MISIRLILARIN KUTSAL YAZMALARINDA TARİF EDİLEN YOLLARIN
SIRRI
(Bu makale ilk olarak 18 Mart 1924 tarihinde Christian
Science Monitor dergisinde yayınlanmıştır.)
Mısırlıların “Ölüler Kitabı”nın sırrı özülür
özülmez, teolojinin o korkunç ve değersiz hayali yok
olur ve okudukça, kendimizi incelikli bir ahlakın ve
yabancı ama dokunaklı bir umudun eşiğinde buluruz.
Bu ahlak anlayışının bir kanıtı, “Olumsuz İtiraf”da
bulunabilir:
Ey Işığın ve Doğrunun Tanrısı, sürülmüş toprakları boş
bırakmadım.
Ey Bast’ın Tanrısı,
asla kötülük yapmak için başkalarını gizlice
gözetlemedim.
Ey Tanrı çocuk, doğruyu ve gerçeği duymazdan gelmedim.
Ey Kutsal Kentin Tanrısı, hiç kimseyi ağlatmadım.
Ey Yüzlerin Tanrısı, kimseyi acımasızca yargılamadım.
Ey Nu Tanrısı, sesime kibir katmadım.
Ey Kau, ayrım istemedim.
Ahlak anlayışı apaçık ortada ancak umut gizliydi. Bu
gizli umut, Mısır’da yaşamın sona ermesinden sonra,
kişinin Ana Yurda, Kafkas Dağlarının güneyindeki Siris
Vadisine, güneşin Bakü üzerinden doğup Ta Manu (Taman)
üzerinden battığı topraklara, Mısır’ı kolonileştiren ve
Sekhet Elilerin (Sakatly) yaşadığı topraklara geri
dönebilmekteydi.
“Ölüler Kitabı”, bu anayurda ulaşmak için, oraya
nasıl gidileceği, çeşitli yerlerin hangi sınır
taşlarıyla tanınacağı ve oraya varıldığında ne ile
karşılaşılacağı konularında tam ve ayrıntılı bilgiler
veriyordu. Bu bilgiler son derece kesindir ve antik
coğrafya öğrencileri için büyük önem taşır ve yoğun
incelemelere açıktır.
İleride görüleceği gibi, bilgiler oldukça basittir.
Ancak rahipler bunların rahipliğe kabul edilmiş
olanlar dışında herhangi bir kişi tarafından bilinmesini
arzulamıyordu; bu nedenle, Ölüler Kitabı’nın bu
bilgileri içeren bölümleri 17, 18, 64, 125, 149,
150 ve diğerleri yalnızca ellerinde bir anahtar, ama çok
basit bir anahtar, bulunduran kişilerin anlayabileceği
biçimde yazılmıştı.
Mısırlıların Kaynakları
Erken dönem coğrafyacılar, Mısırlılarla ve Güney
Kafkas Vadisi halklarının aynı ırktan geldiğini
biliyordu. Herodot, İ.Ö. 450 yılında şöyle yazar:
“ Hiç şüphe yok ki, Colchians” (Batı
Kafkas Vadisinin sakinleri, erken dönem coğrafyacıların
bilgisi bu kadarla sınırlıydı) “Mısırlı bir ırktır. Bu
gerçeği başkalarından duymadan önce kendim de dile
getirmiştim. Bu düşünce aklıma geldikten sonra,
hem Colchis hem de Mısır’da konuyla ilgili
araştırmalar yaptım ve Colchianların
Mısırlılar hakkında, Mısırlıların Colchianlar
hakkında anımsadıklarından daha fazla anıya sahip
olduklarını buldum... Bu halk kara derili ve kıvırcık
saçlı olduğu için, varsayımlarım temelsiz değildi...
Bir kanıt daha ekleyeceğim. Bu iki halk pamuklarını
tamamen aynı biçimde dokur ve kullandıkları yöntemi
dünyanın geri kalanında bilen hiç kimse yoktur...
Ayrıca, tüm yaşam biçimleri ve konuşmalarında da,
birbirlerini andırırlar.” Bakınız: Herodot,
2;104.
Herodot’un son derece sağlam bir gözlemci olmasına ve
konuyu olay yerinde inceleyip bulgularını kafataslarının
kalınlıklarını karşılaştırarak kontrol etmesine karşın (Herodot,
3;12), vardığı sonuçlar kuşkuyla karşılanmıştır. Buna
karşın, bu bulgular “Batık Uygarlık” adlı yazımda
sunduğum bir çok başka kanıt ile desteklenmiş ve
Profesör Newberry’nin Nature dergisinin 25 Eylül
1923 tarihli sayısında bulunabilecek olan Britanya
Antropolji Derneği başkanlık konuşması sırasında son
derec gçlü biçimde onaylanmıştır. Ayrıca bakınız: Clay,
Empire of Amorites.
Bu yalnızca Mısırlılar ile Colchianların
aynı ırktan olduğunu kanıtlar; hangisinin diğerinden
türediğini açıklamaz. Ancak, bu konuda da elimizde bir
çok kanıt bulunmaktadır. Örneğin, Aetia Mısır’ın,
Siris de Nil’in eski adıydı. Bakınız:
Rawlinson’ın Herodotus notları 2;15. Batı
Kafkasya Vadisi, Jason efsanesinde geçen Kral Aeetes’in
yurduydu (bakınız: Smith Classical Dictionary);
ve Cyrus, tıpkı Nil’in Mısır Vadisinde yaptığı gibi
Kafkasya’yı neredeyse boydan boya dolaşıyordu.
“Ölüler Kitabı”nın Cennet bölümü Budge tarafından
“Osiris ve Mısır Geleneğinde Yeniden Doğum”
adlı bölümde, Cilt 2, sayfa 155, şu şekilde
anlatılmıştır:
“Dünyayı kuşatan dağların öte yanında Tuat adlı bir bölgenin var olduğu
düşünülüyordu. Tuat’ın öte yanında benzer bir dağ sırası
vardı, yani, Tuat’ın Nil Vadisine çok benzeyen uzun bir
vadi biçiminde olduğunu söyleyebiliriz. Bu iki dağ
sırasına paralel uzanıyor ve onların arasında yer
alıyordu... Mısır boyunca akan Nil gibi, Tuat vadisi
boyunca da bir ırmak akıyordu.”
Harita incelendiğinde, Kafkas ve Ermenistan Dağları
arasındaki vadinin bu tarife tıpatıp uyduğu
görülecektir.
Son bir kesin kanıt ise, Ölüler Kitabı’nın
“Cennet” bölümünde, güneşin “Gündoğumu Dağı”
olarak bilinen Bakhau adında bir dağ üzerinden doğduğu
gerçeğidir. Güneş buradan yükselip, denizin üzerinde
batıyordu. Kafkas dağ sıraları doğuda Hazar
Denizi’nden, batıda Karadeniz’e uzanır. Doğu
yarımadasının adı Bakhu’dur, batı yarımadasını adıysa
Taman. Dünyada Kafkas Kıstağı dışında hiçbir yerde bu
koşullar bulunmaz, Kafkas kıstağında ise gerekli
koşulların tüm bulunmaktadır.
Elde pek çok kanıt daha vardır ama bu kadarının yeterli
olacağı kanısındayım.
“Ufuk Kavramının Anlamı
Kafkas dağ sırası, ekvatora neredeyse tam 23 ½ derece
eğimle uzanır. Bu nedenle, güneş, yılın en kısa gününde
Bak’den doğar ve en uzun gününde dağ sırası boyunca
ilerleyerek Taman’da batardı.
Mısırlılar “ufuk” terimini kullandıklarında akıllarından
geçen, Kafkas sıradağlarını izleyen bu hattı. Bu hat,
onların yeraltı dünyalarını ikiye bölüyordu. Kafkas
kıstağının, dağ sırasının kuzeyinde kalan bölümü ya da
ufuk, cehennem ya da Hades, güneyde kalan bölge ise
Kutsanmışların Toprakları ya da Elysium sayılıyordu.
Birinden diğerine geçmenin tek yolu, ufuktaki aralıktı.
Bu aralık, karanlık ve kasvetli Arabus –Erebus, Abydos-
ya da bugünkü adıyla Dariel geçididir.
Bak yarımadasında, kuzey ve güney yönlerinde uzanan bir
dağ sırası vardır. Bu dağ sırasında, bugünkü adı
Marasy geçidi olan bir aralık bulunur ve bu aralığın
batısında Shamash adlı ufak bir dağ yer alır. Yılın en
kısa gününde, yükselmekte olan güneş Marrasy ya da
Marash geçidi arasından Shamash dağının tepeleri
üzerinde parlıyordu. Mısırlıların Ölüler Kitabı’nda
bu aralığın adı “Tanrı Ra’nın arasından geçtiği Doğu
Tanrısı Kapısı” (bölüm 109) Bakü ise “Gün Doğumu
Dağı”dır.
Babil gelenklerinde, buradan “Güneşin Girdiği yer”
olarak söz edilir. Geçit ve dağ, doğal bir gözlem evi
oluşturuyordu ve Babil’in gözlem evleri ya da
ziguratları tarafından sıfır derece ile başlangıç
boylamı sayılıyordu.
Kafkas Vadisinin bu doğu bölümü, Mısır, Babil, Sami,
Fenike, Yunan ve Pers dinlerinin kutsal topraklarıydı.
Babil dilindeki tek heceleri belirten işaretlerin
listesinde, Sir, Ur ve Napahu birbirine eşit
sayılmaktadır. Nucha, Baküsün ve asmanın doğum yeriydi.
Bölgenin diğer adları Dilmun, Hypiberea ve Alyson’du.
Geniş alışveriş merkezlerinin kenti olan Erech, Dariel
geçidinin öteki ucunda yer alıyordu.
“Ufkun” batı ucu ya da Kafkas Sıradağları Taman –Ta
manu- “Gün Batımı Dağı” idi. Taman yarımadası
Karadeniz ile bugün Azov Denizi olarak adlandırılan su
kütlesi arasında uzanır ama Azov’un o zamanki adı
“Maaitis Havuzu” ya da Maeatis Gölüydü. Yarımadanın
ucunda Kuban Nehrinin oluşturduğu alçak, balçık araziler
yer alıyordu. Yarımadada Kimmerler (Cimmerians)
ya da Khemuri’ler yaşıyordu (Strabo, 11;11;5) ve
bölge yoğun sisleriyle öyle ünlüydü ki, “Kimmer
karanlığı” bizim “kör karanlık deyimini
kullandığımız biçimde kullanılmaya başlandı. Maaitis
Gölü de “Karanlıklar Ülkesi Tanrısının Göl” anlamına
gelmektedir.
