NE Mİ YAPMALIYIZ?

Dr. YEDİC Batıray Özbek
01.07.2006

Adigeler olarak halen küçük başarılara seviniyoruz. Bunun başarı olamayacağı yönündeki eleştirilere verilen yanıt ise; ‘’biz ancak bu kadar yapabiliyoruz. Sen gel daha iyisini yap!’’ Genelde de sevincimize neden olan nesne de hep aynı şey oluyor. Halk oyunlarımız.

Önce ben ne istiyorum, diye bir soruyu kendimize yönelttikten sonra cevap aramamız gerekir.

Yukarıdaki soruya iki yanıt verebiliriz.

a) Dönüş
b) Kalış

Her kişi seçimini yaptıktan sonra, seçimini yaptığı doğrultuda plan ve proje üretir.

Her fırsatta yazdığım gibi plan projeye geçmeden kendimi ve kendimizi iyi hem de çok iyi tanımalıyız. Ne yapabileceğimizi ya da yapamayacağımızı açık ve seçik olarak bilmeliyiz. Hayallerle değil gerçeklerle uğraşmalıyız.

Adige kalmak istiyor muyuz? İstiyorsak cevabını herkes biliyor. Dönmektir. Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, ne kadar çok özgürlüklerimiz olursa olsun yine de asimile olmamız yok olmamız mukadderdir.

Adige olarak ancak kendi vatanımızda kalabiliriz. Kaf-Fed’in yaptığı ya da yapacağı dil kurslarına umut bağlayanlar zaman içinde yanıldıklarını anlayacaklardır. Çünkü dilin yaşayabilmesi için günlük yaşamda sözlü ve yazılı olarak kullanılması gerekmektedir. Medyalarda kullanılması gerekmektedir. Devletin resmi dillerinden birisi olmalıdır.

Dönüş ya da dönmek çok cesaret isteyen bir eylemdir. Bu cesareti ise çok az Adige gösterebilmiştir. Adige halkının ilk cumhurbaşkanı sayın Carım Aslan Türkiye’den giden delege gurubunu dinledikten sonra şunları söylediği anlatılır: ’’Siz sıkıntı çekmeden, bir yeriniz acımadan, cebinizden  para çıkmadan vatan sahibi olmak istiyorsunuz. Maalesef buna imkan yok.’’

Dönüş ekonomik ve sosyal sıkıntıları da beraberinde getirebilir. Adige kalabilmek için vatan sahibi olabilmek için her türlü zorluklara katlanmamız gerekir.

İsraillileri örnek alalım. Hiç gittiniz mi bilmem ama ben gittim. Dünya ekonomisini ellerinde tuttukları söylenen ve yazılanları hatırlayıp da gördüklerimle karşılaştırınca sukutu hayale uğradım. Köyleri ve kentleriyle tipik bir Ortadoğu devleti.  Kapital sahiplerinin paralarını sorumsuzca İsrail’e döktüklerini sanmıyorum. Bunca huzursuzluğa ve tehlikelere rağmen İsrail’e göç edenler sınırlara en tehlikeli bölgelere yerleşiyorlar. İşte gerçek vatan sevgisi budur.

Bizde ki vatan sevgisi uzaktan sevgidir. Bizde ‘’deplasman’’ sevgisi var. Bizler dikensiz, problemsiz bir sevgi arıyoruz. Her türlü sorunlarımız çözüldükten sonra rahat yaşamak için -o da şüpheli- gideceğiz. Vatan sevgisinden çok söz eden birisinin; ’’dönerim ama bana beş bin Dolar aylık bağlarlarsa’’ dediği anlatılıyor. Bunun ciddi söylenebileceğine inanamıyorum ama şakası bile çok yakışıksız.

Çoğumuzun vatan sevgisi dilinin ucundadır. Dönmemek için ufak bir çocuk gibi bahane üstüne bahane uyduruyor,  kendi kendimizi kandırıyoruz. Şu anda geriye dönen bir avuç insan kapital sahibi değillerdi. Önce küçük kiosklar çalıştırdılar. Herkes acıdı onlara. Onlar azimle direnerek örnek oldular.

Size belki de adlarını duymadığınız iki örnek dönüşçüyü, örnek olur umuduyla, çok kısa tanıtmak istiyorum. Antalya doğumlu bayan Tameris Özbek. Liseyi seksenli yılların ortasında bitiren genç kızımız anavatan da okuyacağım diyerek tek başına Nalçik’e giderek orada yüksek okulu bitirmiştir. Evet, onu yedi yaşında, komünizm zamanında korkmadan, çekinmeden anavatana gidip okumak için çok, hem de çok medeni cesaret gerektirir. Anne babasının da cesaretli korkusuz olması gerekirdi. Nalçik kentine yerleşen Tameris ebeveynini ve kardeşini de oraya götürerek yerleştirdi, orada evlenerek yuva kurdu.

Perostorika ile karayoluyla Maykop’a giderek yerleşen Şengül hanım. Kimseye yük olmadan onurla çalışarak geçimini kazanan ve üniversitede Adige dili bölümünü bitiren Şengül hanım hakkında tek bir  kelime kullanıyorum. Nart Seteney Guaşe.

Neyin nasıl yapılacağını, anladıysanız; bu iki hanım kızımız, en açık şekilde bize örnek olarak gösterdiler.

