NART MIĞEZEŞKO VERZEMES’İN (VERZEMEG) PSETIN GUAŞE İLE EVLENMESİ (1)

TIV Brakıy
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız

Nart Mığezeş guaşenin üç oğlu vardı: Verzemes, Yımıs ve Pşımaruk (Пщымарыку). Ayrıca üç de kızı vardı.

Mığezeş ölürken oğullarına vasiyette bulundu: “Çocuklar, dedi. Kızları birer iyi kişiyle evlendireceksiniz.

Ölümümün üzerinden yedi ay kadar bir süre geçtikten sonra, bir gece yarısı atlının biri gelecek ve “Hazır mısınız?” diye seslenecek, ona en büyük kızı veriniz. Üç ay geçtikten sonra, bir gece yarısı daha başka biri gelecek, ona da ortanca kızı veriniz. En küçüğünü de gece yarısı en son gelene verirsiniz. “Kimsiniz, kimlerdensiniz?” gibi şeyler sormayınız. Ahırda üç at duruyor, dedi. Bu üç atı ve hayvanları alınız, birbirinize değer veriniz. Birbirinizden ayrılıp ayrı yuva kurmanız gerektiğinde, malları söyleyin de sizin adınıza Nart Khasesi (2) bölüştürsün. Ben bölüştürmem. Çünkü “ona daha çok”, “bana daha az verdiniz” der, bana içlenirsiniz.

Yedi ay sonra, Mığezeş guaşenin dediği gibi, gece yarısı bir atlı çıka geldi. “Jov” (Hu), diye bağırınca Verzemes dışarı çıktı.

Verzemes gelen atlıyla konuşup içeri döndü. Ağabeyinin yanına varıp durumu anlattı:
– Durum bu, ne düşünüyorsunuz, dedi.
– Neyin nesi olduğunu bilmediğim birine kız kardeşimi veremem, git yat, dedi ağabeyi.

Ancak; Verzemez, yine de kız kardeşinin yanına varıp durumu anlattı, “bu gelen kişiye varmak istiyor musun” diye sordu.
– İstiyorum. Çok öncesinden kararlaştırılmış bir söz bu, dedi kız.
– Öyleyse hazırlan, dedi ve kızı gelen atlıya verdi Verzemes.

Üç ay sonra ortancayı, ardından da en küçüğünü, ağabeylerine bile danışmadan gelenlere verdi.

Ağabeyleri, “Kızları ne yaptın” diye Veremes’e sordular. Verzemes de, “evlendiler, kendi istekleriyle gittiler”, dedi.
– Hayır, sen verdin onları, diyerek kızdılar Verzemes’e.
– Konuk geldiğinde kızların yaptığı işleri ceza olarak artık sen yapacaksın, diyerek bu yükü Verzemes’in sırtına yüklediler.

Ev işlerini bir süreliğine yüklendi ama artık dayanamaz hale gelince, arkadaşlarının yardımıyla büyük ağabeyini evlendirdi.

Bir süre sonra ortanca ağabeyi de evlendi. Ağabeyleri Vezemes’i de evlendirmeyi düşündüler ama Verzemes:
– Ben kendi istediğim biriyle, sadece Nart Setenay’ın kız kardeşi Psetın guaşe (3) ile evlenirim. Bütün bir Nart ülkesinde evlenmek istediğim başka biri yok, dedi.

Kardeşleri çıkıştılar:
– Çok zor, olanaksız bir şey bu, diyerek.
– Ona ilişkin çok şey duyduk, kız çok uzak, ulaşması olanaksız bir yerde, olmaz bu iş, gidemezsin, dediler.
– Giderim, dedi Verzemes de.

Üç at içinden Verzemes’in payına yeşil at düşmüştü.

Verzemes, yola düşmeden önce yengelerine dönüp son arzusunu söyledi:
– Sağ kalırsam dönerim, dönemezsem cesedimi getirmelerini ayarlarım, cesedim gelmeden yasımı tutmayın.

Yola koyuldu, az gitti, uz gitti, sonunda köyün birine ulaştı. Bir koyun çobanı ile karşılaştı:
– Bereketli ola çoban, dedi.
– Sağol, buyur!
– Sen de sağol, köyde kime konuk olabileceğimi soracaktım, diye sordu.
-Öyleyse oraya konuk ol, diye bir bahçeyi gösterdi ve yaşlı birine danışman gerekirse çekinmeden bana danışabilirsin, dedi.

