NE OLUYOR DA OLMUYOR

Kuban Paul Seauhmann
02.12.2003

Başlık anlamsız oldu. Bu kadar anlamsızlık içinde başlığın anlamlı olması çok da önemli değil. Bu haftaki yorumumuzu televizyon ve radyo üzerine yapalım.

Türkiye Hükümeti bir karar aldı ve etnik dillerde yayına izin verdi. Bir anda inanılmaz gibi görüldü. Gerçekten olur muydu? Oldu ama bizim yorum başlığı gibi oldu.

Kısaca durumu özetleyelim: RTÜK, Türkçe dışındaki dillerde yayını düzenleyen yönetmeliği hazırladı. RTÜK’ün izleyici profilini oluşturmasından sonra yerel kuruluşlar etnik kültür yayını yapabilecek. Radyoların günde 60, televizyonların 45 dakika yayın hakkı var.

Bu durumda dağ fare doğurdu. Yani bize kanaldan su akacak ama koskoca ırmaktan bir parmak boru aracılığıyla. İşin daha da trajikomiği; eğer programınızı televizyonda yayınlıyorsanız Türkçe altyazı yazmak zorundasınız. Radyolarda da programın hemen ardından Türkçe olarak aynı program bir kez daha yayınlanacak.

Profesyonel yayıncılık açısından komik ötesi bir durum.

Unutmadan; bir de yayınlarınızda dil eğitimi veremeyeceksiniz. Haftada 4 saat yayınla nasıl olacaksa? Yani insanlarla resmi makamlar aracılığıyla alay ediyorlar.

Ama bu iş böyle, gelişmemiş ülkede yaşamanın bedeli ağır.

Sürgün sonrası ilk 10 yılda çekilenleri bir anımsayın. Genç kızlarımızın flamalarını bayrak sanıp haklarında soruşturma açılmasından tutun atlarımızın eyerlerindeki aile damgalarımızı şifreli mesajlar olarak değerlendirilmesine kadar bir dizi örnek verilebilir.

Daha da komiği var. Kuşların göç yollarını inceleyen bilim adamları; göçmen kuşların ayaklarına numara ya da harflerle kodlanmış metal halkalar takarlar. Türkiye üzerinden geçerken avcılar tarafından vurulan bu kuşlar büyük paniğe neden olurdu. Bilezikteki kodların ajan kodları olduğu sanılırdı. Bu olay çok değil bundan 10-15 yıl önce oldu.

Elbette bu denli etrafından tedirgin olan bir anlayışın daha üst düzey bir işte sakin düşünüp mantıklı karar alabileceği söylenemez. Çünkü bu bir kültür sorunudur. Yani bir ülkedeki azınlıklar kendilerini zaten o ülkenin vatandaşı olarak kabul edip, askerlikten vergiye kadar her kademesinde yaşıyorsa o zaman bu korku neden?

Çünkü korku beyinde. Başkasının düşüncesinden ve inancından korkup onu umacı gören herkesin ortak tavrı yasaklamaktır. Bunu gücü yetmiyorsa engellemektir. Onu da yapamıyorsa, yok etmektir.

En ilkel insan tavrı, herkesin kendi gibi yaşamasını dayatan tavırdır. Ben buna inanıyorum sen de inanacaksın, ben bunu beğeniyorum sen de beğeneceksin…

Radyo ve televizyonun gücü belli. Gerek eğitim gerek öğretim açısından önemli iki araç. Dolayısıyla kültürleri koruma içinde önemli bir yol. Elbette vatandaşı olduğunuz ülkenin genel birlik ve beraberliğine zarar verici yayın yapmak söz konusu olamaz. Gelişmiş  ülkelerde bunun çözümleri olduğuna göre sorun yok. Olabiliyor demek ki. Önemli olan vatan parçalamasını önleyim derken kültürleri yok etmemek ve onlara destek olmak. Uygar devlet yönetim anlayışı budur.

Kuzey Kafkasya dışında başka ülke vatandaşı olarak yaşayan hiçbir Çerkes’in bugüne kadar ayrılıkçı bir düşünceye sahip olduğu görülmemiştir. Üstelik, çoğu zaman ülkenin gerçek sahiplerinden daha fazla yaşadıkları ülkeye sahiplendikleri bilinir. Bu durum Türkiye hükümeti için de önemle dikkate alınmalıdır. Kurunun yanında yaş da yanar mantığıyla uygarlık tarihinin çok önemli temel taşı olan Çerkes kültürünün gelişmesi için destek verilir.

Elbette bu bir dilek…

Gerisi onlara kalmış…

SonSöz
Çerkes, herkesle iyi ilişki kurabilendir. (Kuban)