‘KIRMANCİYA BELEKE KOKTEYLİ’NDE DİKKATİMİ ÇEKENLER (ANI)

Ali İhsan Aksamaz  

1 Ocak 2009’da ilk sayısı yayımlanan ‘Kırmanciya Beleke’nin 31 Ocak 2009 Cumartesi günü yapılan kokteyline ben de çağrılıydım; gittim. Kokteyl, Sorun Yayınları’nın konferans salonunda yapıldı. Kokteyl sırasında gördüklerimi, duyduklarımı, izlenimlerimi aktarmak, sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kokteylin başlayacağı saate yakın bir vakitte, Sorun Yayınları’nın Akbıyık Değirmeni’nindeki binası önündeydim. Gözüme ilk çarpan, kapıya o gün asılmış olan ‘Kırmanciya Beleke tabelası’ oldu. Merdivenleri aşarak binaya girdim. Bir yandan çalan müziğin sesi diğer yandan içerdeki insanların birbirine karışan sesleri eşliğinde tanıdık yüzleri aradım. Sırrı Öztürk, Mutlu, Kemal, İsmail ve Nevzat arkadaşlar ilk görüp ellerini sıktığım insanlardı. Daha sonra diğer arkadaşları da gördüm.

Büyük salonun hemen girişinde sağ tarafta, küçük bir bar oluşturulmuş. İçki servisleri buradan yapılıyordu. Büyük salonun ortasına karşılıklı olarak iki büyük masa konulmuş. Bunların üzerinde içki bardakları, çerez ve ustalıkla dilimlenmiş meyvelerin içinde olduğu tabaklar yer alıyordu. İnsanlar bir yandan tanıdıklarıyla konuşuyor diğer yandan da ellerindeki bardaklarını yudumluyorlardı.

Saymadım, ama yaklaşık 60- 70 kişilik bir topluluk vardı salonda. Ben bir yandan yanımdaki arkadaşlarla sohbet ediyor, diğer yandan da ‘Kırmanciya Beleke’ gibi bir yayın organının çıkışını kutlamak için gelen insanların ruh halini anlamaya çalışıyordum. Hemen her yaştan insan vardı. Ancak gençlerin çoğunlukta olduğunu söylemeliyim. Büyük bir insan kitlesinin yüzündeki sevinç hemen okunuyordu. Bazı insanların donuk gözlerle etrafa bakındığını ve suratlarında sebebini bilmediğim haset bakışları gözlemlediğimi söylemeliyim. En komik olanlar ise, duruş ve davranışlarından etliye sütlüye karışmadıkları hemen anlaşılabilenlerdi. Bütün hırslarını masa üzerindeki çerez ve meyvelerden çıkarıyorlardı adeta. Masanın bir ucundan diğer ucuna, olmadı o masadan diğerine gidip geliyorlardı. Bunların arada bir, acaba bana bakan var mı gibilerden sağa sola bakındıklarını da belirtmeliyim.

Bütün bu yukarıda sıralamaya çalıştığım ayrıntılar size anlamsız gelebilir. Ancak ben ayrıntıların önemli ipuçlarını sakladığına inanırım. Dikkat çeken bir diğer nokta, kokteylde sigara içmenin yasak olduğuydu; ben sigara içeni görmedim. Salonun istasyon tarafının büyük bir ilgiye neden o kadar çok mazhar olduğunu önceleri anlamadım. Orası tuvaletin bulunduğu yerdi ve sigara çaktırmadan orada içilmişti!

‘KIRMANCİYA BELEKE’ TÜYAP İSTANBUL KİTAP FUARI SORUN YAYINLARI STANDINDA (2009)

Birden salonda bir hareketlenme oldu. Sırrı arkadaş salonun orta yerine yöneldi. Derin bir sessizlik oldu. Her zamanki bilge haliyle konuşmaya başladı. Herkes onu dinliyordu. Ellerinde kamera ve cep telefonları olan gençler de konuşmaları anbean kayıt etmeye başladılar. Sırrı arkadaş kısaca şunları söyledi:

 “Halkların dil kültürlerine ilişkin yayın yapmak, parti işidir. Enstitüsünün işidir. Bu anlamda ‘Kırmanciya Beleke’ bir cürettir. Taşın altına elini koymaktır. Çok eksiğimizin olduğunu biliyoruz.”

Konuşmasının, benim aklımda yer eden en önemli bölümü kuyrukçuluğa ilişkin söyledikleriydi. Bu konuda da şunları söyledi:

“Marks şunu söyledi. Engels şunu söyledi. Mao şunu söyledi ile yapılan konuşmaların modası geçti. Bizim için önemli olan Anadolu’nun isyancı karakteridir. Bu topraklar ‘Paris Komünü’nden çok önce ‘Rızalık Kenti’ni oluşturmuştur. Anaerkil eşitlikçi toplum geleneği bu topraklarda yaşadı. Zengin bir mirasın üstünde oturuyoruz.”

