NALÇİK OLAYLARI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Kafkas Dernekleri Federasyonu
Kasım, 2005

İlk günden beri gelişmeleri yakından takip eden federasyonumuz, sürekli Nalçik ile irtibatını sürdürerek olayların gerçek boyutunu anlamaya çalışmıştır. İlk günden itibaren temasta olduğumuz her kesim tarafından, olayların farklı anlatıldığı görülmüştür. Bu nedenle, gelişmelerin gerçek durumu anlaşılıncaya kadar bizleri yanılgıya düşürecek, yanlış bilgilere dayalı, acele yorum ve bilgilerin verilmesinden özellikle kaçınılmıştır. KAF-FED olarak Nalçik olayları ile ilgili, çok çeşitli kaynaklardan edindiğimiz haber ve bilgiler ışığında değerlendirmemiz aşağıdadır:

13 Ekim 2005’de Nalçik’te başlayan olaylar tüm dünyanın gündeminde yer almış ve büyük şaşkınlık yaratmıştır. Dünyanın önde gelen haber ajansları ilk etapta olayları, Şamil Basayev ve ona bağlı Çeçen savaşçıların eylemi olarak duyururken, gelişmelerin haberlerini çok yüzeysel olarak vermekle yetinmişler ve kısa süre içinde de gündemlerinden kaldırmışlardır. Kısacası batı, olayla fazla ilgilenmediği gibi, Türkiye’deki milli basın da bu olayı batılı ve Rus kaynaklardan aldıkları haberlerle çok yüzeysel olarak geçiştirmiştir.

Olaylar Çerkes toplumunda ise, daha farklı bir boyutta tartışılmıştır. Toplumumuzu ilgilendiren böylesine önemli bir konuda sağduyulu analizler yapmak, ortak paydalar oluşturmak ve kolektif hareket etmek yerine, tartışmalar ideolojik yaklaşımlarla bir iç çatışmaya ve ayrışmaya dönüştürülmüştür. Bazı kişi ve kurumlar ise üstü kapalı da olsa, her zaman yaptıkları gibi KAF-FED’ e saldırmak için bu üzücü olayları kullanmayı tercih etmişlerdir. KAF-FED olarak her zaman olduğu gibi sağduyulu ve kavgadan uzak tavrımızı sürdürmekte kararlıyız. Ancak üzücü olan, tarihten ve bu olaylardan ders alarak ileriye yönelik siyasi ortak paydaları oluşturmak yerine, geçmişte yapılan hataları unutarak, kişi ve kurumlarımızı acımasızca eleştirerek birbirimizle kavga edip güç ve enerjimizi yok etmemizdir.

Çeşitli kaynaklardan ve Kafkasya’dan aldığımız bilgilere göre olayların gelişmesi kısaca şöyledir:

13 Ekim 2005 sabahı, her biri 10-15 kişilik silahlı gruplar eş zamanlı olarak FSB binası, Emniyet Müdürlüğü, karakollar, hapishane ve havaalanına saldırmışlardır. Saldırıyı yapan grubun Yarmuk (Birleşik İslami Savaş Cemaati=United Islamic Combat Jamaat) üyeleri olduğu açıklanmıştır. Ayrıca “Jamağat” adı da ortaya atılmıştır. Ancak, Yarmuk örgütünün adında bulunan “Jamaat” tanımı ile farklı bir “Jamağat” örgütünün adının karıştırıldığı sanılmaktadır. Bu örgütlerin nitelikleri daha sonra açıklanmaya çalışılacaktır.

