YAZ HALLERİ, HAVUZ TESTLERİ vs.

Sezai Babakuş
16.08.2010

Bu yılın yazı fazla geldi. Sıcağın nemle katmerlenen yıldırıcı şiddeti, ayarı kaçmış bir saunada mahsur kalmışlık duygusu veriyor. Bedenimi pörsüten, aklımı eriten, bakışımı bulanıklayan bu uğursuz havaya tamamen teslim olacakken şansım döndü, yakınlardaki bir sitenin havuzuna meccane giriş kartı edindim; arada bir, serinlemenin keyfini dalıp sıcağa nanik yapıyorum. Hala cozutmamışsam eğer bu havuzun yüzü suyu hürmetinedir. Bu yüzden, 12 Eylül çetrefiline virgül koyup, bu siteye ve havuzuna borcumu ödemek istiyorum.

Etrafı duvarlarla çevrili siteler günümüz yaşam tarzını resmeden postmodern mahallelerdir. Üç beş müstakil evden başlayıp üç beş yüz ev ve daireye kadar çeşitli büyüklükteki ve evsaftaki münhasır yaşam alanlarıdır. Yüksek kalın duvarları, özel güvenlik elemanları, giriş-çıkış kontrol bariyerleriyle kentin tehditlerinden ve kaosundan korumayı vadeden kalekent’lerdir. Güven duygusu ve dokunulmazlık hissi verirler, biraz da gurur aşılarlar mukimlerine. İşte bu sitelerden biridir, havuzuna dalıp çıktığım. Kandilli’nin sırtlarında, iki yüz kadar ‘şanslı’ ailenin sığınağı. Hatırı sayılır büyüklükte ve hatırı sayılır nezihlikte.

İnsanları gözlemlemeyi severim ya, havuz kaçamaklarımda da yaptığım budur. Kara kamuflaj gözlüğümü takınıp insanları havuz testinden geçiririm. Kadını erkeği, küçüğü büyüğü, güzeli çirkini, zayıfı şişmanı, kısası uzunu, sakini gürültücüsü, uslusu hırçını, oyun kuranı oyun bozanı… Her biriyle tek tek ilgilenirim. Çünkü her insan bir öyküdür benim için. Uzun uzun bakarım, görünüşlerinin ardını okumaya çalışırım. Kimdir, nasıl bir geçmişten bugüne gelmiştir, nasıl bir gelecek hayal eder, ne yer ne içer, ne iş yapar, nasıl bir eğitimden geçmiştir, ne zamandan beri ve ne kadar kentlidir, neye sevinir neye üzülür, neyi düşünür neyi dert eder, siyasi tercihi nedir, çalışkan mıdır aylak mı, aksi midir sevecen mi, zeki mi zero mu, esprili mi angut mu, nasıl dans eder, aşk hayatı nicedir vs.

Herkese hakettiği kadar bakarım. Güzel hatunlara torpil geçerim. Bazen sınırı aşıp, öykülerinden çok fani varlıklarına odaklandığım da olur. Bu da, her saha çalışmasında kabul gören sapma payıdır.

Bu üçbeş kerrelik havuz safasının site ahalisiyle ilgili gözlem sonuçları hem eğlendirici hem düşündürücüdür. Evet, site görünüş itibariyle kalbur üstüdür; binaların kalitesi kendini belli eder, geniş bahçeleri zengin bitki örtüsüyle bakımlıdır, kameriyeleri, çocuk parkları, gezinti patikaları vs. herşey yerli yerindedir. En küçük dairelerin kirası bile bin beşyüz-iki bin liralardan başlar, kimi dubleksler tripleksler milyon dolarla alınıp satılır. Ama nafile, ahalisinin çoğunluğu taşralılığı aşamamış vasat insanlarlardır.

