MECİD’İN RÜYASI

Zemıjege Haç’cxer
Çeviri: Khaseyho Eyüp
Beklenmeyen Konuklar, Krasnodar Basımevi, 1972 Maykop

Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s. 216

Annesiyle babasının ”sevgili çocuğumuz”, başkalarının da ”avare” adıyla tanıdıkları bir genç var köyümüzde. Asıl adı Mecid. Fakat ”Con” diye çağrılmak pek hoşuna gidiyor. Görmeli bir. Beyaz tenli, geniş omuzlu irice bir delikanlı. ”Eğitilmiş” bir genç, on sene okudu. Tam on sene. Köy sakinleri onun nasıl bir insan olduğunu çok iyi bilirler. İhtiyar kadınlar onun ta uzaklardan geldiğini görünce hindilere, tavuklara göz-kulak olurlar. Görünmez oluncaya dek gözlerler bizim Coni’yi. Kızlarla sohbet etmekten pek hoşlanır. Yılanı deliğinden çıkartan tatlı bir dili var.

Epeyce özelliği var Mecid’in. Hiç bıkıp usanmadığı düğünler. Sabahlara dek düğün evinde kalır. Hep hırsızlarla, uğursuzlarla düşüp kalkar. Dolayısıyla içki arkadaşı bulmakta güçlük çekmez. Kim olursan ol içkili iken önüne çıkma sakın. Dili öylesine çözülür ki…

Tüm bu yeteneklerine rağmen eli iş yapmaya hiç yakışmaz. Şöyle avucunu patlatmayacak, içeceği içkinin parasını çıkaracak iş bulursa bir şeyler yapabilir. Eee… Artık öyle bir işi de layık görmezlerse Coni’nin günahı ne? Tanrı uzun ömürler versin anasına, babasına. Şimdilik pek memnun onlardan. Bir suç işlese de pek tepkileri olmuyor. Basit hırsızlık olaylarını kendi aralarında saklayabiliyorlar. ”Durumun hiç de iyi değil, yanlış yol seçtin” demelerini bırak, sanki yaptığı işi ödüllendirir gibi üstüne-başına daha güzel giysiler alıp cebine de harçlık koyup sokağa salıverirler.

Zaten iş kendisine kalırsa gerisi kolay. Cebi biraz para görünce nereye gideceği bellidir. Köy meydanına doğru çıktığında kendi gibi birini bulacağından emin. Cumartesiyi, pazarı tatili bilmez, her gün bir başka İşte görürsün.  Bir başlayınca  sonu  gelmez, gelmesi gerektiğini de bilmez. Zaten yanında hiç eksik olmayan yarım litrelik votka…

Bu gece de bir şişe votkayı boşalttı Mecid. İçtiği az geldi sanırım, yalanıp duruyor, sağa sola bakmıyor, yaşamından hiç de memnun değil. Masallarda olduğu gibi ”dök” deyince bolca para dökülse, ”dök koca sini” deyince etler, börekler, şelameler sofraya dökülse, niçin olmasın ki böyle… Bunları düşünerek tatlı uykusuna daldı Mecid.

Kırmızı kadife örtülü divanın ortasına gömülmüş yatıyor bizim Mecid. Masada içkinin her çeşidi var. Konyak mı votka mı şarap mı, şampanya mı canın ne isterse. Yiyeceklere gelince koyun etinin kızarmışı, haşlanmışı, Çerkes tavuğu, hindi kızartması ne istersen yiyebilirsin. Bıçak, çatal, kaşık kullanmana gerek yok. Her şişenin, tabağın hemen yanında birer düğme var. Neyi arzu edersen düğmeye basar basmaz ağzının içinde. Gogol’un böreklerini de geçti… Oturduğu odayı sorsan, nasıl anlatmalı ki! Duvarlar renk renk boyanmış, yerler halılarla döşenmiş, yemeden içmeden bıkmışsa, uyumak isterse, ipekli yorgan ve beyaz örtülü yün yatak hazır. Radyo, televizyon, pikap, teyp… Evdeki eşyaları saymak güç. Fakat yemeden, içmeden, uyumaktan, bu lüks yaşamdan bakıyor her ne dense bizim Mecid. Artık düzel şarkıları duymak istemiyor radyodan, pikaptan. Hele televizyonda oynayan filimin artistlerinin yapmacık hareketlerini seyretmek işkence adeta.

