TÜRKİYE’NİN YENİ DÜNYASI – KÖRFEZ ÜLKELERİ

Alan O. Makovsky

1990-91 Körfez krizine kadar, Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında yoğun ekonomik ilişkiler bulunmaktaydı. Türkiye Suudi Arabistan ve Kuveyt’ten petrol ithal etmekte, karşılığında ise tarım ürünleri satmaktaydı. Çok sayıda Türk şirketi, Körfez bölgesinde özellikle de Suudi Arabistan’daki büyük inşaat projelerinde yer almıştır. Yine de Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle anlamlı güvenlik ve siyasi bağları bulunmamaktadır.

Irak’ın Kuveyt’i işgali bir yandan bu ülkelerle olan ticareti yok ederken,
diğer yandan da Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerine yepyeni bir
boyut kazandırmıştır. Türkiye Irak sınırına yüz binlerce asker yığarak ve Irak’ın bombalanması için ABD’nin, topraklarını kullanmasına izin vererek, Körfez krizinde, çok kritik bir rol oynadı.38 Hem Kuveyt hem de Suudi Arabistan, Türkiye’nin oynadığı rolden dolayı minnettarlıklarını sunarak, Irak’a uygulanan ticari ambargo nedeniyle Türkiye’nin uğradı zararların karşılanması için mali yardım sözü verdiler.39 Türkiye bu yardımın bir kısmını hibe ve petrol şeklinde aldı40 ama alınan yardım miktarının düşüklüğü, Türklerde ihanete uğrama ve fedakarlıklarının karşılığını alamama hissi uyandırdı.41Körfez krizinden beri, Irak’tan geçen direkt ticaret yollarının yok olması nedeniyle, Türkiye’nin bölgeye yaptığı ihracat düşmüş bundan sonra Türk inşaat şirketleri Orta Asya, Rusya ve Avrupa pazarlarına açılmıştır. Türkiye’nin Suudi Arabistan’dan yaptığı petrol ithalatı, Irak’tan yapılan ithalatın yerine ikame edildiği için belirgin
bir biçimde artmıştır. Fakat gelecekteki petrol ve doğal gaz ithalatı açısından Türkiye, yönünü Körfezden çok İran, Orta Asya ve Azerbaycan’a çevirme eğilimindedir. Irak’a uygulanan ambargo kalkmadan ve ekonomik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi için idari çaba gösterilmeksizin, Türkiye’nin körfezdeki ekonomik konumunu yeniden nasıl elde edeceği, hele de bu bölgedeki ticari bağlantılar yok olmuşken, büyük bir soru işaretidir.

Ankara’nın Körfez ülkelerine yönelik önemli bir girişimde bulunacağı
şüphelidir. Nitekim, Dışişleri bakanı İsmail Cem, 1998’in sonlarındaki bir
mülakatta Türk dış politikasının açılımlarını irdelerken, Türkiye’nin bir
Ortadoğu ülkesi olduğu kadar bir Balkan ülkesi de olduğunu belirtmiş fakat
mülakatın hiçbir yerinde Körfez ülkelerine doğrudan göndermede bulunmamıştı. İran Türkiye ve İran, yüzyıllardır bölgede rekabet halinde bulunan iki devlettir.

Fakat, çok sayıda bilimadamının da işaret ettiği gibi, bu iki devlet 17.
Yüzyıldan beri savaşmamakta ve aralarında herhangi bir toprak anlaşmazlığı bulunmamaktadır.43Bu uzun göreli barış dönemi iki devletin pragmatik ilişkiler geliştirmesine yardımcı olmuştur.