Güneşin İzlediği Günlük Yol Üzerine İlkel Düşünceler
İlkel insan için güneş, gökyüzünde bir ateşti ve ilkel
ırkların tüm ateşe tapardı. Belirlenebildiği kadarıyla,
Ur’lar en başından beri ateşe tapınmaktaydı. Al ırkı, en
başta fırtına tanrısı Al’a taparken daha sonraları,
olasılıkla yıldırım düşünce alev alan ağaçları ya da
I Kings 18’de tarif edilenlere benzer
olayları görünce, Al’a ateş tanrısı olarak tapınmaya
başladı. Ur’lar ve Al’lar siyasal ve dinsel anlamda
birleşip Ur-Al, Khur-Al ya da Herkül adında bir ikiz
tanrıya tapınmaya başladılar. Bu tanrı, zaman zaman isim
benzerliği dolayısıyla gçlü Yunanlı Herakles ile
karıştırılıyordu. (Bakınız: Herodot, 2:44). Aet
ya da Aed ırkı ilk başta Ae, Aem ya da Thaem olarak
bilinen karanlıklar tanrısına tapınıyordu ama sonradan
onlar da Ur’lar ile birleşip Aet-Ur, Neter ya da Petera
olarak bilinen ikiz bir tanrıya tapınmaya başladı.
Mısır’ı koloni haline getiren Fenikeliler (Kani’ler ya
da Phoeni’ler) aslında Aed ya da Aet ırkından geliyor ve
altın-kızıl renkli bir kartala, aetos’s,
tapıyorlardı. Ama sonradan Aet-Ur adını aldılar.
Aslında, Kafkas dağlarının kuzeyinde ve Arabus Geçidinin
kuzey ucunun karşısında, Terek ve Sunsha arasında geniş
bir ırmak adasından geliyorlardı. Geçit boyunca güneye
doğru ilerleyerek, geçidin Alizon Vadisine açıldığı
noktaya vardılar. Buraya yerleştiler ve adını Ta Neter
koydular. Ta Neter’in bugünkü adı Tioneti’dir ve Mısır’a
yerleşenler buradan gelmedir.
Ufuk Tanrıları
Böylece Mısırlılar Ur ve Ae ya da Ae-m, M-ae (m
tanrı anlamına gelir, ae karanlık, t ya da
d ise yer ya da toprak demektir) adlı tanrılara
tapıyorlardı. Tanrı Ur’u doğan güneşin tanrısı olarak
alıp, Hazar Denizinde yükseliyormuş gibi göründüğü için
ona O-s-ur ya da Osiris adını verdiler. (o su
demektir; s bağlantı biçimine bağlı olarak
herhangi bir çeşit hareket anlamına gelir; ve Ur, ateş
ya da ateş tanrısı demektir). Tanrı T-ae-m ya da
M-ae-t’i ise batan güneş ya da karanlık tanrısı olarak
kabul ettiler. Osiris’in dağı ve yarımadası Bakü ya da
Bakhau, -Yükseliş Kapısı- (b kapı ve h
yukarı anlamı taşımaktadır, böylece ach ya da
ash yükseliş anlamı verir) T-ae-m’in dağı ve
yarımadası ise Taman ya da Ta-Manu’ydu.
Bunlar “Ufuk Tanrıları” idi. Mısırlıların, bir bütün
olarak tanrı ya da öğlen güneşi tanrısı için
kullandıkları ad Ra’ydı. (Ra daha geç döneme ait
bir sözcüktür ve anlamı tam olarak bilinmemektedir ancak
olasılıkla “Boşluk Ateşi” ya da “Gökyüzü Ateşi”
anlamına gelmektedir). Bazı tapınaklar Osiris’i,
diğerleri Tem’i benimsedi ve tapınaklar arasında büyük
bir rekabet oluştu. Gündoğumu Dağı ile Günbatımı Dağının
aynı dinsel törende bir arada bulunması az
rastlanır bir durumdur. Rakip tapınaklar, cennete nasıl
varılacağı konusunda bile iki ayrı rota öneriyordu.
Osiris’in müritlerinin “batı toprakları yolundan, Tem’in
müritlerininse “doğu toprakları” yolundan cennete
ulaşacağına inanılıyordu. Bu rotaların tayini oldukça
tuhaf görünebilir ama belki de açıklanması mümkündür.
Tet’ler ya
da Shu Sütunları
İlkel idollar ağaç direklerdi ve Khur-Khal bir
ikiz tanrı olduğu için yan yana duran iki sütundu. Sağ
taraftakinin, ya da doğuya bakanın, adı Jakin’di.
Bakınız: I Kings, 7). Bunlar ateş tanrısı
oldukları için, üzerlerinde sürekli ateş yanardı. Daha
sonra, cam icat edildiğinde, alevi rüzgardan korumak
için etrafına “Osiris’in Göz” adı verilen cam bir koruma
yerleştirildi ve bu oldukça etkili bir yansıtıcı mercek
sistemi olarak işlev gördü. Sütunlardan birinin ateşi
için yeşil, diğeri içinse kırmızımsı sarı bir cam
kullanılıyordu. Sur şehrinde yaklaşık olarak İ.Ö.
2755’te kurulmuş olan Herkül Tapınağı’nı
yaklaşık İ.Ö. 450 yılında ziyaret eden Heredot “gece
vakti görkemli bir ışıkla parıldayan biri som altından
diğeri ise zümrütten iki sütun” gördü. (Bakınız:
Herodot, 2;44). “Tet” adı verilen bu cam korumalarla
pek çok modern örnekten daha iyi bir optik sistem
sağlanmıştı.
Kuban’ın ağzındaki balçık arazinin seviyesi alçaktı ve
Kimmerlerin topraklarını sis basmaktaydı. Bu
nedenle Bo-Az’a (Az’ın Su Kapısı, ya da Az-ov; daha
sonradan, bunun bir şekilde oraya getirilen sığırlar ile
bağlantılı olduğu düşünüldü ve sözcük Bos-porus biçimini
aldı) büyük boy iki adet “tet” yerleştirildi. Bunlar
güneş tanrısı Shu’nun Yani Khur-Khal’ın sütunlarıydı.
Kafkas Kıstağı'nın ilkel sakinleri, dünyanın yuvarlak
olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü bilmedikleri
için, güneşin Hazar Denizinden yükselip “Doğu Tanrısının
Kapısı” yoluyla Gündoğumu Dağı Bakhau’dan geçip Kafkas
Dağları boyunca ilerleyerek Günbatımı Dağı Ta-Manu ve
Shu Sütunlarına vardıktan sonra Maati Havuzunda,
yani Maaitis Gölünde, battığını ve güneş tanrısının gece
boyunca atlarını kuzey Kafkas Kıstağında dinlendirdiğini
(Yunan mitolojisi) ya da teknesiyle doğuya yolculuk edip
ertesi sabah, zamanı gelince, Hazar Denizinden
göründüğünü düşünüyorlardı.
Fenikelilerin
Karadeniz ile Hazar DeniziArasındaki Ticaret Yolu
İnsan, doğal olarak, Karadeniz’den Hazar Denizine gitmek
için en iyi yolun Güney Kafkas Vadisi olduğunu
düşünüyor. Ama bu rota, saldırgan kabileler
arasından geçmeyi gerektiren upuzun bir kara yolculuğu
anlamına geliyordu ve Fenikeliler denizci bir ulustu.
Batı Vadisi Colchis ise ticarette Fenikelilerin
rakibiydi.
Haritaya bakıldığında, Azov ve Hazar Denizleri arasında
uzanan bir dizi ufak göl, Mantuşa Gölleri, görülecektir.
Harita, bu göllerin suyunun bir kısmının Karadeniz’e bir
kısmınınsa Hazar Denizine aktığını göstermektedir. Şu
anda Sovyet Hükümeti bu yol üzerinde deniz yolculuğunu
olanaklı kılmak için bu geçidi daha da derinden
kazmaktadır. Ama bizim şu anda ele aldığımız zamanda,
yani, İ.Ö. 11.000-9000 arasında, Hazar Denizi bu denli
kurumadan önce (şu anda deniz seviyesinin 80 feet
altındadır), Azov Denizinden Hazar Denizine doğrudan
yelken açmak ve buradan Aral yoluyla Faysabad’a inmek
olanaklıydı. İ.Ö. 200 gibi geç bir tarihte bile, Kafkas
Kıstağının doğu sahili ile Faysabad arasında bir su
bağlantısı vardı. Ancak su seviyesi düşmeyi sürdürdü ve
İ.Ö. 200 tarihinden kısa bir süre sonra (Çin tarih
yazmaları İ.Ö. 125 tarihini vermektedir) Kafkas
Kıstağında yaşayan Seres’ler kervan ticareti için yollar
kurdu.
Hazar Denizinin su seviyesindeki düşüşten sonra bile
Fenikeliler kalsik atlaslarda girişinde Phanagoria’nın
(Deniz Feneri İşareti) gösterildiği Hazar
Denizine yelken açıp, Kuban ya da Oceanus nehri boyunca
yukarı ilerleyip Terek ve Sunsha arasındaki Ser-Ser ya
da Ur-Ur ırmak adasından ve sonra Dariel ya da Arabus
Geçidinden geçebiliyorlardı. Böylece kendi ana yurtları
Ta Neter’e ya da Alizon Vadisine varmaları ve ardından
başka bir tekne ile Alizon boyunca aşağı inerek Cyrus
ya da Siris’e ve Hazar Denizine varmaları mümkündü.
Tapınaklar ve Dış Ticaret
Eski zamanlarda tapınaklar yalnızca tapınma mekanları
değil, banka, üniversite, teknik okul, konsolosluk
bürosu, ticaret odası olarak da işlev görüyordu. Yeni
bir ulus ile ticaret yapmaya başlayan tüccar bir ulusun
ilk işi, tüccarlarının kredi ve ticari bilgi
alabilmesi için kendi tapınağını kurmak oluyordu.
