ÖMER BÜYÜKA’DAN İKİ MEKTUP -1

Dr. YEDİC Batıray Özbek

ÖMER   BÜYÜKA
İSTANBUL 5 Mart 1975

Değerli gencimiz Batıray Özbek Bey’e,

24 Şubat 1975 günlü mektubunuzu aldım. Hakkımdaki nezaketinize teşekkürler ederim. Sorularınıza cevap vereyim:

Abaza unvanının kapsadığı toplumlar biri coğrafik, diğeri etnik olarak iki bakımdan sınıflanıyor. Coğrafik bakımdan Abazia denmiş olan bölge Agaa = Agrı= Agır (Sahilliler, sahil halkı), Mardaa = Mardat Mardıva veya değişik söylenişi­yle Madwa, Madıwa (Yamaçlılar,Yamaçlı,Yamaçlı kişi), Şıxarıwa  Şxlaraa -ki Adigeların Cıkarew dedikleri bunlardır- (Dağlılar demektir)-, Aşuwa = Assuwa (Kuzey Kafkas Abazası, Abazin) adlarıyle 4 halktır, ilk ikisine birden Apsnaa (Abhazia’lılar) da derler. Abazaların etnik bakımdan bölümleri de şöyledir:

Abhaz halkları: Tarih boyunca, geniş sahalar kapladıkları zamanki Abhaz halklarına ve bölgeleri bugünkü Abhazlarınkinden ayrıdır, sandığıma göre siz (bugünkü Abhaz sosyolojisine göre bölümlerini soruyorsunuz. Bugünkü Abhazların) bölümleri kabile veya aşiret karakterinde olmayıp, şivelerinde az çok farklar olan ve hepsi Abhaz olan yönetim bölgeleri halklarıdır.

Bunlar: Dal, Tzabal  (yabancı yazıların Tzybalda, Çibelda, Sambal dedikleri), Apshü (kısaltılarak Pshü de derler), Ahtijipsi (yabancı yazıların Haçıpsi, Agucips, Ahçip dedikleri),  laltzıs = lalkis ialıtasıs (Evliya Çelebi”nin Mekliye diye yanlış yazdığı. Son yıllarda  Wubıhların Abazaca eski adları olan Sadze Saze adı yanlış olarak bu Xaltıslara verenler çoğalmıya başlamıştır), Abazıp = Abzıp = Bızıp, Bzıp (bazı yabancı yazıların yanlış bir yazışla İpsip, Bıslıp dedikleri), Abjıwa (Orta halk, Sohum çevresi halla Bunlara [yanlış bir yazı ile yabancılar Apşöa; Apşuwaz, Apchois, Apphoise derler), Samırzakanaa (Samırzakan halkı) ,Ayıbğaflar» Aşu m Aşuv/a halkları. Bunların adlarını -hepsinin- tam olarak bilemeyeceğimden Kafkasyayı iyi bilen Prof. Aytek Namitok rahmetlinin ORİGİHES DES CİRCASSİENS adlı değerli kitabının yardımıyla bilgilerimi tamamlayarak yazayım. (Aşuwa’lara Apsıwa’nın değişik söylenişi olarak Ap»ğa,Apsğa,Apsğaç da   K derler kendi şivelerince) : Kapsadıkları dallar Baçılbay (Başılbay,Başlıybaa)f Medv/a (yabancıların Mıdawey,İvlacwa diye yazdıkları.Yukarıki Mardıv/a = Madi¥;af lardan gelme oldukları belli), Kazılbek = Kizılbek, Tapanta (Tatarların Altl-kesek,Adigeların BaskheğsBaskeli dedikleri,Yaygın ve büyük bir topluluk), Şegrey, Haybikua, Şeydi, Bağ, Tam, Kuzv (Kuj), Cecen, BerzendigjCaldaşkaa, Sarapi, Psağar-xakuğa, Brakay (BrakaaaıBrakalılar,Çok büyük ve güçlü tarihi bir topluluk), fuba, Haçıpsı (Yukarıda geçen Ahçıpsılardan gelmiş bir kol olaa gerek), Sisipşire, Anagi-Mguifa, Şasi, Dağlı Janalar ,Aratxuwaylar, Talko^ar, Kobixanlar, Prof. Aytek Namitok’un yukarıda adı geçen değerli eserini okumadınızsa ilk fırsatta okumanızı isterim.