1979 İran devriminden sonra, ilişkiler çok düşük düzeye indi. Bu durumun
nedeni her iki devletin de birbirini kendi içişlerine karışmakla suçlamasıydı.
Türkiye, sık sık, İran’ı İslami köktendinci grupları desteklemekle suçlamış;
İran ise, Türkiye’yi Halkın Mücahitleri gibi muhalif grupları barındırmak ve
İran içindeki Azeri azınlığı ayrılıkçılığa teşvik etmekle itham etmiştir.  Son birkaç yıldır, Türk ordusunun PKK’ya yönelik operasyonları İran sınırına yakın yerlerde yoğunlaştığında, iki devlet askeri çatışmanın eşiğine gelmiştir. 1994 ve 1999 yıllarında, PKK’yı takip eden Türk savaş uçakları İran sınırındaki köylere zarar vermişti. Söylendiğine göre, 1995 Mayısının
başlarında, dönemin hükümeti, İran’daki PKK üslerini vurmayı bile düşünmüştü.

Temmuz 1996’da PKK, İran sınırı üzerindeki Türk karakollarına saldırı düzenledi. Demirel saldırı sonrasında sınırı ziyaret ederek İran’ı sert bir biçimde eleştirdi.46 Şubat 1997’de, İran’ın Ankara büyükelçisi, İslami köktendincilerin Sincan’da düzenledikleri bir toplantıda kışkırtıcı bir konuşma yapınca ilişkiler daha da gerginleşti.

1999 yazında, ilişkiler bir kez daha kötüleşti. Başbakan Ecevit, İran
şehirlerinde patlak veren hükümet karşıtı gösterileri “sonu gelmiş bir baskı
rejimi”ne karşı gösterilen “doğal” bir tepki olarak nitelendirdi. Dört gün
sonra, Tahran, PKK’yı takip eden Türk savaş uçaklarının İran sınırındaki köyleri vurarak beş sivilin hayatını kaybetmesine sebep olduğunu iddia etti. Türkiye, başlangıçta iddiayı reddetmiş olmasına karşın daha sonra olayın doğru olduğunu zımnen kabul etti. Bombalama olayından sadece birkaç gün sonra, İran, sınır bölgesinde iki Türk askerini yakalamış, yargılamakla tehdit etmiş ve iki hafta sonra serbest bırakmıştır. Askerlerin Türkiye’ye geri dönmesiyle, gerilim düşmüş ve ihtilaf sona ermiştir.

Türkiye’nin İran’a yönelttiği PKK ve İslami köktendinciliği desteklediğine
ilişkin iddialarının dışında, iki ülke arasında birçok uyuşmazlık alanı
bulunmaktadır. Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetleri için en iyi modelin hangi ülke olacağı konusunda iki ülke arasında çetin bir rekabet bulunmaktadır. Fakat, her iki ülke de sözkonusu bölgeyi etkileri altına alabilecek kaynaklara sahip olmadığı ve Orta Asya ülkeleri, Türk ya da İran modelini seçmekten çok ilişkilerini çeşitlendirmeye hevesli gözüktükleri için iki ülke arasındaki rekabetin hızı azaldı. İran’ın pan-Türkizme ve pan-Türkizmin İran’daki Azeri azınlık üzerindeki etkisine yönelik korkusu, Azerbaycan’ın pan-Türkist devlet başkanı Ebulfeyz Elçibey’in 1993’te iktidardan düşmesiyle hafifledi.48 İki ülke arasındaki diğer uyuşmazlık konuları ise, İran’ın uzun menzilli füze ve kitle iletişim silahları geliştirme çabalarıdır. Tahran ayrıca, Ermenistan, Yunanistan ve bir ölçüde Rusya ile stratejik ilişkiler kurma arayışına girmiştir.

