VALERİ HATIJUKO’NUN AÇIKLAMALARI

Muhittin Ünal
Ankara, 09 Şubat 2005

“Sayın Valeri Hatıjuko’nun söyledikleri” şeklinde okurlara verilen ileti ya da yorumlarda kasıtlı çarpıtmalar yoksa, oldukça ciddi hatalar, yanlışlar ve asılsız söylemler olduğunu gördüm. Onlara açıklık kazandırmak için, bu notları yazma ihtiyacı duydum.

Kendisi şayet Ankara Derneği’mizin davetine icabet edebilmiş olsaydı, yüz yüze görüşerek bu hataları düzeltmek mümkün olabilirdi. Ama her nedense, son anda Ankara programı iptal edildi. Bu tür hassas konuların internet ortamında deşifre edilmesine karşı olmama rağmen, sınırlı açıklıkta okurları bilgilendirmeye çalışacağım. Sabrınızı talep ederek ben biraz gerilere gitmek istiyorum. Her şeyin daha net anlaşılabilmesi için buna ihtiyaç vardır.

DÇB’nin, kuruluşundan (19–21 Mayıs 1991) itibaren şahsen içindeyim. 22 Aralık 1996 tarihinden sonra da, yetkili olarak her yıl Başkanlar Kurulu toplantısına, zamanı gelince de kongrelere katılırım. İki yıl boyunca da Yönetim Kurulu üyeliği yaptım. Yönetim Kurulu toplantılarının tamamına değilse de, Kafkasya dışından seçilen Yönetim Kurulu üyelerinin hiç birisi ile mukayese edilemeyecek şekilde yılda en az iki kez Çerkessk toplantılarına katıldım. O dönemde İbrahim Yağan Yönetim Kurulu üyesiydi, ancak her toplantıya Sn. Hatıjuko da gelip katılırdı. Toplantılar genellikle, basına ve dileyenlerin katılıma açık yapılırdı. Kendisiyle Nalçik’ten gelirken, ya da dönerken birlikte yolculuğumuz da oldu. Yanılmıyorsam, iki kez de beni havaalanına götürerek son dakikada Nalçik uçağına yetiştirmişti. DÇB yönetim kurulu üyesi olduğum dönemde Nalçik Derneği’ne bir kez gidip güncel konularımızı karşılıklı görüştük.

Mayıs 1991’den başlamak suretiyle DÇB’nin Temmuz 2000 kongresine kadar Sn. Hatıjuko ve arkadaşları ile aramızda geçmiş olumsuz herhangi bir olay yok. Birilerinin arşa çıkararak sundukları DÇB dosyasında adları geçen KGB kökenlilerin hiç birisini bizler tanımazdık. Oraya gittiğimizde Valeri de, Yağan İbrahim de Şanıba Yura da büyük üstat Nalo Zavur da Kosta Efendiyev de Kodzoka Tole de Hafıtsa Muhammed de… Hepsi kol kolaydı. Anavatan’a ilk kez gitmiş olmanın sevinci içerisinde hiçbir art niyet taşımadan kucaklaşıp halkaya bizler de dahil olduk. Yağan İbrahim Bey, Nalçik’ten özel olarak gelip de Ankara’da Uluslar arası katılımlı bir Çeçen Konferansı düzenleme ricasında bulunduğu güne kadar aramızda kim KGB’li kim değil tek kelimelik bilgi teatisi olmadı. Uğraştığımız konular halklarımızın ortak ulusal sorunlarıydı o nedenle de tereddüt etmeden yardımcı olmaya çalıştık. Çeçen Konferansını da düzenledik ayrıca 1998 Krasnodar Kongresi’nde Ürdün, İsrail, Adigey ve Krasnodar delegasyonlarının sayın Enver Traho’yu Genel Başkanlığa adayı gösterdiklerinde, tereddüt etmeden Valeri ve arkadaşlarınca ısrarla önerilen Boris Akbaş’ı destekleyip seçtirdik.

