Bir kaç çırak: Ne diye oraya gidiyoruz?
Başka, çıraklar: Biz, avcı yurduna gidiyoruz.
İlk çıraklar: Biz de değirmene doğru gitmek istiyoruz,
Bir çırak: Size havuzlu kahveyi öğütlerim.
İkinci çırak: Oranın yolu hiç güzel değil!
Ötekiler: Sen ne yapıyorsun?
Üçüncü çırak: Ben arkadaşlarla gidiyorum.
Dördüncü çırak: Kule köyüne gidin. Kızların en güzelini,
biranın en alasını, dövüşün de en daniskasını orada bulursunuz.
Beşinci çırak: Keyf düşkünü herif, derin yine mi kaşınıyor?
Ben oradan nefret ederim!
Hizmetçi kız: Hayır hayır, ben şehre dönüyorum.
Başka hizmetçiler: Onu kavaklarda buluruz herhalde.
İlk
hizmetçi kız: O beni açmaz. Hep senin yanında yürür ve yalnız
seninle dans eder. Senin keyfinden hana ne?
İkinci hizmetçi: Bugün herhalde yalnız değildir. Kıvırcık
saçlı gencin beraber olacağım söylüyordu.
Öğrenci: Şu yürekli kızların yürüyüşüne bak. Yıldırım gibi.
Gel beraber şunları izleyelim. Okkalı bir bira, keskin bir tütün,
ve süslü bir kız. Bana keyf verenler de bunlar!
Şehirli kız: Şu güzel delikanlılara bakın! Bu, gerçekten bir
rezalet. En iyi refakate sahip olabilirlerdi, halbuki
hizmetçilerin peşinde koşuyorlar.
İsa'nın son akşam yemeğine telmih.
İkinci öğrenci (birinciye): Bu kadar acele etme, şu arkadan
iki kız geliyor, pek şık giyinmişler, birisi benim komşum,
tutkunum o kıza. Ciddi ciddi yürüyüp gidiyorlar ama sonunda bizi
yanlarına kabul ederler.
İlk
öğrenci: Hayır birader, hayır. Ben tekellüfü sevmem. Çabuk ol
da avımızı kaçırmayalım. Cumartesi günü süpürge sallayan el, pazar
günü seni en iyi okşayacak eldir!
Şehirli: Hayır, yeni belediye başkanını beğenmiyorum, işte
karşıda. Gün geçtikçe daha tersleşiyor. Şehre ne faydası oluyor
bunun? İşler günden güne bozulmuyor mu? Her zamandan fazla itaate
ve her zamandan fazla vergi ödemeye zorunlu kalıyoruz.
Dilenci: (Mani söyler.)
İyi kalpli baylar,
Güzel bayanlar,
Dilerim kutlu bayramlar,
Lütfen yüzüme bakın
Ve beni dardan kurtarın.
Boşa gitmesin bu şarkılar,
Sadaka veren ne bahtiyar!
Bayram yaparken herkes,
Sevinsin biraz da şu bikes!
Sevincinden bayramın
Bana da bir pay ayırın!
Başka bir şehirli: Pazar ve bayram günleri savaştan ve
muharebe patırtısından daha tatlı bir konuşma bilmem! Ta
uzaklarda, Türkiye'de, milletlerin birbirleriyle vuruşmasını
konuşmak ne zevkli! insan pencereye yaslanır, şarabını çeker,
nehirde çeşit çeşit gemilerin akıp gidişini seyreder. Akşam
olunca, neşeyle eve döner. Ve barışı ve barış zamanlarını takdis
eder.
Üçüncü şehirli: Evet komşum, ben de öyle yaparım. Varsın
herkes birbirinin kafasını paralasın. Ve her şey altüst olsun!
Yeter ki bizim evde her şey yerli yerinde kalsın.
Yaşlı adam (Kibar kızlara):
Aman
ne süslenmiş, körpe kız! Kim size vurulmaz? Ama o kadar
kibirlenme, sizin ne istediğinizi ben bilirdim ama!
Şehirli kız: Agate, haydi, böyle acuzelerle sokağa çıkmam ben.
Gerçi o Sen Andreas gecesinde müstakbel sevgilimi bana
göstermiştin, ama!
Başka bir kız: Müstakbel sevgilimi bana da camın içinde
göstermişti. Cesur arkadaşlarının yananda asker gibi dimdik
birisi. Ama o zamandan beri etrafıma bakmıyorum, öyle birini
göremiyorum.
Askerler:
Ben
askerim, Kuleli, siperli kaleler, Güzel ve nazlı kızlar, Fethetmek
isterim. Ne hoştur bu emekler, Ve ne parlak ödüller, işte geçiyor
erler!