İkili sorunlar ve rejim farklılıklarına karşın, pragmatizm ve sağduyu genellikle Türk-İran ilişkilerine egemen olmaktadır. Türkiye doğal gaza ihtiyaç duymakta ve kaynaklarını çeşitlendirmek istemektedir. 2001’in ortalarından başlayarak İran’dan gaz alımı konusunda mutabakata varmıştır. Türkiye İran’ı önemli bir pazar ve Orta Asya’ya transit geçiş yolu olarak görmektedir. Aynı şekilde İran açısından da Türkiye Batı’ya açılan kapı niteliğindedir. Türkiye, İran’da bazı ılımlı liderlerin ortaya çıkması ve 1997’de Muhammed Hatemi’nin Cumhurbaşkanı olmasıyla umutlanmıştır. 1998’de Hatemi yönetimi, Türkiye ile Suriye arasındaki krizde arabulucu olmuştu. Söylendiğine göre, Suriye’nin PKK’ya verdiği desteği keserek Öcalan’ı sınırdışı etmeye hazır olduğunu ilk kez İran dışişleri bakanı Kemal Harazzi söylemişti.50 Yine de, Ankara, gözlemcilerin, Tahran’da Hatemi’den çok baskıcı mollaların siyasi gücü ellerinde tutmaya devam ettiklerine ilişkin görüşlerini paylaşmaktadır. Eğer İran’da siyasi sistemin liberalleşme süreci devam ederse, Türk-İran ilişkilerine pragmatizm, daha az sorun ve iki ülke tarafından paylaşılan ortak çıkarlar egemen olacaktır.

Ortadoğu’da Türkiye ve ABD

Türkiye ve ABD, Missouri zırhlısı, Stalin’in tehditlerine karşılık olarak,
1946’da İstanbul limanına demirlediğinden beri iki müttefik devlettir. Fakat iki ülke arasındaki ilişkiler hep pürüzsüz bir zeminde ilerlememiştir. Ortadoğu’yla ilgili olarak iki ülke sık sık anlaşmazlığa düşse de, anlaşmazlık noktaları temele ilişkin olmayıp nüanslarla ilgilidir. 1950’lerde ve 1960’lı yılların çoğunda, Ankara ve Washington’un Ortadoğu’ya ilişkin görüşleri ortaktı. Her iki ülkede Ortadoğu’ya Soğuk Savaş merceğinden bakmakta ve İsrail’le ilgili olarak aralarında önemli bir görüş ayrılığı bulunmamaktaydı.

Bu uyum 1967 Arap-İsrail savaşıyla bozuldu. İsrail’in Arap topraklarını
özellikle de Doğu Kudüs’ü işgali Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü’ne
katılmasında önemli bir rol oynadı. Türk diplomatlar, Kıbrıs’ta Türk tezlerine
Arapların ve İslam ülkelerinin desteğini sağlama arayışına girdiler. Bu çaba, korktukları gibi, pek başarılı olmadı. Kıbrıs Rumlar, bağlantısız hareket içindeki üyeliklerinden gelen etki ve prestif sayesinde Araplar ve Müslümanlar arasında Türklere karşı üstünlük sağladı. 1970’lerin başlarında Türkiye’de İslamcı bir partinin yükselişi ve 1973 petrol krizinden sonra Arap pazarına girme ihtiyacı, Türkiye’nin ABD politikasından farklı bir yön benimsemesine yol açtı. Fakat, Türkiye İsrail’le ilişkilerini kesmedi. İsrail’in o topraklarda kalıcı ama sınırlarının tartışmalı olduğunu baştan kabul ederek, Filistin davasını destekledi ve FKÖ ile diplomatik ilişkiler kurdu.

İran-Irak savaşı sırasında, Irak’ı destekleyen ABD’nin aksine Türkiye
tarafsız kaldı. Washington’un, İran’a yönelik çatışmacı yaklaşımını
desteklemekten de kaçındı. Bunun yerine, Özal’ın liderliğinde, ticari çıkarlarla İslami ve kültürel dayanışmayı harmanlayan bir Ortadoğu politikası geliştirdi. Irak bunalımının ardından, Özal 1992 yılında başlayan çok taraflı Ortadoğu barış süreci aracılığıyla yeni bir Ortadoğu yaratma olasılığının coşkusuna kapıldı. Bu sürecin arkasındaki düşünce- İsrailli ve Arap temsilcileri biraraya getiren çok taraflı çalışma grupları ve bölgesel barış ve güvenlikle ilgili kapsamlı yaklaşımıyla- Özal’ın karşılıklı bağımlılık olgusuna dayalı Ortadoğu vizyonuyla örtüşmekteydi. Fakat, Türkiye’nin barış sürecine katkısı çok az, etkisi de sınırlı olmuştur. Süreç tıkandıktan sonra, ABD’nin İsrail’i uzlaşmaya ikna etmekteki isteksizliği, özellikle Türk kamuoyunda düş kırıklığı yarattı.

