MİLLİYETÇİLİK, YURTSEVERLİK vs.

Sezai Babakuş
13.05.2010

Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in Türkiye ziyareti, iç politikadaki Baykal sansasyonu nedeniyle biraz gölgede kaldı. İki ülke arasında birçok alanı kapsayan anlaşmalar yapıldı, stratejik işbirliğinin geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atıldı. Sadece vizenin (kısmen de olsa) kalkması için atılan imzalar bile büyük anlamlar taşıyor. Bu ziyaretin detaylarını ve Rusya-Türkiye ilişkilerini nasıl şekillendireceğini önümüzdeki günlerde daha iyi anlayacağız ve yorumlayacağız.

Hiç kuşku yok ki, Türkiye-Rusya ilişkileri Kafkas halklarının geleceği bakımından kilit önem taşıyor. Kafkasya her iki ülkenin en önemli ‘ortak payda’sı; hem tarihi-kültürel açıdan hem de stratejik-ekonomik açıdan. Kafkasya her iki ülke için hem işbirliği hem rekabet alanı. Bu yüzden, iki ülke arasındaki ilişkilerin seyri Kafkasya’nın iklimini doğrudan etkiliyor. Ve bu etki diasporada yaşayan bizlerin anayurt Kafkasya ile ilintimizin niteliğini, niceliğini ve menzilini belirliyor. Medvedev’in ziyareti ve imzalanan anlaşmalarla pekişen bahar havasının diaspora-anayurt bütünleşmemizi teşvik edeceği muhakkak. Yeter ki biz niyetli ve istekli olalım.

Aslında, şöyle geriye dönüp baktığımızda niyet ve istek konusunda sabıkamızın pek de parlak olmadığını söyleyebiliriz. Tarih bize yirmi yıldır hep cömert davrandı. Sovyetler yıkıldı, sınırlar kalktı, anayurt Kafkasya elimizin uzanacağı yakınlığa geliverdi. Tarih bize yirmi yıldır, ‘sahne sizindir, oyununuzu oynayın’ diyor. Henüz sahneye çıkmadık. Diasporada tutuklu kalmış gibiyiz. Nazlanıyoruz, ikircikleniyoruz, bocalıyoruz…

Diasporadaki Adige-Abaza nüfusunu milyonlarla hesaplıyoruz. Yirmi koca yıl geçti; bırakın anayurda dönenlerimizi, bir haftasını ayırıp gidip görenlerimizin sayısı bile ne yazık ki binlerle sınırlı. Bu donukluğumuzu, söz yerindeyse vurdumduymazlığımızı nasıl açıklamalı? Neyimiz eksik? Milliyetçiliğimiz mi, yoksa yurtseverliğimiz mi? Toplumsal omurgayı oluşturan bu iki ‘öz’ bizim bilincimize yeterince dokunamadı mı?

Modern manada milliyetçilik ve yurtseverlik Fransız Devrimi’yle (1789-1799) tanımlandığına göre, bu rüzgar Kafkasya’ya ulaşamadan, Kafkas halklarına yeterince nüfuz etmeden sürgün yaşandı. Sonrasında ise su yatağımızdan çıktığımız için, savrulduğumuz coğrafyaların milliyetçiliğine, yurtseverliğine kapılıp sürüklendik. Yani milletleşme sürecini zamanında kendi vatanımızda yaşayamadığımız için yanlış ya da eksik maya ile yoğrulmuş olduk. Şimdi bu mayayı, daha doğrusu ‘öz’ü yeniden keşfetmemiz, oluşturmamız gerekiyor. Öyle görünüyor ki, bu uzun ve meşakkatli bir keşif yolculuğu; bizi zapteden yabancı ‘öz’den arınacağız, kendi özümüzü oluşturup onu içselleştireceğiz.

Abhazya’da yaşanan savaş (1992-93), diasporadaki bizlere milliyetçiliğimizle ve yurtseverliğimizle yüzleşme şansı vermişti. Evet, bizi biraz dürttü, sanki uykudan uyandıracak gibiydi. Ancak bir sabun köpüğü misali üstümüzden geçti gitti. Yeterince derin ve kalıcı izler yaratamadı. Bu savaşa tutunarak ayağa kalkmayı beceremedik. Entelektüel birikimimiz bunu becermeye yetmedi. Abhazya’daki yurtsever direnişi yeterince kavrayamadık, kendimizi onunla özdeşleştiremedik ve topluma maledemedik. Yeniden biz rehin alan yabancı ‘öz’ün etki alanına dönüverdik.

Yine de karamsar olmamak lazım. Dedik ya, uzun bir yol. Her toplum gibi biz de başaracağız. Düşe kalka, şaşıra doğrula…

Önümüzde 21 Mayıs. Kendimizi, kimliğimizi, özümüzü hatırlama günü. Daha çok insanımızın yüreğine dokunmaya çalışacağız. Daha çok insanı, hatırlamaya davet edeceğiz. Kendi milliyetçiliğimizi, yurtseverliğimizi adım adım keşfedeceğiz, tutunacağız ve geleceğe doğru yürüyüşümüze devam edeceğiz.