”NAMUSSUZ DÜŞMANIN ÇANAKKALE’DE NE İŞİ VARDI?”

Kuban Paul Seauhmann
25.03.2006

Akşam gazetesi yazarı sayın Engin Ardıç’ın makaleleri gözüme ilişti. Çok ama çok önemli konulara değiniyor. Geçen haftaki yorumumuza bir bakıma ışık tutuyor. Size aktarmak istedim. Önümüzdeki hafta bu makalede anlatılanların biz Çerkeslere ne denli uyup uymadığı konusunu işleyeceğiz.

‘’Arkadaşlar, Birinci Dünya Savaşı’na kimse bizi zorlamadı, İttihatçılar girmek için tepindiler, yırtındılar. Almanya baskı yaptı ama isteseydik direnirdik. Tam tersine, gönüllü yazıldık.

Düşmanlar bize durduk yerde saldırmadılar, önce biz onlara saldırdık!

Sarıkamış üzerinden Rus ordusuna… Söktüremedik. Müttefikleri İngiltere ve Fransa’nın bize, Çanakkale’ye saldırmaları bundan üç ay sonradır. Onlar da söktüremediler.

Elbette saldıracaklardı, elleri armut mu toplayacaktı? Önce biz başlamıştık! Karşılık vereceklerdi.

Başlangıçta da durduk yerde Rus limanlarını topa tutmuştuk, Osmanlı bayrağı altında, Osmanlı bahriyelisi kılığında Alman donanması marifetiyle… Öyle girmiştik. Yani ilk kurşunu biz sıktık. (Almanya’nın bize “savaşa katılma rüşveti” olarak bağışladığı ve Yavuz ile Midilli adını verdiğimiz Göben ve Breslau gemileriyle yıllarca “sanki kendimiz imal etmişiz” gibi övündük utanmadan…)

Sonra biz de tuttuk, Süveyş Kanalı’na saldırdık, iki kere. Gene olmadı.

Sonra onlar da Basra üzerinden Mezopotamya’nın kuzeyine yürüdüler, durdurduk.

Sonra Mısır’dan çıkıp kıyıdan gene kuzeye bastırdılar ve bu sefer durduramadık, Halep’e kadar da geldiler.

Biz de bu arada Kafkasya’ya yürüyüp Baku’ya girdik (Rus ordusu devrimle çözülmüştü)… Daha önce, hiç ilgimiz olmayan bir cepheye, sırf müttefiklerimize yaltaklanmak için Galiçya’ya, yani Güney Polonya’ya bile asker gönderdik, orada yüzlerce Türk öldü.

Bizim açımızdan dünya savaşının özetinin özeti budur.

Bunlar yeni kuşaklardan o kadar gizli tutuldu, o kadar öğretilmedi ki, Galiçya’nın yerini bilmez, İspanya’da benzer isimli bir bölgeyle karıştırırdık yeniyetmeliğimizde!

İttihatçılar, önce eldeki imparatorluğu korumaya, sonra da yeni ve daha büyük bir imparatorluk kurmaya çalışıyorlardı, kıçımıza giyecek donumuz olmadan emperyalizm yapıyorduk, çuvallayınca iş birdenbire “yurdu korumaya” dönüverdi…

Ve bu bize hep mazlumluk şekerine bulanıp verildi. Sanki biz güzel güzel oturuyorduk da hain düşman bize bulaşmıştı…

Bu olup bitenler, bir kurtuluş savaşı değildir. O, sonra, her şey elden gidince başladı.

Size Çanakkale’yi kurtuluş savaşımız gibi pazarlıyorlar. Bunu Atatürkçülük sanıyorlar.

Dinciler de cihat gibi pazarlamaya çalışıyorlar… İkisini de yutmayınız.

Size “tarihte ilk kurtuluş savaşını vermiş en mazlum milletiz” diye öğretiyorlar ve hiçbir yabancı ciddiye almayınca bozuluyorsunuz… Peki, Yunan halkının, Sırp halkının, Bulgar halkının, Romen halkının, Arnavut halkının, Arap halkının Osmanlı’ya karşı verdiği savaşlar ne oluyor? İsyan! İhanet!

İşimize geldiği zaman mazlum, işimize gelmediği zaman emperyal… Sonra da Ortadoğu curcunasında “Osmanlıcılık” oynamaya kalkıyoruz ve yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz.

Namussuz düşmanın Çanakkale’de ne işi vardı? Peki senin Kore’de ne işin vardı?

(…)

Bize çocukluğumuzda, Çanakkale’de verdiğimiz şehit sayısının “300 küsur bin” olduğu öğretilmişti, oysa genelkurmay belgelerinde “55 bin” olarak geçiyor.

Atatürk’ün göğsündeki saate şarapnel parçası çarptığı yerin o yer olmadığı, Yahya Çavuş’un mezarında çavuşun yatmadığı, hiç kimsenin yatmadığı sonunda öğrenilmiş, şaşkınlıklar uyandırıyor…

Hadi ben de size, şu ünlü saka neferinin aslında “düşmana su götürmek” gibi bir kahramanlık etmediğini, düşman devriyesinin sesini duyunca “size su getirdim” ayağına yattığını açıklayayım da, daha beter şaşırın.

Çanakkale savaşımız “antiemperyalist” bir savaş değildir. Çünkü biz de o emperyalist paylaşım kavgasında “karşı tarafta” bulunan iki imparatorluğun, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın müttefiki, üçüncü bir imparatorluktuk.

Üstelik başımızda bulunan Enver’in, “onun yerine yeni ve daha büyük bir Turan İmparatorluğu” kurmak gibi manyakça düşleri vardı.

Savaşa bizi düşmanlar zorlamadılar, Enver can attı, bayıla bayıla girdi, girmek için yırtındı!

(…)

Çanakkale’de başımızda bir Alman generalinin bulunduğunu da biliyor muydunuz? Liman von Sanders, o tuhaf isimli adam.

O orada kahramanlık ederken Laleli yangın yerinde altmış kuruşa kadın, otuz kuruşa erkek çocuk satıyorlardı, hani bugün Rus sattıkları bölgede… Enver bizi bu duruma düşürmüştü.

Filmlerde mafya babalarına Amerikan askerlerinin kafasına çuval geçirtip yürek soğutmaya pek benzemiyordu yani gerçek savaş…

Ya peki, Osmanlı genelkurmay başkanının da bir Alman subayı, General Bronsart von Schellendorf olduğunu biliyor muydun, aziz ve nezih matbuat? Enver orduyu Alman emrine vermişti.

Bilmiyordun. Ama “hamaset edebiyatı” yapmayı bilirsin ve seversin.

O zaman Aliye, Gamze, Hülya ve Feraye gibi sana yakışan konularla uğraş, boyundan büyük işlere girme.

Benim babamın amcası, yani dedemin kardeşi Çanakkale’de şehit düştü, senin Enver yüzünden… Çanakkale’nin onurunu da kimseye bırakmam, hesabını da.’’