“KENDİMİ ADİGE HİSSEDİYORUM”

HAŞEPIGE Zamireş
Çeviri: Muvaffak Temel

’’Adigelerle birlikte olduğumda kendimi Adige hissediyorum. Ondan sonra Adigelerle ilgili çok şey duydum. Köylüler bana Türkiye’ye nasıl sürgün edildiklerini, çektikleri eziyetleri, birçok ülkede dağınık halde yaşadıklarını, ata yurtlarının özlemi içinde azınlık hayatı sürdürdüklerini anlattılar.’’

Bu sözler Japon Japon biliminsanı Miyadzave Eyci’ye ait. Adigelere ilişkin haberler, giysileri, silahları, at binişleri, gelenekleri ile Anavatanın sınırlarını aşarak uzaklara yayıldı. Bu, eskiden beri böyle süregeldi. Klaprot Genrih-Yulius, De Bess Jan-Şarl, Spencer Edmond, Gerber Yioyann, Pallas Pert-Simon gibi yazarlar, değişik zamanlarda Çerkeslerin arasında yaşayarak Tanrı’nın Çerkeslere akıl ve sert mizaç bahşetmesini  ve onların komşu halklara örnek olmalarını konu alan yazılar yazdılar. Bitsen Nikolas, Ommar de Gel, Teby de Marini gibiler de gelenek ve giyim-kuşam konularında Kabardeylerin herkesten daha önde olduklarını, Adige kadınlarının dünyanın en güzelleri arasında yer aldıklarını söylediler.

Bu günlerde Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti’nde bulunan Japon biliminsanı Miyadzave Eyci’nin geliş amacına baktığımızda, bulunduğumuz dönemde de bu tür bakış açılarının değişmediğinin örneklerini görebiliriz. Adigelerle olan ilişkisi hakkında söyleşi yapmaya gittiğimde Japon gencinin Çerkesce bilmesi beni çok şaşırttı. (Hem okuma hem de yazma biliyor.) Ancak, anadilimizi Japonca, İngilizce ve Türkçe kadar akıcı kullanamadığından, 1992 yılında Türkiye’den dönerek Kabardey Balkarya’da yaşamaya başlayan Ferruh Şık bize tercümanlık yaptı.

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Eyci, öncelikle, kendini bize tanıtır mısınız?  

MİYADZAVE EYCİ: Ben Nagane’de doğdum, Japon’um. Tokyo’da bulunan Kraliyet Üniversitesi Filoloji Fakültesi’nin İngilizce Bölümü’nü bitirdim. Daha sonra mesleğimi başka yerlerde ilerlettim. Doktoramı, Londra’da sosyal antropoloji alanında 2004’de tamamlamadım. (Bunları bize Çerkesce anlattı.)

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Bu çalışmanı Adigeler üzerine yapma fikri nereden çıktı? Bu işi nasıl tamamladınız?

MİYADZAVE EYCİ: Bir toplum seçerek antropoloji alanında derinlemesine araştırma yapmam gerektiğinden, Türklerin kökenini, geçmişini ve yaşantısını incelemek amacıyla 1994 yılında Türkiye’ye gittim. Ben ve eşim Kayseri’deki üniversitenin Japonca Bölümü’ne davet edildik ve iki yıl süreyle orada çalıştık.

(…) Adigelerle ilgili çalışmalarım ilginç bir şekilde başladı. Bir tatil günü balık tutmak amacıyla Pınarbaşı ilçesine gitmiştim. Orada, Örenşehir (Kundatey) köyünden Şeraffettin Siğum ile tanıştım. Adige genci beni evlerine davet etti ve birbirimizi daha yakından tanıma imkanı bulduk. Arkadaşları yanımıza gelince kendi aralarında ilginç bir lisanla konuşmaya başladılar. Ben o sırada Türkçe’yi iyi öğrendiğimden, konuşulanın farklı bir dil olduğunu anladım. Ondan sonra Adigelerle ilgili çok şey duydum. Köylüler bana Türkiye’ye nasıl sürgün edildiklerini, çektikleri eziyetleri, birçok ülkede dağınık halde yaşadıklarını, ata yurtlarının özlemi içinde azınlık hayatı sürdürdüklerini anlattılar. O sırada, çalışmalarımı bu ilginç halk üzerine yönlendirmeye karar verdim.

Adigelerin durumlarını ve yaşamlarını araştırmaya başlayınca, bu toplumun sahip olduğu manevi güçü ve akılcılığı hayretle gördüm.

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Eyci, çalışmalarında karşılaştığın hususlara daha ayrıntılı olarak değinir misiniz?

MİYADZAVE EYCİ: Çalışmamda azınlık olarak yaşayan Adigeleri ele aldım. Onların yaşamlarını ve geleneklerini Türkiye’de faaliyet gösteren Adige derneklerinde öğrendim. Dillerini öğrenerek, yaşam felsefelerini anlamaya çalışarak ve çalışmalarımda kullanabileceğim belgeleri toplayarak aralarında iki yıl yaşadım.

