SÜRGÜN VE SOÇİ OLİMPİYATLARI HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME

Av. Rahmi Tuna
AbhazHaberCom, 04 Şubat 2014

7 Şubat 2014’te başlayıp  23 Şubat 2014’te bitecek olan Soçi Kış Olimpiyatları ile ilgili olarak  toplumumuzda, özellikle genç kuşaklarımızda çok aktif bir davranışın sergilendiğini görmekteyiz.

1 Şubat günü Ankara’da yapılan eylemin ardından 2 Şubat Pazar günü de İstanbul’da Rus konsolosluklarının önünde yapılan protesto eylemleri sonucu yazılı ve görsel medyadan edindiğim izlenimler sonucu bir değerlendirme yapma gereğini duydum.

Konuyu iki ana temelde ele almak istiyorum.  Birincisi Çerkeslerin Kafkasya’dan sürgünü, ikincisi bu Sürgün nedeniyle Soçi Olimpiyatları’na karşı takınılan tavır.

50 yılı aşkın bir süredir Kafkas tarihi ve kültürü, Kafkas insanın sorunları ile ilgili yazılı ve sözlü uğraşılarda bulunarak tarihimizi, Kafkas göçünü, sorunlarımızı ve geleceğimizi nasıl düzenleyeceğimizi düşünmeye ve öğrenmeye çalıştım.  Bütün bunları bir makalede özetlemek mümkün değil, ancak sorular şeklinde konuları dile getirmek suretiyle mümkün olduğu kadar ilgilenenleri düşünmeye ve öğrenmeye davet edeceğim.

Kafkasya ile ilgili daha önceki işgalleri hesaba katmayarak konuyu iki ana faktör üzerinde ele alırsak şunu sorma zorunluluğunu duyuyorum

Soru 1- Osmanlı devleti ile Rusya devleti arasında Kafkasya’ya, Kırım’a, Azak Denizi’ne yönelik olarak başlatılan rekabetin menşe-i ve gelişim şekli nasıl olmuştur ve ne zaman başlamıştır
?

Kaynaklar objektif olarak değerlendirildiği zaman şu durumla karşılaşıyoruz.

Daha Rusya faktörü yokken, Osmanlı Devleti 1500’lü yıllarda İran ile yaptığı savaşlarla Türkistan’a kadar uzanan bu bölgeye egemen olma fikrini benimsemiştir. Nitekim bu fikrin gerçekleşmesi için İran’la iki üç defa savaş yapılmıştır. Türkistan’a doğru egemenliğin sağlanarak bu bölgede yaşayan insanlarla yapılacak ticaretin ve hacca gitme ihtiyaçlarının karşılanacağı güzergaha hakim olunması öngörülmüştür. Diğer taraftan aynı Osmanlı Devleti bu egemenliğin sağlanması için Azak Denizi’ne ve bu denizi Karadeniz’e bağlayan deniz yoluna hakim olmayı düşünmüş ve uygulamaya koymuştur.

Rusya Devleti ise daha kurulduğu tarihten itibaren sıcak denizlere inme ve İstanbul’a hakim olma düşüncesini politika olarak benimsemiştir.

Osmanlı Devleti’nin 1569 tarihinde Don ile Volga nehrini bir kanalla bağlamak istemesi, aynı tarihte Çerkes kökenli Kasım Paşa’nın komutasında Astrahan’ı ele geçirmek üzere sefer düzenlemesi Rusya’nın Kafkasya’ya olan politikasının başlangıcı olarak kabul edilebilir.

Soru 2- Kafkasya’da gözü olan iki egemen devletin bölge ile olan  ilişkileri tarihsel süreç içerisinde nasıl gelişmiştir?

