TARİH NEDİR?

Ahmet Beyazak

Tarihin ne olduğu, nasıl yazılması gerektiği tarih felsefesinin temel sorunlarındandır. Bu çalışma, bu temel sorunlar çerçevesinde yapacağı saptamalar ve tartışmalarla, tarih yazımında geleceğin önemi üstünde durmayı amaçlıyor.

Elbette Res Gestae: İnsanın geçmişte yaptığı şey(ler). (Bunun üzerine yazılana, yapılan araştırmalara da “tarih” denebiliyor. Tarihi çalışma, tarihi inceleme “tarih bilimi” etkinlikleriyle, Res Gestea anlamındaki tarihi, birbiriyle karıştırmamak gerekir.) Tarih alanı, eyleyen, üreten, düşünen insanın ürünlerinden ve etkinliklerinden oluşuyor. Bu ürün ve etkinlikler, geçmişe geçtiklerinde ya da göçtüklerinde, tarihin, yazılan tarihin huzuruna çıkmış oluyorlar. Tarih, geçmişin, yitip gitmesini önlemek için, onu şimdiye çekme çabasıdır. Geçmişin şimdileştirilmesi (Vergegenwärtigung), şimdiye çekilerek, saptanması (tespit edilmesi), yorumlanması, yeniden kurgulanması (inşası) etkinliklerini içerir.

Tarih yazma etkinliği, insanın anımsama etkinliğini andırır. İnsan geçmişiyle insandır. Geçmişini taşıyan varlıktır. Kendini anlamak isteyen insan, geçmişiyle anlayabilir. Belleğimiz, nasıl bireysel düzeyde geçmiş deneylerimizi taşıyıp, yaşamımızın sürdürülmesine katkıda bulunuyorsa, tarihimiz de, toplum olarak, kültür olarak, varolma çabamızda geçmişimizi bize anımsatır. Geçmişten öğrenmemize destek verir.

İnsan geçmişiyle derdi olan bir varlıktır. Yaşadıklarını, yaşamış olduklarını düzenlemek, yorumlamak; onlarla hesaplaşmak ister. İnsan en azından üç boyutlu bir zaman içinde yaşayabilir, bu geçmişle yüzleşmelerinde. Geçmişi şimdiye çekip, onunla karşılaşırken, gelecek beklentisi içindedir. İnsan, üç boyutlu zamanı, üç boyutuyla yaşamayı her zaman başaramaz. Geçmişten korkabilir. Yaşadığı ağır örselenmeleri anımsamak istemeyebilir. Geçmiş ona dayanılmaz acılar verdiği için, onu unutmaya çalışabilir. Hatta, acı veren geçmişini çarpıtabilir. “Mazi kalbimde yaradır” tavrı, şimdiyi yaşama çabasında yoğunlaşarak geçmişi unutmaya götürebilir. Gelecek korkusu veya geleceğe boşvermişlik tavrı ile birleşince, üç boyutlu zaman, bir boyuta, şimdiye indirgenmeye çalışılır. İnsan kendini şimdide sıkıştırır. Tarihi ve geleceği olmayan bir insan çıkar karşımıza. En azından iki kez yoksullaştırılmış bir varlık! Tarihi ve geleceği elinden gitmiş, cılızlaşıp, insan gibi insan olabilme olanağını yitirmiş bu insana tarih boyunca rastladığımız gibi, çağımızda da her an karşımıza çıkma olasılığı yüksek.”(Şimdi”nin mengenesine sıkışmış, zaman yoksulu,aç gözlü insan deyim yerindeyse homo nunc!)

Şimdiye sıkışmış tek boyutlu insanın yanında, geçmişe sıkışmış, şimdide çırpınan iki boyutlu bir varlığa da insan denir. Geçmiş bir “sürūr-u iyd” olarak algılandığı için “orada” kalmak, geçmişi şimdiye taşıyıp, şimdide durarak, geçmişin keyfini çıkarmaya uğraşan bu çabada, insan gelecekle ilgilenmediği, geleceğe kendini kapadığı için yine yoksuldur. Şimdiye sıkışıp, gözlerini geçmişe çeviren bakışda da, abartılan, özlemi duyulan ama şimdileştirilemeyen bir hal yaşarız, buna alışılan gelen deyimiyle “nostalji” diyoruz. Kökenine indiğimizde, nostos ve algos sözcüklerinden oluşan nostalji, “geri dönüş ağrısı” diye çevrilebilir, bir yoruma göre. Nostos eve doğru yapılan bir gezidir (homeward journey). Ev, yüce bir yerdir, “cennettir”, oraya dönmek isteriz hep. Freudian yorumla, bir ana karnı özlemi (nostalgie de la matrice), Hıristiyan kültürü açısından “düşme”den önce yaşadığımız cennet bahçeleri olabilir: “Mazide çocuklar gibi şendik”. Geçmişi şimdiye değil de (şimdi acılıdır çünkü, gelecekse düşünülmesi bile korkunç bir belirsizliktir!), şimdiyi geçmişe taşımamız daha uygun görülür. Oysa nostalji sözcüğü içinde algos’u taşır, bu da Eski Yunancada ağrı anl!!!!! gelir. Gözler, geçmişe dönük, yalnızca geçmişten gelecek “ışığa” odaklanmışsa, hayatın üç boyutlu zenginliği yadsındığı için ağrı, algos kaçınılmaz olarak duyulacaktır.

