TATARLARIN ANAVATANA DÖNÜŞ YOLU (*)

Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu
İngilizce’den Çeviri: Hatko Schamis

Kırım Tatarlarının ulusal sorunu, SSCB’den günümüze uzanan en acil ve en önemli ulusal sorunlardan biri olagelmiştir. Sorun, her bir ferdi soykırıma ve sürgüne maruz kalmış bir halkın tekrar tarihi anavatanına dönmesi ve özerkliğinin yeniden inşasıdır. Kırım Tatarlarının -Kırım’ın Türkçe konuşan tarihi halkı- büyük çoğunluğu bugün sürgünde bir yerde gözlerini dünyaya açmıştır ve bunların da yine önemli bir bölümü ulusal dillerini ve ulusal-dinsel geleneklerini kaybetmiş olmalarına rağmen, tekrar anavatanlarına dönme ve ulusal devletlerini yeniden inşa etme istekleri ne kaybolmuş, ne de azalmıştır. Kırım Tatarları için bir halk olarak yasayabilecekleri ve ulusal kültürlerini yaşatabilecekleri tek yerin anavatanları olduğu başından beri netti.

Kırım Tatarlarının sürgün edildikleri anavatanlarına yeniden dönmek için vermiş oldukları ulusal mücadele, 1950’lerin ortalarında Stalin’in ölümünden sonra başlamış ve bugüne kadar hep ”saldırgan olmayan” bir karakter taşımıştır. Kırım Tatarları inisiyatif grupları her yerde örgütlenmişlerdi. Yetkili devlet kurumlarına taleplerini iletmek için imza kampanyaları düzenlediler, Moskova’ya temsilciler gönderdiler; yol masrafları, baskılara maruz kalanların aileleri ve ulusal hareketin ihtiyaçları için paralar topladılar ama 35 yıllık mücadeleleri boyunca bir kez olsun cinayet islemediler, kundaklama veya başka bir saldırgan eyleme başvurmadılar. Hatta iktidar sahipleri insanlarımıza saldırdıkları, öldürdükleri; onları kimi istek ve taleplerini iletmek üzere imza verdikleri veya barışçıl gösterilere katıldıkları için cezaevlerine veya akıl hastanelerine kapattıkları veya türlü türlü işkencelere maruz bıraktıkları halde.

Bütün bu yıllar boyunca Sovyet iktidarı bir Kırım Tatar Ulusal Sorunu’nun varlığını hep inkar etti. Söylenen, evet Stalin döneminde bu halka bir yanlışlık yapılmıştı; fakat bu ”yanlış” artık düzeltilmiş olup Kırım Tatarları yeni yerleşim yerlerinde diğer SSCB halklarıyla eşit sivil ve politik haklarına sahip olarak ve mutlu bir şekilde yaşamaktadırlar. Bu yoruma itiraz herkes milliyetçi olmakla ve ulusal sorunun en mükemmel çözümü olan Leninist uluslar politikasına iftira atmakla suçlandılar. Fakat Kırım Tatarlarının yeni yerleşim yerlerinde SSCB’nin diğer halklarıyla eşit haklara sahip olarak ve mutlu bir şekilde yaşadıkları doğru değildi. Gerçekte, kimi gizli yasalar, talimatlar veya bürokratik araçlar eliyle ve yalnızca ulusal aidiyetleri nedeniyle yaşamın birçok alanında kısıtlı haklara sahiptiler. Kırım Tatar Ulusal Hareketi’nin önemli bir gelişme gösterdiği dönemde, Eylül 1967’de, Sovyet Yüksek Prezidyumu ”Kırım’da yasayan Tatar milletinden vatandaşlar” diye anılan bir yasa çıkarmıştı. Bu yasa aslında tek ve birleşik bir Kırım Tatar ulusu olduğunun inkarı ve sanki Volga Cumhuriyeti Tatar halkından olup da Kırım topraklarında yaşamış bir küçük bir grup Tatar sorunu var demekti. Yine aynı yasayla, kimi uygulamalarda değişiklikler yapılıyor ve ” Eskiden Kırım’da yaşayan Tatarlar, bugün ellerindeki pasaportların kendilerine tanımış olduğu haklar çerçevesinde ülkenin her yerinde ikamet etme haklarına sahiptirler” deniliyordu. Fakat, bu bile doğru değildi. Aslında bu paragrafla, gizli yasaların getirmiş olduğu kısıtlamalar kaldırılmamış, tam tersine bir kez daha teyit edilmişlerdi ve 5 Eylül 1967’de yürürlüğe giren bu yasaya dayanarak anavatanlarına dönen binlerce Kırım Tatarı gizli yasalar ve kararnameler çerçevesinde ve insanlık dışı, vahşi yöntemlerle tekrar sınır dışı edildiler ve aynı zamanda Kırım Tatarlarının çoğunluğunun yaşamakta olduğu Özbekistan’da otoriteler çorak ve çok az insanın yaşadığı küçük bir bölgede özerk bir rayon kurma işine girişmişlerdi. Bu, alçakça bir plandı; çünkü Kırım Tatarları için Kırım’dan başka bir yer anavatan olamazdı.