2) Abazalarla Adigelerin tek bir ulus mu, birbirinden ayrı uluslar mı olduğu:

Önce şunu belirteyim ki Abasgokerket terimini ilk söyleyen ben değilim. Bu terimi ilkin, Prof. Meillet başkanlığında bir heyetin yazdığı 1924 basım tarihli EES LANGUES Dü MONDE adlı eserde -bundan 45 yıl kadar önceleri- okumuştum. Terimin içindeki Abasge kelimesinin bütün Abazaları temsil etmemesi Kerket’in de Çerkes’ten ayrı bir kaynaktan gelmiş bulunması ve Çerkes kelimesi de yalnız Adigelere münhasır olmayıp en dar anlamıyla Abhaz-Adige-Asetin(İr) ve bazen de daha genişletilerek Çeçen,Dağıstan ve hatta bazen Karaçay ve Balkarları da kapsatılmaları dolayısıyla Abasgokerket’in Abaza-Adige birliğinin ortak adı olarak kullanılması bilimsel bakımdan muallel ve ampirik ise de yerleşmiş ve oturmuş bir terim olduğu için kullanılmakta şimdilik bir mahzur görmedim. Nitekim Ortadoğu,Yakındoğu, Uzakdoğu, Batı dilleri, Doğu halkları terimleri de bilimsel bakımdan yanlış -nispi ve ampirik- olmasına rağmen yerfik ve oturmuş bulunması ve hiçbir itiraza uğrama­ları da böyle değil midir? (Abasgokerket de böyledir.)

Abazalarla Adigelerin birbirinden ayrı uluslar mı, yoksa ikisi de tek bir ulus mu olduğunun münakaşası zamanımızda güçtür sanırım. Bilimsel tartışmalara bu halkların bugünkü kişileri -bazı istisnalar hariç- henüz hazır değillerdir. Lehte ve aleyhteki fikirler tarafları birbirlerine karşı soğutabilir.

Kafkasya, günlük yaşamlarında toplumlarını birbirlerinden ayıran aşılması çok güç ve dolayısıyla ayırıcı engebeliklerle örülüdür. Bu yerel şartlar ırkın (daha doğrusu etnoslarin) özelliklerini bugüne kadar korumalarını sağlayan kutsal bir faktör ise de, tek bir babanın evlatları olan kardeş halkların birbirleriyle kaynaşmalarına büyük engel olarak her birine çağlarca ayrı tarih yaratmıştır. Engelleri aşabilen büyük güçler de bu halklara ayrı ayrı istikametlerden gelerek bu halklara yaptıkları etkiler ayrı ayrı oynaklardan gelmiştir. Böyle kardeş halklar arasında -onları ayrı ulus yapan- özellikler doğmuş, bu meyanda dilleri birbirinde tamamen ayrı olmuş, müzikte ve zevklerde birbirlerinden pek uzak sayılmamakla beraber farklar doğmuş, milli giysiler birbirinin aynı kalarak devam etmiş, fikirde ve inançta -büyük olmamakla beraber- bazı farklar doğmuştur. Örneğin: Adigelerde gurur o kadar kutsaldır ki ulusal unvanları olan Adige kelimesine MAĞRUR anlamını vermekten haz duyar ve bu yayınlara da yansımıştır. Bunun tersine olarak Abhazlarda da tevazu kutsaldır, o kadar ki (tevazu, nezaket, ülfet, dostluk) kavramlarına verilen isimlerin çoğu bu halkın diğer adı olan Apsuwa  Apsu’dan gelmektedir ve buna bakarak bazı yazılar -ve mesela Jean Oarol- Apsuwaların bu adına “Modestment” yani mütevazı anlamını vermekte­dir. O gurur da o tevazu da elbette iyi şeylerdir ancak, her ikisini de makul sınırlar içinde olmak şartıyla.

Prof. A. Namitok’un da eserinde belirttiği gibi Abhazların -bazen mutlak ve güçlü ve bazen vasal  hSS ve fakat hemen daima politik bağımsızlığını sürerken devlet adı olarak Abhaz veya Abasgias adını kullanmaları bu adların ve hele birincisinin dışta da tutunup yerleşmesini sağlamıştır ve halkı bu adı elbette bırakmak istemeyecektir. Adigeler da kendi adlarını bırakıp kardeşleri bulunan diğer halkların adlarını alacak değiller.