Sağlıklı anımsama geleceğe bakan anımsamadır. Üç boyutlu zenginliği içinde insan, geçmişini, geleceğe aldığı tavırla anımsar. Öyleyse, tarih gelecek “projeksiyonu” olmaksızın yazılamaz. Nedeni basit, sağlıklı insan geleceği ile anımsar. Geçmişiyle geleceği yardımıyla hesaplaşır. Umutları, beklentileri, projeleri, tasarıları ile! Şimdi tarih yazımının kimi sorunlarına değinerek, zaman algılaması açısından kaç türlü tarih yazılabildiğini ele alıp, geleceğe tarih yazmanın olanakları ile bir soruşturmaya başlayabiliriz.

TARİH YAZIMINDA YORUMUN YERİ

Tarih belgelere dayanarak yazılır. Geçmişle ilişkimizin tek yolu, ondan kalan izleri (Spuren) izlemek, anlamak, yorumlamaktır. Geçmişin saptanması, bizi geçmişteki olgulara götürecek belgeler yardımıyla gerçekleşir.

Kimi tarih yazıcıları belgeleri “konuşturduklarını” söylerler. Onların yazdığı tarihte belgeler konuşur. Kendisi konuşmaz. Tarafsız ve nesneldir. Belgelere “konuşun” demiş ve belgeler “konuşmaya” başlamışlardır. Onlara göre tarih, geçmişte olup bitenlerin belgelere dayanarak, onları çarpıtmadan, “doğru” anlayıp konuşturarak anlatıldığı bir raporla dile getirilen bir geçmiştir. Kendisinden hiçbir şey katmadan, belgeyi belge olarak konuşturduğunuzda, “bilimsel” tarih yazıcılığını başarmış olursunuz. Ne, nerede, ne zaman, nasıl, neden, kimler tarafından gerçekleştirilmiştir? Rapor edersiniz, olanı olduğu gibi, wie es eigentlich gewesen, anlatmış olursunuz. (olanı gerçeğe uygun biçimde anlatma ile ilgili bu ünlü wie es eigentlich gewesen deyimi L.von Ranke’nin Gesichten der romanischen und germanischen Völker adlı yapıtının girişinde geçer.)

Olanı olduğu gibi, nasılsa öyle, rapor etme olanağı var mıdır? Bir kez, olan, geçmişin “olanı” olduğu için, gözümüzle görebildiğimiz bir olgu değildir. Olmuş olanın izini olduğu gibi saptasanız bile, izi ile, belge ile, olgu arasında boşluğun olup olmadığını bilme şansımız yok. Belge, olgu değildir! Belge ile olgu arasındaki boşluk ancak yorumla doldurulabilir.

Belgenin tek doğru yorumunun kendi yorumumuz olup olmadığı konusundaki kaygılar bir yana, olguların kendilerine tanık olduğumuz durumlar için bile “olup bitene olduğu gibi” tanıklık edip etmediğimiz tartışma konusudur.

Örneğin, pencereden, caddedeki trafik kazasını gören dört kişinin olup biteni nasıl anlattığına bakalım. Kaza yapan otomobildeki kişilerin, neden, nasıl kavga ettiği, kimin haklı olduğu konularda farklı gözlemler gerçekleştiren kişiler olabilecektir. “Aynı” olayı görüp, farklı anlamlar vermek, görülen belli bir açıdan, belli bir kaygıyla, belli bir kişilik ve bilgiyle görüldüğü için, şaşırtıcı değildir. Doğa bilimlerindeki “ölçme” hayatın içinde, belli değerlerle yaşayan insanın yaşamını anlamada olanaklı görünmüyor. Yaşananı farklı yorumlama, farklı anlama, dolayısıyla farklı anlatma durumu, tarih yazıcılığı açısından önemli bir nokta. Olgulara tanık olanların farklı anlatımları olabiliyorsa, geçmişi belgeler üstünde anlatan tarihçilerin de kaçınılmaz olarak farklı anlatımları olacaktır.