Başka bir yazımda, Sidon’lu Fenikelilerin, İ.Ö. yaklaşık
1250 tarihinde eski zamanlardaki ticari faaliyetlerinin
büyük bir bölümünün Fırat ve Dicle krallıklarıyla
yapılan savaşlar yüzünden kesintiye uğradığını ve o
günlerde, Herkül Sütunları adı verilen sütunların
ötesindeki ülkelerle çok kâr getiren ticari bağlar
kurmuş olduklarını nasıl Deniz Akademisi (Naval College)
tapınaklarındaki kayıtları inceleyerek saptadıklarını
belirtmiştim. Herkülün bu kayıp sütunlarını bulmak üzere
dört deniz seferi düzenlediklerinden, çeşitli yerlere
gidip her seferden sonra raporlar hazırladıklarından ve
Cebelitarık Boğazının Herkül Sütunları olmadığı
kanısına vardıklarından da söz etmiştim. (Bakınız:
Strabo, 2;5).
Sütunları bulamamalarının nedeni sığlaşan Mantuşa Gölü
rotasının giriş ve çıkışını, Az-ov denizi ucunda Bo-Az
Sütunlarını ve Hazar Denizi’nin çıkışında Jakin
Sütunlarını (Dışarı Çıkış Noktası) işaretlemiş
olmalarıydı.
Jakin Sütunları, bu gün en yeni haritalarda bile
gösterilmektedir; örneğin Times Atlas’da Stavka
Terekli (Herkülün Değneği), 71; 1;2 ve Kük Steiler
Atlas’ında Kerkheuli Juk Jewe (Herkülün Jak Feneri),
49; 0; 19. Ama elbette, günümüzde, Hazar
Denizi kıyıdan 40 mil içeri çekildiği için, Hazar’ın
yaşlı, deniz kabukları kumsalı belirlem. Ektedir.
Aslında Ölüler Kitabı Neydi?
Ölüler Kitabı’ndaki
gizemli bilgiler, Fenikeli tacirlerin,
Fenikelilerin ve Mısırlıların Ana Yurdu olan Alizon
Vadisine ulaşabilmeleri için eski yol tarifleridir.
Ölüler Kitabı’nın
gizeminin nasıl özüldüğünü anlatmak şu an için
olanaksız. Ama olanları şu biçimde düşünebiliriz:
Bu, bir şeyin yüzyıllar boyunca Müslümanları Mekke’ye ya
da Yahudileri Kudüs’e gitmekten alıkoymasına benzer. Bu
durum öyle uzun sürmüş olsun ki sonunda Mekke’nin ya da
Kudüsün yeri tümüyle yitirilsin. Öyle ki, buraların
gerçek yerler olduğu bile bilinmeyip, insanlar sonunda
buraların mitik yerler olduğuna ve buralara nasıl
gidileceğini açıklayan yazmaların yol tarifleri değil
dinsel törenleri aktaran yazmalar olduğuna inansın. Bu
durumun nedeni ne olursa olsun, Ölüler Kitabı’ndaki
yol tariflerinin Alizon Vadisine, Ta Neter’e (Tioneti)
ulaşmak için, ne yöne gidileceğine hangi kabilelerle
karşılaşılacağına, yol işaretlerinin ne olduğuna ve
hangi işaret kulelerinin bulunduğuna ilişkin bilgi
veren tarifler olduğu bir gerçektir.
Batı Topraklarından Geçen Yol
Tutankamon’un mezarının duvarlarına yazılmış olan
“İki Yolun Kitabı yukarıda sözü geçen her iki
yoldan da, yani Pirikan ve Van Gölü üzerinden geçen
“Doğu Toprakları” yolundan ve Kuban Nehri ve Azov
Denizi üzerinden geçen “Batı Toprakları” yolundan, söz
eder. Bunların ikincisi olasılıkla daha ilgi çekicidir,
Ölüler Kitabının 17, 18, 64, 125, 149 ve 150.
bölümleri bu yoldan söz eder.
Bu tariflere göre, önce Büyük Yeşil Göl’den (Akdeniz) ve
Karadeniz’den geçilerek Maati Havuzunun (Azov
Denizi) başındaki Restau ülkesine ulaşılmaktadır. Ancak
diğer metinlerin de gösterdiği gibi, Res-Tau aslında
Tau-res yani eski Toros olduğu için, Restau, Rostow
kenti değil, Mateis Göl çevresindeki toprakların tümü
anlamına gelmektedir. Hecelerin bu biçimde yer
değiştirmesi oldukça sık rastlanan bir durumdur –
örneğin, Ur-ab ve Ab-ur- ve gerek Ölüler Kitabı
gerekse eski yazıtlar bunlarla doludur.
Ölüler Kitabının 17. bölümünde belirtildiği gibi,
Restau ya da Taurus, yeraltındaki dünyanın kuzey
kapısıydı. Daha sonraları, bu bölgeye Chersonesus
Taurica adı verildi.
Sonra, Tches-ert (bugünkü Ker-tsch) boğazı üzerinden
Kuban Nehrinin ağzına varılmaktadır. Shu Sütunları
burada bulunur. “Tchesert Kapısı Shu Sütunlarının
kapısıdır”. Shu güneş tanrısı, yani Ur-Al ya da
Khur-Khal, Herkül’dü. “Zeytin ağacının kuzeyindeki
kent”de, yani daha sonradan Phanagoria’nın inşa edildiği
yerde biri karaya çıktığında, ölenler için bir lambanın
üzerine cam bir çanak yerleştirip bunu Kuban’ın kıyısına
gömerek dinsel bir tören gerçekleştiriyordu. Ardından
burayı yeniden kazıyordu. Bu, Osiris’in ölümünü ve
yeniden doğuşunu simgeliyordu: Osiris alevdi; cam çanak
“Osiris’in Göz”, yani gök kubbenin saydam yarıküresi
olarak kabul ediliyordu.
Daha sonra bu kişi Fenku ya da Fenikeliler tarafından
bir sınavdan geçiriliyordu. Kendisine bir bilmece
soruluyordu: Çiçeklerin altında toplanan ve zeytin
ağacında oturan kimdir?” ve yanıtı yalnızca rahipliğe
kabul edilmiş biri bilebilirdi: “Yağ (mineral ve
zeytin), Ateş ya da Osiris.” Yanıtı bilemeyen,
öldürülüyordu.
Ölüler Kitabı, bunun ardından Kuban yolu üzerindeki
çeşitli kabileve ülkeler hakkında bilgi verir. Bunlar
çeşitli yol ve sınır işaretleri, yani çeşitli
dağlar, vs.dir. Genelde “havuzlar” ya da “adalar”
olarak çevrilen sözcük ayrıca nehir uzantıları anlamına
da gelmektedir.
En sonunda Terek ve Sunsha ile çevrili Ser-Ser, Ur-ur ya
da Tur-Tur nehir adacığına ulaşır. Gılgamış’ın
yiğitliklerini anlatan Babil yazıtlarında bu kente Erech
de deniyordu. Nehirdeki ada üzerine kurulmuş olan
kentin, boyu 300 feeti aşan, ateş tuğlasından
yapılmış çok yüksek duvarları vardı.
Nebuchadnezzar, Babil Surlarını bunları gördükten sonra
yaptırmıştı. Güney tarafındaki surlar yılan kaynıyordu.
Serin bir sabah güneye bakan eski bir duvar gören
herhangi biri Mısır ve Finiklelilerin sürüngen
süslemelerinin nereden geldiğini anlayacaktır. Sunsha
Irmağında bol miktarda yağ yüzüyordu. Bakü petrol
Havzasının merkezi Grosnyi, burada yer alıyordu ve
petrol çıkarmak için toprağa bir çomak sokup karıştırmak
yeterliydi. (Bakınız: Ana Brittanica Ansiklopedisi,
Kafkasya). Bu petrol bazen alev alıyordu ve hemen
yakınında ateşe tapan Persliler’in Yanan Tarlaları
bulunuyordu.
Bu kişi bir süre kentte kalıp belirli kitapları
okuyor ve (Acheruntici Libri) bir zaman sonra bilge bir
kişilik oluyordu. Sonra “düşman yüzlü adamlar”ın
karşısındaki Arabus ya da Ab-tu geçidinden geçebilmesi
için kendisine eşlik ediliyordu. Bu sırada bıçakla
silahlanıyordu ve nihayet Ta-Neter’e (bugünkü Tioneti
bölgesi) yani, “Aet-Ur’lar Ülkesine varıyordu.
Vadinin girişinde sekizinci Cabiri Ashmeti ya da
Eschmen’in şehri ve Kapare-uli, ya da Güneş Sippara’sı
yer alıyordu. “Cippus” büyük
olasılıkla onun görkemli taş anıtından türemişti.
Daha da aşağıda Sakat-uli adıyla bilinen Sekhet-Aaru,
yani Sekhet-Sham bulunuyordu. (Hem Sham hem de Eli
“güneş” ve “Güneş Tarlaları” demektir).
Sonra bazen Harmakis olarak da bilinen Melikarkh,
Achssu, Bakü, Yanan Tarlalar vs. gelir. Kral
Pepi’nin sarayının kurulmasının arzu ettiği kent olan
Mzchet yukarıda, vadinin başının ve Shenit’lerin Güneş
Kentinin yakınlarında yer alır. Elinizde Stieler Atlası
ve Ölüler Kitabı ile vadiyi boylu boyunca
dolaşmak ilginç bir deneyimdir; insan Badeker’iyle
kendisini turist gibi hisseder.
Kafkas
Vadisinde Arkeolojik İncelemeler Yapılması Neden
Gereklidir?
Kısa bir makalede yolların ve törenlerin vs. tüm
ayrıntısıyla sunulması olanaksızdır. Ancak konunun ilgi
çekici doğasını belirtmeye ve hızla artan gçmen seli
eski anıtları yapı malzemesi edinmek için tümüyle
yıkmadan (bunu hiçbir yasal düzenleme engelleyemez) ve
arkeolojik kazılar gç ya da olanaksız hale gelmeden
önce, insanoğlunun bu anayurdunda bir ya da daha fazla
arkeolojik inceleme yapılmasına yol açmaya yetecek
denli ayrıntı sunmuş olduğumu ümit ediyorum.
KAFKASYA, BÜYÜK MEDENİYETLERİN ANASI
Yazarın, “coğrafyacıların AsyaAkdenizi olarak
bildiği iç okyanusun doğu sahili ve özellikle onun
kalıntılarının doğu komşuları Balkaş ve Dschalantschash
denizlerinin, en az Babil kadar eski büyük bir
medeniyetin beşiği olduğu görülecektir” yönündeki
tahmini kuşkusuz bu sahalar kazılana dek
doğrulanamaz. Ama elimizde, bu öngörü ile uyumlu iki
keşif haberi bulunmaktadır.