Ortadoğu’daki Türk nüfuzu, tıkalı barış sürecini yeniden başlatmak ya da
Ortadoğu’daki olayları etkilemek için yetersiz kalmaktadır. Yine de, ABD, Batı yanlısı demokratik bir Türkiye’yi Soğuk Savaş sonrası Ortadoğusunda, özellikle de Clinton yönetiminin İran ve Irak’a karşı “çifte çevreleme” politikasının uygulanmasında önemli bir ülke olarak görmektedir. İran ve Irak’ın yalnızlaştırılmasını hatta her ikisinde de rejim değişikliklerini öngören çifte çevreleme politikası, Türkiye’nin işbirliği olmaksızın uygulanamazdı. Irak’a yönelik BM yaptırımlarının etkili bir biçimde uygulanmasında Türkiye’nin desteği çok kritik bir rol oynamıştır. Çekiç
Güç/Kuzeyden Keşif Harekatı’nın devamı için Türkiye’nin rızası, kuzey Irak’ın korunmasında çok önemlidir. Çekiç Güç/Kuzeyden Keşif Harekatı, ABD’nin, Kuzey Irak’ta, muhalif Irak Ulusal Kongresi’ni örgütlemesini–en azından Irak ordusu 1996’da hareketi yok edene değin- ve Kürt grupları Bağdat’ın denetiminin dışında tutmasını sağladı. ABD’nin İran politikası ise, müttefiklerinin iyiniyet ve işbirliğini gerektiren tek taraflı ilan edilmiş ambargoya dayanmaktadır.

Türkiye’nin İran’la yakın ekonomik ilişkiler geliştirebilmesinin önünde önemli engeller bulunmaktadır. Örneğin, aralarındaki doğal gaz anlaşmasının yürürlüğe girmesi Ocak 2000’den Temmuz 2001’e ertelenmiştir. İran’ın PKK’yı ve köktendinci grupları desteklemesinden duyduğu memnuniyetsizlik de Türkiye’nin, ABD’nin İran’ı çevreleme çabalarına meyletmesini kolaylaştırmaktadır.

Batı’nın da görmeyi arzuladığı istikrarlı ve karşılıklı bağımlılık ilişkisine dayalı bir Ortadoğu ile Türkiye’nin çıkarlarına en iyi hizmet edecek
Ortadoğu arasında tam bir uyum bulunmaktadır. Fakat günlük politikalar
bakımından Ankara ve Washington birçok konuda birbirinden farklı davranmaya devam etmektedir.

Kuzey Irak’ta Çekiç Güç/Kuzeyden Keşif Harekatı ile ABD’nin varlığı,
Türkiye’de, kendi toprak bütünlüğü pahasına ABD’nin bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına destek verdiğine ilişkin yaygın bir kanıya yol açtı.53 Sonuçta, Türk ordusundaki birçok subay da, on yıllara dayanan ittifaka rağmen, ABD’nin bölgedeki varlığına şüpheyle bakmaya başladı.54 Gerçekte ABD, kuzey Irak’ta Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelere Irak hukukunca verilen özerkliğin ötesine geçen federal bir düzenleme getirmek istiyor gözükmektedir. ABD, KYP ve KDP’yi 1992’de kurulan federe yönetimin yeniden canlandırılması için işbirliği yapmaya ikna ettikten sonra Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan bunalım sırasında
görüldüğü gibi Türkiye bu tasarıya karşı çıkmaktadır.

