”BİZ YAPAMAYIZ!” KOROSU

YEMUZ Nevzat Tarakçı
02.02.2008

(Şarkısı ümitsizlik, bestesi çaresizlik olanlara ithaf olunur.)

Sevgili güzel kardeşim, söyler misin, senin hiç mi pozitif zihni meşguliyetin, yapıcı değerlendirmen, olumlu yaklaşımın yok?

Neden hep olumsuz, niçin hep ümitsizsin?

Yoksa sen “iyi Çerkeslik” sözünden, “Hiçbir şey beğenmeme, yakma, yıkma, yüreklere basma”mı anlıyorsun?  

Can dostum, topluma çok şey katabilecekken, ne kadar zarar verdiğinin farkında mısın sen?

Farkında mısın “Biz yapamayız!” korosunun çoğu zaman güçlü bir solisti, bazen de koro şefi” olduğunun?

Yakışıyor mu sana, ümitsizlik şarkıları bestelemek, tükenmişlik türküleri seslendirmek, böylesi bir koroyu yönetmek?  

Sen, seni dinleyen, konserlerini (!) izleyen, senin etki alanında olan mert, bıçkın delikanlıları, neşeli, pozitif gençleri, nasıl olumsuz etkilediğinin farkında mısın? 

Sen farkında mısın, her tavrın, her konuşmanla ideali hançerlediğinin?

Kültürüne, kimliğine verdiğin zararın farkında mısın?

Allah aşkına, hayatında “pozitif davranışa” hiç yer yok mu senin? 

Bir düşün, bu güzel toplumumuzdaki negatif eleştiri yoğunluğunu!

Bir düşün, bu yıkıcılığın güzel toplumumuza verdiği zararları!

“Olumsuz eleştiriyi, hayat tarzı yapmış zavallıları” bir düşün!

Bir düşün, bestesi çaresizlik, şarkısı ümitsizlik olanları!

Bir düşün, uzun yıllar aşkla, şevkle görev aldığın “Biz yapamayız!” korosundaki güzel (!) hizmetlerini?

Çok güzel yeteneklerin varken, benlik ve enaniyet tuzağına takılarak kabukta ve biçimde kalmış halini bir düşün! 

Düşün, ne olur, ezberciliğini, tekrarcılığını, taşıyıcılığını, istismarcılığını, kaba saba tavırlarını, akıl ve mantığı nasıl dışladığını!  

Bu olumsuzluk girdabında çırpınıp durdukça, hakikati göremeyeceğini, bu girdaptan kurtulamayacağını düşün! 

 

Hepimiz, sıklıkla rastlamışızdır, “her sohbete giriş cümlesi negatif olan” bu tiplere.

İnsan, bunları gördükçe “Yahu hiç mi pozitif bir şey bilmez, hiç mi olumlu düşünemezsin sen!” diyesi geliyor. 

Kalın bir sis perdesi gibi üstümüze çöken bu negatif eleştiri bulutları, toplumumuzu nefes alamaz hale getirmiş, karga sesleri bülbül seslerini bastırmıştır.

Bu durum, moralleri bozmuş, pozitif enerjiyi yok etmiş, sinerjiyi bitirmiştir. 

Tabii ki eleştirel akıl, güzel bir şey.

Ama önce, öğrenmesini ve düşünmesini bilen akıl.

Önce akıl ve sağduyu lazım.

Üslup ve metot yanlışlarıyla dolu eleştiriler, sadece zihinleri bulandırmaya yarar.

Dolayısıyla ne sevince ne heyecana ne de ideal düşünmeye mecali kalır toplumun. 

Etrafımızı dinlediğimizde sıklıkla duyarız: 

“Yanlışların, eksiklerin, olumsuzlukların anlatılmasından bıktım inanın, doğruların, güzelliklerin söylenmesine hasret kaldım !” diyenleri. 

Ne olurdu yani, hep yanlışları, yanlış anlaşılmanın örneklerini konuşacağımıza artık doğru örnekleri, güzel emekleri ve harika eserleri konuşsaydık. 

Hem bu sayede onlardan faydalanmış, hem de kafamız ve gönlümüzün gücü nispetinde kendimizi ve toplumumuzu ileriye götürmüş olurduk. 

Ne iyi olurdu, “ Biz yapamayız! ” korosu sussa artık!

“Biz neden yapamayalım ki!“  

“Ne güzel yapıyoruz işte!“

“Biz, çok daha güzeline layığız!“ korosu başlasa.

O zaman toplum olarak enerjimiz artacak, sinerjimiz çoğalacak, moralimiz düzelecektir. 

Yeter, artık, ümide, birlikteliğe dair besteler yapılsın!

Güzel geleceği seslendiren şarkılar söylensin.

Sevgiyi, hoşgörüyü, birlikteliği anlatan türküler dinlensin.

Buna muhtacız! 

Biz çok daha güzel şeyleri hak ediyoruz!

Ümitsizliğe, moralsizliğe, sataşmaya, saldırmaya, karalamaya, karartmaya gerek var mı? 

Toplum olarak bizim, “kayma ve çürüme noktamız” ümitsizliğimiz ve olumsuz eleştirilerimizdir.

“Biz yapamayız korosu”

“Ümitsizler grubu”

“Negatifçiler ekibi”

“Hiçbir şeyi beğenmeyenler ekolü” susarsa görün siz şahlanışı. 

Nedir bunların amaçları?

Şüphesiz, onların çoğu da iyi niyetlidir.

Ama bilmezler ki tavırları ideali hançerliyor.

Bilmezler ki; sislere, karabulutlara, girdaplara onlar vesiledir. 

Anlaşılan, ilmi, fikri, ruhi olgunluğa sahip kardeşlerimize çok görev düşüyor.

Bilinçle, sabırla, sevgiyle, hoşgörüyle yapılacak çok görev. 

İnsanları bu kadar olumsuz, halsiz, idealsiz, yapan duygu, düşünce ne acaba?

Geçim derdi mi?

Alım ve çalımla toplum karşısına çıkma düşüncesi mi?

Makam, mevki, statü, şöhret arzusu mu?

Başkaları tarafından kabul görme isteği mi? 

Ne demişler: “Düşünceyi de düşüneni de, ilgisizlik susturur, soluksuz bırakır! ” 

Unutmayalım, yanlışları anlatmaktan ibaret bir gayretten doğruların izahı çıkmaz.  

Doğrular, doğru şekilde açıklanırsa zaten yanlışlar kendiliğinden ortaya çıkmaz mı?