|
Önümüzde
karla kaplı rampada kalan otomobil, bizim tırmanışımızı
engellemiş, Rus şoförün geri kaydırarak yaptığı iki hamle
başarısızlıkla sonuçlandığından, bu dağın başında öylece
kalakalmıştık... Arabada, Türk asıllı İsviçreli çaçaron bir
kadın, bir Amerikan ve kalender bir ihtiyar İtalyan. Bu arada çaçaron
işe el koymuş, Rus şoförün arabayı yanlış kullanıp, kaydırdığını
ve o nedenle yolda kalmış arabayı sollayamadığını, kendisi olsa
becerebileceğini iddia etmişti. Ne de olsa Cenevre'de karlı
yollara alışkındı. Şoför; kadını, söylediklerinden anlamlar
çıkartıp direksiyona davet etti, buyurun bakalım şimdi. Çaça,
arabayı zorla kaldırıp tırmanmaya çalışırken vites değiştirmeye
kalkmış, üstüne birde direksiyon kırınca, dereye yuvarlanmaktan
canımızı zor kurtarmıştık. Onunda bahaneleri vardı, hem de
gereğinden çok fazla, bakışlarımızdan ürküp susunca, vurulmaktan
kurtulmuştu. Ne yapacaktım bu adamları ben şimdi,
ilgisiz Berzeg ilgilenecek miydi bakalım, yoksa elde
olmayan nedenlerle donmuş halde mi bulacaklardı bizi?
Kısa süre içinde iki taraftan gelen otomobiller, ortalığı büsbütün
karıştırmış, kıpırdayamaz hale gelmiştik. Şoför yardım isteme
bahanesiyle kaybolmuştu ortalıktan, biz suratsız dört mutsuz ,
çaresizce inmiştik arabadan. Allah'tan hava güneşliydi, mavi ladin
ve meşe ormanlarının arasında bir doğadaydık. Etrafımızda birikmiş
arabalardan inen insanlar bizim gibi değillerdi. Anneler araba
bagajlarını, üstüne serdikleri bir örtü ile kısa sürede bir bar
haline getirmiş, üstüne yiyecek ve içkileri dizerken, babalar,
tombalak küçük çocuklarını karların içine yuvarlıyor, onların
sevinçli çığlıklarına neşeyle katılıp, karın içinden canını zor
kurtarmış çocukları, tekrar karların içine itekliyorlardı...
Ardından, orta yaşlı bir Rus mujik, balalaykasıyla çıkageldi, o
artık herkesin bir şeyler taşıyadurduğu yeni kurulmuş minibüs
barın önüne. Yine müzikli bir şamata başlamıştı. Bütün bu
hazırlıklardan, bu kışı burada geçireceğimize dair endişeler
oluşmaya başlamıştı içimde.
En yakınımızda, lastiklerine zincir niyetine halat sarılarak, bu
dağ başına kadar ulaşmış, 48 model olduğunu düşündüğüm minibüsün
genç sahipleri, bizlerin yaban olduğumuzu anlamış, kendilerini de
rahatsız eden suratsızlığımızı, bir nebze yumuşatabilmek amacıyla
da olsa, bara yanaşmamızı işaretlerle teklif etmişlerdi. Bütün
dünyayı pek bir dolaştığını iddia edip, her türlü milletle nasıl
muhabbetler kurulacağına dair, nasihatlerinden geçilmeyen çaça
''amanın kaldık ya Rusların
arasında’’ dedi ürküntüyle, kalmıştık anasını satayım.
Plastik bardaklara doldurulmuş ev yapımı şaraplarını ikram ettiler
yanında kolbas ile. Hafif şaşkın bir tereddütten bizi kurtaran
ihtiyar İtalyan oldu, sevimli bir pimponlukla yanaşıp ikram edilen
şarabı dikti, ve o zamana kadar etrafta oluşan curcunayı
şaşkınlıkla izleyen ihtiyar;
bunlar mutlu galiba, dedi.
Evet öyleydi, kendilerini bu hengameden kimin kurtaracağı
konusunda sanki hiç endişe duymayan bu insanların arasında, bizde
mi mutlu olsaydık yoksa. Başladık içmeye, şarkı bilenler şarkı
söylüyor, dans bilenler dans, buna Amerikalıyla Çaça da dahildi,
sonra ihtiyarın şerefine tenor
bir ses, İtalyanca
napoliten söyledi. Şarkının başlamasıyla duraklayan
dans faslı, bittiğinde tezahüratlar eşliğinde, yeni açılan
votkaların, şaraba bulaşmış plastik bardaklara doldurulup
içilmesiyle, alkışlar içinde, tekrar başlamıştı. Karda kayıp
düşenler güç bela doğrulup, tekrar katılıyordu kalabalığa.