Türkiye Irak’ın BM kararlarına uyması gerektiğini düşünmesine karşın,
yakın çıkarları uygulanan ticari yaptırımların gevşetilmesi ya da
kaldırılmasından yanadır. Türkiye’deki karar alıcılar, Irak’ın kitle imha
silahlarına sahip olmasından büyük rahatsızlık duymakla birlikte bunların kuvvet kullanımı yoluyla yok edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Bu bağlamda kamuoyu çok önemli bir rol oynamakta ve Türk liderler bölgedeki ABD politikasının bir aracı olarak görülmek istememektedirler. Şubat 1998’de, Irak’ın BM’nin silah incelemelerine karşı çıkması üzerine yaşanan krizde, Ankara, ABD’nin Irak’a saldırı düzenlemesi için Türk topraklarını kullanmasına karşı çıktı. Bu karar kamuoyunun isteği doğrultusunda alınmıştı. Şubat 1998 krizinde yapılan komuoyu yoklamalarına göre, halkın % 80’i, Türkiye’deki üslerin Irak’a yönelik saldırılarda kullanılmasına karşı çıkmıştı.55 Fakat benzer bir bunalım 1998’in sonunda yine yaşanınca, Türk hükümeti bu kez işbirliği için hazırdı. Bu belirgin değişikliğin nedeni hiç şüphesiz ABD’nin Öcalan sorununda Türkiye’ye verdiği destekti.

Türkiye’deki karar alıcılar, ABD’nin, Suriye’nin terörizme verdiği destekle ilgili pek çok konuda Suriye’ye baskı yapmayı keseceğinden endişe
etmektedirler. Çoğu kişi, ABD açısından, Ortadoğu barış sürecinde Suriye’nin desteğini kazanmanın, Türkiye’nin terörizm karşıtı çıkarlarını dikkate almaktan daha önemli olduğunu düşünmektedir. Benzer şekilde, Suriye’nin Golan Tepeleri’ndeki su kaynaklarını İsrail’e devretmesini sağlamak için ABD’nin Fırat-Dicle su uyuşmazlığında Türkiye’ye baskı yapacağından endişe edilmektedir.

Sonuç

Ortadoğu’daki gelişmeler Türkiye-ABD ilişkilerini muhtemelen gelecekte de
etkilemeye devam edecektir. 1990’larda iki diplomatın da belirttiği gibi Türkiye bölgede her zaman ABD’yle uyuşmayacağı gibi, ABD’nin taşeronu görüntüsü çizmek de istemeyecektir. Dolayısıyla ABD ve Türkiye’nin bölgeye ilişkin politikalarında gelecekte de farklılıklar olması muhtemeldir.57 Ancak bu, Türkiye ile ABD’nin bir çatışmaya doğru sürüklendikleri anlamına gelmemelidir.

İki ülke bölgenin geleceğine yönelik ortak çıkarlara ve büyük ölçüde de ortak stratejik görüşe sahiptir. İran’daki liberalleşme çabaları da Türkiye ile ABD arasındaki farklılıkları azaltabilir. Ayrıca şimdilik bu farklılıklar, ABD’nin, Öcalan ve PKK konusunda Ankara’ya verdiği destek sayesinde Türkiye’de yarattığı olumlu hava ile büyük ölçüde azaltılmış durumdadır.

Türkiye’nin imkan ve kabiliyetleri, Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri
belirgin bir biçimde etkilemekten uzaktır. Fakat, Türkiye en azından varlığını hissettirebilir. Türkiye’deki karar alıcılar, Ortadoğu’ya büyük önem atfetmekte ve 1998’de Suriye’yle yaşanan bunalımda da görüldüğü gibi, bölgede iddialı davranmaya istekli olduklarını göstermektedirler. Kuzey Irak sorunu ile bölgedeki suların paylaşımına ilişkin uyuşmazlıklar Türkiyesiz çözülemez.

Ekonomik gelişme de Türkiye’nin bölgedeki etkisini arttırabilir. Mısır, İran,
İsrail ve son zamanlarda Suriye Türkiye’yle aralarındaki ticari ilişkileri
genişletmek istemektedirler. Eğer Türkiye, demokrasisini daha iyi işler hale getirebilir ve toplumu daha özgürleştirirse, bu durum Ortadoğu’da toplumlararası etkileşimi teşvik edebilir. Böylece, Arapları ve İsrail’i de içeren bölgesel bir işbirliği ve bütünleşme çerçevesinin oluşturulmasına katkıda bulunulabilir.