Bu halklar asude zamanlarında ayrı ayrı yaşamayı kuvvetle tercih etmişler ise de, dış saldırılara uğradıkları zaman kader ortağı da olduklarının bilincine varmışlar ve elbirliği yapmışlardır.

Bu halkları toptan kapsayan bir ad da vardır: ÇERKES.

Bu unvanla anılmaktan her biri haz duyar. Öyleyse bu unvan altında birleşmeye müstettirler. Ancak bu fırsatı değerlendirebilecek gerçek aydını ne yazık ki yetiştiremedik. Bir Yusuf İzzet paşa bir İsmail Berkok paşa, bir Prof. Aytek Namitok, bir M. Fetkeriy Şuenuw, bir Prof. Aziz Meker, bir İsmail Ziya Bersis ve belki de bunlar yanı­nda daha birkaç müstesna varsa da yetmez ve bir gidenin yerine bol bol Circassolog gelmiyor, hatta hiç gelmiyor. Ümit bağladığımız birkaç genç yeter mi? Ne yazık ki, mevcutlar aşiretçidir. Yusuf İzzet ve İsmail Berkok paşaların ve başka bazılarının feryadına ve çağrılarına rağmen ana kaynaklarımızı kendilerimiz bi­limsel olarak işlemiyoruz, yabancı dostlarımızın -çoğunca sathi- övgüleriyle, övünmekle yetiniyoruz. Gürcü kardeşlerimizi yükselten ve komşularının tarihsel hak ve övgülerini de Gürcülüğe mal eden -milli edebiyat ve araştırmaları- çalışmalarından da ibret almadık. Artık işe başlamış sayılabilirsek de henüz bu yolda toy olsak gerek ki başarılı eserler daha meydana getiremedik. Geç kaldığımız kadar hamle yapmak zorundayız. Türk şairi Mehmet Akif’in dediği gibi:
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,
Bilmem ki ölüm var mıdır bundan daha alçak.”

Ortadoğu’da Çerkes milleti oluşacak değil,hakkı da yok. Çerkes Çerkesistan’da oluşur ama biz orayı nerdeyse unutmak üzereyiz. Başarılı bir literatür konusu yapamadık. Dolayısıyla dost basına da unutturduk. Eski haliyle Çerkesistan Kafkasya’da artık yoktur. Azimli bir halkın mucize bile yaratabileceğine tarihte ve dünyada örnekler vardır. Yolunda ölmek de özlemine -bir nevi- ermek demektir. Eski Çerkesistan’daki Çerkesler bugün 8-9 parçaya bölünmüş ve araları­na galip halklar bolca yerleştirilmiştir. Çerkes halkları artık onları da vatandaş sayıp haklarına saygı göstererek beraberce hür ve mutlu yaşamayı düşünmek zorundadırlar. Bu realiteyi reddetmek bir faşist Çerkes imparatorluğu özlemini düşündürür ki gülünç ve çok zararlı olur. Kısacası (vatanda toplan, dilini ebedileştir. Murada erersin).

Şunu da düşünelim: Çerkes unvanının kapsadığı dil grupları -başka dil grubu halkları gibi- her zaman araştırmaya tabi tutulacak birer bilim koludur. Abhaz, Adige, İr (İron, Asetin) terimlerini boykot eden bir araştırmacı konusuna; ne isim takacak, birine diğerinin adını verirse konu vuzuha kavuşur mu? Ortak ad olan Çerkes ve Circassologie de bu dillerden tek birini göstermez. Ancak ortak konularının adı olabilir. Bilim gerçekbilimi’dir. Gerçek gizli kalırsa bilim olmaz. Bilimsiz toplum reşit değil ve dolayısıyla kurtuluş ve yükseliş felsefe ve planını yapamaz ve inkıraza mahkumdur. Söylenecek şeyler çoktur, buraya sığamaz.

Realiteyi kısaca belirtelim: Adige milliyeti de, İr (İron,Asetin) milliyeti de, Abhaz milliyeti de vardır ama üçü de kandaş ve kardeştir ve kader ortağıdır ortak adları ÇERKES’tir.

