ADLER’DEN MAYKOP’A

Dr. MEŞFEŞŞÜ Necdet Hatam
Ocak 2007, Maykop

15-16 Aralık 2006 tarihlerinde Dünya Abhaz-Abaza Birliği’nin düzenlemiş olduğu kongrenin altı katılımcısı, birlikte, Adler’den (Rusya’nın Abhazya sınırına en yakın istasyon kenti) Maykop’a kadar unutamayacağım güzellikte bir tren yolculuğu yaptık. Staş Zuxér, Ademey Hikmet, Tok Ümit, Nihat Yılmaz ben Necdet Hatam ve Ajans Kafkas’ın sorumlusu ve Radikal Gazetesi değerli çalışanı sevgili kardeşimiz Fehim Taştekin. Her birimiz Fehim’den, hem daha yaşlı hem de olayımızda daha eskiydik. Yaklaşık yedi saat süren yolculuk boyunca birçok konuyu farklı bakış açılarından irdeleme şansımız oldu. Öyle sanıyorum ki Sevgili Taştekin ile birbirimizi daha iyi tanıdık. Bir çok konuya yaklaşımlarımız da genelde örtüştü.

Konularımız arasında Dönüş, elbette ki, önemli bir yer tuttu. Konuşma arasında ben, Dönüş’ün önündeki en büyük engelin psikolojik olduğunun, en büyük sorunun çoğunluğun sandığı gibi ekonomik olmadığının altını çizdim. Halkın, moral olarak hazır olursa, yasal zeminin oluşturulmasına katkıda bulunabileceğini, dönüş için gereken parasal desteği de bulabileceğini ekledim. Ardından, Dönüş yapanların ilk kuşağının her şeye sıfırdan başlamamız gerektiğinin bilincinde olmamız gerektiğini, buna hazır olmamız gerektiğini bir kez daha vurgulayınca -benden beklemediği bir yaklaşım olmalı ki- Sevgili Taştekin hayretle bunu yazıp yazamayacağını sordu bana. Elbette yazabileceği yanıtını verdim.

Aslında ben de bu sözlerimin hayretle karşılanmasına hayret etmiştim. Öyle ya adına ne dersek diyelim Dönüş, yaşam koşulları farklı bir coğrafyadan bir başka coğrafyaya yer değiştirme idi. Sosyolojik bir olgu idi yani ve böyle yer değiştiren toplumların yaşadıkları sorunlar, şiddeti farklı olmakla birlikte elbette ki, yaşanacaktı ve bizler de yaşıyorduk. Ve anavatana dönüş yapma şansını yakalamış olanlarımız, ülkenin politik yaşamında en ön plana çıkma , başrolde oynama girişiminde bulunmamızın ne denli yersiz, gereksiz ve yanlış olduğu sosyolojik gerçeğinin farkındaydık. Umuyoruz ki, bu gerçek, diasporadakilerce anlaşıldığı ölçüde, anavatana ziyaret için olsun gelmeyenlerin, anavatana düzen verme girişimlerini “hariçten gazel okuma” olarak değerlendirişimize, bu girişimde bulunanları, “deplasman futbolcusu” olarak adlandırışımıza içerleyenlerin sayısı da azalacak, anavatan değerlendirmelerinde daha sorumlu davrananların sayısı da artacaktır.

İşte, 7 Ocak 2007 tarihli Zaman Gazetesi Pazar ekindeki haberi, sözünü ettiğimiz sorunların salt bizlere özgü olmadığının göstergesi olmak yanında, Anavatana Dönüş yapanların kendi örgütümüzün olması gerekliliğini de vurguladığı için, önemli bulduk ve sizlerle de paylaşalım istedik.

“Rusyalı Almanlar Derneği Başkanı Adolf Fetsch, Zaman’a yaptığı değerlendirmede, “Bizler unutulmuş Almanlarız. Dil bilgisi ve toplumsal kabul bakımından göçmenlerle benzer bir durumdayız” diyor.

Almanya’da yaşayan milyonlarca “Alman” bir Türk göçmen kadar çok problem yaşıyor. Onların sorunu Rusya’dan gelmiş olmak. Rusya’da iken Alman oldukları için “Faşist” muamelesi gördüklerini söyleyen bu insanlar, Almanya’da ise “Rus” algılanıp aşağılanıyorlar.

Rusya’dan göçmüş Almanlar “göçmen” muamelesinden bezgin.

