütçeler arası istisnai rejim sonucunda cumhuriyetlerden Başkurdistan topladığı vergilerin yalnız % 12’sini, Tataristan % 16, Karelya %5, İnguşetiya % 11’ini federal bütçeye gönderirken, Yakutistan hiç bir şey göndermemiştir. Cumhuriyet statüsünde olmayan Moskova Şehri topladığı vergilerin % 40’ını Moskova Oblastı ile beraber Nijninovgorod Oblastı % 42’sini, S.Petersburg % 43’ünü, Samara Oblastı % 45’ini federal bütçeye göndermiştir.Ayrıcalıklı bütçe rejiminin muafiyetleri sonucunda 1995 yılında cumhuriyetlerden bazılarının topladıkları vergilerin tümünden Rusya bütçesine ayırdıkları oranlar; Başkurdistan % 26.2, Tataristan % 22.7, Yakutistan % 0.5 şeklinde gerçekleşmiştir. Kuşkusuz cumhuriyetlere tanınan muafiyetlerin faturası vergi veren diğer federe birimlere ödettirilmiştir. Örneğin, Sverdlovskiy Oblastı topladığı vergilerin % 43.1’ini, Moskova Şehri % 45.6’sını, Nijninovgorod Oblastı % 48.1’ini, Moskova Oblastı % 49.1’ini federal bütçeye yollamıştır .

1996 yılında Başkurdistan, Tataristan ve Yakutistan cumhuriyetleri federal bütçedeki ayrıcalıklarını muhafaza ettiler. Başkurdistan gelir vergisinden federal bütçeye hiçbir şey göndermezken diğerlerinin gönderdiklerinin oranı %10’dur. Uygulamada bütün federe birimler alkollü ürünlerden aldıkları dolaylı vergilerin yarısını, petrol, petrol ürünleri ve gazdan aldıkları dolaylı vergilerin tamamını Rusya hazinesine göndermektedirler. Fakat Tataristan ve Başkurdistan dolaylı vergilerin tamamını kendilerine bıraktılar. 1996 yılının sonunda Tataristan topladığı vergilerin %18.9’unu, Başkurdistan %27’sini federal bütçeye yollarken, Moskova %57.6’sını gönderdi. Geçmişe bakıldığında bu iki cumhuriyetin, SSCB’nin dağılmasından sonraki yıllarda sıkıntılı bölgelerdeki sosyo-ekonomik, teknik ve askeri programların finansmanına da iştirak etmedikleri görülür.

Moskova Belediye Başkanı Yuri Lujkov’un 23 Ekim 1996 yılında Federal Meclis’in üst kanadı Federasyon Konseyi’nde yaptığı konuşma cumhuriyetlerin ayrıcalıklarını ifade etmesi açısından gayet manidardır. Şöyle demektedir: “…özgür bir federe birim olmaktansa Tataristan’da bir şehir olma fikri aklıma daha çok yatmaktadır. Böylelikle Moskova şehri özerkliğini kaybedip güçlü, olağanüstü ekonomik potansiyel kazanacak; çünkü Tataristan ve diğer bir kısım cumhuriyetler özel şartlara bağlı olarak merkeze ödeyecekleri vergiler hususunda diğer federe birimlerle eşit olmaları gerekirken ayrıcalıklı durumdadırlar… Çözmek zorunda olduğumuz problem federe birimlerle devlet arasındaki ilişkilerde ekonomik şartları eşitlemektir ”.

Anlaşmalı ilişkiler çerçevesinde Ağustos 1991 yılında bütün devlet işletmelerini cumhuriyetin kendi öz malı olduğunu ilan eden Yakutistan dikkatleri çekmektedir . Eğer Rusya elmaslarının % 99.5’ni çıkaran Yakutistan’ın yılda ortalama ülkeden dünya pazarına 1.2 milyar Dolarlık işlenmemiş elmas ve 300-400 milyon Dolarlık teknik elmas hammadesi pazarladığını gözönüne alırsak Rusya bütçesinin neden kötü günler yaşadığını anlamış oluruz. 1995’te “Rusya-Saha Elmasları Şirketi (Aksionernaya Kampaniya Almazı Rassii-Saha)”nin 1.3 milyar Dolarlık elmas satışından Yakutistan 1 milyar Dolar doğrudan 300 milyon Dolar dolaylı olarak kazanmıştır. Bununla beraber federal bütçe, şirketin elmas üretiminden ve satışından bir ruble bile vergi alamamışken Yakutistan federal bütçeden 2 milyar Dolar faizsiz kredi kullanmıştır.

