TAYYİP ERDOĞAN’LA ÇANAK SORU OLMADAN SIKI BİR RÖPORTAJ

ŞIH Şamil
26 Ağustos 2010

Türkiye’den ayrılmak için Atatürk havalimanına doğru yola çıktım. Taksideyken, yine biri çaldırıp çaldırıp kapatıyor.


Tayyip Erdoğan’la yaptığım röportajdan bir kare. Söylediklerini son derece ciddi ciddi dinlerken sadece sizler için CC’nin ünlü haber muhabiri Merilin Simit çekti.

Ben bu çaldırıp kapatanlara artık bozulmaya başladım. Fakat numara tanıdık. Almanya’dan Der Spiegel Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hans Müller’in telefonu bu. Şimdi azarlayıp küçük düşürmeyim diye aradım ”n’aber” demeye kalmadan başladı konuşmaya.

Aman gadasını aldığım, günlerdir telefonunu açmıyorsun. Angela Merkel fellik fellik seni arıyor. Sıra niye hala bana gelmedi diye mızıklanıyor. Atla gel sana Fleming’s Deluxe Hotel’de suit daire kiraladık, dedi. Yahu şimdi başka işlerim var falan diye kıvırmaya çalıştım ama gözünün yağını yiyeyim işimden olurum, çık gel, diye inledi. Ne de olsa meslektaşız kıramadım.

Atatürk havalimanına geldiğimde, iki sivil polis koluma girdi. Biri, bizimle merkeze kadar bir geleceksiniz, dedi. Tüh, galiba röportajlarımdan dolayı beni içeri tıkacaklar derken, sevimli olan sivil polis öbürüne, ulan kıro merkeze değil başbakana gideceğiz, diyecektin. Sonra bana döndü, kusura bakmayın beyefendi sayın Başbakan’ımız Tayip Erdoğan bey sizi huzurlarına istediler, dedi.

Yahu bir yere gideceksem ben kendi irademle giderim, böyle koluma girerek görüşmeye mi götürülürmüş, dedim. Dinleyen kim, biri başımı tutarak siyah bir Opel’in arka kapısından soktu içeri beni.

Yolda zevzeklik edeyim bari dedim. Eeee, arkadaşlar benim bildiğim başbakanlık Ankara’da. Uçakla gitsek daha iyi olmaz mıydı. Sinir tipli polis döndü. Yok sizin için buraya geldi Başbakan. Topkapı Sarayı’nda ağırlayacak şahsınızı, dedi. Bu arada telsiz cızırdadı. ‘’Misafirimiz sağ salim geliyor mu?’’ Sevimli sivil arkadaş telsizin mandalına bastı. ‘’Yoldayız amirim 10 dakka sonra saraydayız.’’

Aha da geldik Topkapı Sarayı’na. Cümle kapısından girer girmez, timpaniler (Bilmeyene not: Büyük davul) çalmaya başladı. Gayri ihtiyari yerimden fırlamışım. Sinirli sivil polis, korkma, dedi. Bunlar Mehter Takımı seni yemezler.

Bu sinirli sivil polisi gözüm hiç tutmadı.

Altta kalmadım elbette. Zahmet etmişiniz, ne gerek vardı Mehter Takımı’na sade bir karşılamada yeterliydi benim için, dedim.

Sinirli sivil polis ters ters baktı. Senin için değil, turistler için buradalar, ne üzerine alınıyorsun, dedi.

Büyükçe bir avludan geçip, yine büyükçe bir salona aldılar beni. Sırtı dönük biri duruyor. Elleri arkasında. Boyu eh işte benim kadar neyim. Ağır ağır döndü.

Dudakları öne doğru büzüşük, sert sert bakıyor.

Karşımda tüm haşmetiyle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayip Erdoğan duruyor.

Hoş geldiniz, dedi.

Hoşgördük, dedim.

Buyrun oturun röportaja başlayalım, diye salonun tam orasındaki 2 berjer koltuğu gösterdi.

Boş bulunmuşum: Emredersiniz sultanım, deyiverdim. Eh çocukluğumuzda az Malkaçoğlu filmi seyretmedik.

Ses etmedi. Karşılıklı oturduk.

İçerisi ana-baba günü gibi. Sağa sola koşturanlar, bizim acar foto-muhabirimiz Merilin’in fotograf çekmesini önlemeye çalışan korumalar ordusu.

