ADİGE HER YERDE ADİGE’DİR

Bella Pşıdateko
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Adige Mak, 06 Ekim 2007

İnsan, yaşamında çok şeyle karşılaşabiliyor, bazıları da silinmez izler bırakabiliyor.

40 yıl önce yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. 1967’de bir askeri misyon içinde Çekoslovakya’ya gitmiştim. Başkent Prag‘da bir hafta kalmış, tarihi ve turistik yerleri gezmiştik. Özellikle şato ve köprülerin güzelliğine vurulmuştum. Ardından Bruno kentini ve çevresindeki turistik yerleri gezmiştik. Sonunda Slovakya‘nın başkenti Bratislava’ya gitmiştik. Tuna nehri yakınındaki bir otele (haç’eş) alınmıştık. Oteldeki ilan panosunda Adigece yazılmış bir duyuruyu görünce şaşırıp kalmıştım.”Eğer siz de bir Adige iseniz, beni görmeden gitmeyiniz” diyor, adresini ve telefon numarasını da bildiriyordu. Rigalı bir grupla beraberdim, kimsenin Maykop’un adı dışında, Adige adını duyduğu bile yoktu. Kafile başkanımız yanıma sokulup “bu yazılanları okuyabiliyor musun” diye sordu.
– Benim dilimde yazılmış, okurum elbette, dedim.

Kadın rehberimizden belirtilen numaraya telefon etmesini rica ettim ama kendisine ulaşamadık.

Sıradan bir olaymış denebilir ama o zamanlar önemliydi.

Üzüldüğüm bir şey vardı daha. O da “Адыгейский орнамент” (Adige Süsleri) adlı yanımdaki kitabı verecek birini bulamamıştım. “Bir Adige arayan biri varken, kitabı nasıl başka birine verebilirim ki?” demiştim kendi kendime.

Ertesi gün kitaba başka şeyler de ekleyerek, bir Rus kızı ile birlikte duyurudaki adrese gittim. Avrupa tipi binalara benzemeyen, Güneyli (Akdeniz -ç.n.) evleri andıran kocaman bir binaydı burası. İçeri girer girmez, Adigece bir yazı daha gözüme ilişti: “Okuluma adım atan bir Adige isen, beni görmeden sakın gideyim deme”.

Yazıda kapı numarası da verilmişti ama kendisini bulamadık. Onun bir öğrenci olduğunu anlamıştım (ama adı yazılı değildi). Götürdüklerimi geri getiremezdim. Sağlık ve başarı içinde okulunu bitirmesini dileyen bir not yazdım, notu elimdekilerle birlikte bir öğrenciye emanet bırakıp ayrıldım.

Akşama önemli bir programımız vardı: “Славянское кладще” (Slav Mezarlığı) adlı, on bin Sovyet askerinin gömülü olduğu bir mezarlığı, çiçek götürüp birlikte ziyaret edecektik. Rehberimizin anlattığına göre, Bratislava’nın (Almanlardan -HCY) kurtarılışı sırasında 10 bin kayıp vermiştik. Cesetler, her biri biner kişilik toplu mezarlara  konulmuş, üstlerine  tepe görünümlü yığma mezarlar oluşturulmuştu. Ancak subaylar için tek tek anıt mezarlar (саугъэт) yapılmıştı. Mezarın birinde bir Adige adı, N. İ. JANE yazılıydı.

Dışarı çıkalım diyeceğimiz bir sırada kapımız çalındı. Karşımda güzel giyimli, endamlı ve yakışıklı bir Adige delikanlısı duruyordu. Adigece konuştu:
– İyi günler, beni arayan Adige kızı siz olmalısınız, dedi.
– Evet, buyurun, dedim.

Tanışmamızın ardından, hangi köyden ve hangi aileden (л1акъо) olduğumu sordu. Ademıye köyünden ve Çetave (Чэтао) ailesindenim, dedim.
– Peki, bizdeki Çetavelerle yazışıyor musunuz, diye sordu.
– Sen nerelisin, diye sordum ben de.
– Suriyeliyim, adım da  Faysal, dedi.

Yadsıyamam, önce bayağı korkmuştum. Çünkü bizim yabancı ülkelerden kişilerle konuşma özgürlüğümüz yoktu ama ardından Çekoslovakya’da bulunduğumu, bu bakımdan bunun bir sorun oluşturmayacağını  düşünerek rahatladım.

Faysal’da tam bir Adige terbiyesi ve nezaketi vardı, karşısındakinde saygı uyandıran biriydi. Büyük yazarımız Tembot K’ERAŞ’ın (Biyografisi için bk.”Tembot  K’eraş”, Vikipedi, internet) romanlarındaki örnek tiplere, Adige karakterlerine benziyordu. Tembot K’eraş’ın romanlarını Rusçalarından okuyan Letonyalı kız arkadaşlarım, “ne mutlu size, demek sizde böylesine terbiyeli ve saygılı gençler hala varmış” diyorlardı.

