DİL ÜZERİNE

Nola Zaur
Çeviri: Ergün Yıldız
Nalçik, 22 Aralık 1983

İki yıl önce otobüs ile bir yerden dönüyordum. Oturduğum koltuğun tam arkasına oldukça iyi giyimli bir karı koca oturdular. Yanlarında bir de çocuk vardı.

Karı koca kendi aralarında Adıgece konuşuyorlar ancak çocukları ile her konuşmalarında özellikle Rusça konuşuyorlardı. Böyleleri ile ilk kez karşılaşmıyordum elbette. Dostlarımın, arkadaşlarımın ve hatta akrabalarımın arasında bile böylesi kimseler vardı. Çocuklarına, torunlarına Adıgeceyi yakıştırmayan; daha ötesi okulda okutulmasına bile karşı olanlar vardı. Bazen buna kızar sorardım nasıl böyle düşünebilirsiniz diyerek. Genellikle de aynı akılsızca yanıtı alırdım. Ne yapacaksın Adıgeceyi. Psıhuabe’ye götürüp bir sepet elma satamazsın Adıgabze ile şimdi her yerde Rusça geçerli nerede konuşacaksın Adıgece ile?

Geçen yıl bölgemizde bulunan bir tanınmış gazeteci Adıgece ile Rusça arasında hangisini tercih edersin diye sorduğu bir öğrenciden “Elbette Rusça, Adıgeceyi ne yapayım? Başka bir şehire gitsen katlayıp cebine koy, hiç bir işine yaramaz” yanıtını aldım diyerek sinsice bir sevinçle herkese ilan ediyordu gazetesinde.

İnsanı anadili ile bir başka dil arasında tercih yapmak zoruda bırakmak ya da o insanın kendisinin bu tercihi yapacak duruma düşmesi ne kadar acı bir şey.

Doğrudur belki bugünkü koşullarda Rusçayı bilmeyen bir kişi kör ya da sağır gibi yetersizdir. Ancak anadilini bilmeyen bir kişi ölmüş, yokolmuş, kendisinden hiç bir iz kalmamış demektir.

Her neyse. Diline sahip olamamak zor iş derler ya.

Ben de daha fazla dayanamadım ve arkamı dönerek sordum: “Siz kendiniz aranızda oldukça güzel,temiz bir dil ile konuşuyorsunuz da bu güneş yüzlü çocuktan anadilini niçin esirgiyor, onu mahrum ediyorsunuz?

Erkek bıyıkaltından gülümserken karısı parmağını alnıma dayadı ve “o seni ilgilendirmez” diyerek beni azarladı.

Kadının bu hareketinden daha çok, parmaklarındaki yüzükler şaşırttı beni. Başparmağı dışında her bir parmağında kocaman taşlı birer yüzük vardı ki, asıl konuyu unutturdu bana. Çünkü bizde, eskiden evli ve çocuk sahibi kadınlar bir yüzükten başka takmazlardı ve bunun aksi davrananlar çok ayıplanırdı. Bu bir; ikincisi o kadar altın ve elmas o eli güzelleştirmiyor tam tersine “heey şu benim zenginliğime bakın” diyerek bağırırcasına onun görgüsüzlüğünü ortaya koymaktan öteye geçmiyordu. Üçüncüsü ve beni yıldırım çarpmışa çeviren şey ise servete, mala, mülke düşkünlüğün kendine yabancılaşmayla ilişkisiydi.

“Adıgeyce ile Rusya’da pazarcılık bile yapamazsın” diyenler bunu şaka gibi söylüyor olsalarda galiba pek öyle düşünmüyorlar ve gerçek payı daha çok.
Ancak bu bugün ortaya çıkmış bir delilik değilki. Taa 1900’lerden başlayan çok eski bir tarihi var.

O dönemlerde Şerelokue Nautok, Adıgeyce ilk alfabeyi hazırladığında birileri bunun günah olduğunu söyleyerek karşısına dikilmiş ve bu ilk alfabeyi yaktırmışlardı.

Yine aynı kafa Hatokşuokue Gazi, ilk Adıgece yayını çıkarttığında, “deli mektubu” diyerek alay etmişti.

Faziy Mejid’in alfabesini Elbed Hasan köy köy dolaşıp dağıtmak istediğinde onu dövmeye kalkmışlardı.