Alınan bilgilere göre Yarmuk örgütü, daha sonraki bir tarihte Kuzey Kafkasya’da çok kapsamlı bir harekete hazırlanmakta iken, bir silah deposu polislerce bulunmuş ve bazı örgüt üyeleri “vahabbist” oldukları iddiasıyla tutuklanmıştır. Tutuklananlardan birisinin, Yarmuk örgütünün üst düzey yöneticilerinden Anzor Astemirov’a bağlı olduğu ve Nalçik Havaalanı’nın planlarını elde etmeye çalışırken, 8 Ekim 2005 tarihinde yakalandığı belirtilmektedir. Bazı örgüt üyelerinin ele geçirilmesi üzerine, planlanandan erken harekete geçerek, örgüt üyelerini kurtarmaya ve kaçırmaya yönelik bir saldırının başlatılmış olduğu genel kanıdır. Polis ve özel kuvvetler olaya anında müdahale ederek, bazı istisnalarla bir gün içinde kontrolu ele geçirmişlerdir. Çatışmalar sırasında örgüt liderlerinden Anzor Astemirov ve Balkar kökenli yardımcısının öldürüldüğü açıklanmışsa da, sonradan Astemirov’un yaşamakta olduğuna ilişkin bilgiler gelmiştir. Henüz ölenlerin kimlikleri resmen açıklanmamış ve cesetler ailelerine verilmemiştir. Ancak ölen saldırganların ve polislerin yerel halktan ve çoğunun yaşının genç olduğu bilinmektedir.

Olayların gelişiminde dikkati çeken husus, bugüne kadar Budenovsk, Pervomorskoye, Moskova tiyatro binası ve Beslan baskınlarında gafil avlanan, büyük bir beceriksizlikle yüzlerce sivilin ölmesine neden olan Rus özel kuvvetlerinin, bu defa gafil avlanmadıklarıdır. Terör uzmanlarının görüşü polise önceden bilgi sızdığı yönündedir.

Olayların başlaması ile birlikte gündemimize giren “Yarmuk” ve “Jamağat” isimleri hakkında edindiğimiz bilgiler şunlardır:

Nalçik baskını, Çeçenistan’da üslenmiş, Şamil Basayev başkanlığındaki İslami Cihad örgüt ağının, tüm Kuzey Kafkasya’yı içine alacak şekilde yayılmaya çalıştığını göstermektedir. Yarmuk (Birleşik İslami Savaş Cemaati=United Islamic Combat Jamaat) örgütü, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti şubesi olarak, 2004 yılında Beslan baskınında ve Nalçik’teki Anti-Narkotik Kontrol İdaresi binasına yaptığı saldırılarla adını duyurmuştur. Örgüt lideri (emir) Muslim Atayev (kod adı-Seifullah), 2005 Şubat ayında Rus emniyet güçlerince öldürülmüştür. Yerine Rustam Bekanov (aynı kod adı olan “Seifullah”ı almıştır) örgüt emiri olmuş, ancak o da iki ay sonra öldürülmüştür. Olayların gelişimi Rus Emniyet Teşkilatı’nın örgütü çok yakından takip ettiğini göstermektedir. Nitekim Basayev’in yardımcılarından ve Ingush Cemaati lideri Ilyas Gorchkanov da bu arada öldürülmüştür.

“Jamağat”, İslami Cihad örgüt ağının milliyetçi boyutunu oluşturmaktadır. Karaçay-Balkar milliyetçi-İslamcı grup olarak Karaçay-Çerkessk Cumhuriyeti’nde örgütlendiği ve Kabardey Balkar’da ayrı bir Balkar Cumhuriyeti kurmaya çalıştığı belirtilmektedir.

Nalçik olaylarında hangi örgütün nasıl bir rol oynadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bilinen gerçekler, Kuzey Kafkasya’da milliyetçi-İslamcı akımların örgütlendiği, bu örgütlerin El Kaide örgütü ile bağlarının olması dolayısıyla onlardan yardım almalarının da muhtemel olduğudur. Keza,  Khattab, Abu Walid gibi Arap kökenli teröristlerin Kafkasya’ya geldiği veya birçok Kafkasyalı gencin din eğitimi adı altında Arap ülkelerine götürülüp eğitildiği bilinmektedir. Kısacası, uluslararası İslami terör örgütleri Kuzey Kafkasya’yı Afganistanlaştırmaya çalışmaktadır (burada “İslami terör” deyimi ile İslam adına cihad için hareket ettiğini iddia eden fanatiklerin yarattığı terörü kastettiğimizi, bunların barışı ve eşitliği savunan gerçek inançlılarla hiç bir alakalarının olmadığına inandığımızı belirtmekte yarar görüyoruz).

