KÜLTÜR ÜZERİNE BİR DENEME

Nuriye-Hilmi

K. Kafkasyalı aydınlar, toplumun gerekli tarihsel gelişimini sağlamak bugünkü toplumsal yapıda varolan durağan ve kaderci şartlarda, boğulmamak için, doğru bildiği tavır ile önderlik görevini yapmak zorundadır. Sürgün Kafkasyalıların nesnel gerçeklerini kavrayabilmek için, halkının sürgüne kadar kendi iç dinamiği ile yaşadığı ekonomi politiği ve buna bağlı olarak toplumsal gelişim sürecini doğru tahlil etmek durumundadır.

Bu nedenle, kültür konusunun daha geniş bir şekilde tartışılması gerektiğini düşünerek, kültür üzerine böyle bir denemeye gereksinim duyduk.

Bilindiği üzere kültür kavramı tarih boyunca anlam olarak çeşitli dalgalanmalardan geçmiştir. Özellikle son yıllarda yüzlerce tanımı yapılmış, hatta bu kadar çok tanım karşısında kültürün tanımlanamayacağı bile ileri sürülmüştür. Oysa sorun kültürün tanımlanamamasından değil, tanımda bir birlik sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.

Kültür kavramının tarihçesi üzerine uzun uzun birçok yazılar yazıldığı için, bu konuya değinmeden kültürü tanımlayarak konumuza girelim.

Kültür; toplumsal bir varlık olarak insanın bilinçli olarak yaşamı yeniden üretimi ve bu üretim sürecinde doğayı, bununla beraber kendini değiştirme faaliyetinin yarattığı maddi-manevi tüm öğeler ile bu öğeler arasındaki fonksiyonel ilişkiler bütünüdür.

Kültür dediğimizde dil, hukuk, ortak duygu ve düşünce, sanat, örf ve adetler, edebiyat, halk bilgisi, üretim bilgi ve becerisi, mekansal yerleşim, vb. insanın yarattığı tüm öğeler akla gelir.

Tanımı biraz daha açarak kültür kavramına girelim.

Kültür toplumsaldır; kültürün üretil.nesi, yaşatılması birden fazla insanın karşılıklı ilişkilerini gerektirir. Ve bizler kültürümüzün bütün yapılarını kültürleme yoluyla, geçmişten kalan tarihsel birikimlerimizi uygulayan bir toplum içinde yaşadığımız için öğreniriz. Öğrendiklerimizi bireysel ve toplumsal çelişkilerimizle ve bilinçli yaratımımızla yorumlayıp yeniden hayata geçiririz, derken kültürel çevredeki bireyin bağımsız bir değişken olarak varlığını da belirtmiş olduk.

Bu arada halkımızın kültür birikiminin derlenmesi ve kültürümüzün dinamik unsurlarının açığa çıkarılarak, toplumsal çelişkilerle yoğrularak ve günümüz ihtiyaçlarına yanıt verebilecek hale getirilip, kültürleşme yoluyla kuşaklara aktarılabilmesi her bireyin yerine getirmesi gereken bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

Zaman ve mekan kültürü etkiler; kültürlerin değişme hızları çağlara göre farklılıklar gösterir. İlkel toplumlarda kültür inanılmayacak kadar yavaş gelişirken, günümüzde neredeyse bir insan ömrü bu değişimi izleyebilmektedir.

Eskiden yaşlıların bilgi, deneyim ve birikimleri kendilerinden daha az öğrenmeye zamanı olmuş gençler karşısında, yaşlılara bir üstünlük sağlardı. Dolayısıyla toplumda yol gösterici kişiler yaşlılar olurdu. Oysa günümüzde teknolojinin yarattığı iletişim araçları durumu tersine dönüştürmüştür. Bugünün kültürü, dünün kültürel birikimleri, kültürün dinamik, gelişmeye açık kültürel öğeleri üzerinde biçimlenir. Tarihsel bağlarından koparılmış bir kültür yaşatılamaz. Aksini iddia etmek toplumların gelişim yasasını inkar etmek \e gelişime karşı durmaktır.
İklim ve coğrafi farklılıklar da kültür bütünlüğü içinde bazen önemli bir faktördür. Eskimolarda köpek balığı avcılığı, coğrafi özelliklerinden dolayı kültürlerinde en temel öğedir. Hatta kültür sistemlerinde örgütleyici durumdadır diyebiliriz. Bir an için Eskimoların bu iklim ve coğrafyadan uzaklaştırıldığını düşünsek; belki de Eskimo kültürü tamamen yok olacaktır. Keza biz Kafkasyalıların kültüründe dağlık coğrafyanın yarattığı canlı, devingen, coşkulu müziğimiz ve halk danslarımız buna iyi bir örnektir.