Milliyeti Alman, kaderi Türk

TİMOFEY NEŞETOV

Almanların Rusya serüveni 17. yüzyıla dayanır. I. Petro döneminde rağbet gören Alman bilim adamları ile mühendisler, Katarina adlı taşralı bir Alman prensesin evlilik ve darbe yoluyla Rus tahtına çıkması üzerine adeta el üstünde tutulur. 1763 yılında Avrupa ülkelerine elçi gönderen II. Katarina, özellikle zanaatkar ve çiftçileri Rusya’ya yerleşmeye davet eder. Bu davete en çok Almanlar icabet eder. Birinci Dünya Savşı2na kadar 2,5 milyon Alman Rusya’nın çeşitli kentlerine yerleşir ve kendi gazete, okul ve fabrikalarını kurarak dil, din ve adetlerini muhafaza eder. Kimisi Rus halkı ile kaynaşırken kimisi adeta paralel toplum şeklinde yaşamayı tercih eder. 300 bin Alman Çar ordusunda savaşmasına rağmen Almanya’nın başlattığı Birinci Dünya Savaşı, Rusya’daki Almanların ezilmesine yol açar. Bu eziyetler 1920’li ve 1930’lu yıllarda devam eder ve ikinci dünya savaşında zirveye ulaşır. Sibirya ve Kazakistan’a sürülen milyonlarca Alman, faşist Almanya’nın ajanı olmakla suçlanır.

Almanların soğuk savaş döneminde de hakları yenmeye devam edilince çoğu, anavatanına dönmeye karar verir; ancak Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar sadece 70 bin Alman Rusya’yı terk edebilir. 1990’lı yıllarda başlayan yoğun göç süreci ise kısa sürede Almanya’da yaklaşık 2,5 milyonluk bir Rusyalı Alman topluluğunun oluşmasına yol açar. Birçoğunun Rusça’yı Almanca’dan daha iyi konuşması, kamuoyunda Rus diye muamele görmelerinin sebebi.

Rusyalı Almanlar Derneği Başkanı Adolf Fetsch, Zaman’a yaptığı değerlendirmede, “Bizler unutulmuş Almanlarız” diyor. Derneğe 17 bin üye toplayabilen Fetch, “Ana gündemimiz entegrasyon. Dil bilgisi ve toplumsal kabul bakımından göçmenlerle benzer bir durumdayız.” Tespitini yapıyor. Ancak Türk, Yugoslav ve Arap göçmenlerle aynı kefeye sokulmaktan rahatsız olan Fetsch, “Alman’ız, asıl memleketimize dönüş yaptık; tarihimiz diğer göçmenlerinkinden farklı.” diyor. 1940 doğumlu Fetsch’in ailesi 1945 yılında Münih’e gelmeyi becerdiği ve evde Almanca konuşulduğu için kendisi Rusça bilmiyor. Almanya’da yaşayan herkesi toplumsal barış adına çaba sarf etmeye çağıran Fetsch, “İyi niyetli insanlar bir başka. Kökeni ne olursa olsun Almanya bu insanlara muhtaç. Bu insanların birbirini tanıması ve ara sıra el ele vermesi gerekir.” ifadesini kullanıyor.

Kohl Hükümeti’nin 1988 yılında oluşturduğu Yurtdışından Gelen Almanlar Görevlisi makamı, entegrasyon görevlisininkine benzer. Bugün bu görevi yürüten Hıristiyan Demokrat Birlik Parti’li (CDU) Dr. Cristoph Bergner, Zaman’a verdiği demecinde, iyimser görünüyor. Rusya haricinde Macaristan, Kazakistan, Polonya, Danimarka ve Balkanlar’daki Alman azınlıklardan sorumlu olan Bergner, bu insanların Almanya’ya döndükten sonra toplum için zenginlik teşkil ettiklerini söylüyor. Bergner, “isteyen, geçmişini unutarak Alman toplumunda asimile de olabilir. Fakat geldikleri ülkelerin dillerini konuşan Almanlar daha kolay iş bulabiliyor.” tespitini yapıyor. Hem göçmen Almanlara hem Alman toplumuna yönelik aydınlatma faaliyetlerini yürüttüklerini belirten Bergner, “İleride doğru dengelerin oturacağına inanıyorum” tespitinde bulunuyor. Alman Federal Meclisi’nde beş tane Türk kökenli milletvekili görev yaparken Rusyalı Almanların siyasette nerdeyse temsil edilmemesine de değinen Bergner, “Siyaset yapabilecek yaşta olanların çoğu henüz yeni geldi. İkinci, üçüncü kuşağın meclise gireceğine inanıyorum.” diyor.”