Rus Devleti ile Osmanlı Devleti arasında tarih boyu yapılmış olan savaşların tamamını Ruslar kazanmıştır. Ayrıca toprak hakimiyeti bakımından sürekli olarak Rusya Devleti toprak kazanımlarını arttırarak Karadeniz’e ulaşmıştır. Buna karşılık Osmanlı Devleti güçlü olduğu zamanlarda kendi isteklerini tereddütsüzce Rusya Devleti’ne kabul ettirmiş. (1567 tarihinde Sunça nehri üzerine kurulmuş olan kaleyi yıkması için yazılan mektuba Çar idaresi Kabardey bölgesinin size ait olduğunu bilmiyordum şeklinde cevap vererek kaleyi yıkması bir örnektir. Diğer taraftan Bahçe Saray Anlaşması’nda Rus Devleti’ni muhatap olarak kabul etmeyip Kırım Hanı’yla anlaşma yaptırması da diğer bir örnektir.)

Soru 3- Bu savaş ve mücadele süresince Kafkasya topraklarında yaşayan Çerkeslerin politik tavrı ve savaş yöntemleri nasıl olmuştur?

Kafkasya tarihine baktığımız zaman iki önemli  durum karşımıza çıkmaktadır.

Kafkasya toprakları Çerkes ve Abaza halklarının yüzey olarak yaşadıkları alanları teşkil etmiştir. Ancak bir toprağın vatan olabilmesi için gerekli olan şartlar Kafkas halkı tarafından Kafkas toprakları için oluşturulamamıştır. Kısaca siyaset hukuku bakımından Kafkasya toprakları Kafkasyalıların pozitif anlamda kabul edilmiş bir vatanları olamamıştır.  Bununla şunu demek istiyorum tarih boyunca devletler sürekli toprak işgal ettiler, işgal ettikleri toprakları da başka devletlere karşı korudular. Koruyamadıkları zaman ise o toprak işgal edenin toprağı sayıldı.

Diğer yönden bu toprağın vatan olarak korunabilmesi, toprak üzerinde yaşayan insanların siyasal anlamda birlik oluşturması, vatanı koruma iradesi ve ortak hareket edebilmesi ile mümkün olmuştur. Ayrıca bu iradenin ve bu yaratılan vatan kavramının başka devletler tarafından kabul edilmesi ve saygı duyulması şartı da söz konusudur. Bu sağlanmadığı zaman sahip olarak yaşadığı, otoktonu olduğu topraklar başkalarının hukuksal anlamda vatanı statüsü kazanmıştır.

En yakın örneği vermek istiyorum. Mondoros Mütarekesi ile Türkiye işgal eden devletler tarafından paylaşılmıştı. Eğer Türk halkı ortak bir mücadele ile Kurtuluş Savaşı’nı yapmamış ve kazanmamış olsaydı bu gün Türkiye diye bir ülke olmayacaktı. Yine  1992 Gürcistan işgaline karşı Abhaz halkı ve yardım edenlerin işbirliği ile savaşı kazanmasalardı bu gün Abhazya diye bir devlet de kesinlikle olmayacaktı.

Bunun bir diğer sonucu da şu olmaktadır. Kafkas halkı savaşlar boyunca bütün gücüyle kendi bağımsızlığını oluşturabilmek için savaştığı halde bu savaşları kazanamamış, kazanan devletlerin Kafkasya’yı paylaşımı ile karşı karşıya kalmıştır. Devletler arasında yapılan anlaşmalarda hiçbir zaman Kafkas halkı taraf olarak kabul edilmemiştir. Bunun en güzel örneğini Edirne ve Kaynarca anlaşmalarında, Belgrad ve Paris anlaşmasında açıkça ve net bir biçimde görüyoruz. Nitekim bununla ilgili tartışmalar savaş sırasında sıkça yapılmıştır.

Ben yukarıdaki ifademle bu vurgulamayı yapmak istedim. Ancak bütün kaynaklar Kafkasya’nın otokton halkının Kafkasyalılar olduğunu ve bu toprakların sahibi olduklarını açık bir biçimde kabul etmektedir.

Soru 4- Osmanlı Devleti Kafkasya ile olan ilişkilerini hangi esaslar ve amaçlar dahilinde sürdürmüştür?