Olayların gelişimi ve aktörleri hakkında edindiğimiz bilgileri kısaca aktardıktan sonra, Kuzey Kafkasya’daki gelişmelerle ilgili tespit ve görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz.

Kuzey Kafkasya’nın genel değerlendirmesine geçmeden önce, Nalçik olayları sonrası toplumumuzun refleksleri üzerine bir kaç konuya değinmek istiyoruz. Kafkasya’daki bu olumsuz gelişmelerin sebepleri araştırıldığında birçok neden sıralanabilir. Ekonomik az gelişmişlik, kötü yönetim, ibadet imkanının kısıtlanması, yolsuzluklar, çok etnisiteli karmaşık yapı, ideolojik boşluk, dış güçlerin global dünyaya egemen olma savaşı, v.s.

Şu andaki tartışmalara baktığımızda, haber olarak alınan çelişkili bilgileri bir tarafa koyarsak, çoğu yaklaşımların ideolojik olduğunu ve bu nedenle objektif bir şekilde gelişmeler analiz edilmeden kavga edildiğini görüyoruz. Örneğin, olaya sadece “din” penceresinden bakanların yapılan saldırıları, yolsuzluklara, haksızlıklara, camileri kapatan din düşmanı yönetimlere başkaldırması olarak tanımlayıp, saldırganları haklı, ölenleri “şehit”, öldürülenleri de “kafir” olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Aynı şekilde, kendi dar “laik ve demokrat” penceresinden bakanların da saldırıyı yapanları “öldürülmeyi hak etmiş teröristler” olarak tanımladıklarını görüyoruz. Bunlara başka görüşleri de eklemek mümkündür. Şu anda toplumumuzda Nalçik olayları ile ilgili kavgalar, genelde bu tür tanımlama ve algılama farklılıkları sonucu acımasız ve hoş görüsüz bir görünüm arz etmektedir.

Ancak bu tür olayları tek bir nedenle izah etmek kolaycılığına kaçmadan, tüm etkenleri göz önüne almak gerekir. Toplum adına siyaset yapmak, duygusal olmadan olaylara objektif bakmayı, doğru kavramayı ve ona göre strateji uygulamayı gerektirir. Bu aşamada fikir tartışmalarının olması doğaldır ve olumlu sonuç için gereklidir de. Doğal olmayan, fikir tartışması yapmadan kavga etmek ve toplumu bölmektir. Çerkes toplumunun en büyük örgütü KAF-FED olarak bizim tavrımız daima kavgadan-savaştan uzak, tartışmaya açık, toplum yararına politikalar üretmeye ve yürütmeye çalışmaktır.

