AÇUA BİRGÜL ŞAHİN

ÇETAO Nadir
Maykop, 16 Kasım 2007

Erkekler genelde savaşlarda öldürenler, ölenler, sonrasında savaş yorgunları, şiddetin yayılmasının taşıyıcılarıdır. Kadınlarsa kocaları ya da oğulları savaşa katılan, evlerinden sürülen, göç etmek zorunda kalan, tecavüze uğrayan, ele geçirilip aşağılanacak savaş ganimetleri, sevdiklerini tabii canlarını da kaybedenlerdir.  Yani savaştan “en ağır biçimde” etkilenenler, savaşın mağdurlarıdır.

Her zaman olmasa bile, kadınların erkeklerden daha az militarist ve daha çok pasifist oldukları düşünülür. Nitekim doğrudur da. Çocukların okuma bayramlarında masum tonlamalarla söylenen şarkılarda bile bunu görmek mümkündür. Eminim birçoğumuz “Küçük Ayşe ve Küçük Asker” şarkısını hatırlayacaktır. Ne var ki, kadınlar doğuştan anti-militarist değildirler. Toplumda acı ve korku hakimse ve politik davranma seçenekleri sınırlandırılmış ya da yok edilmişse kadınlar da militarist tepkiler verebilirler.

Kabardey halkbilimci Kardan Ğuş Zaramuk’ın seslendirdiği bir woredıjde (eski şarkı) Kafkas-Rus savaşlarında Soçi yakınlarında bugünkü Dagamıs (Tığamıs) denilen yerde Sanbır adlı bir genç kızın savaşa katıldığı ve şehit düştüğü anlatılıyor…

Yine bir woredijde Gumkale savunmasına ağabeyiyle birlikte katılan bir başka genç kızdan söz ediliyor. Tüfekle durdurulamadıkları için top atışlarına maruz kalıyorlar. Demek ki başka toplumlarda olduğu gibi bizde de vatan savunması söz konusu olduğunda pasifizme karşı çıkan kadınlar vardı. Bunu gerek woredıjlerden gerekse modern zamanlarda Açua (Çuaz) Birgül gibi Abhazya gazisi bir annenin, Atrışba Yeşim, Gımza Özlem gibi genç kızlarımızın varlığından biliyoruz.

Adige, Wubıh, Abaza kadınları söz konusu olduğunda hepimizin görmeye alışkın olduğu, kendinden bir şeyler bulmaya çalışıp özdeşlik kurabildiği, annesine, ablasına, komşusuna benzetebileceği bir kadındı Birgül.
Onu özel yapan hayatta en değer verdiğimiz özelliklerden olmakla beraber toplumsal olaylar söz konusu olduğunda çoğu insanda görülmeyen bizi tehdit eden bir olay karşısında beynimizin savunma mekanizmasını harekete geçirerek kanımıza oluk oluk pompaladığı hormonları rasyonel olarak kullanabilme yetisi veren cesarete sahip oluşudur.

Birgül`ün hikayesi bir özgürlük savaşçısının hikayesi olduğu kadar aynı zamanda diasporada doğmuş büyümüş üç çocuk yetiştirmiş bir Wubıh kadınının, Abhazya’ya savaşmaya gitmiş gençlerin hikayesini araştırmak isteyen bir gazetecinin hikayesidir de.

Gürcü yönetiminin Abhazya`yı işgaliyle diasporada yaşanan kasırganın ortalığı dümdüz ettiği yıllarda Coğrafya Yayıncılık’ta editör olarak çalışırken içlerinde kuzeni Soner’in de olduğu, savaşa giden gönüllü gençleri anlamak ve anlatmak; o yıllarda Abhazya’da düzenlenen bir kongreyi Nart’ın Sesi dergisi adına izlemek üzere sessiz sedasız Türkiye’den çıktı Birgül yola.

İşgal edilmiş ülkelerinin kurtuluş mücadelesine can koymuş insanların ter döküşünü kendi gözleriyle görünce ezilen ulus gerçeğinde yaşam hakkı kadın-erkek birlikte savaşmaktan geçer düşüncesiyle, kendisine yakışan bir güzellikte Abhazya dağlarına “merhaba” dedi.

