YİRMİ BİR MART IRKÇILIKLA MÜCADELE GÜNÜ

Nilgün Kanbolat
Kafdağı Dergisi, Şubat 1988,
s. 3

“Irkçılık ayrımcı gruplar-arası ilişkilerin biyolojik temellerle doğrulanabileceği yanıltmacasma dayanan anti-sosya! inanış ve davranışlardır. ” (1)

Irkçı tutumlar, yalnızca renk düşmanlığı olarak motivize edilse de tarihte egemen sınıfların sömürüye dayalı eşitsizlikçi görüşleri ve halkın önyargılarının da katılımıyla, devlet ideolojisi niteliğini kazanmıştır. Batı toplumlarının denizcilikteki atılımları ve keşifleri sonucu ırkçılık, kolonicilik döneminde belirginleşmiş, kapitalizm döneminde ise gelişen bir yapı izlemiştir. Kolonicilik ile yeni bir süreç başladığında dünyanın daha önce ulaşılamamış çeşitli bölgelerine giden batı insanları, farklı gelişimler sonucu farklı kültürleri yaşayan, biçimleri ve davranışlarıyla değişik tablolar çizen, ilkel ya da yan uygar topluluklarla karşılaşmış ve aralarındaki büyük kültürel fark onları kendilerinden olmayan yaratıklar veya başka bir ırkın insanları olarak algılamalarına neden olmuştur.

Daha eski dönemlerde, kabilecilik, uygar-barbar, ümmetçilik, soyluculuk gibi etnosantrik (etnik benmerkezci) tutumlar, toplumlar arası veya aynı toplum içindeki insanlar arası ilişkilerde, ayırdedici özellik sayılmaktaydı. Ancak ayırdedici nitelik sayılabilecek bu değer yargıları arasında dini inançlarına göre sınıflandırmanın daha bir esnekliğine karşın ırkçılık, tüm bu tutumlardan daha, keskin bir yapı gösterir. Bu olgu “bir sınıfın (ya da zümrenin) ‘”bunalım” döneminin öğretisi” (2) olduğu gerçeğini de kapsar.

Burjuvaziye ve Mutlak Monarşiye karşı kendini korumak kaygısında olan aristokrasi, savunma aracı olarak, soy üstünlüğüne dayalı ırkçılığı gündeme getirmiştir. Büyük servetleri elinde tutmaya başlayan burjuvalar ise aristokratlardan aşağı olmadıklarını kanıtlamak amacıyla soyluluk unvanları satın almış ve uzak ülkelerdeki farklı renkteki insanlara karşı, beyaz ırkçılığını geliştiren bir politika izlemiştir.

Ulusal devletlerin oluşmasını bilinçli olarak destekleyen burjuva ideologları, ulusal birlikteliği sağ­lamak için yurt sevgisini, kendi insanlarını övücü, diğer uluslara karşı önyargılara dayalı daha acımasız, düşünceler geliştirmişlerdir. Bu düşünceler sonucu, gerçek olmadığı halde ulus ile ırk sözcükleri aynı kavramlarmış gibi kullanılarak ulus bazında, ırkçı yapılanmalar oluşmuştur. Oysa ne Fransız ne İtalyan ve ne de Alman gibi isimler değişik ırkları değil, değişik ulusları anlatan terimlerdir. Ancak Nazi Almanya’sının Hitler’i sözlerinde;

“En büyük derdimiz karışık ve bozuk kandır. Kendimizi nasıl saflaştırabiliriz ve kefaretini nasıl öderiz? Tanrının bahşettiği sonsuz hayat gerçekten saf ve soylu olanlar içindir yalnızca” (3) demiştir.

Hitler “genetik kaliteye” ulaşmanın yolunu, insan haraları kurmak ve buralarda, saf Alman ırkı yetiştirmekte bulmuştur. Yahudileri ise, Alman ırkını dejenere ettikleri gerekçesiyle baskı, terör ve koyduğu yasalarla, toplu katliamlarla yok etmeye çalışmış, Yahudiliğin dini bir öğreti olduğunu ve ırk anlamında ele alınamayacağını gözardı etmiştir.