SSCB’de demokratikleşme sürecinin başlamasıyla birlikte Kırım Tatar Ulusal Hareketi de çalışmalarını arttırdı. Ulusal Hareketin temsilciler kurulunu bir kez daha toplamak mümkün oldu. Böyle bir ilk toplantı, uzun bir aradan sonra, Nisan 1967’de düzenlenmişti. Bu toplantıya Ulusal Hareket’in varlığından beri hiç olmadığı kadar çok temsilcinin katılmış olması ve bu temsilcilerin pratik olarak Kırım Tatarlarının SSCB’de yaşadıkları her yerden gelmiş olmaları nedeniyle Ulusal Hareketin Temsilcisi Grupların İlk Birlik Toplantısı adı verilmişti. Toplantıda Gorbaçov’a verilmek üzere Kırım Tatarlarının temel taleplerinin ve önümüzdeki aylar için alınması gereken önlemlerin formüle edildiği bir bildiri üzerinde çalışılmış ve ülkenin liderleriyle olası bir görüşmeye gönderilmek üzere 16 temsilci seçilmişti. Kısa sürede otuz bin imza toplanarak desteklenen bu görüşme talebine Sovyet liderliğinin pozitif bir yanıt vermemesi üzerine Moskova’ya Kırım Tatar halkının geniş bir katılımı ile gitme ihtiyacı doğdu. 1987’nin yazında Kızıl Meydan’da düzenlenen ve binlerce Kırım Tatar delegesinin katıldığı bu fırtınalı ama SSCB için görülmemiş gösteriden sonra Sovyet kitle iletişim araçları TASS haber ajansının Kırım Tatar sorunu üzerine o ünlü raporunu yayınladılar. Buna göre, 1944 yılında işledikleri suçlardan affedildikleri halde Kırım Tatarlarından gelen bir şiddet eylemi söz konusuydu. Başkanlığını devlet başkanı A. Gromiko’nun yaptığı özel bir komisyonun incelemelerine göre Kırım Tatarlarının taleplerinin doğruluğu şüpheliydi ve halkın ancak belli bir kesiminin iddialarından oluşmaktaydı. Kitle iletişim araçları tarafından yaygın bir ”gözden düşürme” kampanyası başlatıldı: Buna göre Ulusal Hareket’in militanları, geçmişte olduğu gibi, ”Batı’nın ajanları”, ”Anti Sovyet” ve ”aşırılar” olarak lanse edildiler. Özellikle de Kırım Tatarlarının yaşadıkları bölgelerin yerel yayın organlarında. Daha sonra ise Ulusal Hareket’in inisiyatif gruplarına karşı, insanların sorun üzerine fikirlerini toplayıp bunları komisyonun önüne getirmek amacıyla denilerek, kukla ”çalışma grupları” veya ”eylem grupları” örgütlendi.

Komisyonun kurulmasından 11 ay sonra, incelemelerin sonuçları kamuoyuna duyuruldu: Buna göre, Kırım’da savaş sonrası oluşan demografik durum nedeniyle bütün bir halkı tekrar anavatanına döndürebilmek mümkün değildi. Bu nedenle, Kırım SSÖC yeniden kurulamazdı, fakat Kırım Tatarlarının halen yaşadıkları yerlerde ” sosyal ve kültürel taleplerinin bütünüyle tatmini” için önlemler alınabilirdi. Ancak bu 11 ay içinde Kırım Tatarlarını anavatanlarının dışında tutabilmek için de yeni gizli yasalar çıkartılmıştı. SSCB Bakanlar Kurulu’nun 24 Aralık 1987 tarihli ve 1476 no’lu ”Kırım Tatarları arasında durumun stabilizasyonu için alınması gereken önlemler” yasası da buna dahil. ”Gromiko Komisyonu”nun bu müstehzi sonuçları yeni bir protesto gösteri ve miting dalgasının yayılmasına neden oldu. Hatta Kırım Tatarlarının yaşadıkları kimi yerlerde greve gidildi. Gösteriler, özellikle Taşkent ve kimi şehirlerde, milislerin ve güvenlik güçlerinin acımasız yöntemleriyle bastırıldı. Yetkililer ise Kırım Tatarlarından protesto grevlerine katılanlarına karşı gayri resmi önlemler almayı yeğlediler. Misilleme olarak mesela Kırım Tatarlarının ülkenin geniş bir coğrafyasına dağıtılmış olmalarından yararlandılar. Bu dağınıklık nedeniyle Kırım Tatarları yaşadıkları hiçbir yerde çoğunluk değillerdi, hatta işçiler arasında bile. Bu nedenle biri eksildiğinde bunun yerini başka milletlerden biriyle doldurmak zor değildi ve ne yazık ki, diğer halklar Kırım Tatarlarıyla ciddi bir dayanışma göstermediler.

