SIRTIMDAKİ EL

ATSHAN Ruslan
Çeviri: Ergün Yıldız
Şiirler ve Hikayeler Kitabından

Kapıdan içeri girer girmez küçük oğlu karşılamıştı onu. Koşarak yanına gelen çocuk, babasının bacaklarına sarılıp oynaşarak neden üzgün olduğunu soruyordu. Ancak içeriden fırlayıp gelen annesi, çocuğu yeniden diğer odaya gönderiyor öfke ile.

Küçük çocuk babasına gitmek için tüm sesini koyvermiş yırtınırcasına ağlıyor, annesi ise hışımla üzerine yürüyüp onu odanın bir köşesine oturtuyor söylenerek  “yerinden kalkmayacaksın” diye bağırarak uyarıyor bir kez daha.

Adam kendi odasından içeri giriyor ve yorgunluktan bitkin bir şekilde çöküveriyor olduğu yere. Diğer odada bağırıp çağıran kadının sesini duymamak, şikayetlerini söylenmelerini işitmemek için son zamanlarda sürekli yaptığı gibi kulaklarını pamukla tıkıyor. Bir yandan da eşi ile aralarındaki bu anlaşmazlıkların nedenini düşünüyor, son zamanlarda niçin herşeyin böylesine kötüye gittiğini bir türlü anlayamadığı, bu mutsuzluğa neyin neden olduğunu bir türlü bulamadığı için canı sıkılıyor öfkeleniyor kendi kendine.

-Ne kadar bahtsızmışım, ne kadar kara yazılı bir insanmışım, meğer tanrı seni bana eş olarak gönderdiğinde ocağım sönmüşte farkında değilmişim.

Kadın durmaksızın söyleniyor öfke ile

-Seninle evlendiğimden beri aynı elbise ile dolaşıyorum, o elbise de geldiğimde zaten üstümde olan kıyafet, hiç mi sıkılmıyorsun, diğer insanların nasıl giyindiklerini görüp hiçmi utanmıyorsun?

Adam bir an dalıp gidiyor çok uzaklara. Çocukluğunda kolunu kırdığı günü anımsıyor, o gün arkadaşlarıyla ormanda yüksekçe bir yamaçtaki üzüm ağacının asmalarına tutunup salıncak niyetine sallanıyorlardı boşluğa doğru.

O gün sallanırken tutunduğu asmanın koptuğunu ve düşüp kolunu kırdığını anımsıyor. Ancak tutunduğu dal tam yamaçtan boşluğa sallanıp geriye dönerken koptuğu için şans eseri ağacın dibine düştüğünü, eğer ileriye doğru sallanırken düşmüş olsa o keskin yamaçta parçasının bile kalmayacağını düşünüyor ve sanki o anı yaşıyor yeniden.

Bunca yıl sonra bir an ürperiyor oturduğu yerde “yinede allah korumuş” diye geçiriyor içinden.

Ağacın dibinde bir süre baygın yattıktan sonra gözlerini açtığında arkasından birisinin kendisini sertçe ittiğini anımsıyordu yalnız . Ayıldığında başucuna toplanan çocukların hepsini uzaklaştırıp yanıbaşında diz çökerek başucuna oturan o zayıf narin, küçücük kızın yüzündeki acıyı ve üzüntüyü hiç bir zaman unutamıyor, bu olayı her anımsadığında sanki o anı yeniden yaşıyordu.

Küçük kız dalın kopmasından kendisini sorumlu tutar gibi vicdan azabı içerisinde büyük bir kederle gözlerinin içine bakıyordu. Kendiside her gün birlikte oynadıkları ve sürekli yanıbaşında gözünün önünde olan bu kızı sanki ilk kez görüyormuş gibi bakıyordu gözlerinin içine ve sanki kırık kolunun acısını unutmuş şimdi tatlı bir heyecan duyuyor, o an onun ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Küçük kızın üzülüp telaşlanması sanki ruhunu okşuyor onu mutlu ediyordu.

O andan başlayarak kendisi için o küçük kızdan daha değerli ve önemli hiç bir şey yoktu yeryüzünde.

Artık zaman içinde kolu iyileşmiş, bu kez çok daha acı veren bir ağrı belirivermişti yüreğinde. Sürekli o kızı düşünüyor,onu hayal ediyordu. Yağmur yağsa onu ıslatacağından, güneş yükselse onu yakacağından endişe eder duruma gelmişti. Eline bir şeker geçse onu acele ile o küçük kıza götürüyor yaşadığı her anında onu düşünüp ona ilişkin düşler kuruyordu.