Genellikle yakın zaman zenginleri, kereste-demir-bakliyat tücarları, yap-satçı inşaat müteahhitleri, büyük atölye sanayicileri, belediye ihalesi fırsatçıları vs. En iyi ihtimalle, adında “ticaret” olan bir yüksekokuldan mezundurlar. Muhafazakarlıkla çağdaşlığa aynı anda tutunmak gayretindedirler. Tam da memleketin bugünkü yapısını anlatan, toplumsal ve siyasal bakiyesini yansıtan insan tipi. Sitenin “sahipler” hanesini bunlar doldurur ve çoğunluğu oluştururlar.

Araya serpişmiş iyi eğitimli, kent kültüründen az çok nasiplenmiş, kamu ya da özel sektör orta/üst siklet yöneticisi tipler istisnadır ve “kiracılar” hanesinde yer alırlar.

Hal böyle olunca, havuz davranışları bakımından kiracılar sahip sahiplerse kiracı gibi görünmektedir. Başka değişle, havuza yakışanlar misafir, iğreti duranlarsa evsahibi olanlardır.

Bir insanın havuz kıyafetleri dahi onu tanımak için yeterli veridir. Şortundan mayosuna, terliğinden havlusuna size kendini anlatır. Gürültücü çocuklar ve çocuklarını azarlayıp duran ana-babalar daha kentli olamadıklarını söyler. İstakoz gibi kızarmış biri güneş banyosuna yabancılığını tesciller. Yüzmeyi kimin derede kimin denizde öğrendiğini anlayabilir, birinin yüzüş stilinden ne zamandır şehirli olduğunu tahmin edebilirsiniz. Tavırlar, davranışlar, mimikler, jestler size fikir yürütmek için bol bol malzeme sunar. Yandakini rahatsız ediyor muyum inceliğinden yoksun olanlar, kendini beğenmiş kaba sabalar, yağlanmış göbeğiyle erkekliğinden iri göğsüyle dişiliğinden gurur duyanlar, havuzdaki gölgesinde bile saçına şekil vermeyi ihmal etmeyenler, gösterişli suya atlamalar, kulağı telefona yapışıklar, güneş kremi sürünmeyi tacize çevirenler, ufak tefek triplerle dikkat çekme heveslileri. İstisna tipler de olmasa burayı kalekasaba diye adlandırmak daha doğru olurdu.

Ezici çoğunluğunun kebapsever olduğu muhakkaktır. Sahan, Develi, Tike vs. ayardaki lüks kebapçıların daimi müşterisidirler. Cüsselleri kapı gibi, kalça-göbek maşallah…

Sosyolojide “hızlı yükselenler” diye bir tanım vardır. Hızlı yükselenler, önlerine çıkan olanakları iyi kullanıp, genel toplumsal gelişim hızının üstünde sıçrama yapanlardır. Söz yerindeyse piyango vuranlardır, yürü ya kulum denilenlerdir. Bazen küçük bir fırsat size eşik atlatır, bazen göze alabileceğiniz azıcık riskin yükseleni olursunuz. Eklemlendiğiniz siyasi partinin iktidar olmasıyla da şansınız güler, bir ahbabınızın ihalesi bol bir kamu kurumunun başına geçmesiyle de. Babanız belediye otobüsünün çengelinde yol almışken siz lüks bir dört çekerin direksiyonuna oturmuşsanız ya da mutfak bütçenizi denkleştiremezken restaurant beğenmez hale gelmişseniz, sizden hızlısı yoktur. Ana-babanız okuma yazma bilmezken siz üniversite okuyup doktor mühendis olmuşsanız ya da onlar işçi-memur çıkmazında kıt kanaatken siz büyük bir şirkette çukkası bol bir post edinmişseniz, ha keza hızlı yükselenlerdensinizdir.

Türkiye, büyüyen ekonomisi ve anaforu bol sistemiyle hızlı yükselenler ülkesidir. İstanbul’sa hızlı yükselenlerin başkenti. Ticaretten siyasete, bilimden sanata her yerde kendilerini gösterirler. İşte havuzunda keyf eylediğim bu site, çoğunluğunu hızlı yükselenlerin oluşturduğu bir mahalledir. Ve daha yüzlercesi gibi. Bu insanlar ekonomik olarak hızlı yükselmişlerdir ama gördüğüm o ki, sosyal ve kültürel yokuşun daha başındadırlar.