Kaynaklara baktığımız zaman Kafkas-Osmanlı ilişkilerinin temelinde şu faktörleri açıkça görüyoruz.

1) Din faktörü

2) Köle satışı faktörü

3) Savaşan insan unsurunu temin etme faktörü

4) Zirai alanda çalışacak insan temin etme faktörü

5) İşçi temin etme faktörü

Osmanlı daima bu faktörlerle Kafkasya’yı elde tutmak istemiş ve ilgiyi bunlara dayanarak sürdürmüştür.  Özellikle din faktöründe Kafkas halklarının ciddi yanılgılar içinde olduklarını vurgulamak istiyorum . İmam Şamil savaşla ilgili konuşmasının başında açık ve net olarak bu savaşın bir din savaşı olduğunu belirtmektedir. Yine belgede açık olarak belirtildiği gibi Şeyh Mansur rüyasında Allah’ın kendisine Ruslarla gazavat yapmasını emrettiğini ileri sürerek Ruslarla savaşmak için Osmanlı’dan yardım isteğine dair mektup yazıyor.

1824 tarihli bir kaynağın verdiği bilgiye göre, Batı Kafkasya’da Osmanlı’nın kurduğu cami sayısı 85-90 olmaktadır. Aynı miktardaki camileri de Çeçenisten ve Dağıstan’da kurmuştur.

Diğer taraftan  Padişah Abdülmecid’den itibaren Osmanlı sarayının hakimi ve ağırlığını teşkil eden cariye sistemi Kafkas cariyeleri ile karşılanmıştır. Bu bilgiler belgelerde açık ve net olarak yazılmaktadır. Bütün bunların yanında Osmanlı Devleti savaşlarda Kafkas halkının muhtaç olduğu askeri malzemeyi ve silahı karşılamaktan çekinmiş hatta çoğu zaman Rus tarafını dahi tutmuştur. Paris Anlaşmasında bu açık olarak görülmektedir. Bu politik tarz Kafkas insanının Rusya’ya karşı savaşı kazanabilme şansını hiçbir zaman oluşturmamıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti sıkıştığı ve ihtiyaç duyduğu zaman Kafkas halkının varlığını ve politikasını bir kenara bırakarak Rusya’yı destekleme ve Rusya’dan yardım isteme politikasını sık sık gütmüştür.

Soru 5- Sürgün konusunda Rusya’nın tavrı ne olmuştur?

Çarlık idaresinin Kafkasya coğrafyasını dikensiz bir gül bahçesi olarak düşündüğü Kafkas halkının da kayıtsız ve şartsız olarak kendisine tabi olmasını istediği tarihsel bir gerçektir.

Kafkasya halkı ise hiçbir zaman Rusya’nın bu gerçeğini kabul etmemiş kendi özgürlüğünü, kişiliğini ve varlığını ön planda tutmuştur. Bu öyle bir noktaya gelmiştir ki 1838’de kurulan yeminli meclisin Shapsugh bölgesinde yaptığı toplantıda kabul ettiği ilk prensip Rusya’nın ezeli ve ebedi düşman olarak kabul edilmesi ve hiçbir biçimde Rusya ile anlaşmaya gidilmemesi şeklinde belirlenmiş ve bu yüzden de Ruslarla hiçbir anlaşma yapılmamıştır.

Diğer taraftan Rusya’nın Kafkas halkını özellikle Kaynarca Antlaşması’ndan sonra isyan eden bir halk olarak kabul etmesi ve bu halkın sindirilmesi ve göç ettirilmesi konusunda orantısız güç kullanması tarihsel bir gerçektir. Ayrıca kullanılan orantısız güç sadece askeri güçten ibaret değildir, ekonomik, politik, psikolojik, dini ve kültürel baskılar gibi her türlü baskı argümanını sınırsız bir şekilde Kafkas halkı için Kafkasya’da uygulamıştır.

Soru 6- Sürgünün mahiyet ve şekli nedir?