Doğruca gösterilen bahçeye girdi. Konuğu hemen haç’eş’e (konukevine) alıp evin hanımını haberdar ettiler:
– Konuğumuz var, hemen bir şeyler hazırlamak gerekir, dediler.

Evin hanımı su almaya bahçeye çıktığında kardeşinin yeşil atını görüp tanıdı. Kadın Verzemeg’in kız kardeşiydi. Haçeş’e girer girmez kardeşini tanıdı.
– Olmadı, Verzemeg, sen konuk olamazsın, hadi gidelim, diyerek asıl eve götürdü, ellerini yıkatıp birlikte yemek yediler.

Verzemeg kız kardeşine, eşin bahçede şu gördüklerimden biri mi, diye sordu.
– Değil, Psetın guaşenin ‘heğaşö’suna (хэгъашъо/şölenine) gitti, dönmesi an meselesi, diyecekti ki, adam da dönüverdi.

Atını ahıra götürdüğünde, kendi atının yerinde başka bir atın bağlandığını görmüştü. Konukevine vardığında,
– Konuk burada değil. Guaşe (evin hanımı) gelip “sen konuk değilsin” diye alıp götürdü, dediler odadakiler.
– Ooo, demek ki ağır bir misafir gelmiş olmalı, diyerek eve gitti.

İçeri girdiğinde Verzemes’in katlanmış yatağın üzerinde oturduğunu gördü, selamlayıp yanına ilişti. Kocasının dalgın halini gören karısı sordu:
– Bu oturanı tanımadın mı?
– Tanıdım, kardeşin.
– İşte beni sana veren en küçük ağabeyim bu, dedi.

Yine de kocasının dalgınlığının sürmesi üzerine yeniden sordu:
– Niye neşesizsin böyle? Beni geri götürmeye ya da bir şey istemeye mi geldi sanıyorsun, dedi.
– Hayır, beni düşündüren şey başka, üçümüz arasında bir sorun olabilir mi, götüreyim derse götürür, hayvan derse, veririm. Benim düşündüğüm şey, başka şey, deyip anlatmaya başladı.
– Düşündüğüm şey, katıldığımız gegu (4) (джэгу) süresince, kardeşimle beni şenliği yönetmekle görevlendirdiler. Evvelki gün şenliği tamamladık ama işin gereği diyerek hemen dönmedik, iki gün daha orada kaldık. İşimizi tamamlayıp dönüş yoluna koyulduk. Dönerken bir orman kıyısında bir kızın feryat ettiğini duyduk. Birbirimizden ayrılıp beklemeye başladık ama kızı götüren kişi ağzımızı açmamıza fırsat bile tanımadı! Çarpıp hızla yanımızdan geçip gitti. Altında Jak adlı yetişmesi olanaksız bir at var. Ne yapabiliriz, diye düşünüp duruyordum, dedi ev sahibi.
– Psetın guaşeyi kaçırıp götürdüyse, ben de onun için gelmiştim zaten, gider ölü ya da diri bulur getiririm, dedi Verzemes.

Verzemeg’i durduramadılar. Gece yarısı demeyip koyuldu yola. Dümdüz bir yol tutturmuş gidiyordu. Sonunda, bir köy kıyısında, bir koyun çobanı ile karşılaştı.
– Buyur, dedi çoban.
– Sağol, buyuracak zamanım yok, işim acele. Kime konuk olmam uygun olur, diye sorunca; ihtiyar, bir bahçeyi gösterdi.
– Bir sorunla karşılaşırsan beni geçip gitme, dedi çoban.

Bahçeye girer girmez Nart Verzemes’i karşıladılar ve buyur ettiler.

Evin sahibesi bahçeye çıktığında yeşil atı tanıdı. Doğruca konukevine gidip Verzemeg’i aldı: “Konuk değilsin ki sen!” diyerek.

Bir süre sonra kocası da dönüp yanlarına geldi. Oturdu ama neşesiz, kara kara düşünüp duruyordu. Karısı sordu:
– Nedir seni böyle düşündüren şey, diye.
– Düşündüğüm şey, ormandan geçerken Arhon Arhonıj’ın (6),Psetın guaşeyi feryat içinde götürmekte olduğunu gördük. Ancak bir şey yapamadık, yaralanan ve ölenlerimiz oldu. Yine de sıyrılıp gitti aramızdan.
– Ben de Psetın guaşeyi arıyordum, ya kendisini ya da ölüsünü getiririm, deyip atına atlayıp yola koyuldu.

