DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK

Dr. Meşfeşşu Necdet Hatam
CC Forumlarından alınmıştır…

Değerli Arkadaşlar,

Anavatana Dönüş düşüncesinin bende, ulusal bilinçlenme ile eş zamanlı olduğunu söyleyebilirim. Yani lise yıllarımdan beri hep dönüşü düşündüm, dönüşü yaşadım, dönüşü yaşıyorum. Buna karşın önceleri bu sayfaya yazmaya çok sıcak bakmadım…

Forum yazılarını izlemeye başladığımda ilk yazı biraz eskimiş, konu da -bana göre- öyle yanlış bir noktadan başlatılmıştı ki… Dönüş hakkında, dönüş politikası hakkında belki hiçbir şey okumamış genç arkadaşlarımız Anavatana Dönüşü o kadar rahat mahkum ediyorlar ki ne yazayım ne söyleyeyim deyip acı ile gülümsüyor es geçiyordum. Derken anavatana dönüşü destekleyen arkadaşlardan yanıtlar geldi. Ancak ben bu yanıtlara karşın Sayın Yılmaz’ın kerameti kendinden menkul yargılarını doğru sanmaya başlamasından korktum ve yazmaya karar verdim. Yazının hemen her cümlesi eleştirilebilecekken kimi bölümleri görmezden geldim. Yine de bir hayli uzun yazmak zorunda kaldım. Özür diler okuma sabrını gösterenlere teşekkür ederim.

Dilerseniz, önce yöntem üzerinde duralım biraz:

Değerli arkadaşlar, belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle… bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.

Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi, belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları gösterilebilmelidir.

Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin, ağırlık ölçü birimi olarak grama, tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize özgü anlamlar verilmemelidir..

Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de sunulmalıdır.

Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre, algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap, nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol “ gibi bir yaklaşımı dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde olunmalıdır. Yada dini inancının gereklerini yerine getirmeyi yaşamın amacı olarak seçmiş ( günlük yaşamında, dinin gereklerine de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine, ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir… gibi daha sayılabilecek bir çok şey.

Şimdi bu görüşler ışığında, sayın Yılmaz Berberoğlu’nun yazısını değerlendirmeye başlayalım:

“DÖNMEK YADA DÖNMEMEK… İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ???” denmiş yeni sayfa açılmış. Benim aklıma ilk gelen soru şu: Dönmek yada Dönmemek diasporadaki her Çerkes’in meselesi olabilir mi? Hepimiz bunu her Çerkes’in meselesi olmadığını olamayacağını biliriz. Kültürünün yok oluşunun rahatsızlığını duymayan, ulusal kültürel değerlerini yaşatmak geliştirmek gibi bir kaygısı olmayan, var olduğuna var olması gerektiğine inanmayan (ki çevrenizde yığınla bulabilirsiniz) Çerkes’in meselesi olamaz Dönmek yada dönmemek. Çünkü dönüş ulusal kültürel değerleri koruyup geliştirmenin gerekliliğine inananlar için geliştirilmiş bir çözüm önerisidir. Yani bunu tartışabilmek için önce diasporadaki yok oluşun bir entegrasyon değil bir asimilasyon olduğunun bilincinde olacaksınız. Ülkedeki hakim unsurun değerlerini benimsemenin, entegrasyon olarak adlandırılabilesi için, değerleri yok olan halka da değerlerini koruma ve geliştirme hak ve olanaklarının sağlanmış olduğunu kanıtlayacaksınız. Sizin de verdiğiniz vergilerden oluşan bütçeden sadece hakim unsurun dil ve kültürünün geliştirildiğinin, kendi paranızla asimile edildiğinizin bilincinde olacaksınız.

En önemlisi de bu yok oluşa dur deme isteğiniz olacak, bunun için kimi özverilerde bulunmaya hazır olacaksınız. Kısaca inancınız olacak.
Terimleri bilimsel anlamları ile kullanılmadığı, olgular, gerçekçi boyutları ile görülmediği sürece, girişilecek tartışma sonuçsuz kalmaktan öteye gidemeyecek, sadece sayın Yılmaz Berberoğlu ve benzerlerini rahatlatma aracı olabilecektir, düşüncesini taşıyorum.

“Nedense bazı kardeşlerimiz Çerkeslerin ve Çerkesliğin kurtuluşunu geri dönüşte aramakta ve bunu gerekçelendirirken “Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını vurgulamaktalar. Herkesin kendi görüşü olacaktır. Doğaldır. Saygı duyuyorum. Ancak Katılmıyorum.”