Toplumumuzda bu gün Kafkas halkının göçü ile ilgili olarak çok sert ve uzlaşılmaz farklılıklarla yüklü görüşler dile getirilmektedir. Ancak  ben bu marjinal ve negatif görüşlerin taraftarı değilim. Göçler veya sürgün zannedildiği gibi Gubaadü Savaşı’nın kaybedilmesini müteakip bir ay içerisinde gerçekleştirilmiş bir sürgün olayı olarak dile getirilmektedir. Oysa ki, Kafkas göçlerinin analizine baktığımız zaman belgeler çok farklı şeyleri söylemektedir. Kırım göçleri Kafkas göçlerinin bir tetikçisi ve başlangıcı olmuştur. Diğer taraftan daha Edirne Antlaşması 1828 tarihinden itibaren Kafkas halklarından bazılarının pasaportları ile birlikte ve kendi istekleri ile Osmanlıya sığınma amaçlı olarak göç ettikleri sabittir.

Diğer taraftan 1856 ile Haziran 1862 arasında Kafkasya’dan göç edenlerin sayısı 500.000 geçmektedir bu kaynaklarda net ve açık olarak yazılıdır. Bunun yanında 1889-90 yıllarında kaynaklara göre göç edenlerin sayısı 717 bin 338’i bulmaktadır. Bu hem Kafkasya hem Balkanlardan göç edenlerle ilgilidir ve bunların çok azı pasaportsuzdur. Hatta Labinski’den göç eden 24.000 hanenin her bir hane 5 kişi olarak kabul ediliyor müracaatlarından sonra yerleşme imkanlarının kıtlığı nedeniyle uzun süre Rusya’da bekletildikleri topraklarını ve mal varlıklarını sattıkları için göçmek zorunda kaldıkları bu nedenle iki devlet arasında yapılan anlaşmalarla çeşitli illere iskan edildikleri kaynaklarda açıkça belirtilmektedir. Diğer taraftan, Kabardey yazarlarından Prof. Hasan Duman’ın vatan için adıyla yazdığı kitapçıkta yüzlerce Kaberdey ailesinin pasaportlarıyla birlikte mallarını ve kölelerini yanlarına alarak gönüllü olarak göç ettikleri açıkça yazılıdır. Ben bile kendi ailemin 23 Mart 1867’de ailesiyle birlikte Mekke’ye gitmek için kaymakamlığa verdiği dilekçeyi buldum.

Özetle şunu söylemek istiyorum. Kaynaklar tarafsızca incelendiği zaman ki, yeterince kaynak vardır. Kafkas göçlerinin çok büyük bir bölümünün dini nedenlerle isteğe bağlı olarak yapılmış olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Her türlü politikamızın tespitinde bu durumun çok ciddi olarak bulundurmamız gerektiğine yürekten inanıyorum.

Soru 7- Sürgün zorunlu muydu?  Hiçbir alternatif yok muydu

Kafkas-Rus savaşlarının en belirgin üç özelliği şunlardır:

1) Sonu gelmeyen bir Rus düşmanlığı ve nefreti.
2) Suni gerekçelere dayansa da sınırsız bir Osmanlı sevgisi ve biat kültürü.
3) Dinin hiçbir biçimde anlaşılmamış olması vatan kaybetmekle din arasındaki ilişkinin yanlış değerlendirilmesi.

Oysa ki, daha 1648 yılında imzalanmış olan Vestalya Antlaşması’ndan itibaren devlet olmanın pozitif yapıları objektif olarak ortaya atılmaktaydı. Fakat Kafkas halkı her nedense bu siyasal gelişmeyi değerlendiremedi. Ayrıca oluşmuş olan feodal yapı hiçbir biçimde aşılamadığı gibi vatan bütünlüğü karşısında bile pozitif bir birlik sağlanamadı. Eğer Kafkas halkı savaşın devam ettiği yıllarda dünyadaki gelişmeleri devletleşme sürecindeki olumlu oluşumları anlayabilseydi vatanın kaybedilmesi durumunda bir daha kazanılamayacağını din kültürü ve inancın her zaman taşınabileceğini anlamış olsalardı göç ve sürgünden başka alternatif de rahatlıkla bulabilirlerdi düşüncesindeyim. Nitekim  Çarlık idaresince Kafkas halkına yönelik bildiriler böyle bir imkanın olabileceğini göstermektedir. 1861’de Çeçen halkına yapılan duyuru bunun bir örneğini teşkil etmektedir.