Barışta ve savaşta,
Boru seslerimiz çınlamalı,
Kaleler ve güzel kızlar
Bizim olmalı.
Ne hoş bu emekler,
Ve ne parlak ödüller, işte geçiyor erler!
Waust, Wagner'le
Faust: İlk baharın sevimli ve diriltici bakışıyla dereler ve
ırmaklar buzdan kurtulmuş, vadilerde bir umut saadeti yeşeriyor.
İhtiyar kış zaaf içinde, yalçın dağlara çekilmiş. Yeşillen meye
başlayan vadilere oradan geçici, cansız, buz sağanakları
yollayabiliyor. Fakat güneş artık beyaza müsamaha etmiyor. Her
yerde yeni bir hayat yeşeriyor. Güneş her yeri renklerle bezemek
istiyor. Henüz kırlarda çiçek görünmüyorsa da, süslü insanlara
rastlanıyor. Bu tepelerden yüzünü şehre çevir de bak. Geniş,
karanlık şehir kapısından rengarenk bir kafile geliyor. Bugün
herkes güneşlenmek istiyor. Halk İsa'nın dirilişini kutluyor.
Çünkü kendileri de dirilmişlerdir! Basık evlerden, loş izbelerden,
damların ve çatıların baskısından, kutsal gecelerin kiliselerinden
gün ışığına çıkmışlardır.
Bak
işte, bahçe ve kırlara nasıl birbirini ezercesine doluyorlar.
Irmak da, enine boyuna yüzen şen sandallar görünüyor. Batacak
kadar dolmuş olan son kayık önümüzden geçiyor. Uzak dağ
patikalarında bile renkler pırıldıyor. Artık köy seslerini
duymuyorum. Burası halkın gerçek cenneti. Büyük, küçük herkes
''ben burada insanım, burada insan olmak hakkımdır'' diye coşuyor.
Wagner: Bay doktor, sizinle yürüyüşe çıkmak hem şerefli, hem
de faydalı oluyor, ben yalnız buralara gelmeyi ve kalabalığa
karışmayı sevmem. Çünkü her kalabalığa düşmanım. Keman zırıltısı,
bağırıp çağırma, top yuvarlama patırtılarından tiksinirim. Sanki
kötü ruhların emrindeymiş gibi tepiniyorlar, ve bunun adına keyf
çatma ve şarkı söyleme diyorlar.
Köylüler (Ihlamur ağacının altında oyun ve terennüm):
Çoban cepkenini giydi,
Dansa gitti.
''Eğlence böyle olur'', dedi!
Ihlamurun dört bir yanı hemen doldu,
Herkes çılgın bir dansa koyuldu
Yuh hey, yuh hey!
Şen tur böyle gidiyordu,
Çoban, ite kaka, ilerliyordu,
Derken dirseğile, bir kıza çarptı,
Genç kız ''budala'' diye ona çattı,
Yuh hey, yuh hey!
Bir
sağa bir sola dans yürüdü
Ve bütün etekler havaya uçtu,
Yanaklar kızardı, vücutlar ısındı
Sevgililer böyle kucaklaştı.
Yuh hey, yuh hey!
Baş başa verip fısıldanmayın öyle
Nice gençler nişanlısını aldatmadı mı böyle
Kandırmadı mı onu bir türküyle,
Yankılar kalıyor ıhlamurlarda.
Yuh hey, yuh hey!
Yaşü köylü: Bay doktor, böyle bir günde, büyük bir bilgin
olarak, bu kalabalığın içine katılışınız ne lütufkarlık! Buna
şükran olarak size taze şarapla doldurduğumuz şişelerin en
güzelini sunuyorum. Ve temenni ediyorum ki, o yalnız susuzluğunuzu
dindirmekle kalmasın, her damlası, ömrünüze ömür katsın.
Faust: Serinletici içkiyi alıyorum, ve size teşekkür ediyor ve
esenlik diliyorum.
{Halk; Faust'un etrafında halkalanır.)
Yaşlı köylü: Gerçekten, bu mutlu günümüzde yanımıza gelmekle
pek iyi ettiniz. Siz kötü günlerimizde de yanımızda bulunmuştunuz.
Aramızda niceleri vardır ki, veba salgınını durduran babanız,
ecelin elinden çekip kurtarmıştır Siz, o zaman genç bir adamdınız.
Her hasta evine uğrardınız. Oradan çoklarının cenazeleri çıkardı.
Siz ise sağ ve salim çıkardınız. Nice güç imtihanları
başarmıştınız. Kurtarıcımıza göklerdeki kurtarıcı yardım ediyordu.