Herkes dışarı, diye gürledi Erdoğan. Altımdaki koltuk sarsıldı. Ulan, dedim tam da İstanbul depreminin olacağı zamana denk geldik. Gazetelerde okumuştum, büyük İstanbul depremi her an olacaktı ve de yıkılacak binaların içinde Topkapı Sarayı’nın da adı geçiyordu. Erdoğan’ın sesinin yankısı odada kaybolunca oturduğum koltuk da sarsılmayı kesti. O zaman anladım ki, gerçekten Anadolu’nun bağrından kopmuş yağız bir başbakanla karşı karşıyayım.

Buyrun, diye yine gürledi.

Altımdaki koltuğun sarsılması yine biraz panikletti. Estağfirullah önce siz buyurun, dedim.

Olmaaaaaaazzzz, dedi. Bir kere size kırıldım. Taaaa buralaraaa ka-dar gelip benimle rö-por-taj yapmadan gitmenizi kınıyorummmm.

İyi dedim, içimden. Artık koltuğumun sarsılmasına da alıştım. Dangadanak sorulara gireyim. Ancak tırstımı da itiraf edeyim.

Bu arada unutmadan yazayım: Erdoğan’ın çoğu miting konuşmasını özenle dinleyen biriyim. Hep dikkatimi çekmişti. Bazı sözcükleri söylerken vurgulamak amacıyla ilkokul bebesi gibi hecelere bölerek söylüyordu. Ben bunu sadece mitinglerde yapıyor sanıyordum. Meğerleyim normal konuşmasında da aynı şeyi yapıyormuş. Örneğin; ”yapılmamıştır” mı diyecek ”ya-pıl-ma-mış-tır” diyor. Aşağıdaki röportajı okurken bu notu aklınıza getirin.

TAYYİP ERDOĞAN’LA ÇANAK SORU OLMADAN SIKI BİR RÖPORTAJ
CC and CNN Report, 26 Ağustos 2010


ŞIH Şamil:
Sayın Erdoğan, baştan söyleyeyim ben obcektif gasteciyim. Öyle çanak soru sormam baştan anlaşalım.

Tayip Erdoğan: Sor!

ŞIH Şamil: Ülkenizin, Atatürk’ten sonraki en etkili politikacısı olarak kabul ediliyorsunuz. Bazı kesimlerin sizi tanımladığı gibi kendinizi bir ‘Sultan’ olarak görüyor musunuz?”

Tayip Erdoğan: Kendimiiiiiiiii, cum-hu-ri-ye-ti-mizin kurucusu A-ta-türk ileeeeeee hiçbir zaman kıyaslamaaaaaam. Sultan ya da paşa olma niyetiiiiiiiiim de yok.

ŞIH Şamil: Tamam. Peki CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun boyuyla niye ilgilisiniz? Tamam bizden kısa olabilir ama bu onun kalitesini etkiler mi?

Tayip Erdoğan: Biiiiiizzzzzzz, Türkiye’nin demokrasiye geçmesi için önümüzeeee çıkan her türlü en-ge-li aşmayaaaaaa kararlıyız.

ŞIH Şamil: İyi de hünkarım bu cevabınızın benim sorumla ne alakası var.

Tayip Erdoğan: I do not think I will be coming back to Davos after this because you do not let me speak. Why did they fire rockets? There was no siege against Gaza. Why did they fight us, what did they want? There was never a day of starvation in Gaza.

ŞIH Şamil: Vıyyy! Hünkarım hayırdır?

Tayip Erdoğan: Benle dalga geçiyorlardı ya. Sen obcektif gastecisin bak gör bül-bül-ler gibi İngilizce şakıyorum.

ŞIH Şamil: Anlaşıldı haşmetlü efendimiz. Ben şimdi başka bir soru soracağım. Ermeniler için AB’de ‘’soykırım’’ telaffuz ediliyor. Ne diyorsunuz. 

Tayip Erdoğan: Külliyen yalan. Biz soy-kı-rım neyin yapmadııııııkkkk… Fak-at Ruslar size soykırım yaptı.

ŞIH Şamil: Hayatımda yaptığım en acayip röportaj bu olacak herhal hünkarım… Neyse bir soru daha sorayım. Niye sürekli suratınız asık?

Tayip Erdoğan: Çünküüüü, bizim hal-kı-mız gülümseyen lideri sevmez. Bunu yazma Şıh’ım. Sonra aramız açılır.