Katıldığım kongre ve tüm toplantılarda not tutarım. Dün oturup o notların tümünü gözden geçirdim. 1991’den 2000 yılına kadar geçen süre içinde yapılan bir yanlışlık, ya da taraf tutan herhangi bir yaklaşım sonucu en küçük bir tartışma da söz konusu değildir. Öyleyse şahsıma yönelik asılsız itham ve benim tanıdığım Valeri’ye yakışmayan bu tavırlar, söylemler neden? İşte bu soruların cevabını vicdan sahibi her hemşehrimin net olarak kavrayabilmesini teminen, verdiğim sözde durmamakla itham edilmeme neden olan 2000 kongresi öncesini ve kongre aşamasındaki gelişmeleri olduğu gibi bir kelime ilave etmeden yazmayı görev sayıyorum. İşte olayın detayı:

2000 yılı Temmuz ayında gerçekleştirdiğimiz Kayseri Kafkas Kültür Şenliği’ne çok büyük saygı duyduğum Nalo Zavur üstadı davet etmeye karar verdik. Seyahatin kendilerini rahatsız edip etmeyeceğini telefonla öğrendim Zira, o tarihlerde Sn. Hatıjuko ile karşılıklı olarak telefonlaşıyorduk. Üstad’ın durumunun elverişli olduğunu ve gelmekten memnun olacağını da öğrenir öğrenmez, resmi davetimizi yaptık. Thamadenin yalnız yola çıkarılmayacağını ve büyük ihtimalle Valeri’nin refakat edeceğini biliyorduk. Şenlik tarihi yaklaşınca Maykop- Krasnodar-Trabzon güzergâhını tercih edip, Maykop’tan gelecek olan genç konuğumuzun da katılımı ile kafile halinde Trabzon’a geldiler. Samsun derneğimiz kanalıyla karşılatıp, Kayseri’ye kadar ulaşımlarını sağladık. Giderken de Sabahattin Diyner, kendi özel arabasını tahsis ederek Samsun’a kadar rahat yolculuk yapmalarını sağlamaya çalıştı.

Kayseri Şenliği sırasında Nalçik Adige Xase’nin olaylı 2000 kongresinden haberdar olduk. Kayseri’deki arkadaşlarım ve özellikle Sabahattin Beyler hep misafirlerimizin yanlarında oldular. Organizasyon sorumlusu olarak benim o kadar imkânım olmadı. Ama kongrenin cereyan şekli ve sonucu hakkında Sn.Hatıjuko’dan detaylı bilgi aldık. Kendilerini yolcu ederken de; “Biz bir örgüt çatısı altında bir araya gelmişsek, içimizden birinin başına gelen bir şeyin hesabını öbürünün, ya da öbür derneklerin sorması gerekir. O itibarla Nalçık kentine geldiğimizde bu işin takipçisi olacağız. Hakkınızı arayacağız” sözünü verdik.

Çok geçmeden delegasyon olarak Maykop’a hareket ettik. Ürdün, İsrail, Almanya delegasyonu da Maykop’a gelmişti. Nalçik kentinde, birlikte hareket etme ve ortak tavır alma amacıyla bir toplantı düzenlendiğini öğrendik. Otele valizimi bırakıp, sn. Mehmet Yediç ile birlikte hemen toplantı yerine gittik. Önemli yazarlar, yöneticiler, medya ve çok sayıda katılımcı vardı. Yanılmıyorsan toplantıyı da eski genel başkanlardan Şhalako Abu veya Çeraşe Tembot yönetiyordu. Salona girdiğimde Fahri Huvaj söz almış, Uzunyayla Festivali’nin getirisi ve götürüsü konuşuluyordu. Nehaye Aslan ve ben de tartışmalara katıldık. Sn. Huvaj’ın aksine festivallerin yararını savunduk.

Gündemin son maddesi DÇB kongresi idi. Ertesi gün nasıl gidileceği, hangi saatte yola çıkılacağı, kimlerin gideceği ve Adige Xase’nin başına gelen olayla ilgili olarak nasıl davranılacağı konusuydu. Konunun açılış ve sunuş şeklinden, sn. Nalo Zavur ve Valeri’nin Türkiye’den dönerken konuyu detaylı olarak anlattıkları anlaşılıyordu. O nedenle, toplantıya katılan thamadeler konuştular ve sonuçta ; “Oraya gidiniz, Adige Xase’nin başına gelenleri bir de karşı tarafın ağzından dinleyiniz. Tek taraflı bilgi ile karar almış olmayalım. İki tarafı da dinlemek ve ondan sonra karar vermek daha doğru olur” şeklinde ortak bir sonuca vardılar ve Maykop Adige Xase başkanı Yemıj Ruslan’a birtakım tenbihatlarda bulunarak görev verdiler.