Köylüler (Hep birden):
İyiliğini
gördüğümüz zate esenlik ve daha uzun zaman yardım etme olanağını
bulmasını dileriz.
(Faust
Wagner'le yürüyüşe devam eder.)
Faust: Göklerdeki yardımcının ve bize yardım gönderen ve
yardım etmeyi öğretenin karşısında eğiliniz.
Wagner: Ey büyük adam, bu halkan hürmeti karşısında kim bilir
nasıl duygulanıyorsun? Kabiliyetini böyle kullanabilenlere ne
mutlu! Babalar oğullarına seni gösteriyor. Herkes seni soruyor,
sana koşuyor. Kemanlar susuyor, dans duruyor, karşına
sıralanıyorlar, sen yürürken kasketler havaya uçuyor. Nerde ise,
veli huzurunda imiş gibi diz çökecekler.
Faust: Bir kaç adım yukarıdaki kayanın dibinde mola verelim,
işte şurada, çok defa yalnız, düşüncelere dalar ve ibadet ve
oruçla kendimi tazib ederdim. Zengin bir umut, sağlam bir iman ile
gözyaşı dökerek içimi çeker, ellerimi ovuşturur, göklerin
tanrısından vebaya son vermesini niyaz ederdim, Halkın bu
gösterisi, bana şimdi alay gibi geliyor. Bizim baba oğul, bu
şerefe ne kadar az layık olduğumuzu içimde okuyabilsen!
Babam, şerefli ve esrarengiz bir adamdı. Tabiat ve onun kutsal
çevreleri hakkında samimiyetle, ama kendine göre, derin derin
düşünürdü. Yanında simyacılarla karanlık bir odaya kapanır, ve
karma karışık formüllere göre o iğrenç ilacı hazırlardı. Cesur bir
güveyi olan kırmızı arslanı, ılık suda zambakla evlendirir, sonra
açıkta yanan bir alevle onları bir zifaf odasından ötekine
geçirirdi. Sonra şişenin içinde renk renk, genç ece görünürdü,
işte babamın ilacı buydu. Ama içen hasta ölürdü. Kimin şifa
bulduğunu soran yoktu! İşte biz, baba oğul, bu cehennemi şurupla
bu vadilerde ve tepelerde, ortalığı vebadan daha şiddetli kasıp
kavurduk. Ben kendim, ilacı binlerce insana verdim. Hepsi öldüler.
Küstah katillerin övüldüğünü görmek de başıma geliyor.
Wagner: Buna ne diye üzülüyorsunuz? İyi bir insan, kendisine
öğretilen sanatı vicdani ve tam bir tarzda uygulamakla görevini
yapmış olmaz mı
Gençliğinde babana saygı gösterirsen, ondan sevgi görürsün ve
büyüdüğünde ilme hizmet edersen, oğlun daha ileri hedeflere
ulaşır.
Faust: Ah! Bu aldanış deryasından çıkıp kurtulmayı
umabilenlere ne mutlu! insan neyi bilmezse ona ihtiyacı oluyor, ve
neyi bilirse onu kullanamıyor! Ama bırak, şu güzel saatleri bu
hüzünlerle harap etmeyelim!
Bak, yeşil çevreli kulübeler akşam güneşinde nasıl parıldıyor.
Günün ömrü tükeniyor. Güneş çekiliyor, batıya yöneliyor, oraya
yeni bir hayat bahşediyor.
Ah... Güneşi daima izlemek için beni yerden kaldıracak kanadım
yok. Olsaydı, ebedi akşam kızıllığında huzur içindeki dünyayı
ayaklarımın altında hissedecek, bütün tepeleri kızarmış, bütün
vadileri sükuna kavuşmuş ve gümüş ırmağı, altın nehre akar
görecektim. Artık vahşi dağlar, bütün uçurumlar ile, üluhiyete
benzeyen bu yürüyüşe engel olamayacaktı.
Daha
şimdiden, deniz ılık körfezler ile hayran gözlerime açılıyor. Ama,
ilahe artık batmış görünüyor. Yalnız içimde yeni bir arzu
uyanıyor. Önümde gündüz, arkamda gece, üstümde gök, altımda
dalgalar, onun ebedi ışığını içmek iğin koşuyorum.
Güneş batarken ne güzel bir hülyaya dalıyor insan!
Heyhat, ruhun kanatlarına, bedenin kanatlan o kadar kolay
uyamıyor! Ama, üstümüzde mavi boşluklarda uçan tarla kuşu, şakrak
ses ile öter, çamlı yalçın tepeler üstünde kartal, kanatlarını
açıp gerer ve ibibik kuşu, denizler ve vadiler üstünden yuvasına
dönerken, duygularımızın yukarılara, ilerlere yükselmesi, doğuştan
alışkanlığımızdır.