Kalmıştık mujiklerin arasında. Bizim çaça, Amerikalının koluna
tersten girmiş, dönerek figürler çekiyor, ara sıra tek bildikleri
Kazaçok şarkısının nakaratlarına katılıyorlardı.
Ben, köylü bir sırvermezlikle, ağır duruyordum.Erendira,
Kanada'da kaybolmuştu, Koreli, yazdan beri görünmüyordu, Çaça'nın
getirdiği bu iki yabancı başıma belaydı,
Berzeg ortada yoktu, bu
Allah'ın dağında unutulmuş, sarhoş mujiklerin arasında
kalakalmıştım. Bari şoför kaybolmasaydı ama saatler geçtiği halde,
o da ortalıkta görünmüyordu.
Bu curcuna arasında fark edilmeden, büyükçe bir traktör, yolu
tıkayan otomobili ve kaymış olan bizim Mersedes'i yukarı çekmiş, o
ana kadar eğlencemizi, görünmeyerek bozmak istemeyen Berzeg,
yorulmuş ve burnu kızarmış şekilde omzuma dokunmuştu,
yol açıldı dedi
gidelim. Bizimkileri eğlenceden zor ayırıp arabaya
doğru sürüklemeye başladığımızda, ihtiyarı bırakmak istemeyen
müjikler, şerefine bir de arya
söylediler, bu eğlenceyi bırakıp nereye gittiğimizi merak
ediyorlardı.
Ormanın içinde kuytu bir piknik yerinde, bizim Adige gençleri ve
Rus kızlarından oluşan bir grubun bütün hazırlıklarını tamamlamış
olarak saatlerden beri bizi beklediklerini gördük. Güzeldi, ha
şöyle.
Ateşler yakılmış, peynirler kesilmiş, ekmekler kızartılıp, ayakçı
tezgahlarına dizilmiş, öte yandan şaşlıklar, şişe geçirilmiş
halde, pişirilmeyi bekliyordu.
Tezahüratlarla karşılandık, ihtiyar şamataya alışmıştı, çaça bile
çakır keyif bir halde, iki gün öncesinden tanıdığı herkesle
sarılıp öpüşüyor, keyifle herkese sataşıyordu. İhtiyar yanaşıp,
bunlar gerçekten mutlu galiba
diye tekrarladı. Bunları bilmem dedim,
ben Remedios gelirse mutlu
olacağım. Kim olduğunu sormadı, zaten bende izah edecek
durumda değildim. Elime viski bardağını tutuşturan Berzeg,
Remedios geldi dedi,
o
burada.
Aracataca kasabasında çamaşır asarken, çıkan rüzgarın alıp
götürdüğü ve izine yüzyıldır rastlanmayan o güzeller güzeli, bütün
o okyanusları aşıp, yüzyıllık yalnızlığımızın izlerini silmek
üzere, bu Adigey ülkesine düşmüştü demek. Abzegh olduğumu nereden
anlamıştı? Tanrı'm,
yoksa sen mi karıştın işe.
Cemguy Murat’ın yanına gittim, bu yabancılarla sen ilgilen diye
rica ettim, benim yazılacak hikayelerim var dedim, anla artık
o burada.
Üşür o, bu karlar ülkesinde
diye düşündüm içim titreyerek, Karayip denizlerinden geldi, doğru
dedi Berzeg, onun
için tandırın başında gözleme çeviriyor. Sinirlenmiştim şimdi,
yahu kardeşim bir çamaşır astırırsınız, bir gözleme işi, kızı
rahat bırakın, dedim içimden. Ben onları oyalarım,
sen keyfine bak dedi Berzeg.
İşte orada...
Oradaydı.
Hangi dili en rahat konuştuğumu sordu, konuşmaya ne gerek vardı,
bakışırız yeter. Kabardeyce biliyordu ama benim dilim tutulmuştu.
İspanyolca öğrenemedin bir türlü dedi, ne yapayım bende
Çerkesce'yi öğrendim ama şimdi anlıyorum ki, onu da pek matah
konuşamıyorsun, yerin dibine girdim.