Kültür gereksinimlerine yanıt verir; her kültür tarihsel evrimi içerisinde, öğeleri arasında uyumlu bir bütünlük içinde günümüze kadar gelir. Bu uyumlu bütünlük, kültürel öğeler arasındaki fonksiyonel bağa bağlıdır. Kültürel bütünlük içinde yer alan bir öğe>i anlamak ve değerlendirebilmek için;

1. Bu özelliğin işlevsel (fonksiyonel) anlamı nedir?
2. Bütün bu insan grubunun tüm ihtiyaçlarını karşılamak için yürürlükte olan çeşitli özelliklerin pürüzsüz bir bütün oluşturmasını sağlayan sistem nasıl işlemektedir? Sorularına yanıt aramak gerekir.

Kültür örgütleyicidir; kültürlerin kendilerine has kültür örgütlenmesi vardır. Bu, bilinçle yapılan bir iş değil, o toplumun belirleyici özelliğidir. Örneğin ortaçağ Avrupa’sı kiliseyi temel alan bir kültür yapısına sahiptir. Güzel sanatlar, edebiyat, davranış ve inançlar, hukuki ve politik düzenleri, savaş ve barışları büyük ölçüde kiliseye bağlı bir kültürün sonucu olarak belirlenir. Nitekim Filistin halkının emperyalizme karşı verdiği ulusal-demokratik mücadele, Filistin Kültürü ile özdeşleşmektedir. Yeni doğan bir Filistinli, kültürleme yoluyla aldığı Filistin kültürüyle ayrılmaz bir bütün oluşturmuştur.

Kafkasyalılardan örneklersek, kültürün dinamik ve örgütleyici öğeleri neler olabilir dediğimizde; düğünler, zehesler (kısaca eğlence törenleri), halk dansları, xhabzelerimiz, biraz dil ve biraz da müzik akla gelir. Bu saydıklarımız insanımızın en çok motive olduğu ve ilgi duyduğu, kültürümüzün de ayakta kalabilen az sayıda öğeleri arasındadır. Ancak bu öğeler etrafında kültüre yakınlaşan ve ortak bir ruh oluşturan toplumuz.
Yalnız şunu da belirteyim ki muhaceret koşullarında açığa çıkarılamamış ve kültürümüzün de özünde var olan demokrat, paylaşımcı, yurtsever karakterin açığa çıkarılmasını ve merkeziyetçi bir nitelik kazandırılmasını, kültürümüzün doğru dinamikler üzerine temellendirilmesi açısından önemli bir görev olarak görmekteyiz.

Kültür değişir; doğada varolan her şey gibi kültürler de değişir. Koşullar değiştikçe, geleneksel çözüm yollarının sağladığı doyum düzeyi de değişir. Yeni gereksinimler, kültür sisteminde yeni örgütlenmeleri gerektirir. Aksi halde, egemen veya baskın kültüre uyum sağlama yönünde değişmelere uğrar. Bilindiği gibi değişim, her zaman gelişme biçiminde olmayıp, egemen kültür içinde eriyerek de gerçekleşebilir.

Göç (yer değiştirme), politik asimilasyon ve akültürasyon gibi doğal olmayan koşullar dışında, kültür, altyapı kurumlarına bağlı olarak da değişir.

Yazımızın buraya kadarki bölümünde kültür kavramını tanımlamaya ve genel çizgileriyle tanıtmaya çalıştık. Hiç kuşku yok ki bu konuda kültür odaklı çok geniş araştırmalar yapılabilir. Konu çok daha derinlemesine irdelenebilir. Yazımızın bundan sonraki bölümünde kültürün alt yapıyla olan bağıntısına, ulusal kültüre, sürgün Kafkasyalılarda genel kültür sorunlarına değinip, önermelerde bulunmaya çalışacağız.