Wagner: Benim de böyle derin derin düşündüğüm saatler
olmuştur. Ama böyle bir şey hiç duymadım. Kırları ve ormanları
zevkle seyretmekten çabuk bıkarız. Kuşun oyunlarına ise, hiç
imrenmem. Ama fikri zevkler, bizi kitaptan kitaba, sahifeden
sahifeye nasıl başka türlü taşır! O zaman kış geceleri aziz ve
güzel olur. Tatlı bir duygu organlarımıza sıcaklık verir. Ve hele
bir de kağıt tomar mı açtın mı, bütün gökler yanına inmiş gibi
olur.
Faust: Sen yalnız bir emel biliyorsun. Ötekini hiç öğrenme!
Ah... Benim göğsümde iki ruh vardır. Birisi Öbüründen ayrılmak
ister-. Birisi şiddetli bir aşk zevk ile ve bütün organlar ile,
dünya hayatına yapışır. Diğeri ise, toz toprak içinden fırlayıp
ulu atalar diyarına yükselmek ister. Ah... Yerle gök arasında
hakimane mekik dokuyan ruhlar varsa, nefis kokulu yuvalarından
yere inseler ve beni yeni ve renkli bir hayata ulaştırsalar. Evet,
bir büyülü cübbem olsaydı da, beni yabancı diyarlara uçursaydı. O
bana en zarif elbiselerden, hatta bir ıcıral mantosundan daha
kıymetli gelirdi!
Wagner: Sisli bir daire içinde sel gibi yayılan ve her
taraftan insana bin çeşit felaket getiren o güruhu çağırma.
Kuzey'den kopup gelen cinler, ok gibi sivri dilleri ve keskin
dişler ile sana saldırırlar.
Doğu'dan gelenler, her tarafı kurutarak ciğerlerini oyarlar
güneyden gelenler, çölden tepene dalga dalga alev yağdırırlar.
Batı güruhu ise Önce serinlik verir, sonra seni de tarla tapanı da
suya boğarlar. Onlar kötülük yapmaktan ve bizi kandırmaktan
hoşlandıkları için itaat eder görünmeyi severler ve gökten inmiş
gibi bir tavır takınırlar. Ve yalan söylerken melekler gibi
kulağımıza fısıldarlar.
Ama
artık yolumuza koyulalım. Ortalık karardı. Hava serinledi. Sis
iniyor. İnsan, evin kıymetini akşam daha iyi anlıyor.
Ne
duruyorsun öyle? Şaşkın, uzaklara bakışın neden? Akşam
esmerliğinde sana böyle dokunan şey nedir?
Faust: Ekinlerin içinde dolaşan şu kara finoyu görüyor musun ?
Wagner: Çoktan görüyorum ama aldırmıyorum.
Faust: Ona iyi bak. Ne olduğunu tahmin edersin?
Wagner: Kendi tarzında efendisinin izini arayan bir fino.
Faust: Etrafımızda geniş helezonlar çizerek bize
yaklaştığını görüyor musun?
Wagner: Ben bir siyah finodan başka bir şey görmüyorum. Sizin
bir görme galatınız olacak.
Faust: Bana öyle geliyor ki, ayaklarımızın etrafına bir bağ
çekmek için usulca sihirli düğümler atıyor.
Wagner: Ben, efendisinin yerinde iki yabancı gördüğü için,
güvensiz ve korkulu, bir köpeğin etrafımızda sıçradığını
görüyorum.
Faust: Çember daralıyor. İşte bize çok yaklaştı.
Wagner: Gördüğün bir hayalet değil. Şüphelenerek üren, karnını
yere sürten, kuyruğunu sallayan bir köpek. Bunlar, hep köpek
huylan.
Faust: Buraya gel, bize arkadaş ol.
Wagner: Pek maskara bir hayvan. Sen durdun mu o bekler, ona
bir şey söylersin, sana tırmanır. Bir şey kaybet getirir. Bir
değneğin ardından suya atlar.
Faust: Sen haklısın. Onda ruhtan bir eser görmüyorum. Hepsi
alıştırmadan ibaret.
Wagner: İyi terbiye edilmiş bir köpeği, bir hakim bile
beğenir. Öğrencilerin akıllı arkadaşı olan o hayvan, senin sevgine
de layıktır.
Şehir kapısından geçerler. Faust, finosu ile beraber, okuma
odasında.