Kafkasya’da genel bir durum tespiti yapacak olursak öncelikle, Kuzey Kafkasya’nın Sovyet dönemi sonrasında Rusya Federasyonu içinde en geri kalmış fakir bölgelerden oluşmuş olduğunu ve SSCB sonrası tüm BDT ülkelerinde olduğu gibi Kafkas Cumhuriyetleri de dahil, RF’na bağlı birimlerde eski komünist elitin yönetimlere hakim olduğunu, bu ülkelerin tümünde yönetim tarzının da devlet-mafya işbirliği ile devlet malının paylaşılması, yakın çevrenin zengin edilmesi üzerine kurulu olduğunu görürüz. O nedenledir ki, Kabardey- Balkar’da geçmiş yönetim, Balkar azınlığı mutlu edemediği gibi, Adige çoğunluğunu da memnun edememiştir. İlaveten, Çeçenistan savaşı ile birlikte Kafkasya’da güvensiz bir ortam oluşmuştur. Rusya ise, her zaman yumuşak karnı olarak gördüğü Kafkasya’yı kontrol altında tutabilmek için, her türlü fırsatı kullanmıştır. Rusya Federasyonu merkezinin eskiye özenle, güçlü bir merkezi yönetim oluşturmak adına, Moskova’nın çıkarlarını hep ön planda tuttuğu bir sır değildir. Kuzey Kafkasya’ya bakışı ise, tümüyle güvenlik ve kontrolü ön planda tutar şekilde gelişmiştir. Bölgenin ekonomik gelişimini sağlayacak politikaları üretmek yerine, oluşumunu körükledikleri başarısız yönetimlere destek vermek, bölgedeki yerli halkların her türlü gelişimini engellemek ve bu uygulamalara karşı çıkanlara ön yargılı yaklaşmak gibi politikalar uygulamışlardır. Çeçenistan’daki uygulamalarında uluslararası savaş kurallarını ihlal ederken, her fırsatta insan haklarını çiğnemekten kaçınmamışlar, Aslan Mashadov gibi bir lideri yok ederek, barışa giden tüm diyalog imkanlarını da ortadan kaldırmaktan çekinmemişlerdir. Tüm bu olumsuz uygulamalar, RF’nun bilinçli bir şekilde yürüttüğü Kafkasya politikaları mıdır, yoksa yöneticilerin yanlış kararları ve uygulamalarının bir sonucu mudur? Bunun cevabını vermek son derece güçtür. Ancak bir gerçek vardır ki, Vlademir Putin ile başlayan yeni bir “Sovyetleşme” dönemi yaşanmaktadır. Yani, tüm otoritenin merkezde toplandığı, federal cumhuriyetlerin nispi bağımsızlıklarının giderek sınırlandırıldığı bir yönetim biçimi, adım adım uygulanmakta ve bunun için her fırsat değerlendirilmektedir.

Bu arada 11 Eylül sonrası gelişmelerin Kuzey Kafkasya’daki yansımalarını göz ardı etmemek gerekir. 11 Eylül’de ikiz kulelerin yıkılmasından iki gün sonra, ABD başkanı George Bush, Amerikan halkına seslenirken şunu diyordu: “Bu acı olay, Amerika için aynı zamanda bir fırsat doğurmuştur. Bu fırsat, Amerika’nın dünyanın en güçlü ülkesi olduğunu gösterecektir”. Nitekim, 11 Eylül’ün ardından Amerikan askerleri önce Afganistan’a, sonra Irak’a girdi. Bunları yaparken de ABD ile Rusya arasında, “ben sana karışmayacağım, sen de bana karışmayacaksın” mutabakatı oluştu. Zaten, o sıralarda Amerika ile yarışması mümkün olmayan Rusya, kendi içinde rahatladı ve dünyadan hiç bir tepki görmeden Çeçenistan’da istediğini yapma fırsatını elde etti. Sonuç, Ruslar tarafından Çeçenistan’da, doğaya da onarılması zor zararlar verilerek, en az 200 bin insanın yok edilmesi, dünyanın gözü önünde Çeçen halkının uzun yıllar belini doğrultamayacak hale getirilmesi oldu. Olay bu kadarla bitmedi, bölgede büyük bir otorite boşluğu oluştu. Şekil itibariyle Çeçenistan, El Kaide benzeri uluslararası terör örgütlerinin mesken alanı haline dönüştü. Bu tür örgütleri, soğuk savaş döneminde büyük devletlerin kullandıklarını biliyoruz. Bin Laden’i, Afganistan’da Sovyet ordularına karşı savaşmak üzere CIA’nın eğitip yardım ettiği bilinmektedir. Aynı şekilde, Çeçenistan’a cihat yanlısı bir çok Arap’ın gittiği, bazı Kafkasyalıların Ürdün veya Suudi Arabistan’ da eğitildikleri de sır değildir.