Kimi belgeler doğa bilimleri yardımıyla daha az tartışmalı yorumlara götürebilir, tarih yazıcısını. Belgenin fiziksel, kimyasal, tıpsal, antropolojik, arkeolojik analizleri daha güvenilir olabilir. Yine de, belgenin güvenirliliği, o bilgi üzerinde çalışan, çalışmış olan uzmanlar topluluğunun ortak kararları ile, bir uzlaşım sonucu ile belirlenir.

Tarih yazımı bir kültür içinde, çoğunlukla o kültürün insanları tarafından gerçekleştiriliyorsa, yan tutma kaçınılmaz oluyor. Yine de, belgelere saygılı, ihtiyatlı bir tarihçi kendi yorumundaki sıkıntıları görebilir; aynı belgeleri farklı anlayıp, yorumlayarak tartışan meslektaşlarına yardımcı olabilir. Kendi yorumunu, farklı yorumları öğrenerek değiştirebilir. Belgeler, hiçbir yorumla tüketilemez. Hiçbir yorum, sonradan yapılabilecek yorumlara yasak koyamaz. İnsanın geçmişi, insan kadar çetrefil, insan kadar farklı anlamlara, yorumlara açık bir geçmiştir.

Belgelere yaklaşımımızda, belli bir yorum içerisindeyiz. Belge öncesi yorum, kısaca ön yorum, bizim kişiliğimiz, değerlerimiz, toplumsal konumumuzla ilgili olarak ortaya çıkıyor. Şu belgeyi değil de bu belgeyi seçiyor oluşumuz da bile çoğu kez farkına varmadığımız bir ön yorum söz konusu olabilir. Belgeyle ilişkimizde, bizim değil de belgenin konuştuğunu söylerken ihtiyatlı olmak gerek. “Ben belgeyi bulup çıkardım ve sundum, hiç yorum katmadım, yorumu siz yapın!” tavrının “nesnel” olduğundan söz edebiliriz. Ama, burada bile bir “seçim”, bir yaklaşım farkı söz konusudur. Neden o belgeyi bulup çıkardınız? Neden belgeyi “o haliyle” sunarak nesnel olduğunu ileri sürüyorsunuz? Yorum yapmaktan kaçınmak da bir tavır değil midir? Ardında bir yorum taşımaz mı?

Tek belgeyi okurken, onu belli bir olayla ilişkilendirirken, ortaya çıkan “boşluklar” nasıl doldurulacaktır? Belge, bilinmesi gereken bütün bilgileri sağlayabilir mi? Belgenin kendi içindeki boşluklar yorumla doldurulabilir. “Tutarlı” yargılar oluşturmak, bu yargılar arasındaki boşlukların doldurulmasıyla olanaklıdır. Ayrıca belgeden olaya geçişte dayandığımız akıl yürütmelerde de katkılarımız, yorumlarımız kaçınılmazdır.

Ön-yorum belgelerle ilişkilerimiz arttıkça yeniden yorumlara yol açabilir, bunlara da ard yorum diyebiliriz. Bu ard yorumlar belgeleri bir birine bağlamamıza sağlar: belgeler bir bütünlük oluşturup, ortaya bir çerçeve çıkarırlar. Doğrusu bu çerçeve baştan beri vardır. Bir anlam ve yorum çerçevesiyle yaklaşırız belgelere. Bu çerçeveyi içinde bulunduğumuz kültürden, psikolojik yapımızdan, toplumsal, siyasal konumumuzdan, aldığımız eğitimden ediniriz. Belli bir çerçeve ile araştırmaya belgelerle ilişki kurmaya başlarız. Belgeleri çerçevenin sağladığı bütünlük içinde yorumlarız. Belgeler arası bağlantıları bu bütünlüğün kılavuzluğunda kurarız. Belgenin kendi içindeki boşluklar, belgeler arasında ilişkileri oluştururken karşımıza çıkan boşluklar bu çerçeve bütünlüğünde doldurulur.