Ertesi gün arkadaşlarım Maykop kafilesine dahil oldular. Saat  15:30 civarında otele ulaştım. Varır varmaz kongre ile ilgili olarak görevlendirilen ve bizi bekleyenlerden ilk tebligat “Yurtdışı kafilelerinin her biri bir Rayon’a misafir olarak gidecek. Devlet Başkanı tarafından 45 dakika sonra verilecek olan kokteyl için kafile başkanları burada kalacak, kokteylden sonra başkanlar da kafilelerine katılacaklar” şeklindeydi. Bu tebligatta, göz ardı edilen bir husus vardı. O gece Başkanlar Kurulu da toplanacaktı. Öyleyse, başkanların Rayonlara gitmelerinin bir anlamı olamazdı. Diğer delegasyonlara nasıl bir tebligat yapılmıştı, onu da bilmiyordum. Kısa bir süre düşündükten sonra, Devlet Başkanı tarafından verilen kokteyle de Rayon gezisine de katılmayacağımı, bizim kafileyle ilgili olarak görevlendirilen Abaza Ruslan Beye söyledim. Arkadaşlarım yetişince onlarla da konuşacağımı ilave ettim. İlaveten o gece halletmem gereken bir başka konu da, Genel Başkan ve Mali Sekreter’le görüşüp ödentilerle ilgili çelişkileri bir sonuca bağlamaktı.

Cevabıma hem Ruslan Bey, hem de Rayon adına görevli olanlar itiraz edip defalarca odama geldiler. Ancak kararımı değiştirmedim.

Cumhurbaşkanı’nın kokteyline de, kafilemize ev sahibi olarak ayrılmış olan Rayon  Jılağıstaney’e de gitmedim. Maykop kafilesi, yetiştikten kısa süre sonra kafileler halinde Rayonlara götürüldüler. Ben de o gece ödentiler konusunu halledip, Yönetim Kurulu ve üye dernek başkanlarından oluşan “Başkanlar Kurulu toplantısını” bekledim ve saati gelince de katıldım.

Toplantı, Kalmukov Oteli’nin orta katında 30-40 kişinin sığabileceği kadar genişliği olan ve müşterilerin dinlenip sohbet etmeleri için ayrılmış olan, bir tarafı tamamen açık ara bölmede yapıldı. Suriye Derneği başkanı Abaza Şeref beyin o anda bana söylediğine göre Yağan İbrahim de Valeri de orada ve Şeref beyin odasındaydılar. Toplantıyı dileyen herkes toplantıyı izleyip, her şeyi duyma olanağına sahipti. Çok sayıda dinleyici de ayakta izledi.

Toplantıyı birkaç kısa cümlelik konuşmayla Genel Başkan Boris Akbaş açtı. Kongre hazırlıkları ve cereyan tarzı konusunda Organizasyon Komitesi Başkanı ve aynı zamanda Bakan ve kongre delegesi olan  Sokroka Hauti’nin bilgi vereceğini belirtip sözü kendisine verdi.

Hauti Bey, “hoş geldiniz” dedikten ve bazı bilgiler verdikten sonra, sıkıntılı bir dönem oluşu ve zor koşullar nedeniyle bu kongreyi iki gün yerine bir günde bitirmeyi planladıklarını, sabah açılış bölümünün halka açık, öğleden sonraki bölümünün de halka kapalı ve sadece delegelerin katılımıyla yapılacağını ifade etti. Benzeri diğer önlemler hakkındaki görüşlerini de anlattıktan sonra ben söz aldım. Kongrenin bir gün değil, üç gün sürmesi gerektiğini, iki günde bile sorunlarımızı yeterince tartışamadığımızı, şayet bir günde bu kongre yapılacaksa buraya davet edilmemizin, göstermelik olmaktan öteye bir anlam taşımayacağını, dünyanın bir çok yerinden bu kongreyi izlemek üzere insanların geldiğini, onların kongreyi izlemeleri gerektiğini dolayısıyla izleyicilere kapalı kongrenin doğru olmadığını ifade ettim. Birkaç kişi daha destek verince, Bakan ilk kararından vazgeçip kongrenin iki gün olması önerimizi kabul etmek zorunda kaldı.