Elbette ki bu görüşlere katılmama hakkınız var sayın Berberoğlu. Ancak bir çok arkadaşın belirttiği gibi, kendinizce “asimilasyonu önlemenin en etkin yolunu” da göstermeliydiniz. Bunu yapmıyorsunuz. Katılmadığınız görüşleri sadece eleştirerek puan toplama yöntemi çok eskidi bilesiniz.
“Evet bizler önce burada asimilasyon üzerinde durmak istiyorum. Almanya’da, öğrencilik yıllarımda çokça tartıştığımız konulardan biriydi: “Asimilasyon mu Entegrasyon mu ? Sanırım bazılarımızın da karıştırdığı kavramlar bunlar. İçinde yaşadığı topluma uyum sağlamakla o toplum içinde erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler midir?” elbette değildir. Ancak bize göre bir başka toplum içinde erimeyi uyumla karıştıran sizsiniz gibi geliyor bize. Hangimizin yaklaşımı daha doğru? Dilerseniz bu terimlerin anlamını biraz arayın, hayır derseniz birlikte ararız.

“Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları olmuştur? Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun olmuştur ? Yorum sizlerin.” Dilini kültürünü korumak, geliştirmek kısaca asimilasyonu geciktirmek adına örgütsel düzeyde hiçbir şey istemeyen bir toplumun devletle ne sorunu olabilir. Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin Çerkeslerle sorunu olduğu dönemler olmuştur. Kurtuluş savaşı sonrası Manyas ve Gönen çevresi Çerkes köylerinin sürgünü buna bir örnektir. Hem Çerkeslerin kültürel varlıklarını koruyup geliştirme hak ve olanakları konusunda devletten bir şey istememeleri, bu sorunlarının çözüldüğü anlamına mı gelir.
“Öte yandan; atalarımız bu ülkeye turistik gezi yapmaya gelmediler. Girişte, tartışmaya söylenmemişleri söylenmiş gibi temel almanın yanlışlığını söylemiştik. Atalarımızın bu ülkeye turistik gezi için geldiğini iddia eden, bizim bilmediğimiz bir görüş mü var. Ki bunu söylemek gereği duyuyorsunuz?

Biz yenilmiş ancak teslim olmamış bir avuç insanların torunlarıyız” izninizle buraya zulüm gören bir başka halka uygun gördüğünüz ve sizin de katıldığınız Çerkes olmayan birinin değerlendirmesini de alayım: “ Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk sınırına yığılan Kürtlere, bir de “Rus askerlerine sarılıp kendini uçurumdan atan” Çerkes kadın ve çocuklarına bakın. (Son ifade bir İngiliz büyükelçisinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkes’tir.)”

Anladığım kadarı ile siz demek istiyorsunuz ki sayın Yılmaz; “zulümden kaçanlar Çerkes ise Osmanlı sınırlarına yığılmaları teslim olmamak için seçtikleri onurlu bir yol. Binlerce yıllık vatanların terk etmelerinin nedeni özgürlüğe olan tutkuları ” ama zulümden kaçan Kürtler ise “Türk sınırına yığılmalarının nedeni yüreksiz oluşları” çifte standardın bu kadarına bilmem ne demeli…

“Kafkaslarda şu an “tarihi bir şans eseri” özgürlükler vardır. İnsanların ölmeleri herhalde hoş karşılanamaz ama “Bedelsiz Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!”” diyebiliyorsunuz gayet rahatlıkla. Bence sizi bu kadar keskin konuşturan cehaletinizdir.

Sayın Yılmaz,: Sadece Koşhable’den ulusalcı oldukları için bir gecede götürülüp geri gelmeyenlerin sayısı tam 270 kişidir (iki yüz yetmiş). Ve bugün politika, bilim, dil, kültür alanındaki başarılı insanlarımızın, öğünebileceğimiz bütün değerlerimizi (siz diasporadakilerin dahil) koruyan geliştiren insanların en az yüzde yetmişi, yetim büyümüş, hayatlarının bir döneminde otlarla, ağaç kabukları ile beslenmek durumunda kalmışlardır. Dilerseniz bir de üretim yönünden,. örneğin derlenip geleceğe miras bırakılan söylence sayısı, anadilde yazılan şiir yayımlanan kitap sayısı, bestelenen eser sayısı, bunları geliştiren grup sayısı…vb. konularda sayıları ancak yüz binlerle ifade edilen “bedel ödememiş” lerle, kimilerine göre yedi milyonu (!) bulan Türkiye diasporasını bir karşılaştıralım. Yada daha yenilerde vatan savunmasında Abhazya için her şeylerini vermeye hazır olan, veren anavatan insanı ile, masa başında, sanal ortamda vatan kurtaran, anavatandakilere yol yöntem öneren, ancak, geçin bir maaş tutarını vermeyi, elbise eskilerini verirken bile elleri titreyen diasporadakileri bir karşılaştırın. Alacağınız sonuçlardan sonra, bilmem, yine böyle üst perdeden konuşabilir miydiniz? Hadi bir de spekülasyon yapalım: Anavatan kesimi bugüne kadar hiçbir bedel ödemedilerse bile, siz ve sizin gibilerin “tu-kaka” olarak tanımladığınız anavatanda bugünlerde de yaşama bedelini ödemiyorlar mı? Anavatanı sadece uzaktan seven sizlerin küçümseyen sözlerini okumaya, dinlemeye katlanmıyorlar mı?

Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama özetle bilinmesi gereken; diasporada ulusal kültürel hak kazanımı mücadelesinde bir üyesi ölüm cezası alan, yada zindanlarda çürütülen tek bir aile gösterilemezken, anavatanda böyle bir bedel ödememiş tek bir ailenin olmadığıdır.
Gerçekten de “bedelsiz kazanılan değerlerin değeri olmaz” ama üzücü olan, 140 yılı aşkın diaspora yaşamında, var olmak için ciddi hiçbir bedel ödememiş olanların, anavatanın bugünlere, her gün bedel ödenerek getirildiğini görememeleridir.

”Unutmayalım, Ruslar düzenli Çerkes ordularını yenmediler. Organize olmamış doğru dürüst devlet kültürü olmayan, ancak gerilla savaşı verebilen bir avuç insanı yendiler. Acı da olsa gerçek bu. Amacım kendi değerlerimi küçümsemek değil, yanlış anlaşılmasın ama olmayan şeylerle avunmayı da anlamlı bulmuyorum.” Kusura kalmayın ama Burada Rusları mı yoksa Çerkesler mi küçümsediğinizi anlayamadım.

” Atalarımızın sürüldükleri topraklar bir çok insanımız için “çok uzak bir anı” olmaktan öteye gidiyor mu ?” Atalarının sürüldükleri topraklar “çok uzak bir anı” olanlar için emin olun “bir zamanlar Çerkes oldukları” çok daha uzak bir anıdır. Lütfen rahatsız olmasınlar. Yukarıda belirttiğim gibi çağrımız onlara değildir, “ben varım, var olmalıyım” diyenleredir..

“Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Ben lobilerin varlığını biliyorum, bilmeyen olduğunu da sanmıyorum. Ama siz anavatanına dudak büken, bugüne kadar evi bekleyen kardeşlerini küçümseyen, anavatanı ile ilgilenmeyen, imkanı olduğu halde anavatanını gezmeye gitmeyen,vatandaşı olabilme fırsatını elinin sırtı ile iten, bulunduğu ülkelerde politikaya karışmamaya özen gösteren. Yüzünü anavatana dönünce sadece politika konuşan, hariçten gazel okuyan başka diaspora biliyor musunuz? Hem bu lobilerin olabilmesi için lobisi olduğu merkezlerin de güçlü olması, yeterli nüfuslarının olması gerekmez mi? Avrupa’daki Türklerin arkasında sizce Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği yok mu?

“Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Çok doğru. Ben de bu yargınıza yürekten katıldığım için müsterihim zaten. Biliyorum ki siz bile bilgisizce kalem oynattığınız konular hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuzda belki anavatana dönmeyecek ama “Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını” vurgulamaya başlayacaksınız.

“Öte yandan, 70 Milyon’luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?” Burada da dönüşçülerin hiç düşünmediği bir şeyi onların görüşü imiş gibi sundunuz, elbette ki ayıp ettiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını dönüşçüler olarak önemsemesek gece gündüz çifte vatandaşlık sağlanması çabasını sürdürür müyüz? Platformlara, sitelere sizleri kızdırmak pahasına “Bizce, iki komşu ve büyük ülkenin temel politikalarına ters politika seçerek değil, iki komşu ve büyük ülke arasında dostluk köprüsü olabildiğimiz; ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini geliştirmelerine katkıda bulunabildiğimiz ölçüde ulusal kültürel değerlerimizi koruyabileceğimizi, geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini, dönenlerin daha rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin de anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar vermemek olduğunu görmek, görmek isteyen göz için çok zor olmasa gerek.” İçerikli yazılar yazar mıyız? Ama bu konu sizin için çok önemli ise eğer her yıl, şimdilik anavatana yerleşme kararındaki çok az sayıdaki Çerkes’i bir kenara bırakıp, başka ülkelere bu arada Amerika’ya, Rusya Federasyonu’na yerleşen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türklere propaganda yapmanız gerekiyor. Bunu yapmayacak olsanız bile çok akıllıca sandığınız bu yaklaşımı sürdürürseniz, “150 milyonluk, ayrıca tarihten gelen kökleri ile bir dünya devletinin vatandaşı olmak daha çok şey kazandırabilir” yanıtını alabilirsiniz.

