KENDİSİYLE ÇELİŞEN YAZI

BABUG Ergun Yıldız
17.12.2005

Çerkes olmak direnmektir.

Haydaa! Nereden çıktı şimdi bu, dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Telaşlanmayın hemen.

Benim bahsettiğim “direnmek” öyle kaleleri savunmak, taarruz eden silahlı birliklere karşı cephelerde direnmek gibi bir şey değil.

Benim bahsedeceğim şey uygulamada daha sıradan, daha basit, daha kansız.

Ama sonuç almak açısından kesinlikle daha zor bir direniş.

Fazla uzatmadan konuya girelim.

Uzun süredir anadil üzerine yürütülen tartışmaları, yazışmaları izliyorum sessizce.

Kimimiz hararetle Kiril alfabeyi savunuyor, kimimiz Latin alfabesinin daha kullanışlı ve pratik olduğunu savunuyor .

Kimimiz daha önce kullanılan Latin pratiklerinden hareketle değişik alfabe öneriyor.

Aslında tüm bu tartışmaların can alıcı noktası; tartışanlardan çok, adına tartışılan bireylerin bu dilin varlığından ve devamından birinci derecede sorumlu olduklarının farkına varmalarıdır.

Farkındalık, yani bilinç.

Bu dil bizimse, onu yaşatmak görevi de bizimdir.

Bir dili yaşatmak için o dili kullanmak gerek, yani o dil ile konuşmak, yazmak, okumak gerek. Ancak bir cemiyetin çoğunluğu bu bilince ve kararlılığa sahip olduğunda dil yok olmaz.

Gelin biraz sesli düşünelim: Akşam evimize döndüğümüzde televizyonu kapatıp kendi dilimizle yarım saat sohbet edebiliyor muyuz aile arasında?

Veya bir hafta sonu, tüm yorgunluğumuzdan sıyrılıp sabah kahvaltısına oturduğumuzda o huzurlu anı süsleyecek keyifli bir Çerkes sohbeti yapabiliyor muyuz?

Mesela aileden birisi kalkıp Çerkesce bir şiir okuyabiliyor mu?

Bir yaşlımız Çerkesce dua edebiliyor mu?

Mesela çocuğumuzun başucuna oturup Çerkesce bir masal anlatabiliyor muyuz, bir tekerleme ezberletebiliyor muyuz?

Bütün bunları yapamıyoruz muhtemelen.

Fakat  daha da önemlisi; büyük çoğunluğumuz bu saydıklarımın veya buna benzer kısa soluklanmaların, anadilin muhafazası için üzerimize düşen zorunlu bir görev olduğunun farkında değiliz.

Bunun bir direniş olduğunu kavramış değiliz hala.

Hakim kültürün; çağın teknolojilerini kullanarak yürüttüğü saldırıya karşı, bir nefsi müdafaa olduğunun farkında değiliz.

Eğer dilimizin ve kültürümüzün bizim üzerimizdeki elbisemiz olduğunu kavrayamadan vurdumduymazlık içerisinde sırtımızdan alınmasına göz yumacaksak,

Eğer bizler dilimizden eksilen her bir sözcüğün utancını ve ağır vebalini yüreğimizde hissetmeyeceksek,

Eğer bizler bu dilin ancak köklerinin olduğu yerde yaşabileceğini, gelişip ayakta kalabileceğini kavrayarak yönümüzü o hedefe dönmeyeceksek,

En azından bu kaynağı gözümüz gibi korumak, günübirlik ucuz politikaların malzemesi yapmamak gereğini kavramayacaksak,

Alfabe Latin olsa ne yazar, Kiril olsa ne yazar ?

Şimdi bu kısacık yazıyı, bahsetmeye değer bulursanız şöyle anlatacaksınız arkadaşınıza: Çerkesce konuşulması gerektiğini anlatan Türkçe bir yazı okumuştum…