Demek ki, Çerkeslik bir Diller Federasyonu’dur, doğal bir federasyon. Bu halklar böyle bir federasyona dahil olmakla kıvanç duymaktadır.Tıpkı İsviçre gibi. Bildiğiniz gibi; İsviçre Fransız, Alman, İtalyan, Romans halklarından oluşan bir diller federasyonudur ve siyasi federasyonlarının temeli de budur. İsviçrelililer onları birbirine kıvançla bağlar.Çerkeslik doğal federasyonunu oluşturan dil grupları da bilimde, siyasette, her türlü uygulamalarda birbirleriyle yardımlaşmalı, birleşmeli, gillü gişsiz sevişmeli, acıyı ve sevinci paylaşmalıdırla, böylece tek millet olma yolunda ilerlemelidirler.

Zaten bu yolda az çok bir mesafe de alınmış bulunuluyor. Çerkes teriminin kapsamı daha da geniş olarak, milli giysileri Çerkeska (Tsey, Kumoü) olan bütün Kafkas dil gruplarının arasında bir dayanışma ve sevişme kurduğunu halklarına dikkat edersek gözümüze çarpar. 54 yıl görev dolayısıyla gezdiğim yerlerde benim Abaza olduğumu duyan Wubıh’ı, Adige’si, Asetin’i, Çeçen’i, Avar’ı, Lezgi’si bana hiçbir işleri düşmediği halde “Çerkes’iz” diye ve beni de Çerkes bilerek ziyaret etmişler, evlerine veya köylerine davet edip izaz ve ikramlarda bulunmuşlar ve dostlukları devam etmiştir. Benim de memleketim olup Çerkes kesafeti bulunan ve Bolu dağı ile İstanbul boğazı arasındaki bölgeden başka Mersin, Eskişehir, Sivas,Tokat, Amasya, Samsun, Kayseri, Aydın çevreleri böyle kardeşlerim ve köylerimle doludur.

Tarihin en eski çağlarına da dikkat edersek şunu görürüz: Asıge (Abxaz Abaza = Abase-Apsu), Adige (Adağı «Dağı-Dawi» «Dağ- Daw» Daha = Dak = Dace » Daç^Çagır «• Dıgar s Digor^Jicle – Tigre), Çerkes (Kirkat, Kerket, Oircas: Hyrcan, Carcine, Kirkasse, Azıx, Azux, Zaxu), Laz Alaz, Alase, Alşe, Arisbe, Lesbe, Laz, Alyze, Lyze, Lyde), Abasos (Abazitis, Abasitide) halklarının bu ulusal adları çok eski ve tarih öncesinin en eski ulus adlarından oldukları ve bu halklar arasında bazı şive farklarının o zamanlar da oluşmuş bulunduğu ortaya çıkıyorsa da hayretle görülen şu oluyor ki, bu halklar dünyaya en yayılmış halklar olarak görünürken, birinin bulunduğu yerde diğerleri de mutlaka bulunmaktadır. Birbirlerinden den asla ayrılmamışlardır. İlk medeniyet merkezlerinden Anav ve çevresi olan Ortaasya’da Asıge ve kollarının yanında ve beraberinde Adige (Adaği,Dağı, Dağ, Dawi, Daw, Dahi), Kafkasya’da Çerkes (Kerkete, Circasse, batı komşusu Carcinite bölgesi), Asıge (Abaza, Abxaz, Azyge, Yazyge, Apsuwa, Apsu, Zyge, Zyngue, Assu» 4zra, Az3, laz (Lase, Alaz), Azyxe (Azux, Zaxu, Zaxuwa, Zaxuwan, Zyxe, Adige), Doğuanadolu ve Mezopotamya’da Assu, Apsu, Zaxu, Azux, Azyxe, Cicese, Filistin’de Kirkaş, Zaxuwan (Zabuion|: Zaxun (Sihion), Asgawan (Askawan, Askalan), Batıanadolu’da lyde (%ze, Alyze, Arysbe, Laswa, Lesbos), Abasos (Abasitis, Abasitide, Assuwa), Kirkassos, Galat-ia’da Aboza (Pessinie, Pessinunte, Pasını, Pasınınte, Apsını, Apsınınte) ve bitişi­ğinde Carcinite dağıjjythinie’de Dakibyza Dak-Abaza birliği-Adige-Abaza birlig Idbisa Abasa’ya dahil) -Geboza-Gebze, Byzante (Byza yurdu…)| Balkan yarımadasında Byze (Moese, Myse, Bisse),Dace (Daç, Dak, Dacus),Yunan’da Pelasge (Pel-Asge), Zakyntho» (Zaxu-yurdu),Lazwa (Lazpa, Lesbos),yine Marmara’nın güney kıyılarınds Syg© (Asyge)»Ukrayna’da Zgrgrine, Zegrine (Azyge’lar-yurdu) ve diğer adiyle Çerkask (Çerkes,Gircas,Kirkas)… bu arada ilk akla gelenlerdir ve hepsi de Abhaz, Adige, Laz halklarının o zamanlar da tek bir millet gibi beraber yaşadıklarını göstermektedir.

