|
Keç-ı
Hasan diasporada dünyaya gelen ilk jenerasyondandır.
Tam gençlik
yıllarına rastlar, Sarıkamış savaşı. Doksan bin
askerin tek mermi sıkmadan donduğu Cehennem'den
sıyrılır bir biçimde.
Eskilerimizin anlatısına göre;
Her nasıl olduysa Sarıkamış Cehennem'i sırasında, düşer
bir Rus birliğinin
eline. Birliğin komutanı tesadüfen bir Adige'dir
anavatan coğrafyasında
kalanlardan. Tanışırlar ve asla esir muamelesi görmez;
nasıl, ne biçimde (!)
kaldığı bilinmez iki yıl süreyle oralarda kaldığı
zikredilir...
Devamında döner Düzce Keçhable'ye; peşi sıra Anadolu'nun
işgali ve kurulan Gediz, Simav, Kütahya cepheleri ve
Kuvva-i Seyyare birliklerine katıldığı bilinir. Bu
direnç esnasında da Yunan'a esir düşer ve Kurtuluş
Savaşı bitimine kadar Yunanistan'da esir kalır, bu
kısmını anlatırdı köyümüzden büyüklerimiz. Hatta orada
evlendiği bir kız bir erkek çocuğu olduğu rivayetleri
vardır, aslı bilinmemekle.
Nasıl bir esaretse!
Asla unutamaz döndükten sonrada Yunanistan'ı, her
fırsatta söz eder
oralardan, hatta çok kızdığında ''Biz Yunan'da sazlarnan,
cazlarnan'' diye
başlarmış oradaki yaşamı anlatmaya.
1923-24 yıllarında Düzce'ye dönmek üzere çıkar Yunan'dan
yola. Para yok, pul yok, bunca yol yayan nasıl gelinir.
Tahminen bir bahar başında çıkmış olmalı ki yola;
Anadolu ve Trakya yörelerinde çok önemsendiğinden
güreşler, kendini güreşçi olarak lanse eder her gittiği
belde ve bölgede. Güreşe güreşe döndüğü söylenir Düzce
Keçhable'ye ve pehlivan Hasan'dır artık lakabı,
kimilerinin de Hasan ustası, bellerine keser takan,
ekmek kapısı açan ustaları.
Hasan usta eski ahşap evleri hiç bozmadan havaya
kaldırır, temel bakımını
yapar yine zarar vermeden oturturmuş temelin üstüne.
Hatta bazı evleri
metrelerce taşıdığı olurmuş, yer beğenmeyen mülk
sahiplerinin isteği üzerine.
Söz konusu yıllarda banyolar evlerde bir dolap içinden
olurdu, tuvalet ise
bahçede, eve uzak yapılırdı.Yunanistan'da görmüş olmalı
ki (!) bugün bildiğimiz anlamda banyo ve tuvaleti iki
katlı sekiz odalı evimize 1925 yılında her iki kata da
ilave etmiş, böylece bu kültür Keç-ılerden Düzce'ye
yayılmış.
Yer sofrasını kaldırmış, bildiğimiz anlamda masada yemek
yeme kültürünü
sokmuş hanemize ve çevremize. Herkese ait bir kap ve
kaşık çatalla. Bu
olanları ve Hasan ustayı anlamak, biraz fazla gelse
gerek yöreye!
Devamında olayların;
Yirmi iki dönüm yer satar İstanbul'a gider, bir adet
gramofon, taş plaklar, kap kacak, Fransız malı kocaman
kocaman gaz lambaları alır döner Düzce'ye.
Keçhable mescidi ile ev karşılıklıdır, aradaki mesafe
otuz metre civarı ya
vardır ya yoktur. Köy imamı İdris efendi ne zaman çıksa
minareye ezan
okumaya, Hasan usta kurar gramofonu bahçeye armut
ağacının altına, ezanla başlar gramofon şarkıya, ezan
sustuğunda oda bırakır çalmayı.
Beş vakit, günlerce aylarca devam eder bu durum.
Kimin haddi; ''hayırdır Hasan nedir bu yaptığın'' demek?
Gider şikayet ederler şimdinin müftüsü sayılabilecek,
Şamlı hocaya. Şamlının da haddi değildir, ha deyince
soruversin Hasan ustaya nedeni, niçini.
Aradan ne kadar zaman geçer bilinmez, bir Kurban Bayramı
önü, kurban pazarından yorgun argın çıkan Hasan usta,
eskilerin soluklandığı merkez camii yanındaki asmalı
kahvede bir çay molası alır, Şamlı da oradadır tesadüf.
Selam verir oturur, Şamlı hoca Hasan ustanın masasına.
- Hoş geldin Şamlı, bu iyi bir tesadüf, senden
öğreneceğim bir konu var.
- Buyur hasan usta.
- Önümüz Kurban Bayramı, şimdi kurban pazarından
geliyorum, kurbanlıklar çok pahalı. Bu aralar iş
yapamadık, kesmeden de olmaz. Ancak pazarda biraz hablin
kiblin (sakat sukat gibi) kurbanlıklar ucuz, onlardan
alsam kurban yapsam olmaz mı?
(Hablin kiblin hayvanlardan kurban caiz olmadığından.)
Şamlı; caiz değil, der.
Hasan usta oturduğu poteki hafif yan çevirir, sorar
Şamlı hocaya.
- İdris efendiden hoca olur mu? Caiz midir?
Şamlı vurgunu yer.
Sessiz sedasız kalkar masadan sıvışır. Bu gramofon çalma
işi de o günden sonra tekrarlanmaz Hasan usta
tarafından.
Köyün imamı İdris efendi topaldır. (Özürlünün arkasında
saf tutmak asla caiz değildir). Bunu da ilk bilmesi
gereken Şamlı olduğu halde, görememesinedir tepkisi
Hasan ustanın...
Tüm eylemleri, zamanın müftüsü sayılabilecek Şamlı
hocayadır aslında. Olan bize miras kalacak yere oldu ve
anlamak zor olduğundan Keç-ı Hasan ustayı,
pehlivanlığına bir de deli lakabı eklendi daha
sonraları. Anlayamayanlarca Hasan ustayı.
Evde tuvalet, masada yemek, ezana şarkı...
Öyle ya, nasıl anlasın garipler?
Deli deyip, çıktılar işin içinden!
Bugünlerde bile kendimi büyüklere tanıtmakta
zorlandığımda, Keç-ı Hasan
usta, Pehlivan Hasan desem de!
- Desene yahu, gramofoncunun torunuyum diye, espri
yaparlar thamadeler.
Not: Dedemin gramofon ile bahçede çektirdiği
resmi hala üzerimde taşırım. |