Hızlı yükselenler meselesine, yeni nesil sosyologlar ve politologlar “taşranın kentleşmesi”, “çevrenin merkezleşmesi” gibi özlü sözlerle açıklık getirirler. Değişimdir bu, dönüşümdür bu. Buna karşı konulamaz, karşısında durulamaz. Tanımlamalar ve anlamlandırmalar genelde olumlama ve destekleme istikametindedir. Hatta demokratikleşmenin ve ilerlemenin nirengisi olarak yüceltilir. Doğrudur, çevre merkeze sökün etmekte, taşra kenti fethetmektedir. Karşı konulamaz, karşı durulamaz bir gerçekliktir. Ancak, aslında olmakta olan karmaşık bir başkalaşımdır. Taşra mı kentleşiyor kentler mi taşralaşıyor belli değildir. Ya da, çevre mi merkeze gelmektedir merkez mi çevreleşmektedir tartışmalıdır. Bu, karmaşık bir gelişimdir. Kimin kimi kendileştirdiği, kimin değişip dönüştüğü belirsizdir.

İstanbul gibi eski ve büyük kentlerde, ekonomik hızlı yükselişinizi sosyal ve kültürel payandalarla desteklemezseniz, yüksek duvarlı lüks siteler bile sizi kurtaramaz. Ne kadar saklanmaya çabalasanız da iyot gibi açığa düşersiniz. Evinizde yabancı, havuzunuzda iğreti kalırsınız.

Tersinde de durum değişmez. Sosyal-kültürel alanda hızlı yükselen olup ekonomik yükselişi pas geçmişseniz, en iyi ihtimalle uyumsuz bir aydın, bohem bir entelektüel olursunuz.

Hızlı yükselenler toplumsal değişimin hem sonucudurlar hem nedeni; değişim anaforu onları yaratır onlar da değişimi kalıcılaştırırlar. Bu yüzden, Patagonya Kralı XIII. Patagon’un Şıx Şamil’i kabulünde söylediği gibi, en ideal hızlı yükseliş birlik ve beraberlik içinde olanıdır. Yani, ekonomik-sosyal-kültürel bütünlük içinde gerçekleşeni. Ve hatta, yükselenin bünyesinin kaldıracağı hıza ve irtifaya kadar olanı en makbulüdür. Fazlasının gaz yaptığı ve başdönmesine yolaçtığı teşhis edilmiştir.

Site sakinlerinden biri de yandaş medyanın ağır toplarından ünlü bir gazetecidir. Yaldızlı ve yıldızlı bir gazetenin kumanda koltuğunda oturanı ve yazanıdır, bir tv kanalının program yapımcısıdır, birçok tv’nin tartışma programlarının vazgeçilmezidir. Mesleki basamakları koşar adım çıkan, gazeteciliğini fikir adamlığına terfi ettirenlerden. O da hızlı yükselenlerden, hem de en hızlılardan. Yüzme öğrenmeden havuzlu lüks bir sitede yer kapacak kadar…

Küçük bir oğulla gelir havuza. Eş muhtemelen turban mahkümudur, görünmez. Beyaz tokyoları ve uzun kara şortuyla badi badi yürür; özgüvensiz, utangaç, silik bir gölge gibi en ücra köşeye yönelir. Genellikle bir şemsiye altında gazete-dergi-kitap kalabalığıyla ya da benim gibi sağı solu gözleyerek oyalanır. Oğlu minikler havuzunda keyfeder. Kendisi arada bir büyükler havuzunun sığ tarafında yüzme denemeleri yaparak serinler. Su belini aşmasa da güvensizdir, ürkek ve telaşlı bir çabuklukla havuzu terkeder, yeniden okuma-gözetleme vaziyeti alır. Bazen bağırarak, bazen çağırarak oğluna gözkulak olur. Mesleğini ve post’unu hesaba katmadan havuz testine tabi tutarsam, hem hakim ortamın parçası olduğunu hem de birkaç adım geride kaldığını söyleyebilirim. Kentli olmak, hele havuz erbabı olmak için epey emek ve zaman harcaması gerekecek.