Yakutistan’ın bu ayrıcalıklı durumundan dolayıdır ki, yardım ödenekli Yakutistan’da 1995 yılında kişi başına düşen gelir miktarı 2 milyon 228 bin rubledir. Bu miktar Rusya ortalama kişisel gelir seviyesinin 1.7 katı, vergi ödeyen 11 federe birimin 8 katıdır.

Yukardaki verilerle ilişkili olarak Y. Lujkov tepkisini şöyle ortaya koymaktadır; “Niçin biz, Devlette kim iyi halde yaşıyor, niçin Yakutistan diğer oblastlarla karşılaştırıldığında tabii kaynakların kullanımında üstün haklara sahip, diye konuşmak zorundayız, çok saçma!”

Bütçeler arası ilişkilerdeki belirgin ayrıcalıklar 1997 yılında sadece Tataristan, Başkurdistan ve Saha-Yakut cumhuriyetleri için kalmıştır. Daha çok oblast ve kraylardan kurulu bölgeler arası birlik olan “Sibirya Sözleşmesi”nin mayıs 1997’deki toplantısında Krashoyarsk Krayı valisi V. Zubov rahatsızlığını şöyle dile getirmektedir; “Federal merkezle özel bütçe ilişkileri içeren istisnai alanların yaratılması kabul edilemez. Fakat Tataristan, Başkurdistan, İnguşetiya ve Yakutistan böyle bir imkana sahiptir. Eğer federal hükümetin ülkede tek düzenliliği sağlayacak politik iradesi yoksa, Sibirya’ya bel bağlamayınız…”

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız federe birimler arasındaki hukuki, siyasi ve ekonomik ilişkilerdeki belirsizlikler ve bir kısım ayrıcalıklar Rusya’ya özgü yeni bir federal ilişkiler düzeni ortaya çıkarmıştır. Rüzgarın yönüne göre değişen bu ilişkiler genç Rusya Federasyonu’nun ömrü üzerindeki tartışma ve spekülasyonların kaynağını oluşturmaktadır.

 

SONUÇ

Oldukça sorunlu geçen on yıllık bir süre zarfında şekil alan Rus federalizminin temel özelliklerini özetlemek çalışmada vurgulanan temel unsurları ortaya koyacaktır. Rusya’da geçerli olan federalizm, dünyanın başka hiçbir yerinde bir araya getirilmesi başarılamayan, etnik (cumhuriyetler ve diğer özerk oluşumlar) ve idari-bölgesel taksimat temeline dayalı devlet yapılarını üzerinde birleştirmektedir . Bu ikili yapı gerçek federalizm ile çelişmektedir. Sonuçta böyle bir devlet iç yapısı bir yandan federal merkezle cumhuriyetler arasında, diğer yandan cumhuriyetlerle oblastlar ve kraylar arasında her zaman ihtilaf doğurmakta veya mevcut ihtilafların yeniden canlanmasına imkan vermektedir.

Bir diğer önemli konu özel statüler ile ilgili olandır. Anayasa’da 89 federe birimin eşit haklara sahip olduğu prensibi ilan edildiği halde Rusya’da de facto olarak asimetrik federal yapı hüküm sürmektedir. Bunun en açık örneği Tataristan ve Çeçenistan’ın “özel statü”leridir. Rus federalizmi Anayasa ve federal kanunlardan başka Federal Anlaşma’ya ve federal organlarla federe birimler arasındaki yetki ve sorumlulukların belirleyen anlaşmalara dayanmaktadır. Yetki ve sorumlulukların belirlenmesi ile ilgili sorunları anayasa ve yasama yolu dışında anlaşmalar yoluyla çözen Rusya dışında başka ülke yoktur. Rus federalizmi çoğu defa farklı güçlerin politik hakimiyet mücadelelerinde maşa görevi görmektedir. Bu nedenle federal ilişkileri düzenleyen kurallar bütçe ve bir dizi diğer alanlarda daha çok kağıt üzerinde kalmaktadır. Yüzlerce yıl üniter devlet olarak yaşamış olan Rusya, devamlı, federalizmi adem-i merkeziyetçi yönetime dönüştürme denemelerine sahne olmaktadır.