Soru 8- Bu gün Kafkasya’da mevcut olan Cumhuriyetleri kim kurdu?

Bu soru tarihsel olarak çok ciddi değerlendirmeleri taşıdığı gibi bu günün politikasının tespitinde de birinci unsur olarak karşımızda durmaktadır. ‘’Bu cumhuriyetler kim veya kimler tarafından nasıl ve niçin kuruldu? Bu Cumhuriyetleri kuranlar önce göç edip geri dönenler mi, yoksa orada göç etmeyip kalanlar mı ? Diğer taraftan bu Cumhuriyetlerde bu gün dini yaşam, kültürel yaşam, kimlik ve aidiyet bakımından varlıklarını eksikliklere rağmen koruyabilmekteler mi?  Eksiklik varsa kaynağı nedir?’’ gibi bir çok soruyu da beraberinde getirmektedir.

Burada, Paul B, Henze’nin “Kafkaslarda Ateş ve Kılıç” adlı çalışmasındaki ”Çerkesler gerek Kafkas-Rus savaşlarında gerek göçler esnasında Batı’dan ve Osmanlı’dan beklediklerini bulamamışlar, Batı’ya ve Osmanlı Devleti’ne yönelik tercihlerinde hata yapmışlardır.”  sözlerini de vurgulamak istiyorum.

Ayrıca üzerinde durulması çok önemli olan bir konuya değinmek istiyorum. Bu savaşlar sonucunda Kafkasya’dan göç edenlerle kalanlar arasında ne gibi farklılar mevcuttu? Ekonomik, sınıfsal, sosyal yaşam biçimi ve Osmanlı ile köle ticareti ilişkisi bakımından ve Rusların getirdiği toprak reformu ve köleliğin ortadan kaldırılması bakımından ne gibi farklılıklar vardı gibi unsurlar değerlendirilerek kalanların ve göçenlerin sosyolojik dinsel ve sınıfsal analizlerinin yapılmasının zaruretine de inanıyorum.

Bu gün Soçi dahil politikaların tespitinde orada kalanlarla diasporada yaşayanlar arasındaki bakış ve anlayış farklılıkları da dikkate alınmalıdır.

Soru 9- Soçi Olimpiyatları’nda Çerkeslerin tutumu ne olmalıydı?

Çerkes toplumunun tarihsel olarak en büyük zaaflarından birisi kanımca marjinal örgütlenmelerdir. Bu Kafkas savaşlarında olduğu gibi birlik oluşturmasında da kendin göstermiştir. Ben iki yıl önce Dünya Çerkes Birliği Yönetim Kurulu’nun İstanbul’da yaptığı toplantıda bana verilen görev gereği Soçi Olimpiyatları, Soykırım ve DÇB’nin çalışma yöntemleri konulu 50 küsur sayfalık rapor hazırlayarak  Rusça’ya da çevirttirmek suretiyle ilgililere verdim. Soçi  Olimpiatları konusunda teklif ettiğim ve ele aldığım görüşler şunlardı.