İkinci konu olan halka kapalı oturumların aleyhine cılız bir-iki ses dışında dikkate değer bir tepki olmadı ve sonuçta kapalı oturum, önemli bir ekseriyetin desteğiyle kabul edildi. Ben de yaptığım muhalefetle kaldım.

Divana kimlerin konuk olarak davet edileceği, kaçar dakika konuşulacağı, tüzük değişiklik tasarısı ve gerekçesi, Genel Başkan’ın konuşmasını özetleyip detay raporların dağıtılması mı, yoksa tüm raporu okuması mı gibi birçok detay konusu kararlara bağlanıp toplantı kapatılmak üzereydi ki; Söz verilmesini dahi beklemeden “Toplantıyı bitiremeyiz. Bilgi almak istediğimiz bir önemli konu vardır” diyerek doğrudan bakan beye sordum (Burada Kabardeyce’m tam yeterli olmadığı için, ben Abazaca söyleyip Şeref Abaza’nın Kabardeyce iletmesini denedim. Ama istediğim netlikte anlatımı bulamayınca kendim devam ettim). “Bir örgütte bir üyenin başına bir şey gelirse, diğer üyeler onunun hakkını aramak, olanları öğrenmek, gerekirse savunmak durumundadırlar. O nedenle soruyorum. Nalçik Adige Xase kongrelerinin cereyan tarzı ve sonuçları hakkında, bu derneğin eski yöneticileriyle görüşüp bilgiler aldık. Bu olayın aslını ve nedenlerini bir de sizden öğrenmek istiyorum ve varsa gerekçelerini de bilmek istiyorum. Dün Maykop’ta da bu doğrultuda karar alındı” diye sözümü tamamladım. Yemıj Ruslan da “doğrudur, zaten ben de soracaktım” diye destek verdi.

O anda ortalık karıştı. Rodina eski başkanı Kosta Efendiyev bir anda ceketini çıkartıp önümdeki sehpaya şiddetle çarparak “Sizin yaşınız kadar benim bu halka ve devlete hizmetim vardır. Neden bize güvenmiyorsunuz?” diye bağırarak, bölüm dışına doğru çıktı. Hemen arkasından, öteden beri pek anlaşamadığımız Hafıtsa Muhammed (aslında bana cevaben söylemekle beraber) “Ruslan, Ruslan, demek ki Nalo Zavur ve Valeri Türkiye’ye gidip gelirken size vunafe yapmışlar, şimdi onu buraya getiriyorsunuz…” diye celallendi. Abaza Şeref, Hurma Hasan ve Natko Kadir ortalığı sakinleştirmeye çalıştı ve daha sonra Hauti Bey bana dönerek;“Adige Xase, yasalara göre kongre yapmadı. Bir avuç (12-15 kişi) insanla oldu bitti bir kongre yaptı. İçişleri ve mahkeme bunu onaylamadı. Onun üzerine bu kongreye yetişmesi için tüm Kabardey köylerinin seçilmiş temsilcilerinin katılımıyla (376 kişi, ya da çok yakın bir rakam) Kabardey Halk Kongresi yaptık. Kongre yasaldır ve her şeyi ile düzgündür. Bu bilgilere inanmak istemiyorsanız o zaman kongreye katılıp katılmamakta ve geri dönmekte serbestsiniz” cevabını verdi. Etrafıma bakındım acaba destek olan çıkar mı diye. Ama Yemıj Ruslan dışında orada tüm dernek başkanları varolduğu halde hiçbirisi sesini çıkarmadı. Kendi başımın çaresine kendim bakıp; “Sayın bakan, 55 yaşındayım. Bu güne kadar davet ettiği konuğuna ya da konuklarına istemiyorsanız gidebilirsiniz dendiğini ne gördüm, ne duydum, ne de okudum. Arkadaşlarım dönünce elbette bir karar vereceğiz” deyip ayağa kalktım. Orada olanlar çıkmama engel oldular.