ALTYAPI – KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Bilindiği üzere insan toplulukları toplumsal üretimin belli bir aşamasından sonra, tükettiğinden fazlasını üretmeye başlar. Giderek, toplumda bir grup insan, bu artı değere sahip olarak egemenliğini kurar. Ancak, bu egemenliğin altında geniş halk kitleleri de ortaya çıkar. Üretimin paylaşılmasındaki bu dengesizlik, üst yapıda sosyal tabakalar arasında kültürel farklılaşmayı da beraberinde getirir. Bu durum artı değerin ortaya çıkmasından, günümüze kadar gelen tüm toplumsal evrelerde görülür. Her üretim tarzı, kendi iç çelişkisini de beraberinde getirir.

Altyapıda, sosyal tabakalar arasındaki bu karşıtlık, üst yapıda kültür kurumlarında da kendini gösterir. Üretim araçlarına sahip insanların yarattığı kültürle geniş halk yığınlarının yarattığı kültür arasındaki çelişki, kültürün tüm kurum ve öğelerinde gözden kaçırılamayacak kadar açıktır. Bu durum köleci, feodal ve kapitalist toplumların tümünde gözlenir. Ancak, sosyal kategoriler arasındaki farklılığın yarattığı iki farklı kültürel yapı, uzunca bir süre aynı zaman dilimi içerisinde birlikte bulunurlar. Ta ki, çelişki çözümlenip yeni bir üretim tarzıyla, yeni bir toplumun yaratılmasına kadar. Kapitalist toplumlarda burjuva kültürüyle halk yığınlarının yaratısı olan demokratik ilerici kültür^ kapitalizmin son bulmasına kadar, ulusal kültür içerisinde, birlikte yer alır. Daha sonra uzunca bir süre yaşayacak olan uluslar, deradikal bir görünümle yeni sosyalist ulusları oluşturacaktır.

ULUSAL KÜLTÜR

Bilindiği gibi uluslaşma süreci, 1879’da Fransız İhtilali ve Batı Avrupa’nın kapitalist ekonomiye geçişiyle paralel olarak yarattığı, siyasal, ekonomik ve kültürel bir olgudur. Ulus, bu tarihsel koşullar içinde gelişmiş bir insan topluluğudur. Burjuvazi feodalitenin toprak sahibi soylularıyla, din adamlarının elindeki iktidara el koyarak, feodal dağınıklığa, yerel pazarlara son verip, ulusal pazarlar ulusal sınırlarla birlikte ulusun ve ulusçuluk ideolojisinin yaratıcısı olmuştur. Ulusal kültür kapitalizmin getirdiği yeni üretim biçimine bağlı olarak, daha ileri ve bütünleştirici bir kültür olarak karşımıza çıkar.

Ancak kapitalizm kendi iç çelişkisini de beraberinde getirirken, biçimde ulusal olan kültür farklı sınıfsal kategorilerde farklı içerikler kazanır. Böylece ulusal kültür, bir yandan egemenlerin kurulu düzenlerini sürdürebilmek ve üretimden daha fazla pay alabilmek için yarattıkları antidemokratik, şoven ve gerici kültürel özellikler taşırken, diğer yandan halk çoğunluğunun yarattığı demokratik, kolektif ve ilerici kültürel özellikleri de bağrında taşır. Burada ulusal kültürün demokratik, kolektif ve insani karakterinin açığa çıkarılması büyük önem taşır. Ve halkın gerçek yaratısı olan ulusal demokratik kültür, çağdışı, söven ulusçuluğa karşı olduğu gibi, kozmopolitanizme de karşıdır.

Unutmamak gerekir ki, evrensel kültür, en fonksiyonel, toplumsal örgütleniş biçimine gidildikçe gelişerek, alt yapıdaki gelişmelerin belirlediği ve çok uzun süreçleri içine alan, insanlığın evrimine bağlı bir olgudur. Bu anlamda evrensel kültür, ancak ve ancak bir moral (ahlak) ilkesi olarak savunulabilir. Aksi halde ulusal kültürlerin reddi veya rafa kaldırılması gibi ertelemeci yaklaşımlar, bizi kozmopolitanizme götürür.