Bunların ilki, büyük Rus bilim adamı Rostovtzeff’in (Irans
and Greeks in South Asia, sayfa 137) Altay
Bölgesinde (Dschalantschash Denizinin kuzey batısı)
Kuban’dakileri andıran mezarların bulunduğu yönündeki
bildirisidir.
İkincisi, seçkin Sir Aurel Stein’in Tarım Havzasında ve
Rus arkeologlarının ise Baykal Göl’nün güneyindeki
bölgede Avrupa ile bağlantı kurulduğunu gösteren
kanıtlar bulmuş olmalarıdır.
Bunların ikisi de tezimizi tümden kanıtlamaz ama şu ana
dek tezimizle uyumlu haldedirler.
Selentush
Okyanusu’nun (Asya Akdenizi) Kıyılarının Belirlenmesi
Bunu yapmanın bir yolu jeoloji yazılarında ya da
Britannica Ansiklopedisinin “Hazar Denizi” maddesinde
belirtildiği gibi, eski sahilleri, deniz kabuğu
tortularını vs. incelemekten geçer. Bir diğer yol
ise, yer adlarını incelemektir. Atlantik Okyanusu
kurusaydı ve biz de yüzlerce yıl sonra batı kıyısını
bulmak isteseydik, dikkatimizi Nova Scotia, New
Brunswick, Maine, New Hampshire, Boston, Lynn, New
London, New York, Maryland, Louisiana gibi ad gruplarına
yöneltip, buraların eski okyanus yatağını işgal eden
uluslardan değil İngiltere ve Fransa’dan gelenler
tarafından kurulmuş olduğunu söyleyecektik. Ve ad
tiplerinden ve İngiltere ile Fransa tarihlerinin
bildiğimiz kadarından yola çıkarak, kolonizasyon
tarihini yaklaşık bir yüzyıllık çerçeve içerisinde
tespit edebilirdik.
Aynı şekilde, güney sahilinden başlayıp doğuya
gittiğimizde, Kafkas Kıstağına özgü bir dizi yer
adı ile karşılaşırız. Bunlar ç ana grupta toplanabilir:
1. Buhara’daki
Faysabad civarındaki adlar.
2. Kuzey
Fergane’deki Kohan civarındaki adlar.
3. Balkaş
Gölünün batısındaki, Dschalantschash Denizi
yakınınlarındaki Yedi Irmak Ülkesindeki adlar.
Bunların birçoğu İ.Ö. 6000’den daha eski olmayan ad
tipleri biçiminde gruplanabilir. Ama ikinci ve üncü
gruplarda sırasıyla İ.Ö. 2500 ve İ.Ö. 1000’den daha geç
döneme ait olmayan adlar buluruz. Selentush Okyanusunun
(coğrafyacıların verdiği adla Asya Akdenizi)
aşamalı olarak kuruduğunu anımsarsak, bu grupların
ortaya çıkış biçimini kavrayabiliriz. Önce, Balkaş
Gölünün Kafkasya ile su bağlantısı kesildi ve Yedi Irmak
Bölgesi ile Dsungarei Bölgesi izole oldu.
Ancak tekneler hala Fergane ve Buhara’dan Sir ve
Amu ırmakları yoluyla o zamanlarki adı “Kithay Göl”
(Cathay?) olan Aral Denizine ve böylece Hazar
Denizine ulaşabiliyordu. Bu konudaki otorite Strabo’dur.
Ancak, Aral ve Hazar arasındaki su yolu yaklaşık olarak,
İ.Ö. 250’de kurumuş görünmektedir ünk yaklaşık o
zamanlarda, Kafkas Kıstağının kuzey bölgesinde yaşayan
Siriciler, Hindistan ile Babil İmparatorluğu
arasında karavan ticareti kurmuşlardı. (Strabo,
11.5.8). Bu noktada, Faysabad’ın Chitral’dan
yalnızca 100 mil uzaklıkta olması ve buradan
Kunar Vadisi boyunca bir yüz mil daha aşağı
inildiğinde Hayber Geçidine ve Hindistan’a
gelinebilmesi dikkat çekicidir. Kokan ile Tarım
Havzası arasındaki mesafe çok kısaydı ve buradan Çin’e
rahat bir yol uzanıyordu.
Baykal Gölünün güneyinde yer alan ve Rus arkeologların
yeni keşiflerde bulunduğu bölgede, yer adları İ.Ö. 250
yılından daha erken döneme ait olamaz. Bunun bir örneği,
gölün yaklaşık 200 mil güneyindeki “Ekure Chalcha”
dır. Bu ad, Babil dilinde ya da Bak yarımadasında,
“Büyük (ya da Dağ) Evin (ya da Tapınağın) Başlıca Yeri”
anlamına gelmektedir. Ancak biçem, İ.Ö. 400’den daha
önce ortaya çıkmış olamaz. Bu nedenle, bunun kara yolu
ve kervanlarla aktarıldığını söyleyebiliriz.
Bu Medeniyet Neden Keşfedilmedi?
Bir geçerli neden, bu güne dek bilinen tüm incelemelerin
Selentush Okyanus’unu çevreleyen dağ sıralarının
doğu tarafında yer alan Tarım ve benzeri
bölgelerde yapılmış olmasıdır. Herhangi bir eski
medeniyet, Chabar, Kent, Urd-shar, Kok-su, Sarkansk,
Ak-su, Tschingis, Arganatinsk, Bakanass, Chan-tau,
Dschangys-agatsch, Kara-bulak, Ubinsk, Urunchai,
Talavka, Ust-Kammerogorsk ve benzeri yer adlarının
bulunduğu batı tarafında kurulmuş
olmalıdır. Soneklerin pek çoğu elbette ki modern
Rusça’ya aittir. Örneğin, son iki ad aslında Talonta ve
Kammeno’dur. Bu sahalar kazıldığında, aradığımız
medeniyete ait birşeyler bulmayı ümit edebiliriz.
Bu Medeniyet
Neden Kafkas Medeniyetinden Daha Sonraki Bir Döneme
Aittir?
Kanıtlar, öncelikle yer adları biçimindedir. Diğer
kanıtlar çok belirgin değildir. Örneğin, ipeği
keşfettiği söylenen Çin İmparatoriçesinin adı
Se-lin-tschi olarak verilmektedir ve bunun kısaca Kafkas
Kıstağı haritalarında yer alan Selentchu ya da Selentash
denizi, Gelenchuk, Selentchuk, Olontchuk, Alontas ve
Asslandus (olasılıkla Karadenizde gelgit bulunmadığı ve
burada bulunduğu için Selene Denizi) olduğuna inanmak
için nedenler vardır.
6 Ekim
1924.
KAFKASYA’NIN SABAH
TOPRAKLARI
Yazarın, Yunan ve Samilerin mit olarak adlandırdığı ve
mit ülkesi olarak tanımladığı olguların aslında az
bilinen bir bölgede, Kafkas Kıstağı, meydana gelmiş
olayların tutarlı ve doğru tarihçeleri olduğuna yönelik
keşifleri ve bunların kanıtları, 1899 tarihinde Amerikan
Bilim Gelişimi Derneğine bir yazı olarak sunularak
duyurulduğunda, bu konu ile fazla ilgilenen olmadı. Bu
nedenle, çalışmayı daha fazla yayın sunmadan bitirmenin
daha uygun olacağı düşünüldü.
1922 yılında değerli arkeolojik malzemelerinin
yitirilmesi anlamına gelen Mantuşa Gölü yolunun yeniden
açılması ve Kafkas Dağlarının hem kuzey hem de güney
bölgelerinin kolonileştirilmesi eğilimlerinin ağırlık
kazandığı günlerde materyal toplanmış, biçimlendirilmiş
ve bir kısmı son haline getirilerek yazılmıştı. Bu
yazılmış olan bölümün hemen yayınlanmasına karar
verildi. Bu yayın 1923’de, “Kafkas Kıstağının
Batık Uygarlığı adıyla çıktı. Eusebius,
Berossus ve Josephus’un sözünü ettiği tufan öncesi
kayıtların yerlerine ve Ölüler Kitabı’nın
yazıldığı asıl dile ilişkin notlar 1 Mart ve 26 haziran
1924 tarihlerinde Nature dergisinde, Ölüler
Kitabında anlatılan rotaların açıklaması ise 24 Mart
1924 tarihinde Christian Science Monitor
dergisinde yayınlandı.
Daha Sonraki Makalelerin Kabulü
Daha sonraki makaleler ve kitap, yazarın minnet duyduğu
bir kabul gördü ve otoriteler sonuçları karşı
çıkmaksızın kabul etti. Bu otoritelere örnek olarak
Origin of Biblical Traditions adlı eseriyle büyük
Sami ve Babil uzmanı Dr.Albert T.Clay’i ve vefatından
önceki kişisel yazışmalarımızı –bu yazışmalardan onun
izniyle söz etmekteyim- ve Mısır arkeolojisi ve bununla
ilintili sorunlar konusunda Ancient Egypt (Aralık
1924) adlı eseriyle en güvenilir uzman olan Sir
Flinders Petrie verilebilir.
Yer Adları ve
Gelenekler Karşısında Arkeolojik Çalışmalar
Bir teorinin kabulü, mümkün olan her türl
kaynaktan toplanan kanıtların desteğine bağlıdır ve öyle
de olmalıdır. Nature dergisinin eleştirmeni
ve yukarıda sözü edilen uzmanlardan bazıları Kafkas
bölgelerinde, teoremi onaylayacak arkeolojik çalışmalar
yapılmasının önemini vurgulamıştır. Bu doğrudur; üzerine
tarihin inşa edileceği sağlam temelleri yalnızca kürek
ortaya çıkarabilir. Ama yapının coğrafi konumunun
belirlenmesinde kullanılabilecek, kendi sınırları içinde
aynı ölüde tutarlı ve bilimsel başka araçlar da vardır.
“Kafkas Kıstağının Batık Uygarlığı adlı çalışmada
yer alan ve açıklanan çlü yer adı sistemi bu araçlardan
biridir ve gösterildiği gibi, sonuçları son
derece kesindir. Bir örnek vermek gerekirse, jeologlar
ancak Asya Akdenizi adını verdikleri geniş i okyanusun
sınırları konusunda ayrılığa düşmüştür. Önceleri,
Asya Akdenizi’in Hazar Denizinin doğusundan, Balkaş
Gölünü de içine alarak, Altay Dağlarına uzandığı
düşünülüyordu. Şu anda ise, son dönem jeolojik kanıtlara
da dayanarak, doğuda bu kadar öteye uzanmadığına
inanılmaktadır.