Tarih yazımı, çerçeve içi, çerçeve bütünleyici belgeler bulmakla, yorumlamakla yapılabildiği gibi, çerçeve oluşturucu, çerçeve önerici çalışmalarla da gerçekleşebilir. İşin işçiliğini yapan, “arşiv arıları”, belge arar, belge sunarlar, belli çerçevesel bütünlükler içinde. Kimi tarihçiler, tarih filozofları çerçeveler kurup bu belgelere yeni bütünlükler (Gestalten) yaratırlar. Çerçeveleri de çerçeveleyen büyük yorumlar da yapılabilir. Öyleyse tarih yazımını çerçeve ilişkisi açısından üç ölçekte toplayabiliriz:

1) Büyük Çerçeveler Kuran Tarih Yazımı.

2) Büyük Çerçeveler İçinde Küçük Çerçeveler Kuran Tarih Yazımı.

3) Çerçeve Bütünleyici Çalışmalar.

Belgelerle ilişki bir çerçeve içinde olduğu için yorum gerektirir. Dürüst bir yazıcı, yorumunu, dayandığı belgeleri, bu belgelerden çıkarak gerçekleştirdiği akıl yürütmeleri, farkına varabiliyorsa, içinde bulunduğu küçük ya da büyük çerçeveleri dile getirebilen bir yazıcıdır. Bu tarih yazıcısı olanca içtenliği ile kaynaklarını, dayanaklarını, dünya görüşünü, insan ve ahlak anlayışını ortaya koyar ve der ki: “Böyle bir insan olarak, bu kaynaklardan, bu belgelerden, böyle yorumlarla, bu çerçeve de, bu tarihi yazdım.” Dürüst yazıcı, açık, içten, yeni bilgiler, görüşler öğrenmeye hazır, eleştirilerle gelişmeye yatkın, geçmişi yorumlamanın aşkını yaşayan, sınırlarının farkında, haddini bilen biridir. Kendini “bilimsellik” örneği sanıp, kibrinden yanına yaklaşılamayan, kendini, çerçevesini bilmez tarihçilerimize elbette sözümüz yoktur.

ZAMANLA İLİŞKİLERİ AÇISINDAN TARİH YAZICILIĞI

Tarih yazıcılığında yorumun kaçınılmazlığına inanıyorsak, bu bizi ayrı bir sorumluluğa da götürür: Yapacağımız, yaptığımız yorumların farkına varmak, bu yorumların insan yaşamı içinde anlamını düşünmek. Bu anlamla yüzleşebilmek. Tarih yazıcılığının insan kültüründeki yeri, bu yerdeki kendi yerimizi görmeye çalışmak.

Yorum zamana açık ya da kapalı olabilir. Heideggerr’in haklı olarak vurguladığı gibi, insan geçmişten geleceğe doğru gitmez. Gelecekten gelerek geçmişe doğru gider. Olanaklar varlığıdır çünkü. Geçmişe giderken olanaklarını tüketir. Bu açıdan geçmiş her zaman yeni yorumlara açıktır. Biraz çarpıcı bir söyleyişle: Geçmiş gelecekten gelir.

Zamanla ilişkileri, zamana tavırları bakımından dört tür tarih yazıcılığından söz edebiliriz,

1) Geçmişe yazılan tarih. Geçmişte kalan, geçmişi yaşayıp şimdiye, geleceğe çıkamayan, geçmişe sıkışmış tarih. Geçmişi zamanın üç boyutuna çekemeyen o dar alanda kalan, o dar alanda “çöküp kalan” tarih. Geçmişi şimdiyle, gelecekle yüzleştirmeyen tarih.

2) Şimdiye yazılan tarih. Şimdiye bakılıp, şimdiki yaşam için, geçmişi şimdiye malzeme yapıp kullanmayı amaçlayan “oportunist” yazıcılık. Popüler, politik, ideolojik, yazıcılığın tarih anlayışı budur.

3) Geleceğe yazılan tarih. Birazdan anlatılacak tarih anlayışı. Zamanın gelecekten geçmişe aktığını düşünen, açık uçlu (temporal) tarih yazıcılığı!

4) Zaman dışı tarih yazıcılığı. Tarihin zamansallığının (zeitlichkeit, temporality…) olmadığını, belli bir önceden çizilmiş senaryonun gerçekleştiğini söyleyen zaman anlayışı içindeki yazıcılık.

GELECEĞE YAZILAN TARİH

Tarih yazımı zaman içindedir. Açık uçludur. Çerçeve içinde yazılıyor tarih. Çerçevenin geleceğe taşınması, yeniden gözden geçirilmesi için açık uçlu tarih yazıcılığı gerekiyor.