1987 yazından sonra Kırım Tatarlarının anavatanlarına dönüşlerini engelleyen önlemlerde gevşemeler başladı. Bunun sonucunda iki yıl içerisinde yaklaşık kırk bin Kırım Tatarını Kırım’a yerleştirebilmek mümkün oldu. Bunların sayısı bugün (1990’da) elli beş bin civarında ve bu sayı SSCB’deki toplam Kırım Tatarlarının ancak % 10’una tekabül ediyor.

Bugünkü durumda Kırım Tatarları anavatanlarına ancak eğer bir ev satın alabilecek durumdaysalar ve bir iş kurabileceklerse dönebiliyorlar ama eğer bir iş sahibi olmaları engellenirse o zaman ev satın alabilmeleri de pratikte mümkün olamıyor. Kırım’ın bir çok rayonunda ve şehrinde büyük bir hızla çıkarılan yeni kurallara göre, Kırım’da bir iş kurabilmek için işverenlerin ve işletmelerin devlete yüklü bir miktar ödeme yapmaları gerekiyor. Yalnızca son iki yılda Kırım’da ev fiyatları üç misli arttı. Yani Kırım Tatarlarının devletin 45 yıl önce el koyup Rus ve Ukraynalı sömürgeci yerleşimcilere sembolik bir fiyata sattığı o küçücük evlerini bile geri alabilmek için neredeyse bütün geleceklerini ipotek altına koymaları gerekmekte. Bu nedenle insanlarımız arasında evsiz- yurtsuzların sayısında hızlı bir artış var. Birçoğu yetkililere kendilerine küçük de olsa arsa tahsis edilmesi talebinde bulundular ki, hiç olmazsa kış gelmeden kendi kendilerine başlarını sokabilecekleri bir şeyler inşa edebilsinler ama yetkililer insanlarımızın bu talebini bile çoğu durumda reddederken, diğer yandan boş ve ekilebilir arazilerin çoğu villa veya özel malikane kurmak isteyen başka uluslardan insanlara adeta peşkeş çekiliyor. Yalnızca son birkaç ayda Simferopol civarındaki yaklaşık altı bin ve Kırım’ın dört bir tarafından on binlerce parsel böyle başka uluslardan vatandaşlara villa veya benzeri özel malikaneler inşa edebilmeleri için dağıtıldı. Hatta bazı yerlerde yetkililer insanlara boş arazileri işgal etmeleri için adeta yalvarıyorlar, çünkü eğer bunu yapmazlarsa buralara Kırım Tatarları gelebilirler diye korkuyorlar. İnşaat firmalarıyla Rusya’nın çeşitli oblastlarından getirilmesi düşünülen yeni yerleşimciler için inşa edilecek evlerle ilgili düzinelerce anlaşma imzalamış durumdalar. Bu şartlar altında Kırım Tatarlarına boş arazileri işgal edip buralarda kendi evlerini yine kendilerinin inşa etmelerinden başka bir yol kalmıyor. Fakat bu bütünüyle haklı eylemleri bile yetkililer şiddetle bastırmaya çalışıyor ve kamuoyunu Kırım Tatarlarına karşı kışkırtıyorlar.