Dünyada hiç yapılmayan bir şeyi yapıyoruz. Ancak yapmamalıyız. Ne istediğimizi bildikten sonra gerisi çok kolay.

Önce kendimizi tanımamız gerekir.  Nasıl ki virüslerle dolu bilgisayarı yenden  formatlamak zorundaysak aynı şekilde şimdiye kadar öğretilen ve yazılıp çizilenleri beynimizden silmemiz gerekir.

Yıllardır beynimize yavaş yavaş işlenmiş olan hatalı bilgilerin sonucudur ortada olan asimilasyon. Diasporada bilimcilerce hazırlanan tarafsız doğruya yakın yazılmış bir tarih kitabımız bile yok. İyi niyetli arkadaşlarımızca kaleme alınan kitaplar sadece iyi niyette kalmaktadır: hatalıdırlar, tarafsız değillerdir, bilimsel değillerdir. Hangi tarih bilimcisinin tarihi eserini gösterebilirsiniz?

Yıllardır genelde kaleme alınan konular her nedense hep aynı. Göç, sürgün ve Rus düşmanlığından oluşmuş bir travma yaratıldı. Bu travmanın içinde kendi kendimizi tutuklayarak, kendi kendimizi boğup, yok ediyoruz. Artık 140 yıllık travmayı yıkamamız ve içimizden atmamız gerekir.

Rus ve Rusya düşmanlığı üzerinde tartışmak istenmemiş ve istenmemektedir. Suçlananı dinlemeden başkaları kendi adlarına yargılayıp verdikleri kararı bizler de genelde itirazsız kararı kabullendik ve onların yolunu takip ediyoruz. Çünkü bu yol hem kolay  hem çok alkış topluyor.

Sürgüne ve sürgün sonrası etnik kıyımımızın asıl sorumluları olan İngiliz ve Osmanlılar ve bazı Adige soyluları el üstünde tutulmaktadırlar. Onların dokunulmazlığı vardır. Bu tabular yıkılmadığı sürece gerçekleri öğrenemeyeceğimizden aynı havanda su dövüp duracağız.

Yıllardır kültürü halk oyunlarıyla özdeştirerek düşünemez hale getirildik. Sonuçta da Çerkesliği; gösterişte, şekilcilikte, halk oyunlarında görüp, etnik ve kültürel sorunumuzu bunlarla çözmeye kalktık.

Ünlü yazarımız Kuyeko Nalbi’nin  ‘’Xeta Adıger? Kim Adige?’’’ adlı tiyatro eserinde Adigelerin yüzyıllardır iyileştiremediği hastalığı olan kabileciliği ortaya koyarak yargılamaktadır.

– Ben Bjeduğ, ya sen?
– Abzech, ya sen?
– Kabardey.

‘Peki kim Adige? Sen Bjedugh isen, ben Shapsugh’sam Adige nerede? Kim Adige?’’

Evet, kim Adige? Kabileciliği bırakarak, Adige bilincine ulaşmamız gerekir.

Çerkes halkının sosyal ve ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmediği gibi sorunların çözümü zamana bırakılmıştır. Zaman ise sorunları çözemediği gibi toplumumuzun birlik ve beraberliğini yıkmıştır etnik olarak yok olmasına etkin rolü olmuştur. Örnekleyecek olursak: Başlık parası nedeniyle evlenemeyenler. Suriye ve Ürdün’de alınan thamadeler kararı ile sembolik hale getirilmiştir.

Halen sınıfsal üstünlüğü ile övünen ve onun arkasına sığınarak kendilerine saygınlık kazandırmak isteyenler vardır. Sınıfsalcılık yapanlarla mücadele edilerek teşhir ederek eğer kendini düzeltmezse toplumumuzdan atılması  ve uzaklaştırılması gerekmektedir.

Adige Cumhuriyetleri ve Adigeler hakkında bir şeyler yazarken çok çok düşünerek, getiri ve götürüsünü çok iyi hesapladıktan sonra yayınlamamız gerekir.

Bilhassa dışardan anavatana karışmamak gerekir. Anavatanda kalan 30 bin Adige 2milyon diaspora Adige’sinin yapamadığı ve yapamayacağı çok şeyleri başararak bize hediye etmişlerdir. Onlara ancak saygı duyulur. Bizim sorunumuz diasporadır. Diasporaya karışabiliriz.

Doğu insanının karakteristik özelliği olan suçu başkalarına atmaktan vazgeçmemiz gerekir. Suçu önce kendimizde arayacağız.

Halen kendimizi dünyanın ekseninde görenlere rastlıyorum. Bu tür etnozentrist yaklaşım tarzını unutmamız gerekir.  Bulumenbach’ın 1770’li yıllarda eline geçen kafataslarından biri çok hoşuna  giderek ve bunun Kafkaslardan geldiği içinde beyaz ırkın Kafkaslardan geldiğini yazmasıdır. Kafkaslardan geldiğini söylemektedir ama Çerkes’ten söz etmemektedir.

Kendi kendimizi övme ve beğenme,  dünyanın merkezinde kendimiz görme  hastalığından uzak durmalıyız.

Adige atasözü der ki; kendi başını övenin hiçbir değeri yoktur.
‘’Şha şıtchujh sıdım yıvas’’.