“Geleceğe yazılan tarih” sözü, bir ütopyayı, belli bir erekselliği (teleology) çağrıştırabilir. Belli bir “ideolojik” amaçlı, bir öğretinin yönlendirdiği tarih yazımı akla gelebilir. “Geleceğin insanını düşünerek yazılan tarih” sözü de için de taşıdığı belirsizliklerden dolayı anlamlı değil. Geleceğe yazılan tarihin, bunlarla ilgisi yok.

Geleceğe yazılan tarih, belli bir zaman, hayat, ve insan anlayışından kaynaklanıyor. Yerleşik bir öğretinin savunuculuğunu yapmıyor.

1) Zaman gelecekten geçmişe doğru akar. İnsan bir olanaklar varlığıdır, bu olanaklarını gerçekleştirme özgürlüğüne sahiptir. Bu olanaklarıyla o, henüz gerçekleşmemiş olandır. Bu anlamıyla gelecektedir. Olanaklarını gerçekleştirdikçe geçmişe doğru ilerler. Tarih insanların gerçekleştirdikleri olanakların tarihidir. Konusu geçmişte ise de kendisi gelecektedir! Geçmişi yazma olanağı tükenmemiştir çünkü. Geçmiş bir kez yaşanmıştır. Bir defalıktır. Kazası yoktur! Ama yorumları bir defalık değildir. Geçmiş yeniden yorumlanma potansiyeli ile gelecektedir. Geleceğin geçmişteki bir olaya bakışı elbette şimdiki gibi olmayacaktır. Tarih açık uçlu ve çerçeve içinde yazılır. Çerçeveler değişir, yorumlar değişir. Gelecekten gelen zamanın geçmişe ne getireceği bilinemez! Ne gibi belgelerin ne gibi yorumlara yol açacağını önceden kestirme olanağımız yoktur. Geçmişi nasıl anladığımız, anlayacağımız geleceğin başımıza neler getireceği ile ilgilidir.

2) Hayat, canlılığını yeni yorumlarla kazanır. Hayatı her dem taze kılacak yorumlarla yaşayamazsanız kokuşursunuz. Tarih yazımı, hayatı canlı kılacak, geçmiş ile gelecek arasındaki köprüleri kurma sanatıdır. Hayatın tazeliği, geçmişi ile tazeliğidir. Hayatın yeni yorumlara gereksinimi vardır. Hayat, geçmişi ile hayat olduğuna göre, geçmişin yeni yorumlara gereksinimi vardır. Tarih yazıcılığı, hayatın devingenliğini besleyen yeni yorumlar ortaya koya bilmesi için kendini geleceğe açık tutmalıdır.

Yaşamak, geleceğe sorumlu olmak demektir. Bizden sonraki dünyadaki çirkinlikler, haksızlıklar, zulüm ve sömürü bizim şu ana sıkışmışlığımızdan gelebilir. Yazacağımız tarih, geleceğin insanının dünya kavrayışını etkileyecektir. Hayata olan borcumuz, bizi geleceğe borçlu kılıyor.

3) İnsan anımsayan bir varlık. Birey olarak aldığımızda bir geçmişi var, geçmişi hakkında değerlendirmeleri, yorumları var. Onun da bir anlamda tarihi var. Her anımsama bir yorum içerir. Belleğimiz süzerek oluşuyor. Yaşananlar yaşadığımız duruma göre süzgeçten geçiriliyor. Anımsamada yorum var. Anımsamada geleceğin rolü var. Gelecekten umudunu kesmiş birisinin anımsaması ile umut dolu birisinin anımsaması arasında anımsamanın yorumları açısından farklar olacaktır. Tarih yazımı da anımsamaya benzer. Neyi, neden, nasıl anımsayacağız? Güzel bir dünyada, farklı gelenekler ve dillerde, farklı insanların bir arada var olabilecekleri bir gelecek için yazılan tarih ile dünyayı sömürmeye yönelik, kendi değerlerimizi yüceltip, diğer değerleri küçümsediğimiz bir çerçeve içinde kotarılan tarih arasında fark olacaktır.

Ben tarih yazıcısı olarak hangi çerçevelerde çerçeve yazıyorum? Bu çerçeve açık mı geleceğe? Bu çerçeve içinde insanlığa hizmet edebilir miyim?

Hangi zamanın tarihçisiyim? Geçmişin, şimdinin mi? Zamanlar üstü, zamanın ötesi bir tarihçi miyim yoksa? Kendimi sorgulayacak, yenileyecek, geleceğe açık pencerelerim var mı?

Geleceğe yazılan tarih, tarihçinin kendini geleceğin mahkemesinde sorgulayabildiği tarihtir.