UZUNYAYLA’DA KIŞ HAZIRLIKLARI
Yazın “bulgur kaynatma” zamanı festival gibi geçerdi. Günlerce
süren bu şölenlerde geceler alevler ve pşine sesleri ile
süslenirdi. Çoğu zaman bu eğlenceler sabahlara kadar sürerdi. Her bir aile bulgur
yapılacak buğdaylarını (30-40 çinik) büyük bakır
leğenler içinde çeşme başında yıkardı. Yıkanan buğdaylar
şişmesi için çadırların üzerine bırakılıp
bekletilirdi. Köydeki büyük bakır kazanlar harman
yerinde toplanırdı. Güneşin yakıcı etkisi geçtikten
sonra ateşler yakılmaya başlardı. Bulgur yapmak için
buğdayları kaynatma işi bazen sabahlara kadar sürerdi.
Bulgur kaynatan gençlerin (gelin-kız) yanına diğer komşu
gençler giderlerdi. O işlerinin arasında ev sahibi
(bulgur sahibi) gelen misafirlerini de ağırlardı. Közün
üzerinde çaylar demlenir, köyün çocuklarının en çok
uğradığı mütevazi bakkalından bisküvi, şekersucuk ve
lokumlar getirtilir, işlerde kendilerine yardımcı
olabilecek aileye yakın genç kız ve erkeklerden yardım
rica edilip, ikramlarda bulunurlardı.
Hep beraber yenir-içilir
sohbetler yapılırdı. Ayaklardaki naylon terlikler,
çamurlu su akıntıları yüzünden çamura bulaşmış vaziyette
sabahlanırdı. Her türlü zorluğa rağmen ay ışığı altında
geçen gece eğlenceli biterdi.
Sonbahara doğru köyün hanımları bir araya gelip, her bir
ev için neredeyse 50-60 kadar yufkayı kışlık
erişte olarak keserlerdi. Bol yumurtalı, incecik elde
kesilen erişteler ve erişteler ile birlikte yapılan
kuskuslar kış için kurutulmak üzere ertesi gün
serilirdi. Bu işlerde de, yine köyün gençleri hep bir
arada çalışıp, sabahlara kadar sohbetler edip
eğlenirlerdi.
Aşure mevsimi de ayrıca
eğlenceli geçerdi. Ağılların giriş yerine kurulan büyük
taşların içi oyulmuş dibekler olurdu, her evin değil de
köyde bir iki dibek olsa yetiyordu. Kimin dibeği varsa
orda aşure ayında genç kızlar toplanır buğday dövülürdü.
İki genç kız yan yana durur aynı dibeğin içine sırayla
vurulurdu. Bazen izleyen çocuklar olarak şaşkınca
bakardık birbirlerinin tokmakları çatışırsa diye pür
dikkat izlenirdi.
Aşureler büyük kazanlarla tandırlarda kaynatılır ev
halkının dışında köye küçük bakır helkelerle
dolaştırılarak her eve dağıtırdık. Tuzlu, bol sütlü,
etli pişen aşure köyde her kese kısmet olurdu.
Sonbahara doğru yaz boyunca koyunların sütünden
çıkarılan kaymaklar büyük kazanlarla tandırların üstünde
kaynatılır, tereyağı elde edilirdi. Çıkan tereyağları
15-20 kiloluk kaplara konur dondurulur kışın yemek ve
kahvaltılarda “tığugaveşa” diye yenirdi. “Tığuşej” diye
çıkan ekşi kısmı kaynatıldığı gün gelen-giden
misafirlere ve komşu evlere sunulur yedilirdi. Kalan
tığuşejler de kaplarda dondurulur kışın yenirdi. Ayrıca
tuğugavaşenin (tereyağı) en son çıkan çökelti kısmına
“gurt” denir di, o da bez torbalara konur açık havada
dışarıda tavandan asılarak suyu süzdürülerek kurutulur
iyice kuruduktan sonra peynir gibi dilimlenerek değişik
bir tat da yenirdi. Hatta günümüzde “gurt’u” bazen
özleyenlere rastlamak mümkün.
Uzunyayla’da patates ekilmiyor, yetiştirilmiyordu.
Sonbaharda Pınarbaşı’na yakın Adige buğurbaş köylerinden
(Uzunyaylalılar buğurbaş köylerine bu vesileyle epeyce
misafir olurlardı, bu konuda anlatılan anekdotlarda var
ama ben o konulara girmeyeceğim) torbalarla satın alınır
her bir eve 20-30 batman denirdi torbalarla patates
getirilir kış için saklanırdı. Her evin mutfak zeminine
rastlayan bir yerde patateslerin saklandığı üstü tahta
kapaklarla kapatılıp-açılan yaklaşık 1-1,5 metre
derinliğinde kuyular olurdu. Kapağı örtülünce zeminle
aynı olurdu. Uzunyayla'nın soğuğundan patatesler
kuyularda anca böyle korunurdu. Tabi 20-30 batman
patatesin ihtiyaç halinde kuyulardan çıkarma görevi de
biz çocuklara düşerdi ki hemen hemen her gün, patates
kuyularına inmediğimiz gün az olurdu.