''Büyükbabam
Gabriel, o hikayeyi yazmasa, kaderimiz başka olurdu tabi, yinede o
yazdıktan yıllar sonra fark ettin sen beni, hikayeyi herkes fark
etmişti,
NOBEL
bile, herkes hikayenin her şeyini her yerde konuşur olmuştu ama
beni her yerde konuşan bir tek sen vardın.
89 sonbaharıydı, Rumeli Hisarı'ndaki o salaş kahveye onun için
geldim, seni merak ettiğim için, gizli bir köşeye çekilip
seyrettim seni. Fena değildin, bizim Latinlerden daha yakışıklı
sayılırdın ama henüz para kazanamayan bir mimardın, sonra kahveye
bir kadın geldi, öperek karşıladın onu, İHANET.
Beni tanımadan önce evlendiğini kahveci söyledi, karınmış meğer,
rahatladım.''
Sıraya geçip tabaklarını uzatmış piknikçilere birer
parça gözleme verdi, biraz uzağımızda Şeşen’den break dansa, her
türlü çeşidin sergilendiği müzikli curcuna devam ediyordu. Bunları
duymuyorduk, ben hala konuşamıyordum. Güzeller güzeli bu Karayipli
melezin yüzü hayal ettiğim gibiydi, saçları ve vücudunu bu kar
giysileri içinde kavrayabilmiş değildim ama, o hala, rüzgarlara
tutunup kaybolduğu yaştaydı. Zar zor,
hiç değişmemişsin
diyebildim, aynı güzel peri.
Çok güldü, nerden biliyorsun dedi, beni ilk defa görüyorsun.
Yanılıyordu.
''Ama
sen değişmişsin dedi, saçların ağarmış biraz, yüzünde çizgiler
var. Yıllar önce Abhazya da, Ritsa gölünde gördüğün ben değildim,
rüzgarlar ters düşmüş yetişememiştim oraya, gördüğün,
bir Adige
kızıydı ve bendende güzeldi,
evliydi neyse ki. Bir yanılsamayla, hayal kırıklığına
uğratabilirdin beni, diğer eskilere yaptığın gibi.''
Berzeg, elinde dolu iki viski kadehiyle yanaştı, başka bir
isteğimiz var mıydı. İhtiyar biraz üşüyor, Amerikalının keyfi
yerinde dedi. Merak edilecek bir şey yok. İhtiyarı gönder dedik
ateşin başına, nasılsa bizi anlamazdı.
''Gözlemeyi sevdiğini bilirim, ne sizin Çerkesler yapar bunu ne de
bizim Karayipliler, Kadıköy'deki o dükkana
kızını
götürdüğünü biliyorum, hatta Marmaris yolundaki
Muhtarın Yerine uğrarsınız
yazları, sırf bu gözlemenin hatırına, bende orada öğrendim zaten,
kolay bir şeymiş.
Gözleme servisi yaptı, bir posta daha.
Benden öncekileri biliyorum ama ilgilenmiyorum, benden sonra
hiçbir şeyi sevemedin sen, gezip durduğun onca yeri, düşüp
kalktığın kadınları, okuduğun hiçbir kitabı, dinlediğin hiçbir
müziği, uğraşa durduğun mimarlığı, değirmenciliği, hiçbir şeyi.
Gittiğin en eğlenceli partilerde bile doyasıya eğlenemedin,
mutsuzluğunu soğuk duruşlarla yudumlayıp, melankolik bir
sarhoşlukla bitirmeye çalıştın geceleri. Okumayı bıraktın,
yazmayı bıraktın, neredeyse yaşamayı gülmeyi bıraktın, bir tek o
küçük kızın olmasa
Merisa’ydı
değil mi ismi, ölmeyi
seçeceksin ama onu da başarabileceğini hiç sanmam.
İhtiyar Bozato’yu getirdiler, yanımızdaki alçak oturağa çömelip
oturdu, gözle selamlaştık.Hiç bir şeyi beceremeyenlerin en iyi
becerdiği şey değimliydi ölüm, o da mı zor ve üstün beceriler
istiyordu, neler söylüyordu bu?
Bütün bunlara sebep olmuş olmanın vicdani sorumluluğu diye
söylersem incinebilirsin belki ama beni sevmiş olmakla, yaşamı
kendine zehir etmiş birine, bu yıllar süren sadakatimi nasıl izah
edebilirim başka. Onca yıl sonra, eline henüz dokunduğum
(dokunmuştu)
birine tutkunluğumu, aşk olarak izah etmem yinede zor. Gittiğin
her coğrafya da, belki karşılaşırız diye kendimi rüzgarlara atıp
peşine düşmem,rüzgarlar aleminin arkamdan neredeyse alay ettiği
konumlara sürüklenmem, yine beni rüzgarlara salarak, hikayeden
söküp atmış olan, büyük babam Gabriel in bile hayal sınırlarını
herhalde zorlar.