“Rosenberg bir ulusu birlik içinde tutmak için ortak bir düşman yaratmak gereğine inanır.” Oysa “harekete geçen bir ırkçılığın karşı ırkçılıkları uyandırıcı niteliği” vardır. Bu bağlamda gerçek olan Yahudilerin, tarihte birçok halklar tarafından, köleleştirildiği ya da dışlandığıdır. Eşitsizlikçi tutumlara karşı, varlıklarını sürdürebilmek için kendilerini “kutsal ve vaad edilmiş toprağa yerleşecek seçkin halk” gibi ideolojik ama özünde psikolojik savunmaya dayalı, ırkçı nitelik taşıyan düşünceler Yahudiler arasında yaygınlaşır. Yahudi burjuvalarının sömürecek ulusal bir devlet yaratma isteği ve gerekse emperyalist devletlerin desteği sonucu, “Tüm dünya Yahudileri”ni Filistin’de birleştirme ülküsü doğrultusunda, siyonist politika etkin konuma geçer. Dünün Almanya’sında soykırımına hedef olan Yahudiler günümüzde Filistinlilere karşı şoven ve ırkçı tutumlarıyla her gün şiddetin dozunu artırarak baskılarına devam etmektedirler.

Apartheid (ayrı gelişme), Güney Afrika Cumhuriyeti’nin benimsediği, ırkçı politikanın ismidir. İnsan haklarının insanlara eşit uygulanmadığı, seçme ve seçilme özgürlükleri olmayan zenci ve Asyalı halklardan, beyaz azınlığın koyduğu ırkçı nitelik taşıyan, yasalara uymaları beklenmektedir. Birleşmiş Milletler Topluluğu’nun bu ülkeyi üyelikten çıkarmasına ve tüm uluslararası protesto ve yapt­rımlara karşın G. Afrika Cumhuriyeti ırkçı politikasını sürdürmektedir.

Gerçekte, bazı topluluklarda belli fenotiplerin ağır basmasına rağmen, ırkların kesin ayrımlarının yapılamayacağıdır. İnsan topluluklarının uygar, gelişmiş ya da azgelişmiş olmalarının nedenini, ırksal kalıtıma, fizik ve fizyolojik özelliklere, kültürel niteliklerdeki farklılıklara bağlamak ırkçı politikalara özgü bir tutumdur. Asıl belirleyici olan tüm dünya uluslarının bilimsel ve çağdaş bir anlayışla, bu olaya karşı tutumları olacaktır.

Günümüzde bu konuda hiçbir sorunu olmayan ülkelerde bile, bir iç savaş ya da uluslararası bir anlaşmazlıkta, ırkçılığın egemen sınıfın da desteğiyle ortaya çıkıp, tehlikeli boyutlara ulaşması çok uzak bir olasılık değil. Sahte bilimsel temellere dayandırılsa da halkın zayıf bir anında, önyargı dozunun yükseltilip, toplumsal düşüncenin ırkçılığa yönlendirilebilmesi söz konusudur. Önemli olan tüm dünya uluslarının bilimsel ve çağdaş bir anlayışla bu olaya karşı tutumlarıdır.

Irkçılığa karşı direnen tüm halklara kurum ve kuruluşlara mücadelelerinde başarıya ulaşmalarını dilerken, bu günün kavgalarında yetişen insanların belki de çok yakında elde edecekleri özgürlüğü yaşarken, geleceğe insan haklarının tüm insanlara ayrıcalıksız uygulandığı düşüncede özgür barış içinde bir dünya bırakacakları inancındayız.

DİPNOTLAR
1)
Siyonizm ve Irkçılık, s. 20
2) Şenel Alaeddin; Irk ve Irkçılık Düşüncesi: s. 63, Bilim Sanat Yayınları – Ağustos 1984.
3)
Yarın Dergisi, Mayıs 1985, s. 13, Nazilerden İnciler.
4-5)
Şenel Alaeddin; Irk ve Irkçılık Düşüncesi, s. 102-162. Bilim Sanat Yayınları, Ağustos 1984. 6) Çağın Kemal, Yarın Dergisi, s. 16, Kasım 1985