MUHACERETİN SANCISI ÜZERİNE

Ahmet Özel
Ressam

Kafkas toplumunun muhacerette karşılaştığı sorunların belki en önemlisi, birlikte  yaşamak zorunda olduğu toplumla yaşadığı adaptasyon. Bunu bir asimilasyon süreci olarak değerlendirmeden biraz kendimizi alıkoyarsak genel durum olarak şöyle bir fotoğraf karşımıza çıkıyor; kendinize özgü kültür derinliğini tüm benliğinizle hissederken birlikte yaşamak zorunda oluşunuzdan kaynaklanan nedenle bir başka kültürü anlamak, onun kurallarını dikkate almak ve belki de artık o kurallarla yaşamak zorunda olduğunu bilmek.

Yıllar yılı size öğretilenler ve bunu onaylayan bir öz benlik duygusu ile bazen bu öğretileri tümüyle yok sayan gerçek ortam öğretisi çoğu zaman karşı karşıya gelir. Ben ve benden önceki kuşaklar bu ikili yaşamı birlikte sürdürdüler. Değerlerine övgü ve ondan vazgeçmeme ama aynı zamanda gerçek yaşamda, caddede, okulda yada iş hayatında farklı bir algıyı dikkate alma… Birbirine değdirilmeden yürütülen değerler bazen birbirlerini yok saysalar bile aynı bedende yaşıyorlar bir hayat boyu ya da kuşaklar boyu. Bu durum, bu değer karmaşası, bence tüm muhaceretteki toplumların bireyleri için geçerli. Kuşakların içinde yaşadıkları toplumun değerleriyle tümüyle uzlaşarak masif bir kültür oluşturmaları, birlikte düşünebilmeleri, birlikte davranabilmeleri çok zor.

İki kimliklilik, yaşamsal anlamda değerli olan korunma ve var olma kavramlarının baskınlığı ile belki açıklanabilir. 1970’li yıllardan bu yana bu iki kimlikli oluşa şahit olan kişilerden biriyim. Dernek ya da dar kültür alanlarına sıkışmış kişilerin kendilerini bağlı hissettikleri toplumun değer derinliği, bazen onu kuşatabilmekte ve asıl tehlikelerle dolu var olmanın yeni  haline adapte olmada ona yeterince referans olamamakta.

Sonuçta kişi bir yandan değerlerinin kabuğunda yaşayan bir görünüm çizerken bir yandan da gerçek var oluş savaşlarının yaşandığı dış dünyada olanca gayretiyle bir savaş vermek zorunda kalıyor. Bazen bu ruhsal karşı karşıya gelişler kimilerinde derin bir umutsuzluk ve ruhsal bir çözümsüzlük yaratırken, kimilerinde entelektüel bir genişleme ile açıklanabilecek bir bileşke oluşturabiliyor.

Tüm bu sancıları bünyesinde yaşatan ve bunu entelektüel bir dünya içinde algılayan biri olarak sevgili Orhan Alparslan ağabeyi hatırlıyorum. Bu sancıların ve yarattığı ruh halini en iyi temsil eden kişilerin simgesi olarak görüyorum onu. Bu sancılar onu ölümüne kadar hiç yalnız bırakmadı. Toplumunun insanı olarak değerlerini yaşar, yaşarken kabına sığmaz ve aşkın derinliği bir yanardağdan akan lav gibi ara vermeksizin her zaman dışa taşardı. Ressamdı, yazardı, araştırmacıydı, tarihçiydi. Kurcalayıcıydı sancısını. Bu kurcalamalar ve aşkın bilgisi hem mensup olduğu toplumda, hem de  bilgi derinliğine önem vermesi gereken entelektüel ortamda pek anlaşılamadı. Orhan Alparslan ve onun gibi insanlarımızın sancılarının kaynağını muhaceret olgusunda aramalıyız. Nesillerin 150 yıla yakın yaşadığı sancılı durum bu sorunun kaynağıdır.

Kişileri ve davranışları suçlamak çıkmaz bir sokaktır. Hepimiz aynı yerden yaralıyız ve yaramız hala iyileşmedi. Hepimiz bu yaralara en olmadık ilaçları bastık. İzm’lere sığınma, dini arayışlar, toptan reddedişler bu yarayı hiçbir zaman iyileştirmedi. Hepimiz odamızın köşesindeki dedelerimizden kalan eski bir fotoğrafa bakarken, bir Kafkas müziği dinlerken, bir Kafkas elbisesini gördüğümüzde nasıl da aynı ruh ve heyecana kavuşuyoruz. Bu kendimize derinlerden bakmanın bir yolu ve birbirimize yönelik kusurlara hoşgörüyle bakmamızı sağlayacak bir iç bakış. Bence asıl bunu vurgulamalıyız artık.

Bu satırları niye yazdım.

Hepimiz genel olarak dernek içi polemikleri ve internet ortamındaki sağlıksız, yaramıza tuz basan üzücü mailleri biliyoruz. Bence bunlar bizi bize bağlayan yapıcı eleştiriler ya da bilgilendirmeler olmaktan çoktan çıkmıştır. Bizi birbirimizden uzaklaştırmaya yarıyor hatta. Gelin bu konuda yarası aynı, ilacı aynı olan bir toplum olduğumuzu unutmayalım, birbirimize hoşgörü ve saygıyla yaklaşalım. Ancak bu hoşgörünün üzerinde ağaçlar büyür , meyveler olgunlaşır.

Artık birbirimize balta indirmeden önce düşünelim ve artık aynı yağmurda ıslanan bir orman olalım.