Onurlanacağım
bir durum yoktu yani, umutsuzlukla Bozato’ya döndüm yüzümü,
hüzünlüydü, sen mutlu değilsin galiba dedi. Evet değildim,
olmamıştı yine. Kabardeyce öğrenip, gözleme çevirinceye kadar,
beni sevseydin ya biraz, dedim içimden. Ayrıca nerden öğrenmiştin,
beni zıvanadan çıkaracak bu kadar akılı-fikirli, gencecik bir
kızdın sen.
Sevmiştim dedim
yavaşça, Amin Maoulof’u, Said’i falan. Kesti sözümü.
''Onlara sığınmaya çalışmıştın, bir nevi gönül avutma. Necip
Mahfuz’dan bile medet umdun sen, ne yerelde ne evrenselmiş diye
lakırdılar ettin sağda solda, Trevanian’ı bile karıştırıp, bana
rastlamak umuduyla Latin dünyasının bütün labirentlerinde dolaştın
durdun, buna, liman orospularına pek meraklı, ihtiyar Amado da
dahil. Sırrına vakıf olmak istediklerin arasında o tahammül
edilmez Austrias bile vardı. Ben yoktum oralarda, hatta bir
benzerim, mutsuzluğunu artırmaktan başka bir şey bulduğunu
sanmıyorum,
senin derdin
bendim. Bütün bu onlarca yıl
süren gönül gezdirmelerin içinde, kendimi sana esir etmeyi
kaçınılmaz kılan özgüvenim arttı. Bir tek o Ritsa
gölündeki Adige kız
telaşlandırmıştı beni, o da sana şeftali göndermek dışında bir şey
yapmamıştı, üstelik kocasını seviyordu çok şükür. ’’
Bozato nun oturduğu tahta sıraya bir kızı getirip bıraktı
Berzeg, biraz sarhoş
biraz kederli, birazda ısınsın bari. Hepimiz doğrulur gibi yaptık,
Bozato omuzlarından tutup şefkatle buyur etti yanına, içine
düştüğü hüzünlü atmosferi anlayamıyordu, diğer tarafta şamatanın
Allah'ı dönerken. Kızın durumu benden beterdi. İçli içli
ağlıyordu, gözyaşları, abartılı makyajını zedelemiş rimellerini
akıtmıştı. Remedios gözleme işini bana devretmiş, kızın başını
omzuna alarak hıçkırıklara boğulmasına müsaade etmişti. Kendinden
bir iki yaş büyük bu hüzünlü kızın sırtını sıvazlayarak İspanyolca
sevecenlikler mırıldanmış ve ondan; hıçkırıkları arasında, Rusça
birkaç kelime almayı başarmıştı. Yine aşka ait durumlardı, grubun
içindeki yakışıklı sevgilisi tarafından bizim bilemeyeceğimiz
hangi nedenle terk edilme tehdidiyle ürkütülmüş, birde üstüne
içtiği birkaç kadeh, gözyaşlarına boğulmasına yardım etmişti. Beni
bırakmış gözlemenin başına, dünyanın vicdanı olmaya devam
ediyordu. Kız biraz sakinleşince, onu, Bozato'nun şefkatli
kollarına bırakıp, işinin başına dönmüştü.
''Geçen onca zaman içinde, baş edemeyeceğim bir rakibimin
çıkmasını önleyemedim yinede, ilk zamanlar yüreğimi kavuran bu
ötelenme duygusu, zamanla olgunlaşıp soldu ve büyük babam
Gabriel'in
bir gün bebeğin olursa anlarsın
telkinlerinin yardımıyla da olsa,
diğer her şey gibi durumu kabullenmek zorunda kaldım. Artık
ikinize de tutkunum.''
Kimden bahsettiğini anlamıştım. Wuig başlamıştı, herkes
yüksek sesle dansa davet ediliyordu, Bozato yanındaki, sakinleşmiş
ve güzelleşmiş kız tarafından dansa kaldırılmaya çalışılıyordu.
Kolay bir dans dedim ihtiyara, kız yine ağlamaya başlamasın.
Artık çok vaktimiz olacak, dedi Remedios.
Beni dansa davet etmeyecek misin?
Sonraki Bölüm >>> |