ŞARK’TA SANATÇI OLMAK

Kuban Paul Seauhmann
18.05.2009

İki hafta üst üste gelişen olaylar, ister istemez makalelerimizin konusunu aynılaştırıyor.

Geçen hafta borçlarının ağırlığına omuzları dayanamayan bir aktör yaşamına son vermişti. Bu hafta ise onun kadar düşündürücü ikinci olay yaşandı.

Aslında ilk olan bir şey değildi bir sanatçının patronundan tokat yemesi, darp edilmesi. Şark ülkelerinde cibilliyetsiz para-yetki sahibi işvereninden dayak yemesi sanatçının kaderi gibidir. Yaşananlar ne ilktir ne son olacaktır.

Söz konusu olay; şu Irish (Ayriş-İrlanda) dansının kötü bir kopyasını alıp, Anadolu’da oynanan ne kadar halk dansı varsa dejenere ederek uygulayan bir grubun sahibi. Mustafa Erdoğan. Bu şahıs bir dansçısını, koyduğu kurallara uymadığı gerekçesiyle özel eşyalarını karıştırıyor, dansçısı itiraz edince de önce tokat atıyor, sonra hırsını alamayıp darp ediyor. Mustafa Erdoğan’ın savunması tam Şark kafalı patronlara yakışıyor: ”Biz sanatçıyız. Benim sanatçım gittiği ülkelerden kitap getirebilir, içki değil.”

Okuyucularımızdan özür dileyerek ”yuh” diyorum.

Bu ne bağnazlıktır.

Bu ne aymazlıktır.

Bu ne ilkel kafalılıktır.

Darp etme nedenine bakınız: Kitap almamış içki almış.

Vallahi de billahi de bu kafalarla bırakın sanat yapmayı, aynı havayı içinize çekmek bile sağlığınıza zararlıdır.

Sanat gibi ince ruh isteyen bir alanda bu denli mağara adamı tavrı ancak Şark kafası taşıyan Mustafa Erdoğan’a özgü bir şeydir sanırız.

Şiddet-Sanat…

Hadi buyurun bir araya getirin.

Güneşi şu anki bulunduğu pozisyondan ne yapar eder bir iki derece sağa sola belki getirebilirsiniz, olur mu olur. Ancak ince ruhla yapılabilen bir işi şiddetle nasıl eşleyebilirsiniz? İşte eşlenmediği için Mustafa Erdoğan gibileri bir şekilde güvenlik kameralarına yakalanırlar.

Yıllar önce -derneğin ve hocanın adını vermeyeyim- kızımın elinden tuttum halk danslarımızı öğrensin, yaşıtlarıyla kültürümüzü yaşasın diye derneğe götürdüm. Kafkasya’dan bir halk dansları hocası getirmişler. Adam hoca değil, Adolf Hitler’in gaz odalarından sorumlu SS Subayı. Gençlere ve çocuklara ”asker” muamelesi yapıyor. Azarlıyor. Ara sıra çocuklarını getirmiş ailelere sert sert bakıyor. Ödümüz koptu. Tamam dedik, şimdi gelecek bizi ayaklarının altına alacak paspas gibi çiğneyecek.

Kim bu adam?

Halk dansları hocası.

Bre alçak! Sen sanatın en güzide dallarından birini çocuklara, gençlere öğretmek için getirilmiş birisin. Bu tavır ve edalar niye?

Tabi korkumdan bunu suratına diyemedim. Sadece içimden geçirdim.

Sonra ne oldu? Ne olacak kızım bir daha asla derneğe gitmedi. Böyle bir ahmak yüzünden (elbette onu getirip, başarına taç edenlerde de suç var) onlarca çocuk dernekten elini ayağını çekti.

İlkel kafalar disiplinli çalışmayı; kaşları çatmak, sağa sola bağırmak, şiddet uygulamak sanıyor. Hayır, işin ilginci tavırlarına bakan sanır ki Bolşoy’un dans hocası.

Havalimanında onlarca insanın önünde patronundan tokat yiyen genç dansçı şimdi ne yapıyordur acaba?

Nasıl bir ruh halindedir?

Bir ara bizim gençlerimiz arasında konuşulurken tanık olmuştum. Bir arkadaşlarının (Çerkes) Anadolu Ateşi’nde dansçı olduğunu övünerek çevresine tanıtıyorlardı.

Tokat yiyen genç dansçıyı düşündüm.

Anadolu Ateşi ekibinde olmasıyla övülen Çerkes genci düşündüm.

Sonra, biz galiba gerçekten yok olduk diye içimden geçirdim.

SonSöz
Çerkes, önce kendini sorgulayandır. (Kuban)