Amerika, Rusya’yı bir taraftan Çeçenistan’da serbest bırakırken, diğer yandan da arka bahçelerine tek tek el atmaya başladı. Petrol olan bölgelerde Rusya aleyhine çalışmalarını geliştirerek sürdürdü. Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Bulgaristan’da ciddi üsler edindi ve ülke yönetimlerine Amerikan yanlısı yöneticileri getirmek için kurgulanmış devrimleri destekledi. Kuzey Kafkasya’nın da bu yeni soğuk savaş çatışmaları içinde yer alması kaçınılmazdı. Amerika Rusya’ya karşı elbette Kuzey Kafkasya’yı kullanmak isteyecekti. Buna karşılık da Rusya, karşı mücadelesini yapacaktı. Kafkasya’daki terör olaylarına baktığımızda, Rusya’nın tüm teknik ve askeri olanaklarına rağmen, Çeçenistan’daki İslami Cihad grubunun gelişmesini önleyememesi akla iki olasılığı getirmektedir. Ya Rusya bu örgütleri kendi siyaseti gereği gerçekten yok etmek istememektedir, ya da bu örgütler çok ciddi dış destek almaktadır. Veya her iki olasılık da birlikte vardır. Yani Rusya yönetimi, “uluslararası terör” ile “savaş örtüsü” altında kendi iç politikalarını uygulayabilmek için, Sovyet tipi bir merkezi yönetim modelini gerçekleştirebilmek istemektedir. Kuzey Kafkasya’yı sıkıyönetim altında tutabilmek için de, kontrollü bir biçimde Basayev ve örgütünün var olmasına göz yummaktadır. Akla ister istemez “Dudayev’i, Mashadov’u yok edebilen teknolojiye sahip Rusya,  neden Basayev’e dokunmuyor?” sorusu gelmektedir.

Sonuç olarak Kafkasya, yeni soğuk savaşın çatışma alanlarından birisidir ve Rusya ile Amerika arasındaki bilek güreşi bizim insanlarımız ve topraklarımız üzerinde yapılmaktadır.

Kuzey Kafkasya’daki ülkelerin kaderi haline gelen az gelişmişliğin yanı sıra, kötü yönetimlerin, yolsuzlukların, baskıların halkı bezdirmesi ve çaresiz bırakması, bu çaresizliğin de insanları yeni maddi ve manevi arayışlara yöneltmesi kaçınılmazdır. Nitekim komünizmin oluşturduğu manevi boşluk kendini, Slavlar’da yeniden kiliseye yönelmek, diğerlerinde ise islam’a sarılmak şeklinde göstermektedir. Dünyada yaygın şekilde bulunan Hıristiyan veya Müslüman misyonerler hızla bu bölgelere yönelmişlerdir. Kafkasya’da ve diğer Müslüman toplulukların yaşadığı ülkelerde, daha çok İslam’a yöneliş vardır. Ancak bu alanda etkinlik, siyasal İslam çizgisinde ve fundamantalist eğilimli gruplarda olmaktadır. Geri kalmış ve bunalımlı toplumlarda var olan fakirlik ve etnik farklılıklarla harmanlanan dini eğitimler, ortaya fanatik islamcı-milliyetçi oluşumları çıkarmaktadır. Şu anda Kuzey Kafkasya, merkezden baskıya tabi yönetimler, ideolojik boşluk, İslamiyet’in canlanması, fundamantalizmin egemenliği, çok yoğun işsizlik, kargaşa, etnik milliyetçiliğin yarattığı gerilimler ve terörizm gibi olumsuz etkilere açık bir ortamda varlığını sürdürmektedir.

Ata yurdumuz olan güzel Kafkasya’mızı şu anda birçok büyük tehlike beklemektedir. Bunlardan bazılar savaş, terörizm, yıkım, ümitsizlik, İslami aşırılıklar olduğu gibi, en önemli tehlike de terörizm ve tekrar savaş girdabının oluşmasıdır. Kafkasya bu girdaba kapıldığı anda elimizde, Karadeniz kıyılarında olduğu gibi hiç bir şey kalmayacaktır.

Tüm Kafkasyalılara düşen en önemli görev, olaylara sükûnetle yaklaşarak sorunları tespit etmek, uzlaşmak, bilinçli görev bölümü yapmak ve dayanışmaktır. KAF-FED olarak tüm toplumumuzu sağduyulu olmaya çağırıyoruz. Bu yazımızda ifade ettiğimiz görüşlerde eksikler ve yanlışlar olabilir. Yapmak istediğimiz, objektif olarak ortaya Kafkasya ile ilgili bir resim koyabilmek ve toplumumuzu bu yönde düşünmeye, katkıda bulunmaya teşvik etmektir.