Son sözü en yaşlı delege olan New Jersey Dernek başkanı Natko Kadir aldı. Sanki o ana kadar olan bitenler, tartışmalar, konuşulanlar hiç olmamış gibi “Allah razı olsun Hauti Bey, emek verdiniz teşekkür ediyorum. Organizasyon Komitesi’nin aldığı kararları, burada değişen şekliyle güzelce uygular, hayırlısı ile kongreyi de kazasız belasız bitiririz.” diyerek toplantıya son noktayı koydu. Dağılıp odalarımıza gittik.

Asap bozukluğundan sabaha kadar uyuyamadım. Birkaç kez dışarı çıkıp konuşacak birilerini aradım ama kimseyi bulamadım. Rayonlara giden yurtdışı delegasyonlar da gece 03:00 veya 04:00’lerde dönmüşler. O nedenle, kendi delegasyonumla ancak sabahleyin Kongre salonunun kapısında görüşebildim. Bir gece önceki olaylardan haberdar değillerdi.

Kongrenin açılışına, giriş kartı almış delege sıfatını taşımadan konuk sıfatıyla katılıp, iki Devlet Başkanı’nın konuşmalarını dinledikten sonra ayrılma kararı verdiğimi, hiç birisi bilmiyordu. Kart almak için kuyruğa girenleri de çağırıp olanı biteni ve kararımı bildirdim. Tümü de kararıma uyacaklarını bildirip, giriş kartı almadan en sonunda salona benimle beraber girdiler.

Bu ana kadar özetlediklerimi orada olan herkes gördü, duydu ve yaşadı. Hal böyle iken, kendisine gerçekten değer verip takdir ettiğim, gelecek için beklentilerim olan Valeri Hatıjuko’nun “Sokroka Hauti Türkiye’den gelen delegasyonu bir odaya tıktı. Ya bize oy verirsiniz, ya da geri gidersiniz diye tehdit edince korkup aleyhimize oy verdiler” şeklindeki ifadeleri doğru ise, en azından çok çirkin, çok ayıp ve çarpıtılmış söylemlerdir.

Kongrenin açılışı sırasında organizasyon komitesi başkanı Sokroka Hauti kürsüye gelerek; “1 veya 2 delegemiz henüz ulaşamadı. Türkiye delegasyonu da burada olmasına rağmen giriş kartlarını almadılar ve çalışmalara katılmıyorlar.” diye herkese duyurdu. Divan seçimi, komisyonların seçimi gibi konuların hiçbirisinin oylamasına katılmadık. İki Devlet Başkanı ve Genel Başkan’ın konuşmasından sonra, öğle yemeği arası verildi. Yemekten sonra bir araya gelip, son tavır için değerlendirme yapmak konusunda anlaşıp yemeğe gittik. 5-10 dakika içinde biraz atıştırıp yarım saat kadar uyumak ve ilaç almak üzere odama gitmek üzere hızlı adımlarla yemekhaneden çıkmış gidiyordum ki, Boris Akbaş, Kosta, Tole, Hauti ve 6-7 kişi birlikte bana seslendiler. Boris Akbaş ve yanındakiler, “Hauti dün geceki sözler için senden özür dilemek istiyor, hatasını anladı, işte kendisi de burada” dediler. Hauti de hemen bir şeyler söylemek üzereydi ki, “kusura bakmayın, Hauti Bey dün gece tüm delegasyon başkanlarının bulunduğu bir ortamda hakaret etti, şimdi burada özür dilemek istiyor. Tüm delegasyon başkanlarının huzurunda, delegasyonumdan özür diler ve Nalçık Adige Xase’nin kongresinin geçersizliğine ilişkin yazılı belgeleri de açıklarsa o zaman belki kongreye katılmayı düşünebiliriz. Yoksa kusura bakmayın” cevabını verip odama gittim.