Ancak, jeolojik gçlükler bir yana, haritanın
incelenmesi, Balkaş Gölünün doğu ve güney sınırlarında
ve Altaylarda bir dizi katışıksız eski kafkasya adı
bulunduğunu göstermektedir. Kok-su, Tau-Kum, Bakanash,
İli, Sungaris, Ast- chibulak, Ach-Irek, Kent,
Tschimi-Kent, Olon-Bulak, Ach-su, Urta-Saryk, Sary
Bulak; Alan-Kuduk, Terek ve yüzlerce başka ad buna
örnektir. Bunlar yalnızca eski kıyının bulunacağı, Yedi
Irmak Toprağı seviyesinde bulunmaktadır. Rostovtzeff’in
tuhaf ve açıklanmamış bir gerçek biçiminde belirttiği
gibi, Altaylarda, Kafkasya’daki Kuban’dakileri andıran
mezarlar bulunmuştur. (Bunun nedenini daha sonra
göreceğiz).
Bu nedenle, Kafkas, Altay ve Balkaş Gölü bölgelerinin su
yoluyla birbirleriyle bağlantılı olduğundan emin
olabiliriz. Dahası, Asya Akdenizi adı verilen
denizin (Bakınız “Kafkas Kıstağının Batık Uygarlığı)
asıl adının “Selentchuk Okyanusu” (orijinal “Atlantik
Okyanusu”) olduğunu anımsar ve Balkaş Gölünün doğusunda
yer alan ufak denizin hala “Dschalantaschash Denizi”
olduğuna dikkat edersek bunun tümüyle bir deniz yolu
olduğunu büyük ölüde kesinliğe bağlayabiliriz.
Bugün, tarih öncesi ipek kültürünün ve Argonotların
Tel-Kaini’lerce batıya, Kos Adasına götürülen altın
postunun bulunduğu modern Dağıstan’da yer alan
Gadira’dan bildiğimiz gibi, Çin’e ipeği getirenin
“Se-ling-tsche” olduğunu anlatan Çin geleneğini bu
bağlamda ele alabiliriz. İskender’in ölümünden kısa bir
süre önce Hazar Denizinde görkemli bir filo kurduğunu ve
askerlerine Hazar Denizinin Hindistan’ın doğusundaki
okyanus ile bağlantısının bulunduğuna inanmak için haklı
nedenleri olduğunu anlattığını, Strabo’nun da belirttiği
ve Çin tarih yazmalarının da doğruladığı gibi
Kafkaslardan başlayan ve karayolunu takip eden kervan
yollarının İ.Ö. yaklaşık 250 tarihinde Sereslerce
kurulduğunu, o zamana dek malların doğudan Faysabad
üzerinden güney Kafkasya Vadisine su yoluyla
taşındığını, Faysabad’ın Hayber Geçidi ve Chitral vadisi
yolu kullanıldığında Hindistan’dan en fazla 200 mil
uzaklıkta olduğunu da aynı kaynaklardan öğrenmiş
bulunmaktayız. Selentchuk Okyanusu bir anda kurumadı.
16. yüzyıl gibi geç bir dönemde bile, Hazar Denizi ile
Aral’ın (o zamanki adıyla Kithay, yani Kathay Denizinin)
aynı su kütlesinin parçaları olduğuna inanılıyordu. (Bu
eski okyanus yatağının kuruma hızı Rus hükümetinin
raporlarında verilmektedir ve mevsimlerin yağışlı ya da
kurak geçmesine bağlı olarak çeşitlilik göstermiştir.)
İçerisinde uzun zamandır yerleşim barındıran yurtlar,
Mısır ve Mezopotamya’daki kazılarımızdan bildiğimiz
gibi, jeolojik özelliklerinden daha kalıcı olabilir.
Görece modern topraklarda bile, aynı özellik
gözlenebilir. Norve’in başkenti Oslo İ.S. 1058 tarihinde
kuruldu; 1624 yılında adı Christiana olarak
değiştirildi ve 1924 yılında eski ad olan Oslo yeniden
kullanılmaya başlandı. Norveç dünyanın en gelişmiş
devletlerinden biridir ancak haber vermeden sorumlu
Norveç posta işleri komisyonu, ülkenin daha uçlarda yer
alan çok sayıda bölgesinde başkentin asla Christiana
olarak bilinmediğini, adının daima Oslo kaldığını
keşfetmiştir.
Kafkas
Kıstağındaki Eski Yer Adları
Binlerce yıl boyunca, Kafkas kıstağının içine açılan
yollar kalıcı bir etki bırakmadı. Kıstağın sakinleri
daima dağların içlerine çekildi ve işgalcilerin gücü
azalmaya yüz tuttuğunda yeniden aşağılara indi.
Hyrcania’da İskender’in hükümdarlığının ve Derbent
civarında Türk fetihlerinin belli belirsiz izlerine
rastlanır ama hepsi bu kadardır. 1829 yılında, Türkiye
kıstağı, uzun yıllardır Çerkezistan ya da Adige’yi
fethetmeye çalışmış olan Rusya’ya bıraktı.
Kafkasya’ya haritacılık konusunda bilgili
casuslar gönderilmişti ve 1848 yılında, yazarın,
Britanya Savunma Bakanlığının jestiyle bir kopyasına
ulaşabildiği bir askeri harita basıldı. Bu
harita tüm eski yer adlarını, Rusların 1875 de bile
tümüyle tamamlanamamış olan işgalinden önceki haliyle
vermektedir. Bunu, Ptolemy’nin haritası, Strabo’nun
tarifleri, daha geç döneme ait diğer önemli haritalar –
İngiltere’deki Royal Geographic Society bu
konuda eksiksiz ve son derece değerli bir koleksiyona
sahiptir- ve Nottinhgham, İngiltere’den Felix
Oswald’ın jeoloji haritası ile birlikte ele aldığımızda,
çlü yer adı yönteminin uygulanabilmesi için yeterli
donanımı elde etmiş oluruz.
Yer Adları ve Mit-Tarih
Yazarın, mitler coğrafyasında, Sicilya ile bugünkü
Atlantik Okyanusu sahili arasında kuşku verici bir
boşluk bulunduğu yolundaki gözlemi ve bunun önemini fark
edişi, mitlerin uzak batı bloğunun yanlış
konuşlandırıldığı ile bu bloğun aslında Kafkas
kıstağının doğusundaki eski Atlantik ya da Selentchuk,
ya da Aet-Olontchok Okyanusuna ait olduğunun keşfine
yol açtı. Yunan mitlerinde ve kıstak civarındaki diğer
toprakların edebiyatlarında, meydana gelen olaylarla
ilintili göndermeler olması gerektiği, en iyi ve en kısa
sonu alma yolunun tüm bu göndermeleri toplayıp dökümünü
yapmak olduğu apaçık ortaya çıktı.
1 Ekim 1925.
BABİLLİ GÖK BİLİMCİLERİN DORUK NOKTASI
Brittanica Ansiklopedisi, Babil İmparatorluğu başlığı
altında şöyle der: “Babil gök bilimi Accadailerin (Agadi)
henüz dağlardaki güvenli sığınaklarından inmediği
dönemlere dayanır. Doruk noktası Babil değil Elam
üzerinde sabitlenmişti ve ırkın “Doğunun Dağı
olarak bilinen ilkel anayurdunun gök kubbeye destek
olduğu varsayılıyordu.
Bu doruk noktasının kesin konumunun belirlenmesi kayda
değer bir önem taşımaktadır. Ölüler Kitabına Anahtarı
adlı bir makalede, Ölüler Kitabı’nın orijinal
dilinin, Clay’in “ Zaman içinde bizim için saklanmış
olan ve bizim Fenike dili, Aramaic, İncil İbranicesi vs.
adlarını verdiğimiz Amuraic... erken dönem Sami
dili” olduğu ve metnin ana bölümünün doğru çevrilmiş
olmasına karşın, yer adlarının olduğu gibi bırakılması
gerektiği halde tercüme edildiği ve kişi adlarının
yazıldıkları dilden farklı bir dildeki köklerden
türetilerek yanlış tercüme edildiği gösterilmiştir. Bu
durum, İ.Ö. 4000 yılında Sezar’ın İngilizce bir
çevirisinin bulunmasına ve burada, Sezar ve Roma’nın
mitik adlar olduğuna inanılıp, Sezar adının “şiddet
kullanarak ele geçiren” (Seizer) ve
Roma’nın “Geniş Kent” (roomy) olarak çevrilmiş
olmasına benzer. Örneğin, Amuraic dilinde
“Güneşin Oğlu Osiris” anlamına gelen Osiris Urt-ab
“Soğuk kanlı Osiris” olarak çevrilmiştir. Amuraic
dilinde sıkça meydana geldiği gibi heceler yer
değiştirdiğinde (bakınız Jastrow, Bab.&Assyr.
Sayfa 222 ve Clay, Origin of Bib. Trad.,
sayfa 167) Ab-Ur’un lakabı çevrilmeden
bırakılmıştır. Sabah ve akşam tanrıçaları İris ve
Nepthys’e “Ur-Urti” tanrıçaları denir. Bu terim
çevrilmiştir ancak özgün Amuraic dilindeki
anlamı “Işık ve Karanlık”tır. Qemurte
“Tufan Şehri” olarak çevrilmiştir ama aslında
çevrilmemesi gerekirdi ünkü burası Kemurtu’dur, vesaire.
Metnin yazıldığı asıl dil bu biçimde göz önüne
alındığında, güneşin sudan yükselip (Tanrı Kha-Ra’nın,
Yunan mitolojisinde Kharon, ölüleri taşıdığı
Hazar Denizi) Sabah Dağı Bakhau (bugünkü Bakü
yakınlarındaki Bakhar Dağı) üzerinden ufukta yer
alan ve aralarında bir boşluk bulunan sıradağlar (Kafkas
Dağları ve Dariel Geçidi) boyunca ilerleyerek Temu,
Ta-Manu Dağı (bugünkü Tamen yarımadası, Güneş Tanrı’nın
Temenos’u) üzerinden Maatis Pooluna (Yunanların
Maeotis Gölü, bugünkü Azov Denizi) battığı gizli Amen
topraklarının Kafkas kıstağı ya da Yunanlılar için
Aia Ülkesi olduğu ve Ölüler Kitabı’nın Cyrus
Vadisine (bugünkü Kur) ulaşmak için son derece kesin yol
tarifleri olduğu anlaşılır. Mısır’ın eski adı Aetia
ve Nil’in eski adı Siris olduğu için
(bakınız: Rawlinson, Notes to Herodotous, 2.15) ve
Mısırlılar ile Colchisliler aynı ırktan geldiği
için (Herodot 2.104 ve 3.12), Mısırlıların eski ana
yurdu büyük olasılıkla burasıydı (buna inanmak için pek
çok neden vardır.)