Sonunda, yine bir köy yakınında bir koyun çobanı ile karşılaştı. Çoban Adige geleneğine uygun olarak, “Buyur” diyor ama yaşlı biri olduğundan ona değil, daha uygun birine konuk olmak istiyor ve çobandan uygun bir ev soruyor. Verzemes, çobanın söylediği evin bahçesine giriyor. Atını bağlama yerine bağlayıp konuk evine giriyor. Kız kardeşi atı tanıyıp Verzemes’i alıp büyük eve götürüyor. Verzemes kız kardeşine soruyor:
– Ev sahibi evde değil mi?
– Hayvanlarını görmeye gitti, dönmesi yakındır. Derken hane sahibi de geldi. O da oturup düşünmeye başladı.
– Beni sana veren burada, sen dalmış gitmişsin.
– Yoo, buraya gelirken Psetın’ın evindeki ‘gegu’dan dönenlerle karşılaştım, onların söylediklerini düşünüyordum.
– Ben de onu arıyordum, hemen gitmeliyim, dedi Verzemes.
– Olmaz, gitmemelisin, onu alt etmek olanaksız, karısı olsun diye kaçırmadı onu, kendisiyle boy ölçüşecek bir Nart yiğidi olup olmadığını sınamak için yaptı bunu, dedi öteki.

Delikanlıyı durduramayınca:
– Atın bu iş için yetersiz,-deyip kendi atını verdi. Bir ırmakla karşılaşacaksın, ırmağı atla geçemezsin, denemeye kalkışma, ırmak boyunca ilerlersen bir kayıkçıyla karşılaşacaksın, onun yardımıyla ırmağı geçmeye bak, dedi.

Verzemes söylenen ırmağa ulaştı, ırmak boyunda ilerlerken yaşlı biri ile karşılaştı.
– Nereye gidiyorsun, evlat, karşı yakada tehlikeli biri var, kuş bile uçurtmuyor, her gideni acımadan öldürüyor. Sen de canından olmayasın.
– Hayır, beni kimse öldüremez. Nasıl suyu geçebilirim, onu söyle sen bana, dedi. İhtiyar çocuğu ırmaktan geçirip şunları söyledi:
– Öğle vakti ormanda saklan. Gece yola koyul, sabaha karşı gidip onu görünmeden görmeye çalış, önce seni görecek olursa, seni asla sağ bırakmaz, çok dikkatli ol.

Verzemes gece boyunca ilerleyip sabahleyin devin sarayına ulaştı. Psetın guaşenin ağlama sesini duyunca, kıza seslendi:
– Gel buraya, çite yaklaş, dedi.

Psetın guaşe çite yaklaştı:
– Girmeyecek misin bahçeye?

Psetın bahçe kapısını açıp kendisini bahçeye aldı.
– Psetın, buraya seni geri götürmeye geldim.
– Olmaz, başına iş açarsın, beni de yakarsın. Kendisi uyanmasa da atı Jak bizi duyarsa çiğneyip geçer. Kendisi öğleye kadar uyur.
– Öyleyse gidelim, öğleye kadar hayli yol alırız, deyip kızı atına alıp yola koyuldu. Sonunda kıyıdaki yaşlının yanına vardılar.
– Büyük bir tehlike içindesiniz, sizin bir haftada aldığınız mesafeyi onun atı bir günde alır, yetişir yetişmez seni öldürür, bu nedenle açıktan değil, orman kıyısından ilerle.

Olanca hızıyla giderlerken geriye bir baktıklarında bir atlının hızla peşlerinden gelmekte olduğunu gördüler.
– Bak, geliyor, ne yapacağımızı bir kararlaştıralım, diye aralarında konuştular.
– Açık yerlerden, düzlüklerden ilerlersek, at ya da koyun çobanları bizi görürler, bizi ele vermezlerse canlarından olurlar. Bu nedenle orman kıyısını izlememiz yerinde olur, ben yola devam edeyim, sen de ormanda gizlen. Ben ölsem bile, sen kurtul, elimden geldiğince katlanmaya çalışırım.