Arkadaşlarımla bir araya gelip durumu anlatınca, “söylediğiniz şekilde özür dilerse bu tatsızlığa son verelim”  dediler ve bu kararda mutabık kaldık. Bu arada, Nalçik’te iş yapan ve geri dönen hemşehrilerimizin bazılarının, arkadaşlarıma gelip “bizi hiç mi düşünmüyorsunuz, maksadınız nedir sizin?” gibi serzenişlerde bulunduklarını da o arada öğrendim. Ve biraz gecikmeli olarak salona döndük. Bir saat önceki grup, kapıda bekliyorlardı. Hauti beyin kürsüye çıkıp özür dileyeceğini, istediğiniz belgelerin de konu münasebetiyle Genel Kurul’a sunularak okunacağını ifade ettiler. Bu taahhüdü alınca yine giriş kartı almadan toplantı salonuna girdik.

Bakan Hauti Bey de kürsüye gelip  “Dün gece Türkiye delegasyonu başkanına karşı hatalı davranıp ayıp ettim. Hatamı kabul ediyor, kendilerinden huzurunuzda özürler diliyorum ve kongreye katılmalarını rica ediyorum.” dedi. Bunun üzerine dışarı çıkıp kongre giriş kartlarını alarak o andan itibaren çalışmalara katıldık.

Öğleden sonraki oturumda Genel Kurulun huzuruna Nalçik Adige Xase sorunu getirildi. İki adet resmi yazı okundu. Yanlış hatırlamıyorsam, birisi İçişleri Bakanlığı’nca Nalçik Derneği’ne yapılmış bir tebligat metniydi ve kısaca, “Rusya Federasyonu yasa ve tüzüklerinde yapılan değişiklik nedeniyle, tüzüğünüzün filanca maddesinin 2 yıl içinde değiştirilmesi ve yasalara uygun hale getirilmesi aksi takdirde eski tüzük hükümlerine itibar edilmeyeceği” mealinde bir yazıydı. İkinci yazı da bir mahkeme kararıydı ve onda da, “….tarihinde yapılmış olan kongre, süresi içinde yeni yasaya uyumlu hale getirilmemiş olan geçersiz eski tüzük maddesine göre yapıldığından geçerli sayılıp onaylanmamıştır” mealinde bir yazıydı. “Onca insanın huzurunda okunan yazıları bir de gözümüzle görüp inceleyelim, size inanmıyoruz” demedik. O anda Valeri Adige Xase başkanı iken seçilmiş olan delegeler de vardılar.

Sonuçta, aynı derneğin gönderdiği iki ayrı delegasyondan hangisinin dernek adına kongreye katılacağının belirlenmesi için oylamaya gidildi. Açık oylama sonucunda, Valeri ve arkadaşlarınca seçilmiş olan delegasyonun katılması doğrultusunda olumlu oy kullanan delege sayısı 7 (yedi) kişi (bunlardan birisi de delegasyonumuzdan Cengiz beydir),  H. Muhammed ve arkadaşlarınca ikinci kongrede seçilenlerin kongreye katılması gerekir diye oy veren delege sayısı 39 kişidir (notlarımda 39 ve 55 rakamını ayrı ayrı yazmış ve soru işareti koymuşum. Hangisi doğru diye).  Türk delegasyonundan, Cengiz dışında kalan 7 delegemiz ve değişik ülkelerden gelen delegelerin tamamına yakının içlerinde olduğu bir çoğunluk da tarafsızlık oyu kullanmış olup, sayıları 36’dır. Sonradan da konuyu diğer delegasyonla görüştüğümüzde, “iki dernekten hangisinin yetkili olduğunu belirlemek bize düşmez. Kendi iç işleridir. O nedenle tarafsız oy kullandık” dediler.