ŞIH Şamil: Tamam haşmetbap emriniz olur. Bir soru daha. Demokrasi demokrasi diyorsunuz. Sizi destekleyen sol cenahtan da insanlar var.

Tayip Erdoğan: Tab’i olacak… Sıkıysa desteklemesinler. Bunu da yazma…

ŞIH Şamil: İyi de demokrasi için hayatınızı adadıysanız, İran’da bir kadını taşlayarak öldürecekler. Onun demokrasiden faydalanması gerekmiyor mu? Hadi sizi anladık din kardeşisiniz ses etmiyosunuz. Sizi destekleyen solculardan niye ses çıkmıyor.

Tayip Erdoğan: Bizim Kasımpaşa’da bir laf vardır Şeyh’im. Pardon ağız alışkanlığı, Şıh efendi.

ŞIH Şamil: Uhhh!

Tayip Erdoğan: Kasımpaşalılar der ki, ‘’uy uşağum sen Laz misun? Diğeri de cevap verir. Yok uşağum Laz değilum, Tirapzonluyum.

ŞIH Şamil: Ne alaka?

Tayip Erdoğan: Kel alaka. Şimdi röportajda İranlı kadının ne alakası vardı?

ŞIH Şamil: Demokrasi evrensel diye biliyordum o nedenle sordumdu…

Tayip Erdoğan: Senin ordan öyle mi görünüyor.

ŞIH Şamil: Tamam, tamam hünkarım. Şimdi başka bir soru. Demokrasi güzel bişey de mesela sizin İmam Hatip’liler için verdiğiniz şanlı demokrasi mücadelesinin bir benzerini diğer meslek liseleri için neden vermediniz? Katsayıda haksızlıksa, hepsine haksızlık yapılıyordu.

Tayip Erdoğan: Bir gün Laz’ın biri diğerini görmüş. Ula, demiş havaalanı nerededur? Öbürü cevap vermiş: Nerededur?

ŞIH Şamil: Vıy! Peki, restaurantta içki istedim. Ramazan ayındayız, içki miçki yok dediler. Şimdi siz inancınız gereği oruç tutuyosanız, herkes bu ayda sizin gibi yaşamak zorunda mı? Bu anti-demokratik bir davranış değil mi?

Tayip Erdoğan: Şıh efendi, Şıh efendi… De-mok-ra-siiiiiiiii oruç tutana say-gı göstermektir.

ŞIH Şamil: İyi de hünkarım. Oruçlu adam zaten restoranda değil. Dolayısıyla benim içkimden o dindar kardeşiniz nasıl etkilenip saygısızlık kabul ediyor?

Tayip Erdoğan: Laz’ın biri bir gün kapısını kitlemiş, anahtarı da kapının önündeki paspasın altına koymuş. Sonra da kapıya bir not yapıştırmış: Anahtar paspasın altında.

ŞIH Şamil: Bir  gazetede okumuştum. Erbakan hocanın korumalarının tümü Çerkes diye. Sizinkiler de Çerkes mi?

Tayip Erdoğan: Yok benim tosuncuklarım öz be öz Müslüman ve Türk ev-lat-la-rı-dır. Fak-at Çerkezlerde bizim öz kar-deş-le-ri-miz-dir.

ŞIH Şamil: İyi ama Abhaz-Gürcü savaşında neden Gürcistan’a destek verdiniz? Bu nasıl öz kardeşlik oluyor?

Tayip Erdoğan: Sen bu işlerden anlamazsın Şıh efendi. İş devlet çıkarına geldi mi kardeşlik neyim olmaz…

ŞIH Şamil: Haşmetli devletlüm, artık müsaadelerinizi  arz etsem. Angela Merkel bekliyor. Ayıp olmasın kadına.

Tayip Erdoğan: İyi iyi. Ben de sıkıldım zaten bu röportajdan. Nöbetçileeeeeeerrrr… Pardon, korumalaaaaarrrrr… Gelin bu Şıh efendiyi havalimanına gitmesi için Metrobüs durağına bırakın.

ŞIH Şamil: Aman devletlüm…

Tayip Erdoğan: Merkel’e I say hello, demeyi de unutma.

ŞIH Şamil: ’’Say Hello Merkel for me’’ demek istediniz herhal.

Tayip Erdoğan: Korumalarrrrr… Vazgeçtim. Halk Otobüsü durağına bırakın…