BUGÜNKÜ K.KAFKAS KÜLTÜRÜ VE AYDINLARIMIZ

Sürgün Kafkasyalılar, getirdikleri üst yapı, daha doğrusu üst yapı kalıntılarıyla günümüze kadar gelmeyi başarmışlardır. Kafkasya’ da dışarıya kapalı toplumsal yapıları ve dolayısıyla çok ağır ilerleyen evrimlerinin getirdiği doğal muhafazakarlıkla sürgünden bu yana kültürlerini nispeten koruyabilmişlerdir.

Toplumsal evrimlerinin geriliğine ve toplumsal hiyerarşinin (kurumlarının) zayıflığına rağmen, zengin folklorik değerlerin mirasıyla bugüne kadar gelmişlerdir. Muhacerette kültürel gelişme olmamıştır. Tersine, dejenerasyon içinde yok olmaktadırlar.

Hiç kuşku yoktur ki, K. Kafkasyalı aydınların kültür politikasında en azından nihai çözümlemeye kadar, ortak bir platformda yer almasında sayısız yararlar vardır.

Sürgün Kafkasyalılar da kabile toplumunun kırıntıları olarak, komünal (paylaşımcı), yiğit, hiyerarşi yoksunu değerler, feodal toplumun uzantıları olarak aristokrat ailecilik ve sosyal gelişimi engelleyen feodal değerler ve 1864’te uluslaşmaya adım atmış fakat geliştirilmemiş sancılı millet değerlerinin tümüne rastlamak mümkündür.

Muhaceret koşullarında biz Kuzey Kafkasyalılar; kültürümüzün tarihsel süreçler içerisinde oluşmuş, gelişmeye açık öğelerini toplumsal çelişkilerimizle yoğurup ve tarihsel bağlarından kopmadan, günümüz ihtiyaçlarına yanıt verebilecek şekilde yeniden hayata geçirmek yerine, yok olmak kaygılarıyla 1864 kültürünü tüm yapılarıyla yaşatmak gibi seçici olmayan, korumacı bir yaklaşım içinde olduk.

Oysa toplumsal evrimleşme süreci olarak bizden daha gelişkin olan kültürler karşısında; 1864’le-rin ürünü olan Kuzey Kafkas kültürünün seçici olmayan korumacı yaklaşımlarımıza rağmen, özümsenmekten (yok olmaktan) kurtulamayacağını görmemiz gerekiyordu. O halde kültürümüzü seçici, toplumsal çelişkilerimiz ve bilincimiz ışığında eleştirel bir yaklaşımla irdelemeliyiz. Kültürümüzün gelişimine kapalı günümüz ihtiyaçlarına yanıt vermeyen, sekter öğelerin atılması, yurtseverlik, paylaşımcılık, demokratlık gibi muhacerette açığa çıkarılmamış ilerici toplumsal dinamiklerimizi açığa çıkarıp, kültürümüzün belirleyici nitelikleri haline getirmek gibi bir amaç, nihai çözümlemeye kadar aydınımızın birliktelik sağlayabileceği bir kültür politikası olsa gerektir.

Kafkasyalılar, içinde bulunduğu altyapıyla çelişen, üst yapısıyla ve geri kalmış toplumsal yapısıyla yorulmuş, kültürü zayıflamış ve nerede ise kadere boyun eğmiş durumdadır. Bu zor koşullara rağmen, kalabalıkların göreceli umursamazlığı içinde boğulmadan ve kalabalıkların tutsağı olmadan, gerekli toplumsal dönüşümü kurmanın tek yolunun Kafkasya ile ayrılmaz bağlarla bağlı olduğumuzu görmek gerekir.

KAYNAKÇA
1. Refik Zerengil, Birey Toplum ve Kültürel Yozlaşma, Düşün Dergisi.
2. Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu, 1982
3. Calvin }Yelis, insan ve Dünyası, 1972
4. Mehmet Alptekin, Kültür ve Liderlik, 1968
5. Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür
6. Bozkurt Güvenç, Kültür Kavramında Bütüncülük Sorunu Üzerine Bir Deneme ve Kültür Sorunu
7. Materyalist Felsefe Sözlüğü
8. O. Binyazar, Kültür ve Eğitim Sorunları
9. Aziz Çalışlar, Ansiklopedik Kültür Sözlüğü, (Çeviri) 10. Düşün, Ağustos 1984, Sayfa 32, 33.