ABHAZYA -GULRIPS- SKAKAYA CADDESİ

ÇETAO Nadir Yağan

Abhazya`nın Gulripş bölgesinde, çoğu kimsenin adını bile duymadığı; otel, cafe, apartman, site gibi kavramlarla tanışmamış bir yer vardır. Sahile doğru uzanan bu cadde dümdüzdür ve tam ortasından demiryoluyla kesişir. Sağlı sollu yer alan büyük evler, güzel kokulu mandalina bahçeleriyle çevrilidir.

Adı, Skakaya Caddesi. Yaşamda üzerine bir şey söylemeye gerek olmadan güzelliğinin tadı çıkarılası ender tatlar olur, pek reklamını yapmaz, zaten onu bilen bilir. İşte öyle bir yer.

Görülebilecek en güzel tatil beldelerinden biridir diyemem belki ama denizi, havası ve dünyanın en lezzetli, en güzel kokulu, çekirdeksiz mandalinalarının ve Izabella denilen şaraplık üzümlerinin, yaklaşık portakal büyüklüğünde ince parlak turuncu kabuklu hurmalarının, avokado görünümlü ilginç tropik meyve feyhuanın ve daha bin bir çeşit meyvenin yetiştiği bahçeleriyle yaşanabilecek bir cennet köşesi.

Mandalina… Soyması kolay, enfes tadı, rakipsiz reyhası olan, çerez niyetine bile tüketebileceğiniz bu vitamin deposu, o hoş kokulu meyve Kafkasya`da Abhazya ismi ile özdeşleşmiştir. Mandalina Gulripş`ta yetişmişse eğer çekirdeksizdir, çok tatlıdır, suludur ve ince kabukludur. Ne kadar edeple yenilmeye çalışılırsa çalışılsın o diri ve sulu dilime dişinizi geçirdiğiniz an içindeki sıvı derhal taşar. En az beş damlacık gözlerinizin önünde gömleğinize doğru inişe geçer.

İçine mandalina,kivi kokusu sinmiş bu güzel yurt köşesinin unutamadığım bir diğer meyvesi de ‘feyhua’dır. Kabuğu koyu yeşil ve avokado görünümünde olan bu meyveyi kesip içine baktığınızda biraz kiviye benzer ama yemeye koyulduğunuzda daha çok kivi, incir arası bir tadı vardır. Komşularımızın bize öğrettiğine göre kalp rahatsızlığına da birebirdir.

İnsanın yedikçe yiyesi gelen Gulripş hurmalarına da değinmeden geçemeyeceğim doğrusu. Hani yenilen yemeğin en sevilen bölgesinin ağızda o tat kalsın diye en son yenme durumu vardır ya hani pastanın kremasını yiyip meyveli kısmını sona bırakır ya insan. İşte öyle!

Henüz olgunlaşmamışken toplayıp ipe dizerek güneşli yerlerde kurutularak da tüketilen favori yiyeceğimdir Gulrıps hurmaları. Dünyanın en lezzetli meyvesidir ve hep yenildiklerinde mutluluk hormonu salgıladıklarını düşünmüşümdür. Hayatlarında daha önce hiç tatmamış olanlara yedirip sevdirmeyi kendime misyon bildiğim meyvedir kendisi. Hele içlerinde karelok denilen içi çikolatamsı bir görünümde olanı vardır ki tadına doyum olmaz türünden bir anlatım eksik kalır. Yerken insani onarır, kendisiyle ve dünyayla barıştırır, çikolata etkisi yapar mutlu olmaya kışkırtır.

