ÇERKES HASIRLARI

NOLA Zaur
Nalçik 1991
Çeviri: Ergün Yıldız

Hasır’ın ne zaman ve hangi toplulukta ortaya çıktığını bu gün pek kimsenin bildiğini sanmıyorum.

Çok önceki uzak dönemlerde insanoğlunun gereksinimi nedeni ile ortaya çıkan bu beceri zaman içerisinde gelişerek neredeyse bir sanat dalına dönüşmüştür. Bugün elimizde bulunan eski ve yeni hasırları bir arada inceleyip ikisi arasında bir karşılaştırma yaptığımızda o dönemlerde basit sergi amaçlı ile kullanılan hasırın bu gün yapılanlar ile kıyaslanamayacak kadar farklı olduğunu görüyoruz.

Çok eski hasırlar çoğunlukla kamışların birbirine tutturulması ile yapılan düz ve basit modeller olduğu halde daha geç dönemlere ilişkin hasırların gerek yapılış biçimi, gerek modelleri bakımından daha karmaşık ve farklı olduğunu görürsünüz. İlk  yapılan hasırları incelediğimizde daha önce sözettiğimiz bağlama modelini izleyen dönemde, önce dikey örülen modeller sonra kamışların çapraz örülmesi ile yapılan modeller geliyor.

İnsanoğlu yaşama, yiyecek ve giyinme gereksinimini karşılayıp günlük yaşamında kullandığı eşyalara yöneldikçe ve bu gereksinime ayırdığı zaman arttıkça ürettikleri de onun anlayışına paralel olarak gelişmeye, güzelleşmeye başlamıştır. Tüm el sanatlarının çıkış noktası budur ve bu durum insanoğlunun gelişimi içerisinde demiri işleyen için de, ağacı işleyen için de giysi yapan için de gereksinim için üretilenlerin sanata dönüşmesine doğru yolalan bir süreçtir.

İşte bu nedenle, bu gün söz ettiğimiz eski hasırlar tıpkı eski elsanatlarımız, oyunlarımız, söylencelerimiz, eski halk şarkılarımız gibi bir halkbilimsel değerdir.

Hasırın yapılışı kısaca şöyledir:

Islak kamışlar gölgede ancak içlerinin küflenip rutubetlenmemesi için rüzgar görebileceği bir yerde kurutulur. Daha sonra bu kamışlar bir çizik halinde yarılarak iyice gevşeyinceye kadar suyun içerisinde yumuşatılır. Sonrada tezgaha yapılacak hasırın enine bağlı olarak dikey kamışlar gerilir ve çerçevesi örülür.

Çerçevenin oluşturulması sırasında önceki modellerden herhangi birisi kullanılabilir (deri çevrimler, kesmeler, çapraz baklava dilimleri, balıksırtı, desteklenmiş çubuklar ve birbirine bakan yarımaylar biçiminde çeşitli modeller vardır). Bundan sonrası ise hasırı ören kişinin hayalgücü ve içdünyasına kalmış bir şeydir, isterse basit bir örgü ile isterse karmaşık örgü ve modellerle işler.

Hasır yapımı da tıpkı demir işleme, ağaç ve deri işleme, altın ve gümüş işleme sanatı gibi sınırlı sayıda insanın ve özelliklede ev hanımlarının bilip uğraştıkları bir beceri olarak devam edegelmiştir

Bu sınırlı ilgiye karşın bugün birer sanat yapıtı olarak adlandırılabilecek güzellikte hasırlar yapılmıştır. Ancak bu materyallerin halk sanatı açısından değerini anlayıp onları korumaya alacak, biraraya toplayacak insanlar olmadığı için günümüze kadar korunabilenler varolanın çok az bir bölümüdür. Bu gün koruma altına alınmış ve müzede sergilenen hasır sayısı 60 kadardır ve bunların en eskisi 1862 yılında yapılmıştır. Üzülerek söylemeliyim ki daha öncesine ilişik elimizde hiç bir şey kalmamıştır. Bu gün elimizde var olan hasırları incelediğimizde bu sanatın iki ayrı stilde devam ederek bu güne geldiği sanıyoruz.

Bunlardan daha eski olduğunu sandığımız stilde kurutulmuş kamışların yalnız belirli bir kısmından yapılan ve tamamı değişik modellerle işlenmiş olan stildir. Bu biçim daha çok Kabardey bölgesinde yapılan hasırla da görüldüğü için bunu Kabardey modeli olarak da adlandırabiliriz.

Urukh köyünden Dzıhmış Merjan’ın yaptığı 93cmx2m ölçülerinde olan buğday rengine yakın ortası boydan boya çapraz örgü ve ince boğumlar biçiminde, kenarları baklava dilimi şeklinde örülmüş ve örgüleri deri çevrimlerle sarmalanarak kesmelerle bitirilmiş olan hasır söz ettiğimiz biçime güzel bir örnek olarak korunmaktadır.

Aynı stilde ancak değişik modellerde yapılmış olan Sındıkue Latse, Bevıkue Fatimet, Sosmak Mariya ve Bırsekue Kule’nin yapmış oldukları hasırlar da bu stilin değişik örnekleri olarak elimizdedir.

Adige hasırlarında dikkati çeken en önemli özellik kompozisyonu oluşturan modellerin arasındaki simetrik uyum ve dengenin sağlamlığıdır. Ancak zaman zaman bu disiplinin dışına çıkan istisnalarda yok değildir.Örneğin Kıeş| F.’nin hasırları söz konusu biçimlere en iyi örnektir. Onun dikey düşey çift örgülerle oluşturduğu modeller ilk bakışta diğerlerinden farklı ancak aynı zamanda ustaca bir el emeği ürünü olduğunu farkettirir.