Serebryakov’un işgalci birlikleri ve işbirlikçileride ilk icraat olarak Dımlerin matbaasını kapatmış ve makinalarınada el koymuşlardı. Devrimden sonra 20’li yıllarda da devrim karşıtları Adıgeyce ve Rusçanın karşısına dikilmişlerdi.

Onlara göre Rusça gavur dili, Adıgece ise cahil diliydi.
Görüyor musunuz ana dilimizle ilgili bir soru bizi nerelere getirdi?

Padişahlık döneminde Adıgecenin karşıtları üstünlük sağladılarsa da devrim sonrası bunlar etkisiz duruma getirildi ve ana dilimiz oldukça gelişme gösterdi ve bir temele oturdu. Şogentcıuk Ali’yi Kueşokue Alim’i bu gün var eden, sınırları aşırıp dünyaya taşıyan anadilleridir. Yine Temirkan Yura, Khumahue Muradin, tanınmış profesörlerimizden Keref Kambolet, Şıauetsıuk Zalımgeriy, Tembot Aslenbiy, Khuakuen Hazredali, Nehuş Adem ve daha size sayabileceğim pek çok kişi.

Bunların hiçbirisi anadiline yabancılaşmamış ya da anadil bunlara yarardan öte engel getirmemiştir.

Ben anadilimizin ileriye taşıdığı pek çok insan görüyorum. Ancak, anadilini terkeden ve küçümseyen ya da yok sayan hiç kimsenin uzun soluklu bir başarıya ulaştığını görmedim. Yurtdışında doğup yetişenleri bunun dışında tutuyorum elbette. Onları suçlamıyorum. Bunları şunun için anlatıyorum : Anadiline dudak bükenler, görgüsüz, kültürsüz ve zavallı insanlardır benim gözümde. Onlar kendilerini nasıl görürlerse görsünler. Çok zengin olabilirler, koca koca diplomalar gösterebilirler belki size. Ancak bunlar yalnız göz boyamadır. Onlar aslında yokturlar. Onlar nasıl görünürlerse görünsünler ben Rus yazar Konstantin Paustovski’nin söylediği gibi düşünüyorum: “İnsanın anadiline verdiği değer onun vatanı ve halkı için ne yapabileceğinin en iyi göstergesidir”. İşte ben bu söze inanıyorum. Onlara değil. Benim gözümde anadil ile Anne eşdeğerdedir, kendi annesine değer vermeyenin başka bir şeye değer vereceğini sanmam.

Kendi annesine sahip çıkmayanın vatanına sahip çıkabileceğinede inanmam.

Bizim bu konu da söylenmiş güzel bir öykümüz de var çok eskilerden. Gencin birisi kendisini bakıp büyüten yaşlı annesinin göğsünü görmüş ve “böğğ demiş iğrenerek bu pis şey midemi bulandırdı”. Bu anlayanlar için çok değerli mesaj içeren bir fıkra gibi anlatılagelir.

İnsanı insan olarak yücelten ve diğer insanların gözünde de ona değer katan özelliklerin en başında doğduğu vatan ve konuştuğu anadil gelir. Üstelik bu ikisi birbirinden ayrılmaz iki parçadır. Ben “evden dışarı adım attığımızda anadil işimize yaramıyor” diyenlere, burada Nalçıkta yaşayan Gürcüleri göstermek isterim. Onlar evlerinden dışarı adım attıklarında Gürcüce daha mı çok işlerine yarıyor, üstelik Nalçık’ta? Buna karşın onlar anadillerini konuşuyor, çocuklarına öğretiyor ve bununlada yetinmeyip okuma yazma öğretiyorlar. Sorarım siz bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Bulavin’in direnişi ezildikten sonra 1740 yılında ülkeyi terkedip Türk yurduna giden ve 222 yıl Osmanlı’nın içinde yaşadıktan sonra 1962 yılında ülkeye geri dönen Nekrasovlar tertemiz bir şekilde dillerini korumayı başarmışlar. Kanada da yaşayan Ukraynalılar aynı şekilde anadillerini koruyorlar. Bunlara ne demeli?