1993-1996 yılları. Gulpripş`in bu bakir ve güzide caddesinde hayat, istekler ve arzular biyolojik olarak beslenme, barınma, korunma vb. asgari güdülerden ibaret. Diasporadan gelenler yaklaşık on beş yirmi evde daha güvenli olduğu için üçer beşer kişilik gruplar halinde ne kalbi ne mideyi ne bedeni ne de ruhu yormadan teferruatsız bir yaşam sürüyoruz. Abhazya için geleceğe, insan yaşamına dair beklentilerin, morallerin en yüksek, sabredilirse her şeyin çok kolay, çok iyi, çok güzel olacağı, bolluk ve bereketin bu ülkede kolaylıkla önümüze geleceğine dair inancın doruk noktasında olduğu ve insani diri tuttuğu bir dönem işte. Üstelik her şeyin kolay, iyi ve güzel olmadığı anlarda bile.

İsteseniz bile ülkenin koşulları gereği işe gitmek, para kazanmak gibi eylemleri gerçekleştiremeyeceğiniz dolayısıyla boş zamanın bol olduğu, aynı mahallede yaşadığınız daha önceden tanımadığınız kişinin doğduğu şehri, annesinin adını, ayakkabı numarasını, Türkiye`deyken köfteyi mantıdan daha çok sevdiğini, hangi gazeteyi okuduğunu,hangi derneklere üye olduğunu, Kafe oynamaktan değil Şeşen oynamaktan hoşlandığını, kedisinin ismini, köpeğinin cinsini, çocukluk anılarını, ilk yediği tokadı, ilk öğretmeninin adını öğrenmeye, konuşurken ses tonunun değişimlerini ezberlemeye, güleceği zaman önce dudağının bir kenarının, sonra diğer tarafının kıvrıldığını fark etmeye neden olacak kadar detaylarla uğraşmaya yetecek bol vakit vardır.

Gündüzleri yaptığınız şey, terkedilmiş boş evleri dolaşıp ev beğenmek, görüp beğendiğiniz eşyaları el arabasıyla evinize taşımak, evdeki kapı kulplarını tamir etmek, gevşemiş vidaları sıkmak, prizleri kontrol etmek, su ihtiyacınızı karşılamak için su motoru tamir etmek, yağmur oluklarından odun sobası imal etmek, odun kırmak, elinizdeki silahların bakımıyla ilgilenmek, tahtaları birleştirip bir kapı yapıp üzerine tenekeleri çakıp sağlam görünümlü yeni bir kapı yapmak, kaçan tavuğunuzun ardından köpekler gibi koşup yakalayıp tavuğun size nasıl koşturdum der gibi bakması karşısında gülmek, yine terkedilmiş evlerin hangisinin bahçesinde daha lezzetli incirler, çilekler bodrumunda ev yapımı şarap ya da konserveler olduğunu keşfetmek, bahçeyi ekmek, ot biçmek, mandalina ya da üzüm toplamak, ağaçları budamak, konserve yapmak, bahçedeki kuyudan su çekmeye çalışmak, ateş yakıp su ısıtmak gibi eylemlerin bütünü olup yapılan işin yoruculuğundan ziyade keyfini ve birçoğumuz için ilk kez böyle deneyimler ediniyor olmanın ilginçliğini yaşadığımız basit eylemler silsilesidir.

Geceleri çoğunlukla mum ya da gaz lambası ışığında -çünkü elektrik her zaman yoktur- içine yerleştiğiniz evin eski sahiplerinin bıraktığı fotoğraf albümlerine,dolaplardaki giysilerine bakıp kaybolmuş bircok hayata kah hüzünlenerek o hayatların kıyısından geçersiniz kah savaştan bahsedip halkımıza çektirdikleri acılara karşılık fotoğraflarını yırtmak, yakmak anılarını bu evlerden silmek istersiniz.

Zaman zaman da geç saatlere kadar 3-5-8 oynayıp gündelik olaylardan bahsedersiniz, Abhazya’nın geleceği üzerine sohbet edersiniz, savaşa katılmış olanların anılarını dinlersiniz ya da kendi kendinize ders çalışarak Abazaca-Rusça dil öğrenmeye çalışırsınız.