O çağlarda bu üç halk (Adige, Asıge, Laz) tek bir ulus halinde birleşik bulunmasalardı, dünyanın birbirinden bu kadar uzak yerlerinde, birinin bulunduğu yerde diğerleri de mutlaka bulunur muydu?

3) Okuyacağınız eski yayınlardan birçoğunda yalnız Natuhaçların değil; Wubıh, Shapsugh, Dağ Janaları, Bjedugh, Abazax (Abzegh, Abazex) halklarının da Abaza veya Abaza-Adige melezi olduklarını okursunuz. Bu yargıları Abhaz kaynakları da kuvvetlendiriyor. Bu konuda da söylenecek şeyler çoktur.

Buraya kadar geçen izahlar Abasgokerketlerin eski ve yeni durura ve ili­şkilerini az çok gösterdi. Bu adın birleştirdiği halklar tek ulus mu yoksa ayrı ayrı uluslar mı olduklarını siz düşünün. Anlayabildiğim kadarıyla, sizde bilimi. düşünme istek ve yeteneği vardır, gerçeği bulacaksınız.

Abhazlarda ki ünlü at soyu Law çı’dır (Law atı). Deniz aygırı ile kısrak meleziymiş. İri yapılı, pençesinin altı bir yumruk sığacak kadar oyukmuş. Abaza at kültürü Abhaz Mitolojisi Anaç mı adlı olup sizde de bir nüshası bulunan kitabımın AİTAR bahsinde vardır, ona ilave edilebilecek şeyler de varsa da buraya sığdıramayız.

Abhazlarda Nart efsaneleri yaygındır ama,Ortadoğu’daki hemşehrilerimiz gittikçe unutmaktadırlar. Abhazlığı iyi bilen yaşlılar arasında -kişilerden parça parça duyacağınızı birbirine eklemek suretiyle- bu efsaneye ait derlemeleri yapmak henüz mümkündür. Abhazia profesörlerinden İnalipa Şalwa’nın Nartlar hakkındaki hacimli bir kitabı da iyi bir kaynaktır.

Hayrete değer ki, efsanesi Abhazlarda artık unutulmuş bulunan Zeus ve onu besleyen Melissa ve Amelitha ve ilgililerinin adları onların Abhaz kaynaklı oluşlarını şüphesizce gösterenlerden bulunurken, bu halkın henüz unutmadıkları Nart efsanesindeki Nart kelimesinin etimolojisini Abhazca’da ancak tereddütle yapabiliyoruz, anlamlı mı anlamsız mı kesin olarak iddia edilemezse de bir ata olduğu beliriyor. Bu konu da yukarıda adı geçen kitabımızda işlenmiştir, onun Nartlar bahsini bir daha okumaya vaktiniz olursa göreceksiniz, Nartlı kişilerden birçoklarının adı anlamlı ve Abhazca’dır, bazıları da anlamsız adlardır. Sasrıkua da anlamlılardan, göreceksiniz.

6) Abhazlarda çocuk doğunca onu ilkin soğuk suda yıkadıklarına dair
bir efsaneye ben rastlamadım ve duymadım. Ancak, eskiden çocuğa ilk ad verilirken bir duacının onu altın zerreli suyla yıkayıp veya bu sudan çocuğa serpip d takma merasimi yaptığı bilinir. Bu nedenledir ki Abhazca’da ad anlamında kullanılan Ü&ası kelimesi Xi-dzı (Altın-suyu, Kutsal-su, Altın-ad, Kutsal-ad) SSK şekil ve anlamlarında bileşik bir kelimedir. Aynı bir kaynaktan gelip iki kardeş halkta da tutunup kalan bir efsane bu kadar eski zaman içinde bu kadar farklılaşması normaldir.

?) Abaza devi Dachkal’ı ben duymadım. Elbette her şeyi duymuş olamam.