  • 1) Olimpiyat tüzüğü gereğince olimpiyatın yapılacağı şehrin seçimine dair yapılan çalışmalar sırasında karar verilmeden önce diaspora ve anavatan Çerkeslerinden seçkin bir bilirkişi oluşturarak ilk önce olimpiyadın yapılacağı yer bu yerde cereyan eden savaş ve savaşın sonucunda meydana gelen “acı son” hakkında bir ayrıntılı rapor hazırlamak suretiyle Rus yöneticileri ile görüşme yapılmasını istemiştim. Bu görüşme esnasında Çerkeslerin acılarını dindirecek veya azaltacak tedbirlerin neler olabileceği ve bunun alınmasının Rus yönetiminden istenmesi.
  • 2) Rus yönetiminden alınacak cevaba göre bu itirazların genişletilmek suretiyle Olimpiyat Komitesi’ne gerekli itirazların yapılması. Zira olimpiyat tüzüğü buna imkan vermektedir.
  • 3) Birleşmiş Milletler’e en az 40-50 bin imzalı dilekçe verilmesi, bu dilekçe sadece BM’ye değil BM İnsan Hakları Komisyonu’na, Halkların Özgürlüğü Komisyonu’na verilmesi, diğer yönden yapılacak toplantılarda anavatanla birlikte hareket edilmesi
  • 4) Yapılacak miting veya toplantılara bütün diaspora ve anavatan Çerkeslerinden 50-100 bin kişinin katılımının sağlanması gibi önerileri söylemiştim.  Anladığım kadarıyla bunların hiç birisi yerine getirilmedi.

Olimpiyat, karar verildikten 6-7 sene sonra yapılmaktadır, biz bu süreci değerlendiremedik. Ayrıca değerlendirme konusunda da bir fikir ve eylem birliğine varamadık. Her olayda olduğu gibi burada da gerekçesi belli olmayan belgeye dayanmayan gerçekleri yansıtmayan marjinal çıkışlar kendini gösterdi. Bu da bizi ciddi bir anlayışa götürmeyecektir.

Karşımızdaki güç bu gün olimpiyat sahasına milyarlarca Dolar harcama yapmış, dünyanın en büyük bir iki devletinden birisidir. Biz bunu hiç dikkate alamadık. Toplantıda her şey söylenebilir, bağırıp çağrılabilir ama sonuç almak başka şeydir. Bunları yapamadığımız gibi gerçeklerden de uzak davrandık. Soçi tarihsel olarak kurulmuş bir devletin, Çerkesya veya başka adla bir devletin başkenti olmamıştır. Ayıca bu gün olimpiyatın yapılacağı sahanın Abhazya ile tarihsel ilişkisi ve statüsü de gerektiği gibi analizi yapılarak ortaya konmamıştır.

Soru 10- Sonuç olarak geleceğe nasıl bakmalıyız?

Eğer biz anavatandan kopmayacak ve bir anavatan düşüncesi ile hareket edeceksek politikayı birlikte hareketle oluşturmalıyız. Ayrıca hiçbir halkın ve devletin tarihinde sonsuza kadar nefret ve sonsuza kadar düşmanlık hem mümkün hem doğru değildir. Rusya ile olan ilişkileri bu birliktelik ve menfaat içinde tespit etmeliyiz.

Kısaca Kafkasya’ya coğrafya olarak mı bakmalıyız yoksa vatan haline mi getirmeliyiz ? Politikamızı da buna göre tespit etmeliyiz. Bu sorulara daha fazla yanıt arayanlara aşağıdaki bazı kitapları mutlaka okumalarını öneriyorum.

1- Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri 2 cilt

2- Kırım ve Kafkas Göçleri,  Abdullah Sayda

3- Kırım ve Kafkasya Göçleri. Yrd. Dç . Dr. Süleyman Erkan

4- Çerkeslerin İslamlaşması, Mustafa Özsaray

5- Kafkas Dış siyasetinde Kuzey Kafkasya Siyasi Muhacereti. Arsen Avagyan

6- Osmanlı Çağında Kafkasya, Sadık Müfit Bilge

7- Osmanlıda Köle Ticareti, Toledo.

8-”Osmanlı Rus Rekabetinin Menşei, Halil İnalçık. Belleten Mecmuası

9- İsmail Berkok , Tarihte Kafkasya.

10- Osmanlı Belgelerinde Kafkasya, Savaş ve Sürgün.  Mustafa Özsaray.

 

Kaynak: http://www.abhazhaber.com/yazi/96/surgun-ve-soci-olimpiyatlari-hakkinda-bir-degerlendirme#.UvGf47mA3s2