UZUNYAYLA’DA KIŞ
Uzunyayla’da bahsettiğim yıllarda kışlar çok çetin
geçerdi. Ocak-Şubat ayında Pınarbaşı’yla ulaşım-iletişim
kesilirdi. Köydeki evlerin arka tarafları tamamen karın
altında kalır evin damıyla arka taraf birleşir, evlerin
arkalarında yüksek kar yığınları olurdu. Komşu evlere
karların arasında hendekler şeklinde yollar açılırdı.
Kışın köyler arasında atlılarla ulaşım yapılırdı.
Kızaklar yaşamın en önemli ulaşım araçlarıydı. Kızakla
yakın köyden grup halinde misafir gelinir-gidilirdi. Bir
kez de Hadıgşıgoy (Yahyabey)’den gelen düğüncü kafilesi
köylerine dönemediler geceyi Beyazköy’de geçirdiklerini
hatırlıyorum. Ogün müthiş bir kar fırtınası vardı, öyle
yola çıkılacak gibi değildi ki köyün thamadeleri
gitmelerine izin vermediler.
“Şué “ derler di köyün bir ucundan bir ucuna siyah at
üstünde, bazı günler siyah keçeyi (şago) giymiş ve beyaz
başlığıyla sarınmış dağdan inen yolcular olur du. O tür
atlılar köyde kime gittiği gözden kayboluncaya kadar
takip edilirdi. Acaba ne haber getir di? neden geldi
kim ki? şeklinde meraklarla. Kış mevsimin de o tür
atlılar genelde ölüm (şıhago) haberleri için acil
yollanmıştır diye düşünülürdü.
Kışın Şubat tatillerinde köyümüze gitmek için
Pınarbaşı’ndan belli bir km den sonra artık yollar
kapanır kızaklarla köyümüze giderdik Şubat tatillerinde
Uzunyayla’da köylerde günümüzün modern anlamında kayak
merkezleri yoksa da, evlerin arkası dağın yamaçları her
yer kayak merkezi gibiydi kayak takımları eksikti.
Kaymak için elde tasarlanmış, tahtadan yapılmış küçük
kızaklarla karın keyfi çıkarılırdı. Yün çoraplarımız
ıslanırdı annelerimiz kızabilir diye komşuda
amcalarımızın evinde sobanın dibinde çoraplarımızı
kurutur öyle eve giderdik.
İletişim o zaman günümüz anlamında sadece mektuplar
vardı. Mektuplar Pınarbaşı’nda belli bir adrese gider
oradan kime gidecekse Bakkal …Eliyle… köyü Pınarbaşı/
Kayseri şeklinde giderdi. Pınarbaşı’na inenler topluca
mektupları alır, genelde köyün muhtarı olurdu oda köyde
sahiplerine ulaştırırdı. Tabi geç ulaşırdı ama bir
şekilde geçte olsa ulaşırdı. Üniversite sınavlarını
bazılarımız ilk yıl kazanamadıysa, ertesi yılda köyde
kalıyorsa ÖSYM sonuçlarını bu adreslerle öğrenenlerde
oluyordu.
Bahsettiğim kış günlerinde köylerde sohbet-muhabbet
oturmaları (horşarage gidelim diye) evin büyüğü yani aile
reisi ve evin genci akşamları şimdiki anlamda
arkadaşlarında takılabiliyorlar eve geç
dönebiliyorlardı. O tür oturmalar yazın çalışma zamanı
olmazdı ama kışın sıklıkla yapılırdı.
RADYO
Büyük etrafı mobilyalı radyolar vardı. Fazla kanal yoktu
Ankara radyosunu çekerdi. Ajans denirdi haberler için
çok dikkatle dinlenir yorumlar çıkarılır “wollihi
talebaham gene boykot yaşşam” denirdi ertesi günlerde
amcalarımızdan Üniversite’de okuyanlar vardı boykot
yaptılar diye köye gelenler olurdu. Bazen de haftanın
bir gününde galiba Salı akşamlarıydı Ürdün’den mızaka
çalardı. Frekansı çok zor yakalanır biraz hışırtılıda
olsa köyde bir evde toplanılır kalabalıkça dinlenirdi.
Dedeme köyden horşarage gelenler olurdu, aralarında
konuşulurken benim de dikkatimi çekmişti. Bu radyonun
içinde konuşanları gösteren, radyodan büyük bir şey
çıkacakmış diye birazda şaşırılarak konu edildiğini
hatırlıyorum, bahsedilen şey televizyondu. |