Anadilin değerini ondan kazandığın para ile ölçmek rezillik bunun da ötesinde onursuzluktur. Ana dilin ölçütü ana babaya verdiğin değer, vatana, halkına verdiğin değer, kendine duyduğun saygı, çocuklarına ve onların çocuklarına ve onların geleceğine gösterdiğin ilgidir. Bir halkın dili hakkında yalnız o günkü nesil söz sahibi olamaz, dil onlardan önce gelenlerin ve onlardan sonra geleceklerin ortak varlığıdır. Ben inanmıyorum ana diline ihanet edenlerin gelecek için yararlı nesiller ,önderler yetiştireceklerine.

Aslını isterseniz bugünkü durum şu şekildedir: Anadilini bilmeden orduya alınan ya da daha büyük ve kozmopolit şehirlere giden ve bir süre buralarda kalanlar, diğer halkların anadillerine olan sadakatini görüp durumu kavramış olarak dönüyorlar ve “neden bizden ana dilimizi gizlediniz, neden bize töremizi öğretmediniz” diyerek ana babalarının karşısına dikilip sitem ediyorlar.

Bu güzel dünyada para, araba, ev, yazlık ve mülkten daha değerli hiçbirşey düşünemeyenler bunu anlayamıyorlar elbette. Ancak herşeyi mal-mülk olmayanlar biliyorlar vatan için can verilebildiği gibi anadil için de verilecek bir şeyler olduğunu, anadilinde vatan kadar bir değeri olduğunu. Kardeşlerim, bacılarım bizler bu gün anadil için can verilecek ortamlardan uzağız ancak anadile sırt dönmenin boş vermenin çok yanlış bir politika olduğunu anlamamız gerekir. Çocuk okutan anne babalar, çocuklarımızı eğiten kurumlar ve onların da üst kurumları; hepimiz anadilin değerini çok iyi kavramalıyız. Bunu bir aile içi sorun olarak değil bir ulusal sorun olarak algılamalıyız. Çünkü bu gün çocuklarımıza verebildiklerimiz yarın bizim geleceğimizi belirleyecektir. Atalarımızdan kalan anadilimize dudak bükersek bu kimin suçudur bizden başka ? Ana baba çocuğu ile Adıgece konuşmazsa çocuk dilini öğrenemez, kreşlerde Adıgece işitmeyen çocuğa evde öğrendiği yetmez.

Bunların her ikisini de olmuş varsayalım eğer okulda anadilleri ile okumazlarsa diğer emekler de boşa gitmiş olur.

Bunun için de anadilin okulda değeri olması gerekir. Anadilini bilmeyen sınıf geçememeli, karne, diploma alamamalıdır. Suhumi’de bütün eğitimi Abhazca veren okul var; bizde neden bütün eğitimi Adıgece, Balkarca veren okullar yok.? Bu konu bütün yurt genelinde gereken ilgiyi görmeli ve ciddiyetle üzerine eğilinmelidir. Evet bu gün de anadil bütün okullarda okutuluyor ancak gerektiği gibi değil. Öylesine baştan savma bir şekilde. Adıgeceyi doğru dürüst bilmeyen bir mektubu bile okuyamayanlara diploma verip mezun ediyorlar, ben çok rastlıyorum böylelerine. Ancak bunun suçlusu o çocuklar değil. Asıl sorumlu olanlar onları eğitenler. Aman allahım siz eğitmenler, “Adıgeceyi katla cebine koy. Hiçbir işine yaramaz” diyenler gibi mi düşünüyorsunuz yoksa? Ben biliyorum aranızda az da olsa böyleleri olduğunu. 20 yıl kadar geriye dönersek bir okul müdürünün “yeter artık Adıgecenin bize ayakbağı olduğu. Kaldıralım gitsin” dediğini hatırlıyorum.

Ancak Adıge dilinin bizlere değil; okuyamayanlara, tembellere, ana dilini beğenmeyen satılmışlara ayakbağı olduğunu düşünüyorum. Anadilini bilen kişi o halk için yetişmiş insandır. Bunun yanı sıra Rusça ya da diğer bir ikinci üçüncü dil bilmek bir üstünlük ve fazlalıktır elbette. Eğitimcilerimiz söyleyebilmelidirki çocuklarımız köyde olsun, şehirde olsun anadilini bilecek, Rusça bilecek, üçüncü bir dil bilecek. Ancak bu şekilde bu günün dünyasına uygun bireyler yetiştirebiliriz.