Faust: İçimizde, sezişlerle dolu, kutsal bir korku ve bir
iyilik hissi uyandıran gecenin kapladığı kırları ve bayırları
bıraktım. Artık vahşi istekler ve her türlü huzursuzluklar uykuya
dalmıştır, insan sevgisi harekete geçmiştir. Allah sevgisi
uyanmıştır.
Köpeğim, uslu dur! Oraya buraya koşup durma. Kapının eşiğinde ne
kokluyorsun Öyle? Sobanın arkasına yat. Yastıklarımın en
yumuşağını sana veriyorum. Dışarıda, dağ yollarında koşup
sıçrayarak bizi eğlendirmiş olmana karşılık, şimdi ben de seni
makbul ve uslu bir konuğum olarak ağırlayacağım.
Ah... Dar hücremizde lamba sevimli ışığını serpmeye başlayınca,
göğsümüz ferahlıyor. Kendi kendisini bulan kalbimiz huzura eriyor.
Akıl yine hakim olmaya ve umutlar yeşermeye başlıyor, insan hayat
pınarlarına özlem duyuyor. Ah... Bu özlem!
Köpeğim, mırıldanma. Şimdi bütün ruhumu kaplayan kutsal seslere
köpek sesi uymaz, insanların anlamadıkları şeyle alay etmelerine
ve çok defa kendilerine üzüntü veren iyi ve güzel kargısında
homurdanmalarına alışığız. Köpek de onlar gibi mırıldanıyor!
Fakat heyhat, bütün iyi niyetime rağmen, gönlümde bir tatmin
bulamıyorum. Ama nehir neden kuruyor da, biz yine susuzluğa mahkum
oluyoruz?
Bu
hususta çok denemelerim var. Ama bu noksan telafi edilebilir.
Dünya ötesini takdir etmeyi öğreniyor ve Ahdi cecidde en güzel ve
en vakarlı ifadesini bulmuş olan bu ilahi tebliğe özlem çekiyoruz.
Esas metnini elime almak ve bu kutsal metni samimi bir duyguyla
sevgili Almanca'ya tercüme etmek arzusunu duyuyorum.
(Kitabı açar ve okumaya başlar.)
''Başlangıçta söz verdi'' diye yazılı. Daha ilk satırda
takılıyorum. Okumaya devam etmem için bana kim yardım eder? Söze
bu kadar yüksek değer vermeye imkan yok. Aklımı kullanarak onu
başka türlü çevirmeliyim.
''Başlangıçta anlam vardı''. Bu satırda iyi düşün. Kalemin pek
hızlı yürümesin. Her varlığı yaratan ve birleştiren şey, anlam
mıdır? Daha doğrusu ''başlangıçta kuvvet vardı'' demekti. Ama bunu
yazarken de böyle bırakmaktan beni men ediyor bir şey. Ruh yardım
ediyor bana. Birdenbire ilhama kavuşuyor meseleyi çözüyorum. Ve
iç rahatlığı ile ''başlangıçta fiil ve icraat vardı'' diye
yazıyorum.
Fino, odayı seninle paylaşacaksam hırlamayı, vızlamayı bırak.
Yakınımda böyle can sıkan birisine tahammülüm yok. Birimizden
birisi odayı terk etmeli. Konukseverlik hakkını istemeyerek
kaldırıyorum. Kapı açık. Çıkmakta serbestsin.
Ama,
ne görüyorum? Tabiatta böyle şey olağan mı? Bir hayalet mi bir
gerçeklik mi o? Köpek nasıl uzuyor, genişliyor, ve yerinden zorla
kalkıyor. Bu bir köpek vücuduna benzemiyor artık. Eve nasıl bir
hayalet getirmişim?
Ateşli gözleri, korkunç dişler ile bir Nil aygırına benziyor. O...
Ben seni biliyorum. Böyle bir cehennem zebanisinin hakkından
ancak ''Süleyman anahtarı'' gelir.
Koridorda periler:
İçerde
birisi mahpus,
Girme yanına sus!
Faka basmış bir tilkiye benziyor,
İçerdeki vaşak korkudan titriyor!
Ama dikkat!
Uçuşun, yukarıya aşağıya,
Oraya buraya,
İsterseniz ödemek ona borcunuzu,
Hapiste bırakmayın kurtarıcınızı!
Faust: Şu hayvanla karşılaşabilmek için dörtlü maniye
ihtiyacım var.
Semender tutuşsun,
Su perisi bükülsün,
Hava perisi yok olsun,
Cin de uğraşsın dursun!
Elemanları, onların niteliklerini ve kuvvetlerini tanımıyanlar
ruhlara hakim olamaz.
Semender yok ol alevde,
Su perisi, titre büzül de,
Hava perisi, ışılda gök de
Cin, sen de beni destekle öyle.