Dev Psetın-guaşeye yetişip sordu:
– Sen ve ben yedi yıl birlikte olmayı kararlaştırmıştık, peşinden bir Nart gelmediği takdirde seni bırakacağımı söylemiştim, böyle kararlaştırmamış mıydık, kiminle yola çıktın böyle, nerede o?
– Seni nasıl uyandıracağımı bilemeden, bu atlı beni çağırdığından yola çıkmıştım.
– Nerede o atlı?
– Burada.

Atlı ortaya çıkınca sordu:
– Nerelisin, ne istiyorsun?
– Ben Psetın guaşeyi götürmeye geldim, bırakırsan alıp götüreceğim, bırakmazsan seni öldürmek pahasına da olsa yine götüreceğim, dedi. Dev uzanıp delikanlıyı kaptı ve ormana doğru fırlattı.
– Gel buraya, deyip kızı da alıp gitti.
– Bundan sonra böyle bir şey yapma, yedi yıl geçtikten sonra ben seni kendi elimle evine bırakacağım, diye kızı uyardı.

Verzemes’in atı, bağlandığı yerden kurtulup köye döndü.

Durumu gören kız kardeşi ile eniştesi, “öldürülmüştür” kaygısıyla kendisini aramaya çıkmışlardı. Ormana vardıklarında Verzemes’in yamçısını buldular. “Uzakta olmamalı”, diye ararken, delikanlıyı bitkin bir halde bulup evlerine geri götürdüler.

Çocuğu tedavi edip kısa sürede iyileştirdiler. Tamamen iyileştiğinde: “Yine gideceğim”, diye tutturdu Verzemeg. Atına atlayıp kayıkçı ihtiyarın yanına vardı.
– Baba, yine gideceğim, peşimden yetişip kızı götürdü, bir yolu varsa söyle bana, tanıyorsun sen onu.
– Kendine güveniyorsan söyleyeyim: “Devin atı Jak’ı doğuran kısrağı bulur, ondan bir tay edinirsen kızı kurtarabilirsin. Bunu Psetın’e söyle, sorup kısrağı devden öğrensin ve sana söylesin. Devi ancak o konuşturabilir.

Delikanlı doğruca kızın yanına vardı. Kız telaşlandı:
– Ne diye vazgeçmiyorsun bu işten, ne yapmayı düşünüyorsun?
– Geliş nedenim farklı, Jak’ı doğuran kısrağı bulmak istiyorum, bunu ona söyletmelisin. Bu kısrağı bulursam, ancak o zaman seni götürebilirim, dedi çocuk.
– Sen ormanda saklan, gölgeni bile gösterme, söyletebilirsem söyletirim.

Arhon Arhonıj uyanıp bahçeye çıktı, demirleri düzeltti, bazılarını fırlatıp attı, ardından da kızın odasına girdi.
– Nedir bu süsler böyle?
– Bunlar saygınlamak için, bunlar Jak’ı doğuran kısrak için, nasıl bir kısrak ki bu?

Dev kuşkulandı ama kız üsteledi, sonunda devi konuşturmayı başardı: Jak’ı doğuran, H’ı T’uale (Хы Т1уалэ/Kerç Boğazı) yöresinde bir adada yaşayan, Kuheren (Кухъэрен) sahibi vıdı (cadı) bir kadına ait bir kısrak. Kız bunları hemen Verzemes’e bildirdi.
– Umudunu yitirme, sağ kalırsam dönerim, varsa böyle bir kısrak, bulurum, diyerek kıza veda etti.

(İhtiyar kayıkçıyı gördü. Ondan yolda karşılaşacağı zor durumdaki bütün hayvanlara ayırımsız yardım etmesi gerektiğini öğrendi. -H.C.Y.)

Yola devam ederken, bir çayırlığa ulaştı. Yol boyundaki bir ağacın dibine oturup biraz dinleneyim derken, yanına çok zor durumda olan küçük bir şahincik kondu.
– Çok zor durumda olmalı bu kuş, yardım etmeliyim, diyerek kuşu eline aldı.
– Beni böyle kurtaramazsın, dedi şahincik. Bunun üzerine onu koynuna koyup sakladı. Büyük bir kartal kuşu arıyordu, bakındı, bakındı ama bulamadı. Kartal gittikten sonra kuşu saldı, kuş:
– Sana şimdi yardım edecek durumda değilim ama zor duruma düşersen beni anımsa, diyerek uçup gitti.