Yavaş yavaş kalkıyor yerinden, yatağın ucundaki zile basıyor. Şoför kapının önünde esas duruşta, anında son model taksi evin önünde hazır.

– Sıkıldım evde, biraz gözüm açılsın, çarşıya doğru çıkalım büyük mağazaları bir dolaşalım. Hoşuma giden bir şeyler olursa alabilirim, emir veriyor Mecid, şoförüne.

Taksinin arkasına kurulmuş çarşıyı dolaşıyor. Yolun sağındaki mağazaya gözü takılıyor. Hemen durmasını söylüyor şoföre. Kapıyı açıyor şoför. Mağazaya giriyorlar birlikte. İnsan neye bakacağını şaşırıyor bu mağazada. Ne istersen hepsi var. İyisi varken kötüsü alınır mı? Hep iyelerini çıkartıyor Mecid. ”Bu elbise yünlü kumaştan yapılmış Cumartesi günleri giyeceğim!  Bu takım da  güzel, Pazar günleri giyerim! Şu kahverengi takım elbise de fena değil. Bu da gündelik giysi olabilir. Bu Naylon gömlek oldukça güzel, bir numaralı elbiseye güzel yakışır, bu da ikinci elbiseye amma da yakışır ha! Ayakkabıya gelince ayağımdakilerin rengi hoşuma gitmiyordu zaten. Sürekli bu çirkin şeyleri giyemem ki, gerekli artık kırmızısı da, sarısı da yeşili de…”

Güzel şık giyimli genç tezgahtar kızlar etrafında dört dönüyor Mecid’in. Başka bir isteğinin olup olmadığını soruyorlar. İşaret ettiğini hemen titizlikle renkli renkli kağıtlara sarıyorlar. Parada istemiyorlar. Mecid alamadıklarını çok, olduklarını az görüyor. Az değil mi, az değil mi? Mecid yine de, yine de…

Eve döndüler, hemen üstündeki elbiseleri çıkartıp bir kenara attı. Ne kadar olsa da eve gelinceye kadar kirlenmiş olmaz mı elbiseler!

Banyoya girdi Mecid, Üzerinden dökülen ılık suyun verdiği rahatlıkla uzanmış yatıyor küvete. Masörler özel bir itina göstererek görevlerini yapıyorlar. Düğmeye basar basmaz sular kesiliyor, masörler de yok oluyor hemen.

Odasına kadar gelse bir, gerisi kolay. Masada çeşit çeşit yemekler, içkiler de öylesine.

Masasından ayrı geçirdiği birkaç saatlik zamanın hakkını vermek için, kemerini gevşetip divana uzandı. Düğmeye bastı, fakat ağzına lokma düşmedi! İkinci düğmeye de bastı, yine de… Ne oluyoruz be… Kanyak şişesinin karşısındaki düğmeye parmağını hızla bastırdı, şişe yerinden kımıldamadı bile. Kendinden geçmiş, yorgun, haliyle yerinden doğrulup tavuğun bulunduğu tabağa bir hamle yaptı. Alkolün güçsüz bıraktığı bacaklar vücudunu kaldıramayıp sağa sola yalpalayarak masanın üzerine devrildi Mecid.

Masanın üzerindeki boş bardaklarla öyle bir toslaştı ki hiç de istemeyerek o tatlı uykudan uyandı. Şöyle bir bakınca boşalttığı şarap şişesiyle porsumuş bir salatalık kırıntısından başka  masada hiçbir şey yok…