Onun bu durumu diğer arkadaşlarına komik geliyor, zaman zaman onunla şaka yollu eğleniyorlardı ancak genç delikanlının hiç bir şey umurunda değildi.

Uzunca bir süre geçmişi düşünerek dalıp giden adamın yüzündeki belli belirsiz gülümseme ansızın yok oluvermişti yüzünden.

Kendi kendine mırıldandı umutsuzluk içerisinde “peki şimdi ne oldu, ne oldu da bu kadar büyük bir aşk ile çocukluğundan bu yana bağlı olduğu kadın böylesine değişiverdi?”

Bir an iç geçirerek “o eski günlere dönebilmek için yeniden kolumun kırılmasına razıydım” diye düşündü.

Çocukluklarından, gençliklerinden bu yana sanki birbirleri için tek bir vücut, tek bir ruh olarak yaşayagelen ve çok güzel günleri paylaşan bu iki insanın yeniden o günlere dönebilmesi için adam pek çok şeyini feda etmeye hazırdı.

Ancak kadın hiç bir şekilde uzlaşmaya yanaşmıyor, olur olmaz herşeyden bir neden yaratarak sürekli kavga çıkartıp sorun yaratıyordu. Ne istediğini,neye katlanamadığını oturup doğru dürüst söylese bir çözüm bulunabilirdi belki ama kadın sürekli çevresindekiler ile yarış içerisinde ve sürekli bir kıskançlık krizine tutulmuş gibi sudan nedenlerle sorun yaratıp hem kendini hem adamı bunaltıyordu.

-En azından çocuğu niçin düşünmüyor? diye söylendi adam.

Diğer odada kadın hala söyleniyor aralıksız şikayet ederek bağırıp çağırıyordu. Adam kulağına tıkadığı pamuğa karşın yinede eşinin bu zehir gibi acı sözlerini işitiyor her sözcük bir hançer gibi yüreğine saplanıyordu sanki. Herşeye karşın sakin olmaya çalışıyor onun karşısına geçip yanıt vererek daha fazla büyütmemek için sabrediyordu. Kaç kez kendi kendine söz vermişti aldırmayacağım, olabildiğinde duymazdan, görmezden geleceğim diye ama olmuyordu işte. Kadın hala söyleniyordu.

-Elalemin seviyesinde bir tek gün yaşamadım, burnunu silmekten aciz adamlar altlarında yabancı arabalar, eşlerinin üstünde son moda giysilerle günlerini gün ederken benim eşim elalemin pisliğini taşıyor onlara uşaklık ediyor. Herkese akıl dağıtılırken sen neredeydin, elalem okurken eğitim alıp meslek sahibi olurken sen neredeydin. Elbette! Heryerde var böylesi zavallı adamcıklar biriside sensin işte…

Adam eşinin bu sözleri nasıl söyleyebildiğini düşündü bir an. Çocuklukları birlikte geçmişti, diğerleri okurken meslek sahibi olurken onun nerede olduğunu ne yaptığını en iyi eşi biliyordu oysa. Genç yaşta babasının öldüğünü ve zorunlu olarak onun yerine geçtiğini, sürekli hasta olan yaşlı annesinin hiç bir şey yapabilecek gücü olmadığını, dolayısıyla tüm yükün daha gencecik yaşta onun üzerine yıkıldığını böyle oluncada bütün bu sorunların arasında eğitimini tamamlayamadığını oysa o dönemde kendi yaşıtları arasında en zeki çocuk olduğunu. Bütün bunları en iyi eşi biliyor ancak buna karşın hala bu acı sözleri söylemekten geri durmuyordu.

Adam bütün bunları düşündü yeniden olaylar perde perde gözünün önüne geliyordu bir tiyatro sahnesi gibi. Daha sonrasında evlenmişler ancak eşinin ısrarı ile köyü terkedip kente taşınmışlardı. Evleri yoktu ve ortaklaşa yaşanan bir binada tek bir odaya yerleşmişlerdi. Ancak çocukları olunca buradan da çıkmak zorunda kaldılar. Çünkü bu zamanda hiç kimse ortaklaşa yaşanan bir ortamda bir başkasının çocuğunun ağlamasına geceyarıları herkesi ayağa kaldırmasına katlanmak istemiyordu.

Adam salt, bir an önce çalışacağı kurumun lojmanlarından birine yerleşebilmek için bir yerde hamal olarak çalışmayı kabul etmişti. Oysa pek öyle ağır yüklerin altına girebilecek iriyapılı güçlü biri de değildi.

Artık bir eve yerleşmişlerdi işten ayrılsa bile yeni bir ev buluncaya kadar burada kalabilirlerdi, ancak adam evi alır almaz işten ayrılmayı kendine yakıştıramamış bunun dürüstçe bir şey olmayacağını düşünerek burada bir süre çalışmaya karar vermişti.