Köpekte bu dörtlerden hiç birisi yok! Sakin yatıyor ve bana
sırıtıyor. Henüz ona acı vermedim,ama daha tesirli büyüler yapayım
da görsün!
Arkadaş, sen bir Cehennem kaçkını mısın? Öyle ise kara
hayaletlerin Önünde eğildikleri şu işarete bir bak! İşte tüylerin
kabarmaya başladı. Her yerden atılmış yaratık. Hiç bir zaman
doğmamış, tarifi imkansız, bütün göklerden atılmış ve alçakça
hançerlenmiş olan ona hiç bakabiliri misin?
Sobanın ardına tıkılmış, bir fil gibi şişiyor, bütün odayı
dolduruyor. Artık nerede ise sis halinde eriyecek.
Tavana kadar çıkma. Efendinin ayaklarında yat. Görüyorsun, seni
kuru kuruya korkutmuyorum.
Sem: Kutsal alevle dağlıyorum. Üç defa kırmızı ateşi ve
becerikliliğimin en güçlüsünü göstermeme lüzum bırakmadan itaat
et.
(Sis
dağılırken, bir orta çağ çömezi kıyafetinde Mefisto, sobanın
arkasında görünür.)
Bu
gürültü ne? Efendime ne hizmette bulunabilirim?
Faust: Finonun aslı buymuş demek! Gezgin bir çömez. İşte buna
gülerim.
Mefisto: Bilgin üstadı selamlarım. Beni çok terlettiniz.
Faust: Senin adın ne?
Mefisto: Sözü o kadar küçümseyen ve görünüşten uzaklaşarak
isin derinliğine dalmak isteyen birisinin ağzından bu söz bana pek
yavan görünüyor.
Faust: Efendiler, sizin gibilerinin içyüzünü adlarından
anlamak mümkündür. Size ifrit, arabozucu, yalancı denirse kim
olduğunuz anlaşılmış olur. Peki ama sen kimsin?
Mefisto: Daima kötülük yapmak istediği halde, hep iyilik yapan o
kuvvetin bir parçasıyım.
Faust: Bu bilmece ile ne demek istiyorsun?
Mefisto: Ben, daima inkar eden bir ruhum. Bunda da haklıyım.
Çünkü yaratılan her şey, mahvolmaya layıktır. Onun için hiç bir
şey yaratılmasa daha iyi olurdu. İşte sizin günah, yıkıcılık,
kısaca kötülük dediğiniz şeyler, benim asıl unsurumdur.
Faust: Sen kendine parçayım diyorsun. Oysa karşımda bir bütün
olarak duruyorsun.
Mefisto: Sana basit bir gerçeği söylüyorum. İnsan, bu küçük
delilik alemi, kendisini bütün sayıyorsa, ben başlangıçta her şey
olan parçanın bir parçasıyım. Aydınlığı doğurmuş olan karanlığın
bir parçasıyım. O mağrur aydınlık ki kendisini doğurmuş olan
karanlığın elinden yerini ve fezasını almak ister; a başaramaz.
Çünkü ne kadar uğraşsa cisimlere yapışır kalır. O, cisimlerden
fışkırır. Cisimleri güzelleştirir. Yörüngesinde onu bir cisim
durdurur. Ve umarım ki çok geçmez cisimlerle birlikte yok olur.
Faust: Senin necip görevlerini şimdi anladım. Sen büyük
şeyleri mahvedemezsin. Küçüklere musallat olursun.
Mefisto: Elbette böylece çok bir şey yapmış olmuyorum.
Yokluğun karşısına çıkan bu battal dünyaya, dalgalar, fırtınalar,
zelzeleler, yangınlarla nelere teşebbüs ettiysem, yine bir şey
yapamadım. Sonunda kara ve deniz yerinde kalıyor Hele o mel'un
hayvan ve insan nesli yok mu? Ona hiç bir şey yapılamıyor. Ne
kadar çoğunu gömdüm, yine de yeni ve taze bir kan devredip
duruyor. Bu böyle giderse çıldıracağım! Kuruda, yaşta, soğukta,
sıcakta, havada, suda, topraktan binlerle tohum filizleniyor. Eğer
alevi de kendime saklamamış olsaydım, bende pek bir şey
kalmayacaktı.
Faust: Sen daima hareketli, şifalandırıcı ve yaratıcı kuvvetin
karşısına hile ile sıkılmış ifrit yumruğunu beyhude sallıyorsun.
Hercümercin garip evladı, kendine başka bir iş ara!
Mefisto: Gelecek seferler bu konuda daha fazla görüşürüz. Bu
defalık gidebilir miyim?