Orada insan hayatı o zamanlar sayısız basit, küçük mutluluklarla doludur. İnsanın gözüne batmayan, hayatında eğreti durmayan, hep varmış hep olacakmış gibi doğal bir şekilde varlığını sürdüren her şey, varlığı hissedilmeyen ekstra bir enerji harcatmayan; ama yokluğu kocaman bir boşluk yaratan renkler, sesler, kokular, insanlar…

Bizim anne babalarımız karşı çıkarken ilerlemiş yaşına rağmen eşi ve büyük kızıyla birlikte Ardzinba’nin anavatana dönüş çağrılarına uyarak gelen ve bin bir zorluğa katlanan yurdunu milletini büyük bir tutkuyla seven, diasporanın aydınlık yüzü yurtsever Nihat Amca,

Abhazya’nın var olma mücadelesine anne, baba, dört yetişkin erkek bir kız kardeşten oluşan kocaman bir aileyle omuz veren ışık saçan örnek davranışlarıyla sevgili Agırbalar,

Yaşları 20-30 arasında değişen kimileri vatan için kurşun sıkıp kurşun yiyen, kimileri mücadeleye orada yaşayarak katkıda bulunmak isteyen adlarını sayamayacağım onlarca yurtsever genç insan,

Bir gün ayı vurup etini tüm komşulara şifa niyetine dağıtan avcı Varden,

Pavlik ve Nona’nın saç, ten ve göz renklerinin uyumuna ve güneşte belirginleşen çillerine delirdiğim doğuştan kınalı kuzucukları, üç minik Red Sonja. (Marta,Marianna ve en küçükleri.) ”Kıpkırmızı gökyüzüyle mavi bir okyanusun arasında süzülmekti saçlarınıza dokunup gözlerinize bakmak”,

Bahar tam gelmeden, mart ayının sonlarına doğru, birazcık güneşi gördü mü kendinden geçen, şarkılar söyleye söyleye pat diye çiçek açan bahçemdeki erik ağacı, ağaçların en şahanesi, en söz dinlemezi, en asisi, en kural tanımazı, en haylazı.

Hem ruha hem bedene iyi gelen ev yapımı kırmızı şaraplarıyla mahallede ünlü Ermeni komşu Siren,

Birlikte Rusça kursuna gittiğim ve ödevleri benden kopya çekerek yapan, derste hocayla Abazaca konuşup Rusça değil ama az çok Abazaca öğrenmemizi sağlamış, en son Gulpirş’taki evinin bahçesini iki öküzle sürerken gözümün önüne gelen sevgili İmdat ağabey,

Eşi ve sevgiyle andığım iki küçük çocuğuyla var olma mücadelesi veren ve hala orda olduğunu düşündüğüm bir başka yurtsever Ömer ağabey,

Bahçede gördüğü yılanı otomatik tüfekle vurarak bizi güldüren Agnessa,

Karpuz reçeli yapmayı öğreten komşum Lola,

Boş bir evin bahçesinde petek petek bal bulan, bir başka gün mahalledeki yaşlı Migrel kadından ödünç yumurta almaya giden ama Rusça bilmedikleri için dertlerini tavuk taklidi yaparak anlatıp kopmamıza neden olan üniversite okumaya gelmiş gençler,

Yumurtalarını çalıyor diye köpeğimi vuran ve beni günlerce ağlatan diğer Apsuwa komşum.

Nerden bilecektim o vakitler, canlar ülkesi Abhazya’nın benim de hayatımda derin izler bırakacağını!

Biz okumuş yazmış insanlar çoğu kez fikir beraberliklerini dostluk, arkadaşlık sanırız oysa arkadaşlıklar, dostluklar da çağrışımlar gibi hayata ilişkin dağınık ayrıntılarla çatılır. Bir zamanlar paylaştığın fikirler zamanla neredeyse anımsanmazken Skakaya Caddesi gibi bir yurt beldesinde bir yaz akşamı komşunun bahçesinde yetiştirdiği üzümlerle yapıp getirdiği bir kavanoz dolusu şarap, bir tabak karpuz reçeli, hatırasını yıllar sonrasına ayni kuvvetle sevgiyle taşıyıveriyor işte!