Faysal işte tam da öylesine biriydi. Bir Adige görünümü, bir Adige davranışı, bir Adige karakteri ve bir Adige’deki insan sevgisi, Faysal’da somutlaşmıştı.

Ben enstitü (yüksek okul -HCY)  mezunuydum ama ulusumun tarihinden habersiz bir genç kızdım. Yine de Faysal’ın anlattıklarını günler boyunca bıkmadan dinleyebilirdim. Öylesine güçlü bir anlatımı vardı. Bana ağıtlar (гъыбзэ) okudu. Konuşmaları boyunca “тихэкужъ” (anayurdumuz) ve “тич1ыгужъ” (toprağımız) sözleri ağzından eksilmemiş, dikkatimi de çekmişti. Kendisine sordum:
– Faysal, hiç görmediğin ata yurdunu ve ata toprağını bu denli sevmen ve özlemen niye?

Verdiği yanıt yıllardır aklımdan çıkmıyor.
– Sen anayurdumuzda doğmuş birisin. Bu bakımdan benim duygularımı algılaman kolay değil. Bizim gibi ağıtlarla beslenen bir ana sütüyle büyütülmüş ve anayurt özlemi çekmiş olsaydınız, o zaman beni anlardınız.

Adigece konuşmayı artık bir külfet, bir zahmet olarak gören, tek ulusal gazetemizi (Adige Mak -HCY)  bile okumayı fazlalık gören bizler, Faysal gibi kişilerin durumuna düşseydik ne yapardık, bilemiyorum. Bunu sık sık kendime sormuşumdur.

Faysal dilimizi yerinde ve güzel konuşuyordu:
– Şansım varmış, biraz zor da olsa, Adigece okuma yazmayı öğrendim. Yoksa senin gibi bir soydaşımı burada nasıl bulurdum ki, dedi.

Fırsat buldukça Faysal, belki bir Adige bulurum diyerek, otelleri dolaşıyor ve panolara duyurular asıyordu. İlgimi çeken bir başka şey de Faysal’ın “пщынэ” (akordeon) ve “пхъэк1ыч” (phaç’iç)*  çalışı oldu. En çok da Vımar THABISIM ve Roz Ş’EVEJ’in lirik parçalarını çalışı gerçekten enfesti.

Faysal, Kabardey-Balkarya’nın ünlü yazarı ŞOGENTSUK (Adem Şogentsuk olmalı -HCY) ve Adige Radyosu Müdürü Kırımız JANE ile yazışıyordu. Benden tanıştığımızı Kırımız Jane’ye söylememi rica etti. Ben de daha sonra bu isteğini yerine getirmiştim.

Beni yolcu ederken Suriye’deki Adigelerin Kafkasya’yı ve anayurdundaki soydaşlarını unutmadıklarını, özlem ateşi içinde yanıp tutuşmakta olduklarını söyledi. Adige oyunları oynanırken çekilmiş çok sayıda anı fotoğrafı da verdi bana. Daha sonra Faysal, Adige halkının kültürel varlığının güzelliğini ve görkemliliğini sergilemek için, Çekoslovakya’da sunulacak Suriye Kültür Günleri kapsamında, gösterilere katılacak Çek kızlarına Adige danslarını öğretirken çektirdiği resimleri de bana gönderdi. Adige kıyafeti bulmak için Çekoslovakya’daki Sovyet birlikleri nezdinde girişimlerde bulunduğunu yazdı ama Adige giysisi oralarda ne arardı ki? Sonunda Adige kıyafetlerini kendileri dikmişlerdi.

Faysal ve ben uzun süre yazıştık ama adres değişikliği nedeniyle birbirimizi kaybettik. Ancak, Hamid BERETAR‘ın “Zekoşnığ”  (Adigece “Kardeşlik” -HCY) dergisinde, Faysal’dan derlenmiş ağıtları da sunan yazısını okuyunca, Adige Radyosu’ndan adıma Faysal’a bir mesaj iletmelerini istedim. Sözlerim Faysal’a iletildi.

Faysal 1991’de Kabardey-Balkarya’nın başkenti Nalçik‘te düzenlenen Dünya Çerkes Birliği toplantısına Suriye’den delege olarak katılmıştı. Nalçik’ten Abhazya’ya geçerlerken Adigekale (Adigeysk) kentinde bir mola verdiler. Faysal hemen beni arattı. Yıllar sonra yeniden buluştuk ama süre kısıtlıydı, çok az konuşabildik. Kendisini buyur ettim ama annesinin çok ağır hasta olduğunu, dönmesi gerektiğini söyledi. İstemeyerek de olsa birbirimizden ayrılmak zorunda kalmıştık.

* Phaç’iç (пхъэк1ыч), elle tutulan küçük bir tahta parçasının üzerine bir demet bağlanmasıyla oluşturulan, tahtaların birbirine vurulması sonucu ses çıkaran bir yardımcı enstrüman. Türkiye’deki düğün ve eğlencelerde üst üste konan büyük bir tahtaya küçük sopalar vurularak aynı ses elde edilir. Buna da “phaç’iç” denir.  -HCY