?) Amiran kelimesi Amran şeklinde söylenirse Abhazca bazı anlamlar verirse de, kelime benzerliği tek başına bir değer taşımaz, benzeyişin anlamsız bir rastlantı olmayıp gerçek bir ilginin ifadesi olduğunu gösteren delil veya karineler bulunması gerekir. Amran hakkında benim izahlarım pek tereddütlü ol­acak. Leningrad profesörlerinden Turçarnof’un Doğu Avrupa epigrafileri hakkındaki Rusça değerli eseri Amiran’ın Abhazlarla ilgisini işlemektedir, tercüme ettirmeye çalışıyoruz. Ona bir şey katmakta ve ona dokunmakta şimdilik cesaretsizim.

9) Dokuzuncu sorunuza da cevabım şu olacak: Siz Adigeleri bilirsiniz Abhazların o konudaki gelenekleri de Adigelerinkinden farksızdır.

10) Kardeşlerin aynı sütü emmiş olmaları Abhazlarda aynı sütü emenleri de kardeş olacağı geleneğini ve inancını doğurmuştur.Toplumda düzen kurucular bu inançtan yararlanmayı ve düzen koruyucular da bu inancı toplum hayatında uygulamayı bilmişler, düşmanlığın sürüp gitmemesi için düşman kişinin veya ailesinden bir çocuğun barışa yanaşmayan mağdur ailenin annesinin sütün emmesini sağlamışlar. Bu iş geniş halk topluluğu ve halk mahkemesi huzurunda -büyük merasim ve şölenle ve süt emecek tarafın büyük hediyeleriyle- yapılırdı, bu esnada halk mahkemesinin sözcüleri ve hazirun barışa yanaşmayan mağdur tarafı onere edip barışa yanaştırma yolunda cidden başarılı konuşmalar ve uygulamalar olurdu. Bunların oldukça unutulmaya başladığı zamanımızda bile benim gördüğüm bu gibi olaylara hayran olmuş ve konuşmacıların ve kararcıların cidden etkili konuşmalarına saygılarım büyük olmuştur. İşte,o süt kardeşliğini tertipleyip kurduran o halk mahkemesi başka ek tedbirlerle de o barışı perçin­lemesini biliyorlardı. İşte düşmanları kardeş yapan süt kardeşliği.

Gelelim İncil’in çevirisine: Tahminen 50 yıl kadar önce bunun Abhazca’ya bir çevirisinden bazı parçalar okumuştum da beğenmemiştim. İncil’in de Kuran’ın da Abhazca’ya tercümelerini -temel birer eser olarak- bu dile kazandırmak isteği de o günden beri bende mevcut ise de, yayınlama hususundaki maddi güçlük bugüne kadar beni alıkoymuştur. O muhterem bilim enstitüsü bunu bu şekilde ele aldığına göre (mani zail oluyor, memnu avdet ediyor) demektir. Ancak, her şeyden ziyade önemli gördüğüm ve -aldanmıyorsam- benim elimden çıkması zorunlu olan bazı araştırma yazılarının üzerindeyim, işe uzun ara verip kafamdaki binaları yıkılmadan hiç değilse iskeletini kağıda geçireyim de ondan sonra o işi tahlil ederek istenen İncil çevirisine başlamam gerekecek. Ondan sonra da o talikettiğim iskeletin detaylarını da yapıp yayınlayayım diyorum. Bu nedenlerle İncil çevirisine 6-7 ay sonra başlayabilirim. Kabul edip etmediklerini bildirirsen, memnun olurum. Önümde beni bekleyen işleri elbette bilmeliyim.

Başarılarınızın devamını evce diler selamlarız değerli gencimiz.

ÖMER  BÜYÜKA
24 Mayıs 1975

Değerli hemşehrim Özbek Bey’e,

20 Mart 1977 günlü mektubunuza teşekkürler. Sizi gerçekten arıyordum. Sizi birçok değerli Adigelerle konuştuksa da bulamadılar, bulamadık. Sorularınızın cevapları uzun olacağından hemen onlara geçiyorum:

Yazılarımda elbette Adigelere ait birçok sevindirici yeni buluntular var ama, buna bakarak benden Adigeler hakkında bilgi isteyen bazı tanınmış romancı ve tarihçilere “Çerkesliğin bir diller federasyonu olduğunu bildirdim. Federe dillerinden birinin de Adigece olduğunu, bu dil ve tarihlerinin her birinin bir ihtisas kolu bulunması hasebiyle ben ancak Abhazya konusunda kendimi birinci derecede yetkili saydığımı, Adige dil ve tarihinin konumun dışında olmamasına rağmen onun uzmanı sayılamayacağımı ve onu benden daha başarılı etüt etmiş veya edebilecek zevat bulunduğunu bildirerek adreslerini veriyorum.