Yola koyulup giderken çukura düşmüş bir kurt ile karşılaştı.
– Kement atıp seni çıkarayım, deyince, “Hayır öyle olmaz, sen de çukura düşersin, şu ileride bir koyun çobanı var, ondan bir koyun al, kesip azar azar bana yedir, sonra da bana yardım edersin, ancak o şekilde çıkartabilirsin beni bu çukurdan, dedi. Vezırmes çobanın yanına gidip bir koyun istedi, “Buyurursan sana koyun da keser ağırlarım” diyerek bir koyun verdi çoban. Koyunu getirip kesti, ardından azar azar kurda atıp yedirdi.
– Şimdi kemendinle beni çıkarabilirsin ama önce kemendini bir ağaca bağla, sonra da bana yardım et, dedi kurt.

Kurdun dediğini yaptı ve onu çukurdan çıkardı.
– Ne o kurt, doymadın mı? Öyleyse al, diyerek koyunun ciğerlerini de kurda yedirdi.
– Koyunların peşindeyken sürünün köpekleri beni kovalamaya başladılar, ben de kaçayım derken bu çukura düştüm. Zor duruma düşersen sen de beni anımsa, deyip uzaklaştı kurt.

Yola devam ederken deniz kıyısında bir balığın karaya düştüğünü, umutsuzca çırpındığını ama suya dönemediğini gördü. “Buna da yardım etmeliyim”, diyerek balığı aldı, temizleyip doyurdu, ardından da suya bıraktı.
– Zor bir duruma düşersen, beni anımsa, sana yardımcı olmaya çalışırım, dedi balık.

Yine yola devam ederken büyük bir ormana daldı. Ormanda yol alırken, yüksek bir ağacın tepesindeki yuvadan cikcikleyen yavru kuş sesleri duydu.

Yaşlı adam, “zor duruma düşenleri geçip gitme” demişti ya. O da atının bağlayıp ağaca tırmandı. Yuvada iki yavrunun bulunduğunu, bir yılanın da yuvaya doğru tırmanmakta olduğunu gördü. Yılanı öldürdü. Yavrular kurtulduklarına çok sevindiler ama yılanın kötü kokusundan delikanlı fenalaşıp bayıldı. Anne kartal ağacın dibinde baygın yatan delikanlıyı gördü.

Vuv, “insan kokusu alıyorum” diye saldırıya hazırlanan anne kartalı, yavruları hemen uyardılar: Bizi o kurtardı, yılanı da o öldürdü, dediler. Bunun üzerine anne kartal su getirip delikanlıyı kendine getirdi.
– Nedir sorunun, diye sordu delikanlıya anne kartal.
– Buralarda yaşayan bir neğuç’ıtse (5) kadına ait bir at sürüsü olmalı, onu bulmak istiyorum.
– Olmaz, çok tehlikeli, oraya gidemezsin, yoksa canından olursun, dedi kartal.
– Ölecek olsam da gitmeliyim.
– Öyleyse, seni ve atını oraya götürür, bırakırım. Benim görünmem olmaz. Şimdi yavrularıma bu gece yetecek kadar yiyecek getireyim, sonra gideriz.

Ardından kartal Vezırmes ile atını sırtına aldı, söylenen yere uçtu, vıdı (7) kadının evini gösterdi.
– Bahçesine ulu orta girmen olmaz, gece boyunca bahçeye girebileceğin gibi bir yer kazı, ardından sabahleyin içeri gir. Vıdı, her sabah, bahçeye çıkıp etrafı bir gözden geçirir, sonra da oturur. Sen de gizlice arkasından yanaşıp memesini ağzına al, deyip gitti kartal.

Delikanlı gece boyunca, sessizce bahçeye açılan bir tünel kazıdı. Vıdı kadın sabahleyin dışarı çıktı, bahçeyi gözden geçirdi, ardından da bir yere oturdu.Delikanlı da sessizce arkadan yanaşıp büyücü kadının memesini ağzına aldı. Vıdı gözünü kulağını yolmaya, üstünü başını dövmeye başladı.
– Niye dövünüyorsun böyle annemiz, diye sordu delikanlı.
– Görülmüş, duyulmuş şey değil bu başıma gelen, onun için dövünüyorum, dedi kadın. Peki, ne istiyorsun, onu söyle sen?
– Beni at çobanın olarak almanı istiyorum.
– Olmaz, sen o işi beceremezsin, bir yıl konuğum ol, olup biteni gör, bu işin olmayacağını anlarsın.