Ankara, İstanbul ve Kayseri’de yaşayanlarla ve köylerdeki yaşlılarla görüştüm, kendilerinin bildiklerini, atalarından duyduklarını anlattırdım.

Çalışmalarımda, Adigelerin etkinliklerine bağlı törenlerini, akraba-dost ilişkilerini ve benzeri hususları derinlemesine analiz ettim. Adigelerde çok ilginç şeyler gördüm. Gurur verici birçok iyi işler başardıklarında bile, kendileriyle övünen bir toplum olmadıklarını konuşma tarzlarından anlarsınız. Sert mizaçlı bu yiğit insanlara yönelik öğrenmem gereken daha çok şey olduğunu her zaman söylerim.

Adigelerin durumlarını ve yaşamlarını araştırmaya başlayınca, bu toplumun sahip olduğu manevi güçü ve akılcılığı hayretle gördüm. Azınlık hayatı yaşamalarına rağmen, kendi dünyalarını yaratabilmiş olmaları buna bir kanıttır. Birkaç defa içinde bulunduğum, her yıl yapılmakta olan Adiye festivali etkinlikleri bile bunu görmek için yeterlidir. Soykırım savaşı uygulanarak yurdunu terk etmek zorunda bırakılan halktan Türkiye’ye gelenler, moralini bozmadan 150 yıldır dillerini ve geleneklerini korumayı başarabildiler. Bunu nasıl yapabildiklerini, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısını da dikkate alarak araştırdım.

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Adigelerin gelenekleri ve yaşam tarzları, değişik zamanlarda birçok ülkeden gelen gezginler, biliminsanları ve araştırmacılar tarafından yazılmıştır. Onları nasıl değerlendiriyorsunuz? Adigelerle Japonlar arasında bir benzerlik görüyor musunuz?

MİYADZAVE EYCİ: Adigelerle birlikte çalışırken hiçbir zorluk çekmedim. Çünkü, düşünce olarak da, ahlak olarak da birçok bakımdan Japonlarla benzeştiklerini düşünüyorum. Halklarımızın geleneklerinin bazıları örtüşüyor. Örneğin, bir grup insan bir arada otururken yaşlı-genç ayırımına dikkat edilmesi gereği benim için yeni değildir. Bu yanımla ben bir “Adige genci”yim. (Gülüyor.)

Japonlarla Adigeler birçok bakımdan benzeşseler de, Adige geleneklerinin çok daha katı olduğunu gördüm. Kendi yerlerini ve değerlerini bilerek gelenek ve göreneklerini yaşayan, büyüklerine çok değer veren halklarımız bu yönleriyle birbirine yakın durmaktadır.

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Nalçik’e geliş amacınız, 2004 yılında tamamladığınız çalışmanızı daha da yaygınlaştırmak olsa gerek…

MİYADZAVE EYCİ: Kuşkusuz. Çünkü, Kabardey’e gelmeden çalışmalarım bitmiş sayılmazdı. Bu benim ilk çalışmam. Şu anda bildiğim Adigece’yi daha da geliştirirsem, Rusça’yı da öğrenirsem ancak o zaman anlamlı araştırmalar yapabileceğim. Bunlar olmadan işim bitmeyecektir. Bu konudaki çalışmalarım aylar alacak…

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Eyci, araştırmalarını bir kitap halinde görebilecek miyiz?

MİYADZAVE EYCİ: İlk amacım budur. Doktora tezimi azınlık olarak yaşayan Adigelere ayırmıştım. Bundan sonra da, ata yurdunda kalanlar hakkında yazmayı arzu ediyorum. Alınyazısı yabancı bir ülke olan insanların önsezilerini ve yaşam tarzlarını öğrenerek aralarında iki yılımı geçirdim. Şimdi de büyük bir milletin düşünce biçimini, yaşam tarzını buna katmak istiyorum. Daha sonra da hepsini bir kitapta toplayacağım.

HAŞEPIGE ZAMİREŞ: Eyci, Rusya’ya bu ilk gelişiniz mi? Nalçik sizde nasıl bir izlenim yarattı?

MİYADZAVE EYCİ: Rusya’ya ilk gelişim. Nalçik’te bulunup da onu beğenmeyen olmamıştır. Yabancı bir ülkeye giderken ister-istemez endişeleniyorsun. Ancak, burada yaşayan insanların samimiyeti, temiz yüreği, temiz ruhu endişelerimi yok etti.  Sokaklarında yüzü aydınlık dolaşan insanların sayesinde, bilmediğin bu şehirde yalnız kalsan bile, aradığını bulmakta hiç zorluk çekmiyorsun. Arazinin zenginliği, yeşilliğin bolluğu müthiş. İlgimi çok çekenlerden birisi de cep telefonlarının değişik Adige müzikleriyle çalıyor olması. Bu benim için yeni bir şeydi.

Çalışmalarımı kolaylaştıran, aradığım belgeleri bulmamda yardımcı olan ve konuları açıklığa kavuşturan Kabardey Balkarya’nın biliminsanı TAY Hazeşe ile KODZOKE Anatole’ye teşekkür ediyorum.