Büyük bir netlikle sunulmuş olan izlenmesi gereken yol
(aslında iki yol vardır ama ben birincil olanını ele
almaktayım) Akdeniz’den Karadeniz’in batı sahiline
uzanarak, Kırım kıstağı ve Rostow bölgesini geçip
göl ve deniz sistemi boyunca ilerleyerek Hazar Denizinin
batı kıyısından aşağı iner. Buradan Pir-ata – Ata-ar ya
da Sebakhu) ırmağından Sebartu, Kemartu ve Kau Gölüne ve
Bakhar Dağına çıkar. Sonra Kur-Alizon vadisine ve
Sakataly’ye iner. Bu yol izlenirken yalnızca eski yer
adları kullanılmalıdır. Bunlar en iyi 1885 tarihli
Britanya askeri hizmet haritasında bulunmaktadır.
Bu harita Rusya bölgeye yerleşmeden önce hazırlandığı
için, bana bir kopyasını veren British war Office’e
minnetlerimi sunarım. Olasılıkla en iyi kopya 1847
tarihli Rus askeri hizmet haritasıdır. Ülkenin
Ruslar tarafından işgalinden çok önce hazırlanmıştır
ancak şu ana kadar bunun bir kopyasını elde etmek mümkün
olmamıştır. Strabo ve Plotemy de yararlı olacaktır.
Örneğin Strabo, Beta kentinin, Plotemy de şu anda Hazar
Denizinde Scandrjukjowsk olarak bilinen İskender
Sütunları’nın yerini belirtir. Kerkulijukjowsk
bugün, klasik atlaslarda Alontas olarak bilinen
Ta-lowka’nın ağzının batısında, denizden yaklaşık 40 mil
içeride yer almaktadır. Shari-Shariket ve Shari-Sapu
(bugünk adlarıyla Sharidon ve Shari-Suppu) Uluslararası
haritada 38 Kuzey L olarak gösterilmektedir.
Doruk noktasına dair bilgilerin bulunması şu nedenle
önemlidir: Bakhar Dağı civarında Shenacha ve Marazi
–Güneş Dağı ve Geçidi-, Eshagil, Erech,
Shirappik, Azar-Akanna, Kassim-kend, Agadi-kend, Kissu,
Kurkur ve Apsu üzerinde, ya da Kafkas Dağlarının ucunda
yer aldığı için Apsu-Anaki (ve olasılıkla Enoch ya da
Kanach) olduğuna inandığım Konack-kent gibi
ünlü Babil adlarına rastlarız. Bu bize Babil ve
Mısır medeniyetlerinin buluşma noktasını vermektedir.
Gılgamış’ın öyküsü de aynı bölgeyle ilintilidir. Ayrıca,
başka bir çalışmamda Ast-ach-su’ya (Styx) dökülen
Kacheten (Cocytus) ve Uroch (Pyriphlegethon)
ırmaklarının aynı bölge yakınlarında olduğunu ve
Odiseya’nın Kuban’dan yukarı çıktığını göstermiştim. Bu
konudaki çalışmalarım, beklenenden daha çabuk bir ilgi
ve kabul görmüştür ve şu anda öncü bir keşi grubu
gönderilmesi önerilmektedir. Olanaklıysa, kazılacak
yerlerin kesin olarak belirlenmesinin yararları apaçık
ortadadır.
Bakhar Dağının doğusunda, bugün “İki Kardeş”
olarak bilinen ve aralarında, yılda bir gün, güneşin
Bakhar Dağından doğuyormuş gibi göründüğü iki olağandışı
ada bulunmaktadır. Bakhar Dağının batısında, ilkel bir
Stonehenge olabilecek garip kayalar
bulunmaktadır. Bakhar’ın, dünyanın doruk noktasını
sabitleyen Babilliler’in ilkel gözlemevi olduğuna
inanmak için geçerli nedenler vardır.
PLATON’NUN
SÖZCÜK BİLMECESİ: ATLANTİS
Platon’nun yapıtlarının bildiğim hiçbir baskısı
Atlantis’e ilişkin öyküsünün son derece basit ama ilgi
çekici ve önemli bir şifre barındırdığından söz etmez.
Verilen adların şifreli olduğunun, bu şifrenin yapısının
zamanının üstatlarınca gayet iyi bilindiğinin
ve şifrenin özümünün adlardan birinin içinde
bulunduğunun Platon’ca açık seçik belirtilmesimesi
gözlerden nasıl kaçtığını açıklamak güçtür.
Critias’ın VII ve VIII. Bölümlerinden alıntı
yapmak gerekirse:
“Bunu anlatmadan önce, barbarlara verilen Helen adlarını
duyduğunuzda şaşırmamanız için sizi uyarmalıyız.
Şiirinde bu öyküden yararlanmak isteyen Solon,
adların gücü konusunda bir araştırma yaptı ve bu
gerçekleri yazıya döken erken dönem Mısırlıların bu
adları kendi dillerine çevirdiklerini buldu ve her
adın anlamını elde ederek bunları kendi dilimizle
tanıştırdı...................ve kendisinden sonra doğup,
miras olarak Herkül Sütunlarına doğru uzanan ve
nesos’un (topraklar), bugün o ülkede Gadereica
adı verilen bölge, büyük bölümünü miras alan ikiz
kardeşine biz Yunanların Emmeleus dediği ama o ülke
halkının Gaderius olarak bildiği ünvanı verdi”.
“Adların güc” şifresi o çağın yanısıra daha önceki ve
sonraki çağlarda bilginlerce kullanılan uluslararası bir
şifreydi. Bu şifreye göre, bir adın doğru çevrilmiş
olması için yalnızca orijinal sözcük ile aynı anlamı
taşıması değil numaralandırılmış olan her harfin
toplamının da aynı rakamı vermesi gerekiyordu.
Berossus’tan bir örnek vermek gerekirse (Bakınız: Eusebi
Chronicorum, Liber Piror, Schoene, sayfa 14-18.)
:
“Hepsinin hükümdarı, adı Kildani diline Thalatth ve
Yunanca’ya Thalassa olarak çevrilen ama sayısal dengi
Selene olan Omorka adlı bir kadındı.”
Uluslarası sayı-harf sistemi, bazı “yüzler” hanesi
harflerine verilen değiştirilmiş değerler
tartışmasını şu an için bir yana bırakırsak, şu
şekildedir:
Birler |
1 |
2 |
3 |
4 |
5 |
6 |
7 |
8 |
9 |
|
a |
b |
g |
d |
e |
F |
z |
e |
th |
Onlar |
i |
k |
l |
m |
n |
ks |
o |
p |
kh |
Yüzler |
r |
s |
t |
u |
ph |
ch |
ps |
o |
sh |
(eski Yunan
alfabesindeki altıncı harf F’nin karşılığı olarak
v ya da w alınabilinir; e, eta,
o ise omega’dır)
Berossus’un verdiği örneğe baktığımızda, Omorka
70, 40, 70, 100, 20, 1 sayısal değerlerini taşımaktadır.
Bunların toplamı 301 eder. Selene, 200, 5, 30,
8, 50, 8 sayısal değerlerini taşır. Bunların toplamı da
301 eder. Böylece, Selene’nin Omorka’nın kusursuz
çevirisi olduğu düşünülmektedir.
Platon’nun verdiği ikinci örneğe bakarsak –Atlantis’teki
adlardan biridir-, Eumeles, Mısır dilindeki
Gadeirus’un Yunanca çevirisidir. Unutmamalıyız ki,
öykünün anlatıcısı Solon, Platon’dan bir kaç yüzyıl önce
yaşamıştı ve daha eski bir Yunanca konuşuyordu. Platon,
sözcük yazımını kendisine aktarıldığı biçimde vermiş
olsa bile, yazım büyük olasılıkla eski moda bulunduğu
için editörlerince düzeltilmişti. Bu nedenle, Yunan
gramercilerin bilimsel yazım yöntemini Solon’un
zamanındaki eski yazım yöntemine çevirmeliyiz. Şifrenin
kuralına göre, Gadeirus ve Eumeles aynı anlama
gelmelidir. Gaderius Mısır dilinde bir sözcük olduğu
için yalnızca “mutlu” anlamına gelen Gad kökü ile
ilintilendirilebilir. Bu nedenle, Eumeles “mutlu”
anlamına gelmelidir ve Liddell ile Scott’un Yunanca
sözlüğüne baktığımızda, Eumeles sözcüğünü ve felsefeci
Platon’nun zamanında yaşamış olan şair Platon tarafından
“uyumlu” anlamında kullanıldığını görürüz.
Böylece, ilk koşul yerine gelmiş olur.
İkinci koşul için, elimizde, Platon’nun, adın Gadeirica
ülkesine ait bir ünvan olduğu yolundaki açıklaması
bulunmaktadır ve Liddell ile Scott’un sözlüğüne yeniden
baktığımızda, Gadeirica’nın sakinleri için uygun
Yunanca karşılığın Gadeireus olduğunu
öğreniriz.
Gadeireus 3, 1, 4, 5, 10, 100, 5, 400, 200
değerlerini taşımaktadır ve bunların toplamı 728 eder.
Eumeles 5, 400, 40, 5, 30, 8, 200 değerlerini
taşımaktadır ve bunların toplamı 688 eder.
Sayılar uyumlu değildir. Ama, Yunanca sözlüğümüze
baktığımızda, “eu” ve “melia” köklerinden gelen ve gerek
vezin tutturmak gerekse karışıklıkları önlemek amacıyla
M harfinin sıkça iki kez tekrarlandığını gösteren
“eummelies” ve “emmeles” gibi sözcükler de bulunduğunu
görürüz. Ayrıca, Eumeles’in asıl olarak iki m ile
yazıldığını ve bunlardan bir tanesinin sonradan
gramerciler tarafından düşürüldüğünü gösteren
başka izlere rastlarız. Böylece aslında elimizde
Eummeles sözcüğü vardır ki, 5, 400, 40, 40, 5, 30,
8, 200 ile toplam 728 eder. Bu, Gadeireus’un
değeriyle aynıdır ve ikinci koşul yerine gelmiştir;
Platon bunu örnek olarak verdiğine göre zaten öyle de
olmalıdır.