Kongrelere ilişkin aldığım kısa kısa notlarıma ve bilgi dağarcığımda kalanlara göre olay, noktası virgülüne yukarıda özetlediğim gibi iken, “Muhittin Ünal sözünde durmadı, aleyhimize oy verdi, derneğin devletin eline geçmesine katkıda bulundu” gibi anlatımlar gerçekle ilgisi olmayan çarpıtılmış ifadelerdir. Şayet Valeri bunları söylemiş ise, doğrusu benim tanıdığım Valeri’ye yakışmadı. Olsa olsa ortamın gereği, ya da Kaf-Fed aleyhine oluşturulmak istenen olumsuz bir havanın veya bilemediğim başkaca bir hesabın gereği, yönlendirme amaçlı sözler olabilir diye düşünüyorum.

Ayrıca, Boris Akbaş ve yanındaki şahinler Karaçay-Çerkes Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yanlışlar yapmamış ve DÇB zorunlu olarak Nalçık kentine geri getirilmek mecburiyetinde kalınmamış olsaydı Nalçık Adige Xase yönetimine el koyma gibi bir girişim için yönetimin bir bahanesi olamazdı diye düşünüyorum.

Nalçik kentinde yapılmış olan üç kongreye katıldım. İlki DÇB’nin kuruluş kongresiydi ve ayaklarımız yere değmiyordu. Anavatanı görmenin mutluluğuyla yurtdışından gelen konuklarla birlikte, Elbruz Dağı’nı görmeye otobüslerle götürüldük. Bir başka kongrede de, kongreden sonra toplu olarak Jılağıstaney’de bir müzenin yeni açılışına katılma gerekçesiyle götürüldük ve iki saat kaldık. Bunların dışında turistik ziyaretlere, içki ziyafetlerine, ya da eğlence partilerine katılmış kişi değilim. Başkanlar Kurulu toplantılarında veya kongrelerde verilen çalışma yemeklerini, kent içinde veya yakınında mevcut fabrika ya da kuruluşlarda, çoğu zaman sponsor desteği şeklinde verdiklerinden, topluca yemeklere herkesle birlikte gidilip dönülür. Bunları turistik ziyaret sayıyorlarsa, ona diyeceğim yoktur.

Kendi toplumuna para için hizmet veren, ya da fırsatlardan faydalanma hesabı yapan bir insan olsam, bu işleri yapmaz, ücretsiz çalışmaz, hatta emekli maaşımın bir bölümünü de bu işler için harcamazdım. Türkiye Cumhuriyeti’ne 30 yıl hizmet verdim. Kalan ömrümün de, hiç olmazsa bir bölümünü toplumumun hizmetine sunma kararıyla çalışan bir insan olarak, DÇB kongrelerinden istifade ile turistik ziyaretlere tenezzül edecek karakterde bir asalak değilim. Esasen bu tür hesaplara ihtiyacım da yok. Valeri’nin bunları çok iyi bilmesi ve diğer katılımcılardan ayırabilmesi gerekirdi. Benim konumumda olup 15 gün ile 30 gün arasında kalmak üzere hazırlıklı gelen ve sürekli konuk kabul edip ikramlarda bulunan ve zaman zaman kendilerinin de ziyaret ettiği diğer başkanların yaşam biçimi ile benim yaşam biçimimi aynı kefeye koyuyorsa en azından hem ayıp hem de haksızlıktır.

Bu denli detaylı bir açıklama yapmayı hiç istemezdim. Özür dileyerek ilgi duyanların bilgisine sunuyorum.

Saygılarımla

Not: Okumamış olanlar için, DÇB’nin son iki kongresindeki konuşmalarımın ilgili kısımlarını aynen aşağıya alıyorum. DÇB’nin çalışmalarında benim de beğenmediğim ve eleştirdiğim görülecektir. Bu eleştirileri oradaki koşulları da dikkate alarak sonradan değerlendirdiğimde kendi kendime “biraz haksızlık etmişim” dediğim oldu. Çünkü hem eleştiren tek kişiyim hem de; şu andaki yönetim anlayışı ve kısıtlamaların nispeten benzerlerini 12 Eylül ve diğer ara dönemlerde burada da yaşadık. O zaman ”Derneklerimizi yönetenler acaba neler yapabilmişlerdi?” diye kendime sordum ve kolay cevap veremedim.

Ekler:
1) DÇB 2000 Kongresi Konuşması
2) DÇB 2003 Kongresi Konuşması