KULAKTAN KULAĞA

ELBEG Murat Duman
04.03.2006

Çocukluk yıllarımızda, hatta gençlik çağlarımızda bile oynadığımız bir oyun vardı, hatırlarsınız; kulaktan kulağa.

Herkes birbirinin yanına sıralı bir şekilde oturur, oyunu yöneten kişi baş tarafta duran arkadaşının kulağına fısıltı ile bir cümle söyler, herkes birbirinin kulağına aynı şekilde ama hızlı bir biçimde cümleyi söyler, cümleyi duyan diğerinin kulağına anladığı şekilde aktarır ve bu şekilde en son kişiye kadar fısıltı ile kulaktan kulağa cümle tekrarlanmış olurdu. Sonda duran kişi ise cümleyi herkesin duyacağı biçimde yüksek sesle söylerdi.

Oyunu yöneten kişinin söylediği cümle, bazen aradaki birkaç kişi tarafından muziplik olsun diye değiştirilir bazen de –çoğunlukla- hızlı ve bir kez söylenmesinin verdiği etkiyle ister istemez değişirdi. Ama sonuçta ilk cümle öyle bir değişirdi ki, sonda duran kişinin kulağına geldiği şekliyle uzaktan yakından ilgisi olmazdı.

Gelin, şimdi bu oyunu birlikte oynayalım.

Oyun Yöneticisi:

Kafkasya’da bizi bir otele götürdüler, otelin suları akmıyordu. Sanırım o gün su borularında geçici bir arıza oluşmuştu.

Son Kişi:

Kafkasya’daki oteller o kadar berbatmış ki suları akmıyor, pislik içinde yüzüyorlarmış.

Oyun Yönetici:

Kafkas yetkililer, Rus yetkililerle ekonomik kalkınma konusunda görüşmek üzere masaya oturdular.

Son Kişi:

Rus yanlısı hükümet, yüzyıllık düşmanımız Rusya ile ortak hedef belirleyecek. (Buda mı gelecekti başımıza)

Oyun Yöneticisi:

X derneği yönetimin kurulu başkanlığına seçilen Y, demokratik, özgür düşüncenin hakim olacağı bir anlayış içerisinde faaliyetlerini yürüteceklerini açıkladı.

Son Kişi:

X derneği solcuların/sağcıların eline geçti.

Bu oyunu uzatmak mümkün. Çevrenize bakmanız yeterli.

Yıllarca kulaktan dolma bilgilerle yargıladık birbirimizi. Çerkesliğimizi, kültürümüzü hiçe sayarak. Ne olduğumuzu, ne için mücadele ettiğimizi hiç düşünmeden.

Harcadık, harcandık. Kazanan hiç olmadı, hep kaybettik.

Kendimiz düşünemedik, başkaları düşündü biz onları seyrettik. Üretmedik, üretemedik. Üretilenleri tükettik. Biz de tükendik.

Birbirimizi hiç sevmedik, farklılıkların güzelliğini, zenginliğini göremedik. Saygı’yı yanlış anladık, hep yerimizde saydık.

Uzandık ama tutamadık. Tuttuk, kavrayamadık.

Konuştuk, bağırdık, çağırdık. Söyledik, söylediğimizde boğulduk.

Yapmadık, yıktık.

Ne demişler; Başkasının bilgisi ile bilgili olabilirsin, ancak kendi aklın ile akıllı olabilirsin.

Artık düşünmenin, düşünerek üretmenin zamanı gelmedi mi sizce.

Ne dersiniz?