Özetle, etnopolitik ayrışma Sovyet sonrası Rusya’da “sosyalist federalizm”den geride kalan mirasla ilişkilidir. ”Sosyalist federalizm” tarih içerisinde Rus İmparatorluğu’ndan kalan bölgede halkın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişiminde ve ulusal problemlerin çözümünde kısa vadede başarılı sonuçlar vermiştir. Fakat sonra milliyetçiliğe ve nihayet bölücülüğe yol açmıştır, yani uzun yıllar toplumun bilincinde Rus dünya görüşü değil, insanları kan ve milliyetine göre “yerli” olan ve “yerli olmayan” diye ayıran ve her etnik unsur “kendi devletine sahip olmalıdır” anlayışından doğan etnik milliyetçilik hakim olmuştur. Bütün bunlar demokrasinin ve hukuk devletinin prensiplerinin yıkıldığını göstermektedir.

Kazanılan bütün ayrıcalıklara rağmen, federasyonu oluşturan cumhuriyetlerden bir kısmında bağımsızlık isteği ortadan kalkmış değildir. Fakat Sovyetlerden bağımsızlığını kazanmış cumhuriyetlerin çoğunluğunun, ekonomileri yönüyle hala Moskova’ya bağlılıklarını dikkate aldığımızda mevcut Rusya özerk cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu içerisinde bugünkü ayrıcalıklı statüleriyle kalmaları kendi çıkarlarına daha uygun düşeceği gözlenmektedir. XXI.yy.ın eşiğinde Rusya öncelikle önündeki bu çok kritik etnopolitik ayrışma problemini silaha başvurmadan siyasi ve hukuki yollardan çözmeye çalışması durumunda kazanan Avrasya coğrafyası olacaktır. Bununla beraber bütün alanlarda demokratik dönüşümü en az kayıpla gerçekleştirebilmesi için, insan hak ve özgürlüklerinin korunması, ekonomik alanlarda istikrarlı pazar ekonomisi mekanizmasının kurulması, toplumun kontrolü altında, hukuki kurumları oluşturulmuş güçlü devlet iktidarının gerçekleştirilmesi, sivil toplum örgütlerinin yaygınlaştırılması, yerel özerk yönetimlerin geliştirilmesi, cumhuriyetlere yönelik “uluslar politikası”nın açıklığa kavuşturulup, ekonomik ve hukuki boşlukların giderilmesi, tüm alanlarda ulusal-kültürel özerkliklerin hukuki ve siyasi alt yapılarının kurulup, geliştirilmesi, hayatın bütün alanlarında toplum ile iktidar arasında uzlaşma sağlanıp, devlet ile halkın barıştırılması önlemlerin zaman geçirilmeden alınması gerekmektedir.

 

KAYNAKLAR
Abdulatipov, R.G.- Baltenkovo, L.F.- Yarov, Y.F., Federalizm v istorii Rassii., M.: Respublika, 1992.

Abdulatipov, R.G., Opıtı federalizma, M.: Respublika, 1994.

Berezovskiy, V. “Unitarizm, federalizm i regionalizm v sovremennoy natsionalnoy politike Rassii” Obozrovatel, no.7, 1993

Vert, Nikola,. İstoriya sovyetskovo gosudarstva: 1900-1991, M.: Progress, 1992.

Vinogradskaya, T. “Raspad SSSR kak sistemnıy faktor natsionalnıh konfliktof” Obozrovatel. No.7, 1993

Gacıyev, K.-Dahin, V.-Zgladin, N., “Problemı razvitiya gosudarstvennosti na fone politiçeskovo krizisa v Rassii”, no.7, Obozrovatel. 1993. №7.