Bu prensibimi bozmayayım da sorularınızın Adige bölümünde bilgiç­lik taslamayayım. Bu konuda Prof. Aytek Namitok’un “Origines des Circassienes” ve General İsmail Berkok’un “Tarihte Kafkasya” adlı yapıtlarının değerli kaynaklar olduğunu söylemekle yetinerek Abhazlara ait sorularınızı yanıtlıyorum:

Apsu=Apswa=Abaza=Abhazlar  iki bölümlüdür:

A) Apsnaa=Abhazyalılar,
B) Aşuwa-=Abazin’ler.

Bu bölümler ikinci derecede bölümlere ayrılırsa da, bu bölümler soysal (etnik) olmaktan ziyade bölgesel ve coğrafidir. Diğer bir anlatımla, yönetim bölgeleridir. Muhitülmaarıf’ın çok isabetle yazdığı gibi, ’’beylik’’lerdir.

Şunlardır :

A) Abhazya’dakiler: Dal ,Tzabal, Apıshü, Ahtjıpsı, Xaltzıs, Abazıp = Abzıp, Abjıwaa, Samırzakan. Bunlardan başka bir Ayıbğa’dan söz edilİrse  de  bu ad Apıshü ile Ahtjıpılıtpsı’yı  birleştiren ortak adlarıdır, ilk dördüne  Mardaa (Yamaçlılar)=Mardawaa (Yamaçlılar)= Mardapt = Mardat (Yamaçlı)  da denir. Diğerlerine Agaa (Sahilliler) denir, Ağır da bu anlamdadır (Sahil halkı demektir).

B)
Aşuwa=Abazin’ler: Tapanta (Altıkesek) , Başılbay, Medwa( Kazılbek,
Şıxariwa, Haybekir, Sitaa, Bağaa) , Tamaa, Kuzv = Kuj, Tjetjin,  Bırzandiw, Tjaldaş, Sarapi, Psawar, Barakay, Tubi, Sisipşir,  Anagi–Mguwa, Şxajanaa, Aratpiwaa, Tarkua, Kubixan. Abazinlerin bu bölümlerinin birçoğu etnik adlar.

(…)

İstanbul Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin kuruluş yılı I908’dir. Günü gününe tarihini bulmak için epey kitap karıştırmak gerekti, sizin de aceleniz olduğuna göre şimdi yılını yazmakla yetineyim.

İncil’in tercümesine gelince: Şimdilik tecrübe olarak, İncil’den yalnız bir bölümünü (Yuhanna bölümü) tercüme etmemi istediler; ona göre diğer üç bölümü için karar vereceklerdi. Tercüme ettim, gönderdim, cevap bekliyorum. Ayrı, ayrı tarihli 4 adet Türkçe tercümesi ile bin adet Abhazca tercümesi elimdedir. Birbirlerinden farklıdırlar. Hiç biri de İncil’in esprisine (Söylendiği zamanki hava ve ahengine) uygun değildi. Çeviri onlara nazaran fevkalade ve tatlı, çekici oldu. Eğer, her kelime karşılanmadan yalınız cümlelerin esprisine sadık kalarak tercüme etseydim daha da iyi olacaktı ama bu yolda kendilerinden müsaade almadığım için kelimelere sadık kaldım. Abhazca’nın Abhazya’da da ne kadar tatlı görüldüğü Prof. Dsidjaria’nın Rusça bir kitabında da övgü ile belirtilmekte ise de, İncil Enstitüsü beni benden öğrenmek zorundadır. Bu itibarla tercümem hakkında verecekleri hükümde isabet olup olmayacağını şimdiden bilemem.

Dil ve tarih konusundaki çalışmalarımı epey durdurdum.Belki yakında, bıraktığım yerden başlarım. Bu arada, Adigelere şeref veren bazı belgeler de buldum, çok değerli bunu Adıgalar da  şimdiye dek ummamışlardır.

Selam, selam, selam ve en içten dileklerle kucaklarım.

Ömer Büyüka