Artık, daha büyük bir güvenle, şifrenin kalanını özmeye
başlayabiliriz. Gadeireus’un annesi Klito’nun adını
alalım. Sözcük, “son” anlamına gelmektedir (Yunanca
Klitos) Hangi Mısırlı kadının adı “son” anlammına
gelmektedir? “Irıs ve Osiris” adlı eserinin 38.
bölümünde Plutarch, “bu nedenle Nephthys’e “son demekte
ve onun Typhon’un karısı olduğunu söylemektedirler” der.
Klito’nun sayısal değeri 20, 30, 10, 300,800’dür ve
toplam 1160 eder.
Naphthys’in sayısal değeri 50,1,500,9,400, 200’dür
ve toplam 1160 eder.
Öyleyse, şifrenin doğru çevirisi budur.
Klito Poseidon, eski Yunanca’da Poteidaon, ile evlendi.
Poseidon’un Mısır dilindeki karşılığı Typhon’dur.
Poteidaon’un sayısal değeri
80,70,300,5,10,4,1,800,50’dir ve toplam 1320 eder.
Typhon’un sayısal değeri 300,400,500,70,50’dir ve
toplam 1320 eder ve Plutarch’ın belirttiği gibi
Nephthys, Typhon ile evlenmiştir.
Atlas, Harmakhis’tir (Sütunlar).
Atlas’ın sayısal değeri 1,300,30,1,200’dür ve toplam
532 eder.
Harmakhis’in sayısal değeri
90,1,100,40,1,90,10,200’dür ve toplam 532 eder.
Şimdi öykümüze devam edelim. Diğer adları da özdüğünüzde
ilginç şeyler bulacaksınız. Atlantis kenti, Dariel
Geçidinin kuzeyindei Pjatigorsk yakınlarındaki
kaplıcalar kentiydi. Platon’nun sözünü
ettiği balçık araziler bugün katılaşmış haldedir. Eski
haritalarda, Gadira’yı Atlantis’in güneydoğusunda
bulacaksınız.
1
Aralık 1927.
SOLON VE PLATON’NUN SÖZ ETTİĞİ TUFAN ÖNCESİ DÖNEMDEN
MISIRLI ON KRAL
Kafkas Kıstağının Batık Uygarlığı’nın ilk baskısında
Atlantis’ten söz edilmiyordu. Yinelenen keşif
gezilerinin ardından şu bulgular ortaya çıktı:
Fenikeliler, Cebelitarık Boğazı’nın gerçek Herkül
Sütunları olmadığını söylemişti; gerçek sütunlar,
Azov Denizinin –Az-ubbu Batı Su Kapısı, ya da Limanı-
girişindeki Boaz Kemmenu’nu ya da Chaminim’inde yer
alıyordu. Jeologların sözünü ettiği Orta Asya
Akdenizi, eskiden At-alan-tschack ya da Alan
Toprakları Denizi olarak biliniyordu; Karadeniz
(Ach-Sini) ile At-alan-tschack (şimdi haritalarda
Mantuşa Gölleri olarak gösterilen Olont-Chuduck ve
Cerber-Jakin) arasında, su yoluyla ulaşım vardı; ve çok
daha güneyde, Pyatogorsk yakınlarında, yol daha sonra
heyelanla kapanmıştı. Kuzey Kafkas Kıstağı’ndaki
göreneklerin, dinsel tören ve ayinlerin, toprakların
boyut ve konfigürasyonunun özdeşliği; Strabo ile
diğerlerinde olduğu gibi Diodorus Siculus’da da buranın
Amazonların yanında konumlandığının belirtilmesi; İskit
Ülkesi ile Trakya’dan karşılıklı toprak işgalleri v.b.
faktörlerin hepsi konuyla ilgili sonuçlar verdi. Ancak,
bu sonuçların söz konusu çalışmaya dahil edilmesinin
ortaya serilen diğer sonuçların kabulünde bir önyargıya
yol açabileceği hissedildi.
Tufan öncesi 10 kral yada kabilenin varlığını ilk kez
ortaya çıkardığı kabul edilen Platon, Berossus’dan yüz
yıl önce yazmış ve Solon, Jah ve Rahipler listesini
derleyen Ezra’dan yüz elli yıl önce yaşamış ve Babil
çivi yazılarında verilen bilgiler yakın geçmişe kadar
ortaya çıkarılmamış olsa da Platon’nun verdiği listeyi,
Critias’ın VII. Bölümünde gösterdiği yöntem ile çevirmek
uygun olacaktır. Dizge şu anda ne denli gereksiz
görünürse görünsün, tarihçiler tarafından
yüzyıllarca kullanıldığı unutulmamalıdır Berossus’ta,
Omorka, Thalatta ve Selene’nin denklikleri örnek olarak
verilmektedir.
Platon’dan bir ya da iki örnek vermek yeterli olacaktır.
Critis’ın VII. Bölümünde Platon, Gadeireus’un,
Eumeles ile aynı anlam ve sayısal değeri taşıdığını
özellikle belirtir. Gadeireus’un tek bir yazılışı
vardır (Bakınız: Liddell ve Scott), yani elimizdeki
değerler 3, 1, 4, 5, 10, 100, 5, 400, 200 olmak üzere
toplam 728 eder. Eumeles sözcüğündeki ikinci e
harfinin uzunluğu konusunda kuşkular olabilir ama Sami
dilinden gelen G’d kökü “talihli” ve “gçl” olmak
üzere iki anlama gelmektedir ve kısa e ile
yazılan Eumeles kesinlikle aynı anlamlara
karşılık gelir. Böylece elimizdeki değerler 5, 400, 40,
5, 30, 8, 200 olmak üzere 688 toplamını vermektedir. Bu
toplam 40 sayı eksiktir. Ama kısa sesli ile iki m’nin
kullanılmış olması beklenir ve Liddell ile Scott’ın
Yunanca Sözlük’leri eumellies’in Homeros’dan
alınma bir sözcük olduğunu ve “kül olmuş”a karşılık
geldiğini belirtmektedir. Bu ve diğer kaynakların
ışığında ve adların birbirine denk olduğundan yola
çıkarak, ikinci M’i eklemeye hak kazanırız,
böylece sözcüğümüzün sayısal değerine 40 eklenmiş olur
ve 728 toplamına ulaşırız. Bu arada, bu ve diğer
sözcükler orijinal yazılışın Platon değil Solon
zamanından gelmiş olduğunu gösterir ve öykünün de
Solon’un zamanına uzanmış olduğunu olasılığını doğurur.
İkinci olarak Klito’yu ele alalım. Klito,
“son” anlamına gelmektedir, Nephthys de öyle,
(bakınız: Budge, “ ”, sayfa 243). Klito’nun
sayısal değeri 20, 30, 10, 300, 800’dür ve toplam 1160
eder. Nephthys’in sayısal değeri 50, 1, 500, 9,
400, 200’dür ve toplam 1164 eder. Ama “zeytin ağacında
oturan Osiris”in kızkardeşinin adının doğru yazılışının
Naphthys olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır ve
bu da adın sayısal değerini 1160’e denkleştirir. Adın
kökü Herodot’taki Aphetai sözcüğünde (bakınız:
Herodot, 7:183) ve ayrıca Japhetus, Neptune, Aptu,
Apaturia sözcüklerinde karşımıza çıkmaktadır. Burada kök
“F-aet”tir. Eski sözcük yapılarının bu ve diğer pek çok
örneği Urmia Gölü çevresindeki dillerin incelenmesiyle
anlaşılabilir, sözgelimi iyelik durumları için “oğlu”,
çok” sözcüğü anlamında “tanrısı” sözcüklerinin kullanımı
gibi.
Klito’nun kocası “Dünyayı sarsan” Poseidon,
elbette ki Nephthys’in kocası Sutekh’tir.
Poseidon sözcüğünün sayısal değeri herhangi bir
Mısır tanrısı ile uygunluk göstermez ama Liddell ve
Scott’taki eski yazılıma, Poteidaon, bakarsak,
bunun 1320 değerini taşıdığını ve Sutukh ile
uygunluk gösterdiğini buluruz. Bu konudaki otorite
Sydyk’tır. Atlas, 532 ile Harmakis’e
denktir ama ikincisinin ilk H harfi gırtlaktan
çıkarılan H sesine denk düşen KH olarak
alınmalıdır. Bu konuda da otorite sıkıntısı çekmeyiz.
Diğer adlar için de aynı durum geçerlidir. Bu arada,
Leucippe’nin mutlak biçimde “beyaz at” anlamına
gelmediği, “Leuke”nin “kurt” anlamına gelebileceği ve
“hippo” bileşik sözcüğünün sıklıkla, hatta daha geç
dönem adlar dışında neredeyse daima, Fenikelilerin “su
kapısı” ya da “liman” sözcüklerinin Yunancalaştırılmış
hali olduğu belirtilmelidir.
Platon’nun çevirdiği Tufan öncesi on kralın adları,
Berossus ve Langdon’un listesiyle, daha sonraki
döneme ait Jah ve Rahipler listelerinden çok daha büyük
bir uyum içinde olduğu görülür. Sözcüklerin yazılışları,
listenin kendi zamanından önce yapıldığı ve Mısırlılara
ait olduğu yönündeki Platon’nun sözlerini
doğrulamaktadır. Ancak bu uyumun, özellikle Mısır
dilindeki adların çeşitlemeleri üzerine yazardan daha
fazla bilgi sahibi olan diğer araştırmacılar tarafından
kontrol edilmesi tavsiye edilir. Bu not, söz konusu
uzmanların, özellikle Babil dilleri hakkında da bilgisi
bulunanların konuya ilgi göstereceği umuduyla
yayınlanmıştır.
Aral (Kithay) ve Balkaş denizleri arasındaki bağlantı,
son zamanlarda jeologlar arasında kuşkuyla
karşılanmaktadır. Ancak bunların, aralarındaki onları
nerdeyse birbirinden ayıran –ama tam değil- uzun
Kara-tau yarımadasıyla Kuzey ve Baltık Denizlerine
benzediklerine ilişkin kanıtlar daha sonra sunulacaktır.
Bu noktada, Balkaş’ın doğusunda bulunan ve “Ekure
Chalcha”dan (E-kur Chalacha, Hole Kabilesinin Büyük
Evi, ya da Kalesi, ya da Kabile Başkenti) binlerce yıl
daha eskiye dayanan adlara ve Balkaş’ın içerilerine
doğru uzanan bölge adlarına dikkat edilmelidir.