Delikanlı diretti.
– Israr ediyorsun, peki öyle olsun ama sürüye zarar verdirirsen canından olursun, bunu da böyle bil, dedi vıdı kadın. Kuheren’e (uçan tekne) binip ormana gittiler, delikanlının atını da beraberlerinde sürünün olduğu yere götürdüler.

Neğuç’ıtse atları delikanlıya gösterdi, ardından dönüp gitti. Delikanlı gece yarısına kadar atların arasında dolaşıp durdu. Gece yarısına doğru atlar uyumak için yere yattılar, delikanlı da şöylesine bir kestireyim derken dalıp gitti. Gözlerini açtığında, atlar ortalıktan yok olmuşlardı. Oraya buraya koşuşturdu ama boşuna, bulamadı onları. Kıyıda yürürken bir balık başını çıkarıp sordu:
– Delikanlı, nedir bu telaşın, diyerek.
– Atları bulamıyorum.
– Peki, bekle biraz, ben bulurum onları. Çok geçmeden balık atları geri getirdi. Ardından “benden bu kadarı”, diyerek suya dalıp gitti.

Sabahleyin, “atları kaçırdığından emin” vıdı kadın çıka geldi.
– Atları kaçırdın mı?
– Hayır, buradalar.
– Öyleyse ilk aferini hak ettin. Atını bağla, otlasın, sen de atla bakalım, diyerek delikanlıyı uçan teknesine alıp evine götürdü.

Delikanlıya sıcak şep’aste (щэп1астэ/sütlü kaçamak) yedirdi.
– Şimdi rahat bir uyku çek, hiçbir şeyi de aklına takma, iki gece daha atları beklemen gerekecek, buna hazırlan, dedi.

Akşamleyin yine sıcak şep’aste yedirip delikanlıyı atların yanına götürüp bıraktı. Delikanlı atına atlayıp sürüyü ormanın kıyısına götürdü. Atları gözlerken uyku bastırdı. “Şöyle biraz kestirsem” diye oturduğunda dalıp kaldı.

Atları göremedi. Aradı aradı ama bir türlü bulamadı. Telaş içinde orman kıyısında koşuştururken kurt ile karşılaştı:
– Nedir delikanlı bu telaşın, diye sordu kurt.
– Atları yitirdim, arıyorum, bulamıyorum.
– Merak etme, bekle biraz burada, ben onları bulup getiririm sana, deyip kurt ormana daldı.

Sabaha karşı kurt, atları geri getirdi.
-Delikanlı, artık atlara daha dikkatli sahip çık, benden bu kadarı, diyerek ormana daldı kurt.

Neğuç’ıtse kadın geldi.
– Atları yitirmediğin için ikinci aferini hak ettin, dedi.

Delikanlıyı eve götürüp doyurdu, ardından da yatırdı.

Üçüncü gece, delikanlı atları çayırda otlatmaya başladı, kendi de at sırtındaydı. Bir ara at sırtında esneyip gözlerini bir kapayıverdiğinde atların yok olduğunu gördü. Aradı aradı ama bulamadı, yorulup biraz dinlenmek için bir yere oturduğunda, şahincik yanına geldi:
– Dalmışım, atları da gözden kaçırdım, dedi kuşa.
– Bekle sen biraz, diyerek şahincik atları aramaya gitti. Bir süre sonra onları getirip geldi. Şimdi az bir zamanın kaldı, sakın uykuya dalayım deme, benden bu kadarı, diyerek uçup gitti şahincik.

Kadın geldi.
– Üçüncü aferini de hak ettin, oğlum! Seninle kimsenin boy ölçüşemeyeceğini öğrenmiş oldum. Sana birazdan doğacak bir tay vereceğim, diyerek genci uçan teknesine bindirip evine götürdü. Gece iyice dinlendirdikten sonra, sabahleyin atların yanına götürdü. Atların içinde ikisi endamlı, birisi de çarpık bacaklı yeni doğmuş üç tay vardı. Delikanlı çarpık bacaklısını seçti.
– Biçimsiz bir tay o, dediyse de kadın, delikanlı sadece onu istedi.

Tayı alıp dönüş yoluna koyuldu, bir su kıyısına vardı. Suyu nasıl geçeceğini düşünürken, küçük tay dillendi:
– Suyu geçmek sorun değil ama henüz gerekli güce ulaşamadım. Beni sal da, anamı biraz emeyim, ondan sonra en güçlü at ben olurum,-deyince tayı saldı. Tay bütün gün anasını emdi, akşama doğru güçlenmiş kocaman bir tay olarak geri döndü.
– Şimdi, seni de atını da götürebilirim ama atın önüme geçip yolumu engellemesin, dedi.