“Ben kendimi kültürel olarak “Çerkes” etnik olarak “Türk” hissediyorum.1864 bana ne denli hüzün veriyorsa, Çanakkale ya da 26 Ağustos da o denli gururlandırıyor…Ve kimse kızmasın ama ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor.” Değerli kardeşim, ilk cümlenizi bir dil sürçmesi olarak değerlendiriyorum. Yoksa kişinin annesini kendisinin seçemediği gibi, etnik konumunu da kendisinin seçemediğini bilemeyecek kadar konunun cahili olmazsınız. Ancak kişi kendini, kültürel olarak bir başka halktan sayabilir. Bunu da normal karşıladığımızı sadece bu sitede çeşitli sayfalarda defalarca yazmış oldum. Ancak burada da Dönüşü düşünenleri Türk düşmanıymış gibi gösterme çabanızı anlamak mümkün değil. Girişte söylediğim gibi eleştirilerinize, Dönüşü savunan insanların yazılarını temel almanız gerekiyor.

”Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi anavatana götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz ? Böyle insanlara seslenmediğimizin altını bir kez daha çiziyorum. Dönüş için kişilerin kendileri istekli olmalıdır. Çok kolay olmadığı bilinmelidir. Anavatan için ulusal yaşam için, sizlerin görmezden gelebileceği kimi bedelleri ödemeye hazır olmalıdır. Anavatanda Türkiye yanlısı, Türkiye’de Rus yanlısı dahası Rus uşağı yaftalarına katlanabilmelidir… gibi..

“Son olarak; kültürel değerlerimizi yitirmemek elbette görevimiz olmalıdır.” Değerli kardeşim çağımızda neyi nasıl yapacağınızı söylemediğinizde söylediğiniz en güzel şeyin bile hiçbir önemi olmadığını, dahası önerenin önerisinde samimi olmadığı anlamına geldiğini artık bilmeniz gerekmiyor mu?

”Ancak yaşadığımız ülkeye sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Biz burada ne denli güçlü ve etkili olursak, Kafkaslar da yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır.” İnanın yüzde yüz katıldığım bir görüş. Hem de anavatan tarafına da uyarlanabilecek doğru bir görüş. Yani Anavatan olarak yaşadığımız ülkeye, yani Rusya Federasyonu’na sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Burada ne kadar güçlü ve etkili olursak, diasporada yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır. Örneğin yerel televizyonlarımız diasporadan izlenebilse fena mı olur?…

Saygı bizden efendim…

Yazışmaların hakaret içermemesi konusunda çok duyarlı olanlara, Azmi Berberoğlu kanalı ile birkaç sözüm var.:

Değerli Kardeşim, duyarlılığınıza katılmamak mümkün değil. Ancak saygısızlığı, ahlak kurallarına uymamayı, sadece hakaret sözcükleri ile sınırlandırdığınızı görüyor ve bu anlayışı çok ilkel buluyorum. Uygar insanların onur anlayışı ile ilkel kalanların onur ve hakaret anlayışları epeyce farklılaşmıştır çağımızda. Örneğin sizce;

Birkaç dönüm tarlası işgal edildiği için kavga çıkaran, küfür eden, şansı kötüyse cinayet işleyen biri mi daha onurludur, her gün erozyonla giden vatan topraklarını korumak için erozyona karşı mücadele eden mi?
Çöplerini bahçesine döktüğü için komşusuna av tüfeği ile ateş açan biri mi daha cesurdur, onuruna düşkündür, tutuklanma tehlikesine karşın, işini gücünü bırakıp denizin kirletilmesine karşı çıkanlar, nehri kirleten fabrikatörlere karşı, kelle koltukta mücadele edenler mi?

Birine enayi demek mi daha büyük hakarettir, tüm toplumu enayi yerine koymak mı? Söylemediği, yazmadığı şeyleri bir kişiye mal etmek mi daha büyük hakarettir, yoksa görüşlerine katılmadığı için dönüş grubuna söylemedikleri, yazmadıkları görüşleri mal etmek mi?

Peki bugün beğenmese de ata toprağı diyebileceği ülkenin bekçiliğini yapanları küçümsemek, eleştirileri, söylenmemişlerin, yazılmamışların, kendi sanılarının, öznel görüşlerinin üzerinden yürütmek hangi ahlakın sınırları içindedir?

Yada hakaretler, tavırlar konusunda duyarlı arkadaşların bu kadar çarpıklığı görmemesinin, yada hiç uyarıda bulunmayışının sizce nedeni ne olabilir?
Katılımcımız Abrek-2’nin deyimi ile “Hani merak ettim de?”