Faust: Niçin sorduğunu anlamıyorum. Seni artık tanımış oldum.
İstediğin gibi ziyaretime gelebilirsin, işte pencere, işte kapı ve
işine yararsa, işte baca!
Mefisto: İtiraf ederim ki, dışarı çıkmama bir küçük engel var.
Eşiğinizdeki şu cin ayağı.
Faust: Şu beş köşe işareti seni rahatsız ediyor ha! Hele bak!
Cehennem evladı, bu sana engel oldu ise içeri nasıl girebildin?
Böyle bir cin nasıl aldatılabildi?
Mefisto: İyi bakın, beş köşenin çizgileri iyi çizilmemiş, şu
dışarıya bakan açı, gördüğüm gibi, biraz açık kalmış.
Faust: Rastlantı bunu iyi yapmış! Sen şimdi benim tutsağımsın
ha! Bu epeyce bir basan.
Mefisto: Köpek içeri sıçrarken bir şeyin farkında olmamıştı,
ama şimdi değişti. Şeytan evden çıkamıyor?
Faust: Peki pencereden niye çıkmıyorsun?
Mefisto: Şeytanların ve hayaletlerin bir kuralı bu. Ancak
girdikleri yerden çıkabilirler. Girmede serbestiz ama çıkmada
değil.
Faust: Cehennemin de kuralları mı var? Ne iyi şey! Öyle ise,
sizinle bir anlaşma yapabiliriz. Hem de güvenle!
Mefisto: Sana vadedeceğim şeyin tadını çıkaracaksın. Bu
zevkinden bir şey eksilmeyecek. Ama bu kısaca anlatılamaz. Oturup
konuşmamız lazım. Bu defalık beni serbest bırakmanızı rica ederim.
Faust: Biraz daha kal burada ve bana güzel bir masal söyle.
Mefisto: Gitmeye mecburum. Yakında yine gelirim. O zaman
istediğini sorabilirsin.
Faust: Ben sana bir engel çıkarmıyorum. Sen, kendi kendini
hapsettin. Şeytanı yakalayan, onu sıkı tutmalıdır. Yoksa, bir daha
ele geçiremez.
Mefisto: Arzu edersen sana arkadaşlık etmek üzere burada
kalmaya hazırım. Yeter ki, hünerlerim sana hoşça vakit geçirsin.
Faust: Ala. Yeter ki hünerlerin hoşa gitsin.
Mefisto: Dostum, sen bu bir saatte zekan için renksiz bir
yıldan daha fazla kazanç sağlayacaksın. Nermin ruhların sana
söyleyecekleri şarkılar ve gösterecekleri manzaralar, boş bir
büyücü oyunu olmayacak. Hatta, burnun da bundan hoşlanacak. Sonra
damağın da tat duyacak. Ve keyfinden bayılacaksın. Hazırlığa
ihtiyaç yok. Hep buradayız. Haydi hemen başlayalım.
Periler:
Karanlık kubbeler çekilin,
Mavi göğü örtmeyin,
Şu kopkoyu bulutlar da kalksın
Güneşler daha tatlı ısısın.
Yıldızlar daha hür parüdasın!
Tanrının çocukları uçun,
Ruh gibi güzel, başımızdan geçin
Özlemler, emeller, ardından koşun!
Fistanlar, kurdeleler
Çardaklarda uçuşuyor,
Ve sevişen nişanlılar,
Bir Ömür için andlaşıyor!
Çardaklar, sıra sıra,
Üstlerinde üzüm yüklü asma,
Sonra olgunlaşır üzümler,
Dolar sıra sıra küfeler,
Köpüklü şarap, dereler gibi akar,
Ve temiz taşlardan sızar!
Güzel, yakut kayalar,
Tepeleri arkada bırakır,
Ve göllere uzanır,
Yeşil yamaçlara yaslanır!
Ve
kanatlar,
Neşeyle çırpar,
Güneşlere uçar!
Korular halinde coşanları dinlediğimiz,
Kırlarında dans edenleri gördüğümüz,
Adalara doğru uçar!
Kimisi dağlara tırmanır,
Kimizi yüzer göllerde,
Yaşamak sevinci gönüllerde,
Ah ne saadet!
Mefisto: Uyuyor! Aferin size şirin, havai çocuklar. Tatlı
şarkınızla onu ne güzel uyuttunuz! Bu konser için size teşekkür
ederim. Faust, sen daha şeytanı zaptedecek adam değilsin!.
Onu
tatlı hayallerle avutun,
Ve bir çılgınlık deryasına götürün.