Kendisine ve birçok hemcinsine giydirilen pembe kadınlık giysisini yırtıp attığından beri üstünde askeri kamuflaj, ayağında çizmesi, sırtında tüfeğiyle büründüğü yeni kadınlığıyla, atalarının sürüldüğü ama kendisinin doğup büyümediği Abhazya’nın özgürlüğü için savaştı. Bu katılım sıradan bir katılım değildir kuşkusuz. Doğa ve dağ koşullarının oldukça zorlu olduğu Abhazya’da kadın savaşçı olarak var olabilmek büyük bir mücadele işidir. Bu katılımın sosyal, siyasal, felsefi yanları, isyan karakteri, direniş özelliği ve arayış gerçeği vardır. Kadın olduğu için cephe gerisinde sağlıkçılarla kalmasına çalışılan Birgül’ün her şeye karşın kalıba sokulamayan kendine zorla kabul ettirilmeye çalışılan kimlikleri benimsememeye karşı direnişi anlamını da taşır.

Aslında insanca, yaşanılabilir, insanın insanı ezmediği ve insanların geleceğine güvenle bakabildikleri bir toplumsal düzen için haksızlığa, eşitsizliğe, sömürgeci esarete karşı mücadeleye yabancı değildi Birgül. Çünkü Abhazya’ya gitmeden önce Türkiye işçi ve emekçilerini örgütlemek üzere 1974’lerde kurulan ilk legal sosyalist parti TSİP içinde yer almıştı.

Birgül, Pitsunda Batalyonu’nda ve Türkiyeli grubun içinde diğer gönüllülerle birlikte yaşamını her gün tehlikeye atarken ”Kendisini bir kahraman gibi değil, yalnızca çok doğal bir şey yapan biri olarak” görüyordu.Köprü niyetine karşı kıyıya bağlanmış bir halata asılarak silah arkadaşlarıyla birlikte azgın Gumısta nehrini geçerken ”ne yapılması gerekiyorsa onu yaptım” demekle yetiniyordu sadelikle. Abhazya devletinin savaşta üstün derecede kahramanlık ve cesaret gösterenlere verdiği ve kendisine de layık görülen “Leon Nişanı’nı almaktan “ben ödüllendirilecek bir şey mi yaptım ki gidip törenle ödül alayım. Bunu gerçekten hakedenler artık yok” diye utanacak kadar da dolu başak eğik durur misaliydi.

O zamanlar 20 yaşında olan silah arkadaşlarından biri ondan “cephedeyken bizim için kimi zaman bir anne kimi zaman bir abla ve moral kaynağıydı” diye söz ediyor.

Cephede geçen uzun zamanın ardından göreceli barış ortamının kurulmasıyla rahat bir hayatla doğru bir hayat arasında gidip gidip gelmedi üç kız çocuğunu yanına getirdi. Pitsunda`nın Lidzaa köyünde yerleşerek herkes gibi çocuklarının eğitimi, evin arka bahçesindeki mandalina ağaçlarının bakımı, ürünün sınırda satışı işiyle uğraştı.

Birgül’ün yaşamı, bugün anavatanın sorunlarına ilgisiz, içinde yaşadığı topluma entegre olmuş diaspora Adige, Abaza, Wubıh kadınının dönüşümünün, yurtsever, kültürel ve politik biçimlenişin en seçkin örneklerinden biri olması sebebiyle alınacak nitelikli derslerle doludur. Onun kimliğini, farkını, vatan ve halk sevgisi sözkonusu olduğunda savaşta ve barışta halkının yanında olabilme, tarihi yurdunun kurtuluşuna ve özgürlüğüne olan inancı tanımlayabilir.

Diasporadakilerin anavatanlarına dair söylemlerinin çoğunluğunun bugün bile uzaktan proje üretme olduğuna bakılırsa onu bu kadar değerli kılan, koşullara,cinsiyete bakmaksızın teori ve pratiğini bir arada yaşamında somutlaştırmasıdır.

Birgül Şahin’i 40’ındayken yüksek tansiyona bağlı ani bir beyin kanaması sonucu 1999 yılında kaybettik. Aradan sekiz yıl geçti. Biz bu ölüme alışamayacağımızı biliyoruz ama biz şunu da biliyoruz: Bilinçli tavrı, Abhazya’nın özgürlüğü ve bağımsızlığına tereddütsüz adanmışlığıyla Birgül, savaşa katılan diğer kadın ve erkek kahramanlarımızla birlikte hep yanı başımızda olacak.

Onu zamansız kaybetmenin acısını ve aynı zamanda böyle bir insanımıza sahip olmanın onurunu aynı anda yaşıyoruz. Abhazya’nın ve diasporadaki tüm Kuzey Kafkasyalıların kalbinde, cesaretin, sade, yalın kişiliğin ve benzersizliğinle gururumuz, ışığımızsın Açua Birgül.

İnsanlar, kimi tarihe geçen görkemli adlarıyla başka insanlara esin kaynağı olur. Kimi, isimsizler ordusunda sessizce saygın yerini alır. Adlar kalmaz akılda suretler kalmaz; kahramanlıklar sayesinde kazanılanlar yazılır hafızalara..