NART’IN BAYRAMI

YEMUZ Nevzat Tarakçı
13.10.2007

İlk defa bu kadar yoğun, bu kadar coşkulu bir bayram yaşıyordu Nart.

Sevinçliydi, huzurluydu, kıpır kıpırdı, içi içine sığmıyordu.

Dolu dolu bir ay geçirmişti.

Bu günlerde yaşadıkları, hayatının dönüm noktası olabilecek kadar anlamlıydı.

Dernek salonunda, çoğu kendi fakültesinden olan birçok gençle iftar sofralarında birlikte olmuş,  bu doyumsuz manevi atmosferin hazzını doyasıya tatmıştı.

Ya yemek sonrası çay sohbetleri?

Ne güzel sohbetlerdi bunlar!

Kafa kafaya verip güzel projeler üretmek, insanlık adına Kafkaslık adına planlar yapmak. 

Derneğin yemekhane gibi kullanılan geniş terası, bu günlerde her zamankinden daha kalabalık, daha sıcaktı, kollarını daha geniş açılmış, misafirlerini şefkatle bağrına basıyordu. 

Otuz gün boyunca her akşam, güzel bir gönül insanının verdiği iftar yemeği, az görüşen bu üniversite gençlerini buluşturmuş, onları sevgi potasında eritmişti adeta.  

Bu program, derneğim yolunu bile bilmeyen bu kızlı erkekli sevimli gençleri birlikteliğin zirvesine taşımıştı.

Dernek şimdilerde daha bir anlamlı, daha kapsamlıydı. 

Artık gençler “kafe”yi aşmış, gönüllere taşmışmıştı.

Kendilerini daha güçlü hissediyor, gittikçe öz güvenleri artıyordu. Bu feyizle kalp ve kafaları, inanç, ahlak, kültür ve coşkuyla doluyordu.

Gençler, artık derneğin, sadece akordeon çalınan, bol sigara içilen,  geç saatlere kadar okey ve tavla oynanan bir mekândan öte, hayata dair her şeyin ölçüsünce konuşulduğu, tartışıldığı, planlandığı nezih bir okul olduğunun bilincindeydi.  

Kültür bilincini, yardımlaşma duygusunu, doğru yaşamayı dernekteki bu sohbetler öğretmişti onlara.

Gençler için oluşturulan bu demokratik ortam, beyin fırtınası yapmanın, yeni şeyler hecelemenin zeminini oluşturmuştu.

Gençler, derneklerin, basit birliktelikler için değil, yeri geldikçe evrensel değerler, genel ahlak ve inanç değerleri için de kullanılabilecek mükemmel birer mekân olduğunun farkına varmıştı.

Her gün programa yeni gençler katılıyor, her katılımla heyecan artıyordu.

Bu üniversitede bu kadar Çerkes kızı ve delikanlısı var mıydı?

Dernek ortamında bu kadar mı güzel olurmuş dostluklar?

Sohbetler bu kadar mı doyumsuz ve sıcacıkmış? 

Çay sonrası büyüklerin katkısıyla yapılan, sorulu cevaplı, buram buram tarih kokan, sadakat kokan, vefa kokan unutulmaz diyaloglar, gençlerin kalp ve kafalarını doyuruyor, onları, inançları, kültürleri adına son derece mutlu ediyordu. 

Bu güzel buluşmalar, farklı projeleri de beraberinde getiriyordu:

Kitap okuma saatleri belirleme, gençlik seminerleri düzenleme, fakir aileler için yardım kampanyası… 

Hemen gruplar oluşuyor, maddi imkânı yerinde olan büyükler ziyaret ediliyor, imkânlar ölçüsünde paketler hazırlanıp fakir ailelere “Derneğimizin ikramıdır, lütfen kabul buyurun!” deniliyordu. 

Gecenin bir saatinde kapısı çalınan yoksul, bakıma muhtaç, perişan ailelerin durumu yürekler parçalıyordu.

Ya paketin verilmesi sırasında yüzlere sinen doyumsuz tebessüm?

Ya sözlerin tükendiği, gözyaşlarının konuştuğu duygusal anlar! 

Bir kez daha derinden hissetmişlerdi Kafkaslının, ne kadar muhtaç olursa olsun, kimseden yardım isteyemeyecek kadar gururlu duruşunu! 

Nart, gördükleri ve yaşadıkları karşısında hayretler içerisindeydi:

“Sahi yeryüzünde dilenci bir tek Çerkes var mı?”

“Tarih, böyle bir şey yazmış mı acaba?”

“Yoksa biz, zengini de dilencisi de olmayan, paraya değer vermeyen ama alabildiğine gurur düşkünü bir millet miyiz? diye geçiriyordu içinden.  

Ev ziyaretleri arttıkça gönüller yumuşuyor hayatın hakikati zihinlerde berraklaşıyordu.

“Aman Allah’ım, ne kadar büyük zevkmiş muhtaçlara yardım etmek!”

“Ne doyumsuz hazmış fakiri sevindirmek!”

“Meğer yemekten güzelmiş yedirmek!”

“Giymekten güzelmiş giydirmek!”

“Ne büyük mutluluk, geç de olsa bunları hissetmek!” 

Ve işte bayram sabahı, saygının, sevginin, dostluk ve kardeşliğin tavan yaptığı, sevenlerin sevdayla, aşkla buluştuğu, hasretle kucaklaştığı o an!

Yüzlerin güldüğü, dargınlıkların unutulduğu, öfkenin kaybolduğu, o güzel zaman. 

Birinci gün, büyükleri ziyaretle geçiyor. İkinci günü bayramlaşma için herkes dernekte.

Özlemle kucaklaşmalar, yeni gelenlerle tanışmalar, ikramlar… 

Ve kabir ziyareti. Çileli ecdadın ebedi istirahatgahı kabristan.

Bir tarafta vatanı için canını veren şehitler, diğer tarafta ata vatanından uzakta can veren büyük ruhlar.

Nart, adeta kendinden geçmiş, duygu fırtınası yaşıyor:

“Ecdada saygı için 21 Mayıs’ları  beklemek gerekmiyormuş!”

“Daha sık ziyaret edilmeli buralar!”

“Yeri geldikçe geçmiş hatırlanmalı, avuçlar ecdadın sevgisiyle açılmalı, yükselmeli yürekten yansıyan dualar.”

“Unutulmamalı bu güzel insanlar, unutulmamalı bıraktıkları miras!”

“Yaşamalı ecdat sevgisi, yaşamalı bu kültür!” 

Bayramın üçüncü günü başlıyor.

Büyük düşünmenin,

Beyin fırtınasıyla çok şeyi daha iyi anlamanın,

Önyargılardan kurtulmanın,

Kuru milliyetçiliği aşmanın,

“Kafe”nin ilerisine taşmanın,

Barış ve mutluluğu yaşamanın,

İnsan sevgisiyle coşmanın

İnanç ve kültürle bütünleşmenin doyumsuz hazzıyla.