Aslında son zamanlarda parti yönetiminin üst kademelerindeki yöneticiler de artık Kırım Tatarlarının halihazırdaki sorunlarının çözülmesi ve insanların anavatanlarına dönmek dahil bütün taleplerinin karşılanması gerektiğini düşünüyorlar ama şimdi önümüzde başka sorunlar var; yani Kırım’ın ulusal kompozisyonunun ve demografik yapısının değişmiş olduğu ”gerçekliği”. SBKP Merkez Komitesi’nin son oturumunda, parti platformunun ele aldığı Kırım Tatarları da dahil sürgün edilen halklar sorunu da görüşüldü. Kırım’ın bölgesel-yönetsel statüsü de yetkililerce bu ”varolan gerçeklik” diye adlandırılan açıdan ele alindi. Eğer bir Kırım Cumhuriyeti kurulması söz konusu olacaksa bile, bu da ancak ”bütün Birlik platformu”nun önerdiği çerçevede veya yarımadanın fidansal ve ekonomik gelişimi açısından düşünülebilir deniyordu. Olası cumhuriyetin devlet dilinin ne olacağı sorunu da hararetle tartışıldı, fakat yalnızca iki alternatiften söz edildi: Rusça veya Ukraynaca ya da ikisi de birden. Ülkenin statüsünün, kurumlarının ve devlet dilinin belirlenmesinde asıl söz sahibi olması gereken yerli halkından tek kelime olsun söz edilmedi. Basın yayın organlarındaki ajitatörler, kimi adi tarihçiler veya yazarlar Kırım Cumhuriyeti’nin 1921 yılında ulusal değil, bölgesel bir temelde kurulduğu ve Kırım Tatarlarının bu Cumhuriyetle sadece uzak bir bağı olduğu düşüncesini yaymaya başladılar. Gerçekte 1920’lerin başlarındaki yayınlarda Kırım SSC’nin bu ülkenin otokhton halkı Kırım Tatarlarının haklarını ve çıkarlarını korumak için kurulduğu açık açık belirtilmişti ve Kırım SSC’nin devlet dillerinin Kırım Tatarca ve Rusça olduğu vurgulanmıştı. Belki de Bolşevikler cumhuriyetin kurulmasına destek vererek, ulaşmak istedikleri asıl hedefleri gizlediler. Kırım SSC’nin Müslüman doğu halklarını aydınlatacak bir meşale olabileceğini söylüyorlardı ve Çarlığın baskı altına aldığı Müslüman halkların sorunlarının yeni Rusya’da artık çözüldüğünü. Sonuçta, Yüksek Sovyet Hükümeti’nin 25 Haziran 1946’da aldığı ” Çeçen-İnguş ÖSSC’nin lağvedilmesi ve Kırım ÖSSC’nin Kırım Oblast’ı olarak yeniden örgütlenmesi” kararı, Çeçenlerin, İnguşların ve Kırım Tatarlarının topraklarından sürülmüş olmaları nedeniyleydi. Kırım Tatarlarının 1783’e kadar bu topraklar üzerinde bağımsız bir devletleri vardı ve nüfusun % 90’ı Tatar’dı ve eğer bugün Kırım Tatarları bütün insanlarının anavatanlarına dönmelerinden sonra bile yarımadada bir azınlık olmaktan kurtulamıyorsa, bunun nedeni Çarlık Rusya’sının katliamları ve Sovyet İktidarının Kırım Tatar halkına karşı aldığı tutumdur.

Ne Sovyet ne de uluslararası yasalarda bir halkın kendi toprakları üzerinde azınlık oldukları gerekçesiyle o ülke üzerinde hakları olmadığı veya hükümet kuramayacakları seklinde bir yasa vardır. Son on bes yılda SSCB’deki yirmi özerk cumhuriyetten onunun esas halkı kendi toprakları üzerinde azınlık durumuna düştüler. Bunların Rusya içerisinde birer rayon veya oblast durumuna getirilmeleri bile planlanmış olabilir. Böyle planlar birçok birlik cumhuriyetinde çoktan hazırlanmış durumda. Eğer bu plan uygulamaya konulursa o zaman SSCB cumhuriyetlerinin esas halklarının kendi ulusal haklarını korumak için Rusça konuşan nüfusu topraklarından kovmaları da yasal olacaktır. Bu nedenle, Kırım Tatarlarının Kırım’da ulusal devlet kurma yasal hakkı sorunu bütün diğer halklar için örnek olabilecek bir öneme sahiptir. Yalnızca bu onurlu halklar adalet istedikleri için değil, fakat kendi ulusal topraklarını şovenist güçlerin tecavüzlerinden koruyabilmeleri için. Kırım Tatarları SSCB içerisindeki ulusal yurtsever hareketler dahil, dünyadaki tüm ilerici güçlerin desteğini ve dayanışmasını almayı umuyor.

(*) Röportajın orijinali ilk olarak 1990 yılında Türkistan’da kısa ömürlü bir gazetede yayınlandı. İngilizce’ye Joseph Nissman tarafından çevrildi ve ”Central Asia Reader: The Rediscovery of History’de, H.B. Paksoy, yayınlandı. New York/London: M.E. Sharpe, 1994