MASONLAR İLE
MISIRLILARIN “M-S-N”İ ARASINDAKİ KESİN ÖZDEŞLİK
(Bu makale ilk olarak
Mason Araştırmaları Tutanaklarında yayınlamıştır)
Giriş
Sami
dillerde sessiz harflerin büyük önemi vardır ve eski
Sami dillerindeki sessiz harflerin günümüzde
oldukça büyük bir doğruluk payı ile bilindiğine
inanılmaktadır. Ancak, sesli harflerin değerlerinin
belirlenmesi, varlığını özellikle Kıpti dili
üzerine yapılan bir çalışmaya borçlu olan, son derece
yeni bir olgudur. Bu nedenle, Mısır üzerine yirmi yıl
önce yazılmış bir kitapta, Ari adına rastlayıp da
iki yıl önce yazılmış bir başka kitapta aynı adın, yani
aynı hiyerogliflerin, Ir biçiminde yazıya
geçirilmiş olduğunu gördüğümüzde aradaki 18 yıl içinde,
ikincisinin daha olası bir biçem olduğunun
keşfedildiğini anlarız.
Herhangi bir kişisel önyargı olasılığından kaçınmak
için, bu makalede, Gardiner’in Mısır dili üzerine en
yeni ve söz sahibi eser kabul edilen kitabı Mısır
Grameri’nde verdiği kuralları izledim ve ele aldığım
hiyeroglifleri söz konusu kitapta Gardiner’in verdiği
sayılar ve çevirileri yine Gardiner’in verdiği sayfa
numaraları ile birlikte birlikte sundum.
Veriler
Mason cemiyetinin kökeninin, Heru-Behuti’nin müridi
olan Mısırlı M-s-n’lere dayandığı sıklıkla öne
sürülen bir savdır. Ancak, şu ana dek, buna dair
herhangi bir kanıt sunulmamıştır.
M-s-n sözcüğünü Budge “demirci” (Mısırlıların
Tanrıları, cilt I, sayfa 485) Gardiner ise
“hipopotam avcısı” (bakınız: sayfa 544) ya da “dokumacı
(bakınız: sayfa 510) olarak çevirmiştir.
Mısır dilinde bir kök olan m-s ayrıca “getirmek”
anlamına geldiği için,
M-s-n’ler
ile Masonlar arasında bir bağlantı kurmak için, ad
benzerliği dışında hiçbir kanıt yoktur. Eldeki kanıt
herhangi birşeyi belirtebileceği için, bu bağlamda,
Kralın habercileri de onları prototip olarak alabilir.
Buna karşın, Ölüler Kitabında (papirüs Nebseni)
Mısırlı bir Tanrının hiyerogliflerle yazılmış adı geçer.
Gardiner’in numaralı listesiyle vermek gerekirse:
Hiyeroglif |
Okunuşu |
Çevirisi |
Gardiner’in sayfa
no |
D 4, Göz |
Ir |
Her şeyi
yapan |
443
|
G 17, Baykuş |
em |
göre |
542 |
F 34, Kalp |
ab |
arzusuna |
534 |
I 9, Engerek |
f |
kendi |
542 |
ya da Ir-em-ab-f,
“Her şeyi arzusuna göre yapan”: Mucit bir tanrı.
Ölüler Kitabı adlı eserden onun hakkında çok şey
daha öğreniriz. 125. bölümden onun, “Olumsuz İtiraf”ı
alan 42 yargıçtan biri, otuzaltıncısı olduğunu
öğreniriz. Görünüşe göre, o, bir tanrı, ya da
olasılıkla şöhretli mimar ve sağaltıcı I-em-hotep
gibi tanrılaştırılmış büyük bir kişiydi. (Budge,
Mısırlıların Tanrıları, cilt I, sayfa 522)
125. bölümden onun “Tebti şehrinden geldiğini” ve 110.
bölümden mavi gözleri olduğunu öğreniriz.
Bilindiği gibi, Mısır tanrılarının birden çok adı
vardır. Ölüler Kitabı’nın 142. bölümünde Osiris’e
verilen adların listesine bakın. Osiris için orada,
(Bölüm 5) kullanılan adlardan biri An-mut-f-abur’dur
ve bu şu anda ele aldığımız adla aynı tiptedir.
Bu tanrı ya da tanrılaştırılmış varlık için
kullanılmış adlardan diğerlerini bulabilir miyiz? Hangi
mavi gözlü mucit tanrının Tebti kentinde tapınağı
vardır?
Tebti, Herodot’un Tanis’i, İbranilerin
Zoan’ı, büyük bir cam ve ömlek üretim merkeziydi ve
görkemli bir tersaneye sahipti. Numbers cilt III,
22. buranın İbrahim’in zamanından daha eski olduğu
belirtilmektedir. (Smith, Klasik Coğrafya Sözlüğü,
altbaşlık Tanis). Bu nedenle mucit bir tanrıdan
söz edilmesi doğaldır.
Budge’ın Mısırlıların Tanrıları adlı eseri için
hazırladığı paha biçilmez indeksi açarsak, Tanis’te
tapınağı bulunan tanrı olarak bir tek Horus Behutet’in
verildiğini görürüz.
Smith’in Klasik Coğrafya Sözlüğü’nde, Tanis’teki
tapınağın Tanrı Ptah’a ait olduğu belirtilir. Ptah
da mucit bir tanrıydı ve Heru ya da sıkça
kullanılan biçimiyle Horus Behutet ile
karıştırılmış ya da ona tapınma geleneği Horus’a
tapınma geleneğinin yerini almış olabilir. Her koşulda,
Ölüler Kitabı’nın bölümlerinin yazıldığı dönemde
Tanis’te tapınağı bulunan mucit tanrı Horus’tu ve
Ölüler Kitabı, Ptah’ın Mempis’teki
tanrı olduğunu belirtmektedir.
Ölüler Kitabı’nda adı geçen tek mavi gözlü tanrının
Horus olduğunu bulup (“Size mavi gözlü Horus
geldi”, bölüm 177, satır 7), ve özellikle, Horus
adının ölülerin 42 yargıcı listesinde, 125. bölümde
İremabf ile birlikte yer almadığını saptadığımızda
kimlik belirleme işlemi tümden tamamlanmış olur. Bu
bulgu, An-mut-fab-ur’un Osiris’in diğer bir adı
olması gibi, (bölüm 142) Iremabf’ın da Horus
için başka bir ad olduğu sonucunu destekler.
Iremabf’ı Horus Behutet ile bu biçimde
özdeşleştirdikten sonra, Heru-Behutet ya da Iremabf’ın
Mesen’in başı olması son derece ilgimizi çekecek bir
konudur.
Budge, Mısır’ın Tanrıları, (cilt I, sayfa 476)
adlı çalışmasında bunlara geniş yer ayırdığı için burada
tüm ayrıntıları vermeme gerek yok ve elinizdeki bu
çalışmanın yeterli uzunlukta olduğunu düşünüyorum.
M-s-n ya da eksik sesli harfleri kabul edilmiş
yöntemle tamamlarsak Mesen sözcüğünün anlamı
bağlamında, Mısır ve Fenike dilleri ile diğer Sami
dillerdeki kökler ve sözcüklerin kullanıldığı yerler
üzerinde yapılan ayrıntılı bir incelemeden sonra,
sözcüğün herhangi bir mesleğe değil bir alanda
çalışanların işgal ettiği konuma karşılık geldiği
söylenebilir.
M-s kökü üretmek, öne çıkarmak” anlamına gelmektedir
(Gardiner, sayfa 544 ve diğerleri). “unsur”
sözcüğü iyi bir çeviri olurdu, eski toplulukların
unsurları işçi ya da ustabaşı olsaydı tabii.
Olasılıkla böyleydiler. Her koşulda, Mesen,
yapılan işin doğasına bakmaksızın, usta bir zanaatkar
anlamına gelir. Edfu’da hiç kuşkusuz demirciydiler,
ama başka şehirlerde duvarcılık (masonluk) ya da
başka zanaatlarla uğraşmış olabilirler.
Hiyeroglif yazıda, hiyeroglif şeyin kendisini temsil
ediyordu. Bu nedenle “herşeyi yapan tanımının Masonların
kullandığı bir simge olan göz (Gardiner, D, 4) ile ifade
edilmiş olması ilgi çekicidir. Ayrıca, M-s-n’in
içiçndeki M-s sözcüğü ç tilkinin derisinden
yapılan bir iş önlüğü anlamına gelir (Gardiner, F,31).
Bunlar tümüyle rastlantı olabilir ama aralarında gerçek
bir bağıntı olması daha olasıdır.
Sonuç
Iremabf
sözcüğünde, kendi Mason tarikatımız ile Eski
Mısırdaki usta zanaatkarların ait olduğu Mesen
tarikatı arasında gerçek bir bağlantının kanıtları var
görünmektedir.
Ekler
Sur Şehri Kralı ile olan bağlantıyı
belirli şeyleri açıklamak için uydurulmuş bir öykü sayıp
reddetmek doğal olabilir. Mesen’lerin hanedan
öncesi dönemde, Kızıl Deniz’den gelen ve ölü geçip
Thebes yakınlarında Nil Nehrine varan işgalciler
olduğu (Budge, Gods of Egypt, cilt I, sayfa 485)
kuramı gelişene dek ben de öyle hissediyordum.
Dokuz yıl önce, Fenikelilerin bu yoldan geldiğini
gösterdim (Kafkas Kıstağının Batık Uygarlığı;
bu çalışmanın baskısı tükenmiştir ama British Museum,
Atheneum ve diğer kütüphanelerde bulunabilir).
Fenikelilerin kendi ana yurtları olan Stagnum Assyrum’da
bir Sur şehri olduğu için, Iremabf bu asıl Sur’un
kralı olabilir ama elimizde buna dair kanıt
bulunmamaktadır.
İkinci Chronicles’daki (ii.13) çoğunlukla Hir-am-bi
olarak yazılan Hur-am-bi adı, Fenike dilindeki adların
iyi bilinen bir grubuna girmektedir. Abi-baal ile
Huram’ın babasının adını olan Abi-is’i karşılaştırınız.
(Rosenberg, Phoenician Dictionary, sayfa 70 ve
Century Bible, Chronicles, sayfa 184).
“Hurom benim babam”, yani vasim ya da koruyucum. Ama
“abi” sözcüğü Horus Behutet’in dul annesinin adını
anımsatan bir ipucu olabilir ünkü bu türden kullanımlara
eski dinsel törenlerde oldukça sık rastlanmaktadır.
Ocak, 1932.
|