Delikanlı taya bindi, atını da yedeğine alıp suyu geçti. Doğruca yaşlı adamın yanına varıp durumu ona anlattı.

Delikanlı Psetın guaşenin yanına varıp onu çağırdı. Psetın guaşe dışarı çıktı.
– Niye geldin yine, diye sordu.
– Artık çekinme, atla bu ata, diyerek atına Psetın guaşeyi bindirdi, birlikte yola düştüler. Bir süre sonra, peşlerinden bir atlının gelmekte olduğunu gördüler. Sözü tay aldı:
– Siz karışmayın, ben onunla konuşurum, dedi.

Jak yetiştiğinde ağabeyine:
– Nedir bu sırtındaki dev, ne diye taşıyorsun onu, diye çıkıştı.
– Peki ne yapmamı istiyorsun?
– Sen biraz yavaşla, sinirlenip sana kırbacını şaklattığında onu şu karşıdaki kayaya çarpıp sersemlet, biz de onu öldürelim, dedi.Jak da öyle yaptı. Devi öldürdüler. Devin başı yanlarında, devin atını da alıp en küçük damadın evine geldiler.

Arhon Arhonıj’ın kafasını kazığa geçirip içeri girdiler.

İyi karşılandılar. İnsanlar toplanıp bir karara vardılar:
– Bu dev her yıl bizi yağmalıyor, çok şeyimizi alıp gidiyordu. Gidelim yağmaladığı mallarımızı, tutsak aldığı insanları kurtaralım, dediler. Malları insanlara pay ettiler, tutsaklardan isteyenler köyde kaldı, isteyenler de istedikleri yerlere gittiler.
– Şimdi, bunca tehlikeyi uğruna göze aldığın bu kız ile evlenmeni uygun görüyoruz, dediler.
– Doğrusu, ben de bunu istiyorum ama onun da kabul etmesi gerekir, dedi delikanlı.

Kız da “evet” dedi.

Düğünün ilk üç gününü en küçük damat yaptı. Kendisine hediye verilen hayvan sürüsüyle birlikte ortanca damadın evine geldiler, orada da aynısı yapıldı. Oradan da en büyük damadın evine geldiler. Oradan da bir gelin alma (düğün) alayı halinde asıl evlerine döndüler. Üç kız kardeş kendisi için yedi gün (8) süren bir düğün yaptılar.

Nart Verzemes ile eşi mutlu bir yaşam sürdürmeye başladılar. Bir süre sonra Psetın guaşe bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi. Bu çocuk sonraları yiğitliğiyle ün salacak olan Şebatınıko idi. Savsırıko ile Şebatınıko kuzen, yani teyze çocukları idiler.

Nart Yeşerıko’nun da annesi Psetın guaşe idi.

Dip Notlar
1) Bu Bjedugh teksti 1877’de Adigey’in Tahtamukay köyünde doğan usta öykücü Tıv Brakıy/Тыу Бракъый tarafından 20 Eylül 1960’da Asker Hadeğal’a yazdırıldı.
2) H’eğaşö (Xэгъашъо)- şölen, kokteyl, yeme içmeli ve eğlentili toplantı- ç.n.
3) Psetın guaşe- Nart Mığezeşko Verzemeg’in, devi öldürerek kurtardığı ve genç yaşta evlendiği kızın adı. Şebatınıko ile Yeşerıko’nun annesi- A.H.
4) Gegu (djegu)- Danslı toplantı, balo, şenlik.
5) Neğuç’ıtse (neğuçvıtse)- Vıdı, tek memesi sırtında ve açıkta olan, geleceği görebilen büyücü kadın, masal kişisi- ç.n.
6) Arhon Arhonıj (Aрхъон Архъоныжъ)- Nartlara düşman bir dev topluluğu-A.H..
7) Vıdı (uıdı)- Her şeyi görüp algılayabilen masal kişisi. “Uıdım fed/удым фэд”- “Vıdı gibi”- Gözünden hiçbir şey kaçmaz anlamında, Adigeler “Vıdı gibi” derler- ç.n.
8) Geleneksel Adige (Bjedugh) düğünü (nısaşe), sözgelişi Adigey’de, halen yedi gün sürer- ç.n.