Kuprits, N.Y., İz istorii gosudarstvenno-pravovoy mısli dorevalutsionnoy Rassii (XIX v.). M.: İzd.

Moskovskovo unv. 1980.

Marçenko, M.N., “Sravnitelnoe issledovaniye problem federalizma” Vestnik Moskovskovo Universiteta, Ser.11/no.1, Prava, 1993,

Çistyakov, O.İ., Stanovlenie Rassiyskoy Federatsii (1917-1922). M.

Çistyakov, O.İ.- Abaşmadze, V.V.- Dükov, L.V.- Taukelev, A.N., İstoriya otoçestvennovo gosudarstva i prava, M: İzd. MGU, 1992

Zaharova, A.A., Asimmetriçnost federatsii., M. 1997.

Zlatopolskiy, D.L., SSSR-federativnoye gosudarstvo, M: MGU, 1967.

Kiriçenko, M.G., SSSR: Natsionalno-gosudarstvennoye ustroystvo (Konstitutsionnıye osnovı), M: Yürid.lit.,1982.

Kozlov, A.E., Federativnıye otnoşeniya i regionalnoye upravleniye v Rassii: puti reformirovaniya. M: İNİON, 1994.

Kozlov, A.E., Federativnıye naçala organizatsii gosudarstvennoy vlasti v Rassii. M: İNİON RAN, 1996.

Lısenko, V.N., Razvitiye federativnıh otnoşeniy v sovremennoy Rassii. Moskova İSP 1995.

Federalizm vlasti i vlast federalizma, M. İntelTex, 1997.
Abakyan, S.A., “O statuse subyekta Rassiyskoy Federatsii”, Konstitutsionnıy vestnik, no:1/17, 1994

Valentey, S.A., “Problemı otoçestvennovo federalizma” Federalizm, no.2, 1997

Şahray, S.M., “Aktualnıye voprosı rasiyskovo federalizma”, Vlast, no.8, 1995

Zlatopolskiy, D.L., “Protsess razvitiya federativnıh otnoşeniy v Rassii”, Vestnik Moskovskova Universiteta,. seri: 11/no.6, Prava, 1998.

Çibiryayeva, S.A., İstoriya Gosudarstva i Prava Rassii, Moskova, 1998.

Arinin, A.N., Na puti k novoy federatsii.- v kn.: Yedinaya konstitutsionnaya sistema Rassiyskoy Federatsii, Moskova, 1994.

Arinin, A.N., “Problemı razvitiya rassiyskoy gasudarstvennosti v kantse XX veka”, Federalizm vlasti i vlast federalizma, M., TOO “İnteltex”, 1997.

Abdulatipov, Ramazan, Paradoksı suveriniteta. Perspektivı çeloveka, natsii, gosudarstva, M. 1995.

Tişkov, V.A., Natsionalnaya politika Rassii: istoriya i sovremennost, Moskova, 1997.

Vyaçeslav Mihaylov. Oçerki teorii i politiki etniçnosti v Rassii, M., 1997.

Karapetyan, L.M., “Subyektı federatsii”, no.11, 1996.

Pastuhov, V.B., “Novıy federalizm dla Rassii: institutsionalizatsiya svobodı”, Polis, no.2, 1994,

ABSTRACT
The theme of the article consists of the critical phases that Russia has gone into after the dissolution of USSR, the meaning and the features of the Russian federalism, the causes and the conditions of the appearance of the republics as federal subjects, and the legal status of the republics within the federal system of interrelations.

Besides, the article shortly analyzes the following popular questions for the Russian society: Firstly, which kind of state administration is preferable for the Russian society: unitary, federative, or confederative? Secondly, if the federative model is preferred, which model of federative relations should be preferred: contractual model, constitutive model, contractual-constitutive model. Thirdly, Is it possible for the federal institutions to reach, not only legal but also ‘de facto’ (political and economic) “equal rights”? Or is asymmetric federal structure inevitable? Fourthly, how may the federal relations be improved protecting the interests of the different ethnic groups, without harming the state’s unity? The article is concluded listing the aims that Russia has to reach in order to realize its democratic evolution without any losses.