Aslında dikkatimi hakeden bizatihi kendisi değildir, diğerleriyle olan ilişkisidir. Dedim ya, ünlü bir kişidir. Dizi filmlerinin oyuncularını, pop starları, magazin dünyasının kahramanlarını, Nazlı Ilıcak’ı ve Can Ataklı’yı aratmayacak kadar televizyonlara çıkar. Yüzü kolay ezberlenecek türdendir. İnsanların ünlülere ilgisi, teşnesi de malumdur. Lakin velakin, bu havuzda bir allahın kulu ilgi-alaka yapmaz kendisine. İzaha muhtaç bir durumdur bu. Ben ki, hiçbir ünüm yokken kış aylarındaki üniformamla (kovboy şapkam ve uzun trençkotum) zaman zaman insanların “acaba televizyonda gördüğüm biri mi”, ya da “hay allah, mutlaka ünlü biri ama kim?” yollu ilgilerine ve meraklı bakışlarına mazhar olurum. İnsanların bu ünlüye bu kadar cimri davranması anlaşılır gibi değildir? Üstelik kendilerine benzeyen, kendilerinden biri olan. Acaba memleketin gündemine, siyasetine tamamen mi kayıtsızlar? Hiç tartışma programlarını izlemezler mi? Açılımı, YAŞ’ı, referandumu merak etmezler mi? Yok be kardeşim, bu işte bir terslik var hele.

Site ahalisinin bu ünlü gazeteciye ve fikir erbabına selam vermeyi dahi çok gören yabaniliği nasıl açıklanabilir. Vurdumduymazlığın sıcaktan genleşmiş hali mi? Yoksa, kendine benzeyeni görmezden gelerek önemsizleştirme hinliği mi? Ben işin içinden çıkamadım. Alın size ÖYS’lik bir soru:

Yukarıda özetlenen havuzbaşı gözlemini tümdengelim mezurasıyle ölçerek, tümevarım terazisiyle tartarak aşağıdaki önermelerden hangisinin doğru olduğunu belirleyiniz?

  1. Bu kalede kraldan çok kralcılar sevilmez
  2. Doğru söylemeyeni dokuz siteden kovarlar
  3. Yandaş meyda, yandaş ahaliye dahi öööğh dedirtmiştir
  4. ’Ben özeneceğim ünlüleri severim’ atasözü geçerlidir
  5. ’Bana benzeyen benden değildir’ inanışı hakimdir
  6. Yüzme bilmeyenin fikriyle havuza inmek racona uymaz
  7. Kendi eşini eve kapatıp havuzdaki diğer eşleri dikizleyen müminlere zinacı gözüyle bakılır
  8. Herbiri
  9. Hiçbiri

Görüyorsunuz ne kadar zor, ne kadar içinden çıkılmaz bir denklem. Bu ünlünün yerinde olmak istemezdim. Hem cukka esaslı hızlı yükselenlerin fikir-kanaat tercümanı olacaksın bol keseden, hem kendilerinden zırnık teveccüh görmeyeceksin. Neyse ki oruç baba yetişmiştir; onu havuz işkencesinden, beni de dertlenmekten kurtarmıştır.

Velhasıl,

Havuz testinden geçirdiğim insanların anlattığı odur ki, hızlı yükselenler çoğaldıkça ve taşra kentleşip çevre merkeze geldikçe ortalık tozduman olur. Nicelik bollaşırken nitelik kıtlaşır. Taşralı kentte, çevre merkezde hazımsızlık çeker. Kıssadan hissesi ise, borsadan soda hissesi almanın tam zamanı olduğudur.