SİZ SUÇLU OLAMAZSINIZ Kİ!

YEMUZ Nevzat Tarakçı
27.04.2007

İşin kolayına kaçtık. Suçu başka yerde arar olduk. Sonunda suçluyu da bulduk.

Başının eğdi suçlu ve başladı anlatmaya:

Aradığınız suçlu benim!

Ben işledim bütün suçları. Birer masumsunuz sizler!

Hiçbir günahınız yok!

Dedim ya, günahkâr da benim, suçlu da!

Suçlu karşınızda. 

Kimse vicdan azabı çekmesin.

Sütten çıkmış ak kaşıksınız sizler.

Rahat olsun içiniz.

Siz, gecenizi gündüzünüze kattınız.

Elinizden gelen her şeyi yaptınız,

Yapmaktasınız da! 

Kalbiniz, toplum ve kültür sevgisiyle atmakta!

Tek düşünceniz bu güzel kültürü yaşatabilmek, güzel bir gençlik yetiştirebilmek.

Siz bu ideal için yemiyor, içmiyor, maddiyatınızı ve  mesainizi buna harcıyorsunuz.

Derneklerde proje üstüne proje üretiyorsunuz.

Rüyalarınıza giriyor her daim gençliğimiz ve geleceğimiz. 

Her yönüyle mükemmel bir Kafkas toplumu oluşturmak, bu toplumun mutluluk ve huzurunu sağlamak yegâne hedefiniz!

Birlik, beraberlik için sarsılmaz bir inançla, gece gündüz çalışıyorsunuz.

Başarılarınıza başarılar katıyorsunuz! 

Düşüncelerinizi yaşıyor, davranışlarınızla haykırıyorsunuz.

Dernek aidatlarını eksiksiz ödüyor, az konuşuyor, çok iş yapıyorsunuz.

Kimsenin arkasından konuşmuyor, dernek yöneticilerine her konuda destek veriyorsunuz.

Birikimiyle örnek olmuş büyüklerden, hakkıyla istifade ediyorsunuz.

Onların, yazılarını okuyor, öğütlerini dinliyor, onları anlamaya çalışıyor bu güzel insanlara her zaman destek oluyorsunuz.

Thamadeleri gereği gibi dinliyor onları sayıyorsunuz.

Gençliği anlıyor, gelecek hakkında ümidinizi koruyor, hoşgörünüze güveniyorsunuz.

Yapıcısınız, “kalp kırmak mı?” yok kitabınızda.

“Yıkıcı eleştiriler” olmaz hayatınızda. 

Ama sizi görmek düşüncelerinizi anlamak istemeyenler var!

Bunlar, misyonerler, ajanlar, Rus yanlıları, dinciler, karamsarlar, kötümserler, dinozorlar…

İşte ben onlardan biriyim ve hatta tek başıma sorumluyum; yani suçluyum?

Suçluyum ben! 

Siz, “ kültürüm, dilim, gençliğim!” diyip çırpınırken ben tatil programıyla meşguldüm.  

Siz, samimiyetle konuştunuz, inandıklarınızı yazdınız, güzellikleri paylaştınız.

“Kendini kurtaramayanlar Çerkesliği kurtarmaya kalkmasın!” dediniz.

Dernek aidatlarını fazlasıyla öderken, dergilerimize, gazetelerimize abone olmak için heyecan yaşarken, evlerinize çocuklarınızı bu kültürle yetiştirebilmek için kütüphane kurarken ben dernekte dumanların içinde okey oynuyor, tavla atıyordum. 

Siz, ev ev, salon salon davanızı anlatma gayreti yaşarken, ben, klavye başında vatan kurtarıyor, yiğitlik yapıyor, sizlere sataşıp duruyordum.

Sizler, en samimi ve en kapsamlı şekilde dönüşü değerlendirirken , “Ata vatanın özel durumunu bilmeyenler, bu konuda sağlıklı bilgiye sahip olmayanlar konuşmasın, yazmasın!” derken ben hep esiyor gürlüyor, geçici heveslerle kırıp döküyordum.

Sizler, 21 Mayısın hüznünü hücrelerinizde yaşarken,  bu tarihler benim için  hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Siz, “Rus düşmanlığı veya Osmanlı düşmanlığı bize değer katmaz, rehberimiz, sevgi, dostluk ve barış olmalı!” derken, ben savaş naraları atıyordum.

“Uzlaşmacı olmak, geleceği koklayabilmektir, marifettir!” söyleminizi  kavrayamadım. 

“Yüreklere basmayalım!” dediniz.

“Sorumluluk yüklenelim zira sorumluluk erdemdir, fazilettir, cesarettir!” dediniz.

Onurlu olalım, başımız dik duralım, mikro milliyetçilik, bizi sülaleciliğe, aileciliğe, ferdiyetçiliğe götürür, dediniz.

Ferdiyetçiliğinse ayrışım yolunun taşlarını döşemek olduğunu vurguladınız.

Hep, derneklerimizdeki potansiyel güçten layıkıyla yararlanma formülleri yaptınız.  

“ Aman gençlik, aman gençlik!” dediniz. Gençliğin olmadığı yerde geleceği konuşmanın anlamsızlığını vurguladınız.

Gençlerimiz daha çok okusun, büyüklerimiz daha anlayışlı olsun istediniz.

Siz, “ Bakın etrafımıza, bakın samimi insanların yaptığı çalışmalara, bakın binlerce öğrenciye hizmet eden yurtlara, okullara, hizmet evlerine!”

“Bizler hangi başarının gururunu yaşıyoruz.”

“Kaç büyük hizmet binamız var.”

“Biz niye onlar gibi imkânlarımızı birleştiremiyoruz?”

“Neden projeler sözde kalıyor? “dediniz. 

Uykularınız kaçtı, sıkıntılarda boğuldunuz gençliğimize imkân tanıyamamadan.

Bense hep gençleri suçladım.

Gençler vefasız dedim. Anlayışsız dedim, duyarsız dedim.  

Siz, durmadan güzel şeyleri hecelediniz, beyin fırtınası oluşturdunuz ama ben sizi anlayamadım, size katılamadım, karşınızda oldum hep!   

Siz, Çerkes toplumlu olarak ellerimizi tutuşturup yüreklerimizi birleştiremezsek bu yolda yaya kalacağımız söylemini her fırsatta haykırdınız.

Dilimizin göz göre göre, dilim dilim doğranmasına, parçalanıp yok olmasına seyirci kalmayacağımızı anlattınız.

Üyelerimiz, yöneticilerimiz, daha fazla sabırlı, hoşgörülü ve uzlaşmacı olmalılar derken, ben kavgacı kişiliğimi biledim, cahillik, kıskançlık ve hasetle şeytanın avukatlığını yaptım. 

Gerçekleri çarpıttım, inanmadıklarımı söyledim, hakikati eğdim,  büktüm, olmayanı, olur göstermedim.

Suçum saymakla bitmez ki…

Daha ne çok suç işledim! 

O ne?

Arkanızı döndünüz…

Yoksa itiraflarımı inandırıcı mı bulmadınız?

O halde, gerçek sorumluları biliyorsunuz!

Peki, niçin hep susuyorsunuz? 

“Sorumluluk yüklenmek erdemdir, fazilettir, cesarettir!” demiştiniz!

“Samimiyet en büyük gücümüz olmalı.” diyordunuz.

Hani?