Sırrı arkadaş, daha sonra salonda bulunanların da birşeyler söylemesini istedi. İlk olarak ‘Kırmanciya Beleke’nin yazı işleri müdürü olan bayan arkadaş söz aldı ve elindeki Türkçe yazılı metinden dergiye ilişkin açıklamalarda bulundu. Sözlerini, anladığım kadarıyla, ‘anadilinde’ bir şiar ile bitirdi. Bence, konuşmasının tamamını anadilinde yapmalıydı ve konuşması akabinde de Türkçe’ye çevrilmeliydi.

Bu konuşmadan sonra Sırrı arkadaş, salondakileri de bir şeyler söylemeye çağırdı. Söz aldım ve önce Lazca daha sonra da Türkçe birkaç cümle söyledim:

“Napskidut memleketi do muşi xalk̆i do k̆ult̆urepe va miçkinan çkin. Aya ren didi oncğore. Aya memleketi oktaluşa gza na gorupanpesti, muxalefepesti va uçkinan aya memleketişi nenape do k̆ult̆urepe. Kırmanciya Beleke ren dido beciti. Ar xalk̆i do nena do tarixi muşişen ambai meçaps do emuşeni. (Yaşadığımız ülke ve halk ve kültürlerini bilmiyoruz. Bu büyük bir ayıp. Bu ülkeyi yönetmek isteyenler de, muhalifler de bu ülkenin dil ve kültürlerini bilmiyorlar. Kırmanciya Beleke çok önemlidir. Çünkü bir halk ve dili ve tarihine ilişkin bize bilgi veriyor.)”

Orada bulunanların, büyük bir şaşkınlık içinde beni izledikleri suratlarındaki ifadelerden anladığımı belirtmeliyim. Alkış ile onurlandırıldığımı ve bundan da çok memnun kaldığımı söyleyeyim.

Daha sonra bir bayan arkadaş söz aldı. Tam sözüne başladı ki, Sırrı arkadaş, konuşmasını anadilinde yapmasını istedi. Bayan arkadaş da dostluk ve dayanışmaya ilişkin birkaç şiarı Arapça dile getirdi.

ALİ İHSAN AKSAMAZ SIRRI ÖZTÜRK İLE (SORUN YAYINLARI, 2004)

En fazla dikkatimi çeken, tanımadığım ancak daha sonra bir derginin sorumlusu olduğunu öğrendiğim kişinin söyledikleriydi. Bu kişi, Sırrı arkadaşın konuşmasında eleştirdiği, ‘Lenin onu dedi, Marks bunu dedi’ eleştirisini dikkate almayarak bildik bir jargonla bir konuşma yaptı. Bu arada bir de pot kırdı. ‘Kırmanciya Beleke’ye ilişkin bir şeyler söylemesi istendiğinde, ‘Kırmanciya Beleke’ kokteyline, ‘Kırmanciya Beleke’ için değil, Sırrı arkadaşın hatırı için geldiğini söyledi. Kendisine göre yerel, ulusal, evrensel tanımları çizmeye çalıştı. Konuşmasından, ‘anadili’ mücadelesinin anti-emperyalist ve kapitalizm karşıtı bir mücadele olduğunu henüz anlayamadığını gördüm.

Kokteylde en dikkat çeken davranış ise, bir davetlinin, “Dergiyi çıkaranlar kimmiş?! Kimmiş bu gençler?! Hele şuraya bir dizilsinler de bir görelim,” çağrısıydı. Bu çağrıya uyarak duvar dibine sıralanan gençleri ve onlardan bu talepte bulunan kişiyi hayret dolu bakışla izlediğimi söylemeliyim.

Binanın hemen girişindeki sahipsiz ‘mukavvadan kitap satış kutusu’nun başına gelen ‘trajediyi’ de hayretle karşıladığımı belirtmeliyim; burada ayrıntıya girmiyorum.

‘Hatır’ için kokteyle katılan kişi ile ‘gençleri şöyle bir dizilmeye’ çağıran davetlinin konuşma ve davranışlarını ayrı tutarsak kokteyl anlamlı geçti.

Bir ara bana musallat olan, kim olduğunu hâlâ bilmediğim ve ‘etnoloji’ üzerine ‘tezi olduğunu’ ısrarla söyleyen kişinin tutarsız konuşma ve davranışlarını da burada belirtmeliyim.

Kokteylin sonunda iki müzisyen arkadaş birbirinden güzel halk şarkıları seslendirdi. Ben de bildiğim kadarıyla onlara eşlik ettim. İçimden ‘Yeşili Kamiyoni’ veya ‘Avla Skani Cuneli’ adlı Laz halk şarkılarını söyleyeyim mi acaba, gibi bir düşünce geçmedi dersem yalan olur.

Sonlanmak üzere olan kokteylden ayrıldım. Güzel halk şarkılarının sesi sokağın başına kadar bana eşlik etti. (23 II 2009)

Bu makaleyi, ‘Kırmanciya Beleke’nin kolteylden sonra yayınlanacak sayısı için kaleme almış ve Sırrı Öztürk’e teslim etmiştim. Kırmanciya Beleke’nin yayın kurulu makaleyi yayınlamayı uygun görmemiş. Dışardan kişilerin makalelerini yayınlamıyorlarmış. Makale yaklaşık iki yıldır bilgisayar arşivimde duruyordu; sizlerle paylaşmanın uygun olduğunu düşündüm.      (16 VII 2011)