BİZİM ATALARIMIZ VAR YA!

BABUG Ergun Yıldız
24.12.2005

Boş övünme konusundaki meşhur hikayeyi bilirsiniz.

Bir Çerkes ile bir Kürt yeni tanışıyorlarmış.

Çerkes kasıla kasıla başlamış anlatmaya;
– Benim dedem falan bölgenin en önemli beyidir. Babam tüm ülkede tanınan büyük bir işadamı, annem üniversitede öğretim üyesi, amcam milletvekili, diğer amcam anayasa mahkemesi üyesi, ağabeyim falan ülkede konsolos, ablam önemli bir yazar, halam ünlü bir televizyoncu, dayım meşhur tiyatrocu…

Çerkes uzun uzun saymış tüm akrabalarını. Daha sonra küçümser tavırlarla diğer kişiye sormuş.
– Sen kimlerdensin?

Bu duruma oldukça içerlediği belli olan Kürt başlamış saymaya.

Vallaha arkadaş benim dedem vatan hainidir. Babam bu memleketin en meşhur dolandırıcılarındandır, annem genelev işletmecisi, amcam hayali ihracatçı, dayım uyuşturucu taciri, bir ağabeyim silah kaçakçısı, diğer ağabeyim hatırı sayılır bir mafya babası, kız kardeşim de fuhuş suçundan şu an hapishanede…

Kürt devam edecekmiş ki, Çerkes sözünü kesmiş ve duyduklarından dehşete kapılmış bir şekilde sormuş karşısındakine;
– Yaw siğoş bu ne biçim bir aile böyle?

Kürt  bıyık altından gülümseyerek cevabı yapıştırmış :
– Ne yapalım kardeşim, memlekette ne kadar iyi şey varsa hepsini senin ailen olmuş, bize de kala kala bunlar kaldı.

Fıkrada anlatılan kadar olmasa da övünme konusunda pek bir maharetliyizdir maşallah.

Hatta bunu o kadar ileri götürürüz ki, bazen sözlerimiz gerçekte hiç bir hükmü olmayan havada ifadeler haline gelir, komik durumlara düşeriz.

“Biz insanlık tarihinin vatanı için en çok mücadele etmiş halkıyız”

Breh! Breh!  Breh!

Şimdi bu lafı edene sormazlar mı?
– O zaman neden vatanınızda değilsiniz usta?

Sorarlar ama o duymaz, çünkü övünme moduna girmiştir artık ve  aynı hızla devam eder;

”Kültürümüze o kadar düşkünüz ki, bizdeki bu bağlılık hiçbir halkta yoktur.”

Aman ne güzel.

Hadi o güzel kültürünüzden bir iki örnek göster bize; mesela edebiyatınızdan, şiirinizden, tiyatronuzdan vs. denilse…

Cevap tahmin edeceğiniz üzere uzun bir sessizliktir.

Sessizliktir, çünkü ne o övündüğümüz kültürü biliriz, ne o övündüğümüz halkın mensubu olmanın omuzlarımıza yüklediği görevlerin farkındayızdır.

Sadece övünürüz.

Bol bol miş’li geçmiş zaman cümleleri kurarak sorumluluklarımızı unutturmaya, görevlerimizi geçiştirmeye çalışırız.

Düne dair söyleyecek pek çok şeyimiz olmasına karşın, bu güne ve yarına dair edecek tek bir kelamımız yoktur genellikle.

Arkasında hiçbir eylem hiçbir pratik olmayan bu anlayış, zaman içerisinde yayılarak topluma da bireye de yarar sağlamayan; oyalanmadan, kendini tatminden ibaret bir hal alır.

Günlük yaşamda kişilerde  gözlemlediğimiz ve genellikle de hoş gördüğümüz bu tavır, toplumun çoğunluğuna yayıldığında bir  hastalık hali olarak tanımlanır.

Eğer bir cemiyet sürekli geçmişi ile övünüyor ve fakat geleceğini o çok övündüğü geçmişin üzerine bina etmek üzere hiçbir çaba sarf etmiyorsa, hiçbir hamlede bulunmuyorsa, hiçbir planı programı projeksiyonu yoksa, bu gerçekten de bir hastalıktır.

Şu anda bizim durumumuz da aşağı yukarı böyle.

Elbette her toplum kendi üyelerine özgüven verecek bir değerler bütününü muhafaza eder; elbette her birey halkının tarihi/kültürü ile gururlanır, savunur ve yaşatmaya çalışır.

Fakat bunun bir ölçüsü olmalı, bireyler ve dolayısıyla toplumlar geçmişe saplanıp kalmaktan kurtularak ileriye bakabilmelidir.

Eğer yarınlara dair bazı beklentilerimiz varsa.

Eğer gelecekte de dünden kalan sermayeyi yiyerek ayakta kalabileceğimizi düşünmüyorsak; bu övünmelerin de bir sınırı olması gerektiğini bilmeliyiz.

Konuşmanın ötesine geçerek üretmeli, yaratmalı, hayata biçim ve yön vermeye çalışmalıyız.