Bu modellerin kaynağı hakkında bir bilgi sahibi değilim ama yinede bunun eski hasırlar arasında tamamen farklı bir bakış açısı ve farklı bir boyut olduğu tartışılamaz.

Bizim ikinci stil olarak adlandırdığımız modeller ise bir kaç renkten oluşmaktadır. Bunlar güneşte yüksek ısıda sarartılan sarı renk, çamurumsu bir suyun içerisinde bekletilerek verilen kahverengi, ya da yine benzer bir suyun içerisinde bitki boyaları ile renklendirilen yeşilin ve mavinin tonları oluşturulur. Aynı derinin boyanması gibi boyanarak renk verilen siyahtan oluşan ve modelleri belirginleştirmek için içerisinde zaman zaman ince çubuklar beyaz ya da siyah yün kullanılan hasır örme biçimidir. Bu tip hasırların yapımında kaç tür malzeme kullanıldığı konusunda bir bilgi sahibi değilim ancak bu gün üç ayrı malzemeden oluşan hasırlar elimizde vardır.

Bu sözünü ettiklerimin yanı sıra Psıj bölgesinde gördüğüm ve Adige stili olarak adlandırılan hasırlarda model ve motiflerle yetinilmemiş olduğunu bütününde ya da belirli bir bölümünde resim işlenmiş hasırlar yapıldığını gördüm. Bizim -Argen- dediğimiz hasır o bölgede ve Adigeyde -Puable- olarak isimlendirilir, bence bizim de bu sözcüğü dilimize alarak kullanmamız daha uygun gibi geliyor. Adige stiline güzel bir örnek olarak K|unçıkuehable’den Khut M.’in yaptığı hasırdan biraz söz etmek istiyorum. Kahverengi zemin üzerinde üst kısımda siyah kamışlardan örülü; üzerinde semaver, sağ tarafında tabağı içerisindeki bir çay bardağı, solunda şekerliği olan ve altında iki tabure bulunan bir masa resmi yeralıyor. Onun altında bir somya biçimindeki yatak resmi olan bu hasırın kenarları ikişer örgü biçiminde yukarıya doğru çıkarak çatı şeklini alıyor ve en tepede bağlanıyor.

Namazlık olarak örülmüş olan bu hasırda dine vurgu olarak yapılmış olan ibrik ve leğen biraz daha arka planda kalacak biçimde yapılmış olması, el sanatlarımıza dini motifler de girmiş olmakla birlikte bu tür desenlerin ve temaların genellikle ön plana çıkacak baskın motif olarak kullanılmadığını gösteren güzel bir örnektir.

Yine aynı izlenimi edinmemize neden olan bir başka namazlıkta Okepşiy köyünde yapıldığı bilinen ancak kim tarafından yapıldığı anlaşılamayan hasırdır.

Adige stilinin bir güzel örneği de H. Şheplhokue’nin hasırıdır. Bu hasırda diğerleri gibi ortasında resim işlenmiş alt kısmı baklava dilimleri biçiminde altın sarısı kenarları ve ortası siyah dikey örgülerle boydan boya geçen üç ayrı biçimin birleştirildiği güzel bir örnektir.

Üzülerek söylemek zorundayım ki Adige el sanatları layık olduğu değeri görememekte el sanatlarına temel olan eski ev eşyaları gereği gibi korunmamaktadır. Eski metal işlemeler, altın simli Çerkes motifli giysiler, ağaç oymalar, deri işlemeler, kılıçlar kamalar bıçaklar ve benzeri eşyaların yapımını unuttuğumuz gibi varolanlarına da koruyamıyoruz.

Bütün dünyanın hayran olduğu Çerkes giysileri bile artık kullanılmamakta yalnız folklorik bir öğe bir tiyatro kostümü olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Yine aynı şekilde kültürümüzün bir parçası olan hasat törenleri; Vak|ue Yih|ıa (tohum atmak için tarla sürümünde ve hasat zamanı yapılan tören), Guşıe Hephıe (bebeğin ilk beşiğe yatırılışı sırasında düzenlenen tören), beşik şarkıları, kahramanlık ve önemli olayları anlatan şarkılar, düğünlerimiz ve toplantılarımız gibi pek çok halkbilim değerimiz yitip gitmekte ve yokolmaktadır.

Çerkes hasırlarını bu saydıklarımızdan biraz daha şanslı görüyorum çünkü Kültür Bakanlığı bu konuyu somut şekilde desteklemektedir.

Ayrıca Ğukıe Zamudin bu konuya özel bir ilgi göstererek eski Adige hasırlarını toplamaya başlamış hepsini fotograflamış, oldukça zengin bir arşiv ve koleksiyon oluşturmuştur. Sanatçı daha da ileri bir adım atarak Kültür Bakanlığı’nın desteklediği “Argen”isimli bir atelye açmış ve bu sanatı yeniden canlandırmasının yanı sıra 20’den fazla öğrenci yetiştirmiştir.

Bu atölyede günümüz evlerinde kullanılabilecek dekoratif hasırlar, yolluklar, duvar panoları yapılmaktadır. Ürünlerin bir bölümü tüm Rusya genelinde sergilenmiştir.

Aynı şekilde Adigey Cumhuriyeti’nde Azemet Min Kutas, Adige hasırlarını toplayıp müzeye koymuş ve hepsini fotograflayarak bir albüm haline getirip bastırmıştır. Aynı şekilde K|uş| Aslan’da Adige hasırlarına özel bir ilgi duyarak bunların bir araya getirilmesi için övgüye değer bir çaba göstermiştir. Bu konuda bir de tanıtım amaçlı kitap yayınlamıştır.

İşte bu girişimler Adige hasırlarının koruma altına alınması ve bu sanatın devam edeceği konusundaki ümidimizi güçlendirmektedir.