”SOHBET OLSUN DİYE…”

BABUG Ergun Yıldız
16. 07. 2010

90’lı yılların sonuydu galiba. İsmini söylemeyeceğim, fakat hala Çerkes camiasında ve dernek çevrelerinde sıkça boy gösteren bir zat-ı muhteremle sohbet ediyoruz.

Tabii mesele her zaman olduğu gibi dönüp dolaşıyor ve Çerkeslik meselesine geliyor.

Anavatan hakkında, anavatana dönmek gerektiği konusunda uzun uzun konuşuyor, Çerkes dünyasının sorunları hakkında epeyi dertleniyoruz karşılıklı olarak.

Zaman sonra, benim çok ciddiye alarak konuştuğum kişi yine çok ciddiye alarak tartıştığımız mesele hakkında o müthiş cümleyi kuruyor: “Yaw bakma sen, bir yere döneceğimiz de gideceğimiz de yok aslında ama işte böyle oturduğumuz zamanlarda ‘sohbet olsun diye’ konuşuyoruz.”

Ne yalan söyleyeyim, kalkıp o an suratının ortasına bir yumruk oturtasım geldi ama birincisi adam evimde misafir, ikincisi benden yaş olarak oldukça büyük.

Konuyu değiştirerek sabrettim ve nihayet çıktı gitti, bir daha da karşılıklı konuşmamızı gerektirecek bir ortamın oluşmaması için azami gayret sarf ettim.

Hayatımda o kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum.

Bu olayın üzerinden yıllar geçti.

O toy zamanımda ilk kez karşılaştığım samimiyetsizlik beni ne kadar öfkelendirmiş olsa da zaman içerisinde insanlarımızın çok büyük kısmında aynı samimiyetsizliğin artık gizlenemez bir biçimde sırıttığını fark ettim.

“Sohbet olsun” diye vatan hakkında konuşuyoruz.

“Sohbet olsun” diye bir milletin hayati meseleleri hakkında konuşuyoruz.

“Sohbet olsun” diye inanmadıklarımızı söylüyor, yapamayacaklarımızı dillendiriyoruz.

İşte bu nedenle sohbetlerimizin sonucu somut bir işe dayandığında her daim başarısız oluyor, güç olarak zayıf, eylem olarak yetersiz kalıyoruz.

Çünkü mücadeleler önce samimiyet, sonra akıl, daha sonra bilinç ve irade gerektirir.

Bu gün hala bir arpa boyu yol alamamışsak bunun en önemli nedeni, ulusal sorunumuzu “sohbet olsun” mantığı ile ele alıyor oluşumuzdandır.

Bu gün içerisinde bulunduğumuz utanç verici başarısızlığın temelinde yatan neden bu samimiyetsizliktir.

Bu gün içerisinde bulunduğumuz ataletin, sefaletin, rezaletin başlıca nedeni de bu samimiyetsizliktir.

Vatan hakkında ahkam kesenler, onun kutsiyetinden ulviyetinden dem vuranlar vatanlarına dönmemek için bin bir türlü riyakarlık yapıyor, omuzlarındaki sorumluluğu atmak için olmadık bahanelere sığınıyorlar.

Halkımızın varlığı ve geleceği üzerine ahkam kesenler; bırakın çocuklarını kendileri bile mensubu oldukları milletin dilini konuşmaktan acizler, mensubu oldukları milletin kültürü ile uzak yakın bir alakaları kalmamış, tarihini bilmiyorlar, yaşantısını bilmiyorlar, coğrafyasını bilmiyorlar, açıkçası bilmek de istemiyorlar.

Ama konuşuyorlar…

Sorarım size; bu durumda bilinç nereden doğacak?

Bilinç olmadan irade nasıl oluşacak?

İrade olmadan mücadele nasıl olacak?

Çerkes sorunu bir ulusal sorundur, dolayısıyla ulusun kahir ekseriyetince sahiplenilmesi, tek tek bireyler olarak sorumluluk duyulması, mücadele bilinci ve azmi oluşuncaya kadar olgunlaştırılması gereken bir uzun soluklu mücadeledir.

Öyle “sohbet olsun” diye vatan kurtaran, millet olan, devlet kuran, haritaları değiştirip sınırları belirleyen adamların muhabbet konusu değildir Çerkes sorunu.

Kendine hayran bir kısım adamın, merkeze kendisini koyarak hobi mahiyetinde yürüteceği, oyalanıp egolarını tatmin edeceği bir meşgale de değildir Çerkes sorunu.

Çerkes sorunu, sol yanı yaralı “yarı Türkleşmiş” adamların çözüm bulacağı, üzerine entel muhabbetler yapacağı bir mesele de değildir.

Çerkes sorunu “Çerkes evlatlarının” sorunudur.

Bu milletin geçmişinden gurur, geleceğinden sorumluluk, yiten her sözcüğünden, her karış toprağından, asimile olan her bireyinden acı duyabilen ve tüm gücünü inancından-iradesinden alan, saf sıradan kendi halinde Çerkes evlatlarının sorunudur.

“Kötü de olsa vatanımdır” diyebilenlerin.

“Kötü ise ben de sorumluyum” diyebilenlerin.

“Direnelim, mücadele edelim ve hedefe ulaşalım” diyebilenlerin sorunudur Çerkes sorunu.

“Sohbet olsun” diye konuşan ve vatanı bilmem neredeki çiftliği ile kıyaslayanların değil.