Ama
şu eşiğin büyüsünü bozmak için bir fare dişine ihtiyacım var. Onu
uzun uzun büyülemeye gerek yok. işte şuracıkta bir tanesi
tıkırdıyor, hemen sesimi duyacaktır.
Farelerin, sineklerin, kurbağaların, tahta kurularının, pirelerin
elebaşı sana emir veriyor: Meydana çık ve şu eşiğe damlatılmış
yağı yala!
İşte,
sıçrayarak geliyorsun. Hemen işe başla. Beni büyüleyen açı, şu
öndekidir. Bir daha ısır, tamam!
Faust, biz gelinceye kadar sen rüya görmeye devam et!
Faust (Uyanır):
Yine
mi aldatıldım. Bir rüya, beni aldatıp şeytanı kaçırdıktan ve fino
da ortadan kaybolduktan sonra böyle mi bırakıp gider?
Okuma odası Faust, Mefisto
Faust: Kapı vuruluyor, beni yine kim tedirgin edecek?
Mefisto: Benim.
Faust: Gir.
Mefisto: Bunu üç defa söylemelisin.
Faust: Gir, işte.
Mefisto: İşte böyle hoşuma gidiyorsun. Umarım ki iyi
geçineceğiz. Senin vehimlerini uzaklaştırmak için kırmızı işlemeli
elbise, sert ipekten bir manto giyerek, şapkamın üstüne horoz
tüyü, belime de uzun, sivri bir kılıç takıp genç bir asilzade
rolünde geldim. Sen de böyle giyin ki peşin hükümlerden sıyrılıp,
hayatın ne olduğunu anlayasın!
Faust: Ne giyersem giyeyim, bu sınırlı dünya hayatının acısını
çekeceğim! Ben sadece oyunla vakit geçirecek kadar genç ve
isteksiz yaşayamayacak kadar yaşlı değilim, dünya bana ne
bahşediyor? Hep mahrumiyetlere katlanmak, benim nasibim bu. Ömür
boyunca, her saat kulağa kısık sesle ulaşan nakarat bu. Sabahları
hep korku ile uyanının. Geçerken tek bir arzumu bile yerine
getirmeyecek olan ve bir sevinç belirtisini bile inatçı bir
aksilikle harabeden, kalbimin yaratıcılığını, bin bir çirkin gaile
ile baltalayan gündüzü görünce, ağlamak gelir içimden! Gece
ortalığa çöktüğü zaman da, yatağıma endişelerle uzanırım. Çünkü
yatakta da istirahat mukadder değil. Vahşi rüyalar beni korkutur.
Göğsümdeki tanrı, en içimden beni tahrik eder. Bütün kuvvetlerimin
üstünde yerleşen akıl, dışarıda beni faaliyete getiremiyor.
Böylece hayat, benim için bir yük oluyor. Ölümü özlüyorum.
Hayattan tiksiniyorum!
Mefisto: Ölüm, yine de makbul bir konuk değildir.
Faust: Zafer parıltısı içinde iken Ölümün, başına kanlı
zafer tacını bağladığı ve çılgınlaşan bir danstan sonra, bir kızın
kollarında yakaladığı insan ne bahtiyardır! Ben de, ruhun yüksek
kudreti önünde heyecandan tıkanarak, böyle can verebilseydim!
Mefisto: İyi ama, şu gece yarısı, esmer usareyi içmemiştin!
Faust: Casusluk etmek galiba hoşuna gidiyor.
Mefisto: Ben, her şeyi bilen değilim, ama çok şey bilirim.
Faust: O korkun hercümerç anında, tatlı, tanıdık bir ses, beni
çekti ise, çocuk duygularının kalıntısı, mutlu zamanların
hatırasıyla beni aldattı ise, ruhu çekici bir büyücülükle saran ve
onu kamaştırıcı ve riyakar kuvvetleriyle bu yaslı izbeye sürgün
eden her şeye lanet ediyorum!
Lanet, ruhun kendisi hakkında beslediği o yüksek fikre,
Lanet, duygularımızı zorlayan görünüşün göz kamaştırıcılığına,
Lanet, rüyalarımızda bizi aldatan ve bir ömür boyunca kandıran
şeref hülyasına,
Lanet, mal, mülk, kadın, çocuk, uşak ve hizmetçi şeklinde bizi
okşayabilen şeylere,
Lanet, bizi hazineler ile cesur hareketlere teşvik eden ve fuzuli
eğlenceler için altımıza döşek seren servete,
Lanet, üzümlerdeki iksire,
Lanet, aşkın o en derin hazzına,
Lanet, umuda lanet imana ve lanet, her şeyden önce, sabra...
Lanet! |