İşte eşindeki ani değişiklik bu dönemde başlamıştı.

Kente gelmeleri ve bu tür vücutla çalışmayı gerektiren bir işe girmesi ile birlikte eşi inanılmaz bir kıskançlık krizine tutulmuş, gözünü mal mülk para ve gördüğü herşeye sahip olma hırsı bürümüştü. Aslında kadın, eşinin çok becerikli, toplumda öne çıkan kendisini bir şekilde gösterip tanıtan aktif birisi olmamasına eskiden beri tahammül edemiyordu. Adam bu durumu evlendikten çok sonraları farketmişti ancak artık bu son dönemde eşi bunu açık açık başına kakar, her fırsatta yüzüne vurarak aşağılar olmuştu.

Mobilyalar, elektrik süpürgesi, çamaşır makinesi, çeşit çeşit giysiler. Kadın sürekli bir şeyler alıyor gördüğü herşeyi istiyordu inanılmaz bir hırsla ve sahip olduğunda aldığı o eşyanın bir değeri kalmıyor sürekli yeni şeyler peşinde gün boyu çarşı pazar dolaşıyor, bazan aldıklarını geri satıp yeni şeyler alıyordu.

Elbette bütün bu koşturmacanın içerisinde artık çocuklada gereği gibi ilgilenmiyor ve onun gereksinimlerini karşılayıp anne sevgisi göstermiyor oğlunu da sürekli ihmal ediyordu.

Adam kapının çarpılması ile sıyrılıyor daldığı düşüncelerden, eşinin dışarı çıktığını anlayınca diğer odaya geçiyor. Bir köşede yerde kıvrılıp uyuyakalan oğlunu kucağına alıp uyandırmamak için sakınarak divana yatırıyor. Eğilip çocuğunu yanaklarından öpüyor sevgi ile, çocuk o derin uykusundayken elini atıp babasının boynuna sarılıyor gözlerini açmaksızın.

Adam oracığa divanın dibine çöküveriyor ve kendiside kolunu atıp çocuğa sarılıyor ve bu şekilde oğlunu izlerken uyuyakalıyor yorgunluktan.

Adam eşinin bağırıp çağırmaları ile uyanıyor daldığı derin uykudan.

-Lütfen çocuğu uyandırma, diyerek rica ediyor ancak kadın daha çok hiddetlenip sesini daha çok yükseltiyor. Adam çocuğunu kucaklayıp diğer tarafa geçiyor. Kadın da söylenerek, bağırıp çağırarak arkasından geliyor,

-Para değilsin, mülk değilsin, bilgi değilsin, nesin sen? Kadının acı sözleri birer şamar gibi patlıyor adamın suratına ve o an artık bu işin yürümeyeceğini bu evliliğin bittiğini kesin olarak anlıyor. Bir an çocuğu geliyor aklına, yüreği parçalanıyor sanki, o an eşinin söylediklerini bile duymuyor üzüntüden. Ne yapalım diye düşünüyor kendi kendine “belki ileride büyüdüğünde beni anlar ve yeniden bir araya geliriz. şimdilik yine elimden gelen herşeyi yaparım onun için mümkün olabildiğince ve kadın izin verdiğince arada bir de olsa gelir görürüm çocuğumu.”

Adam bütün bunları düşünerek dışkapıya yöneliyor ve bir daha dönmemek üzere gitmek için kapıyı açıyor.

Kadın “git git yaman erkek, aman çok şey kaybederim sen gidersen” diyerek itiyor sırtından ve arkasından kapıyı öfke ile çarpıyor .

Adam bir an donmuş gibi kımıldamadan kalakalıyor kalıyor kapının önünde. Yüzünde tarif edilemez bir ifade ile düşünüyor durduğu yerde ve acı ile gülümsüyor bir an çocukluğunda salıncaktan düşüp kolunu kırdığında sırtından hızla kendisini iten el ile şu an kapıdan çıkarken kendisini iten elin aynı olduğunu anlıyor, her ikisinin de aynı dokunuş olduğunu duyumsuyor ve kederli bir gülümseme ile mırıldanıyor. “Şimdi anladım. Evet aradan bunca yıl geçti ama ben şimdi farkına vardım gerçeğin” o gün hoşlandığı çocuğu diğerlerinden üstün kılmak, daha uzaklara, daha yükseklere çıkarak diğerlerinin önüne geçmesini sağlamak için çocuksu bir hırsla kendisini sırtından iten el az önce sırtında hissettiği el idi.